Bu Blogda Ara

3 Kasım 2014 Pazartesi

Sırça Köşk-Sabahattin Ali

On üç öykü ve dört masaldan oluşan öykü kitabıdır. Çok güzel öyküler ve masallar.Özelikle de Sırça Köşk Sırça Köşk masalını okuyun ve günümüze uyarlayalım.
Kitaptan Alıntılar:
Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. “Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?” diyorlar. “Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?

Bu dünya böyledir işte, kimi adam öldürdüğü için katil diye anılır; kimi adı katile çıktı diye adam öldürür..

Kar-Orhan Pamuk

Sıkılmadan okuduğum Orhan Pamuk kitaplarından biri daha.Güzel kurgulanmış bir doğu hikayesi.Güçlü karakterler güzel bir konu..
Kitabın ana karakteri Ka. O vakitlerde doğuda kadınlar art arta intihar etmeye başlar. Hem de intihar edenler başörtülü kadınlardır.
Ka bazı yazı ve siyasi suçlamalardan Almanya'ya gitmiş o dönemlerde. Uzun zaman sonra da intihar olaylarını araştırmak için memlekete geri döner.
Aynı sokaklardan geçer, Siyasal İslamcılar ile Kemalistlerin atışmalarını yeniden yaşar. Sevdiği kadının kocasından boşanmış olduğu için yeniden hayalinin peşine düşer. 
Bence en önemlisi de Ka burada tekrardan Tanrı'ya inanmaya başlar.
Orhan Pamuk'un dediği gibi kitabı anlatan kısa bir cümle var aslında;
''Kitabımın sloganı, insanları anlamaktır. Bu da, Türkiye'yi anlamayı getirir.''


Kitaptan alıntılar
"Sana çok fena âşık oldum ve acı çekiyorum," dedi Ka.
"Bu kadar çabuk alevlenen bir aşk aynı hızla söner, korkma."


Yalnız olduğum için Allah'a inanamıyorum, Allah'a inanamadığım içinde yalnızlıktan kurtulamıyorum.

15 Ekim 2014 Çarşamba

İstanbul - Orhan Pamuk



Başlarda İstanbul' da tarihi bir gezinti ümidiyle başlamıştım okumaya ama sayfalar ilerledikçe sadece resimlere baktığımı fark ettim sonra da hızlı hızlı sayfaları çevirmeye başladım.Vakit kaybı


14 Ekim 2014 Salı

Bir Ses Böler Geceyi-Ahmet Ümit


Süha isimli eski solculardan olan kahramanımızın ,bir seyahati sırasında Alevi koylerinden birine yolunun düşmesi ve tesadüfen Cem töreninde ki hesaplaşmanin icinde bulmasi kendisini  ve bu töreni seyrederken , kendi anılarına yaptıgı yolculugu kendi iç hesaplaşmalarını da okuduğumuz  bir roman . Surukleyicilik kısmı İsmaily in (kendini öldüren sofu genc ) onun dedeler ve sofular  tarafından  ve koy halki tarafindan suclanirken ; ölümünün arkasından ailesi ve sevdikleri tarafından aklanılmaya çalışılmasını konu alan bir roman .

Kitabın en çok hoşuma giden cümlesi de G.Dimirtov'un "Bir üyenin örgütüne bağlılığı ödentisini zamanında ve düzenli ödemesinden belli olur."
sözü idi

13 Ekim 2014 Pazartesi

Ortak Acı 1915 Türkler ve Ermeniler


Nedir bu Ermeni sorununun  cevabını büyük ölçüde aldığım kitap.               

Ermenilerin Bizans İmparatorluğu'nun merkezi olan Konstantinopolis' e İstanbuyl' a girmeleri yasaktı.Binaenaleyh Fatih Sultan Mehmed İstanbul' u aldığı zaman İstanbul' da tek Ermeni yoktu. 

İngiliz Yazar John Haslip "Bilinmeyen Sultan II Abdülhamid" adlı kitabında Abdülhamid' in şu sözlerini aktarıyor;"Avrupa, Yunanistan ve Romanya'yı (ele) almak suretiyle Türk devletinin ayaklarını kesti.Bulgaristan'ın Sırbistan'ın ve Mısır'ın kaybı ise bizi kollarımızdan mahrum bırakmıştır.Şimdi ise Ermenileri ayaklandırmak suretiyle ciğerlerimizi sökmek istiyorlar." Abdülhamit bu düşünceyle doğu illerinde Ermeni çetelerine karşı Hamidiye alayları adıyla Kürt aşiretlerini örgütledi.İstenen reformları yapmadı.Tırmanan Ermeni isyanlarına karşı sert tedbirler aldı.Ermeni Komitecileri ve Osmanlı karşıtı Avrupalılar bu dönemde Abdülhamid' e Kızıl Sultan lakabını taktılar.

İnsanlara " Arap olmayı, Arnavut olmayı,Ermeni olmayı bırak" denmiyor. Yani asimilasyon denilen bir şey yok.Ve zaten bir çok insan da mutlaka o etnik kimliğini geliştirdi diye "ben gideyim Osmanlı İmparatorluğundan ayrılayım." demiyor.Gidip kendi ulus devletlerini kurmak isteyen birtakım ulusçular var. Ama ben Ermeniyim ya da ben Arnavutum ama Osmanlılıkla herhangi bir alıp veremediğim yok, yeter ki Osmanlı Devleti bana söz verdiği o eşitliği tanısın" diyenler de çok. Bu tabii yani kesinlikle kimliklerle ilgili ama bir üst kimlik diyebiliriz ittihad-ı anasır politikasındaki Osmanlılık kavramına.

Bu dönemde çıkan Köylü Gazetesi üç sütun halinde çıkıyor; sütunlardan bir tanesi Rumca yazılıyor ve Rum alfabesiyle, Helen alfabesiyle... ikinci sütun Ermeni alfabesiyle yazılıyor.Üçüncü sütun Osmanlı alfabesiyle yazılıyor.İttikad-ı anasır' ı adeta ifade etmek için.

29 Nisan 2014 Salı

Kitab-ı Aşk-İskender Pala

Aşkı anlatan çok güzel bir kitap.Bir roman değil bir araştırma değil.Divan edebiyatı şiirlerinden alıntılar ve değişik zamanlardan alıntıları farklı bir bütünlük içinde bir araya getiren bir kitap.
İskender PALA,nam-ı diğer 'Divan şiirini sevdiren yazarın bu kitabında muhtelif kitaplarından derlediği fakat konu nizamına uygun, herbiri birbirini tamamlayan, adından da malum 'AŞK'ı anlatan denemelerini ve kadim şairlerimizin bercestelerini bulacak, bu ince kitaptan 'Divan edebiyatı'nın efsunlu aleminin kapılarını aralama fırsatı bulacaksınız... 'Bende mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var Aşık-ı sadık menem mecnunun ancak adı var' diyerek Aşıklık mertebesini terennüm eden FUZULİ nin AŞKI na 'AŞK OLSUN' (Bizim gönlümüz de AŞK ı bulsun...)Vesselam...Sanman kim taleb-i devlet-i cah etmeğe geldikBiz âleme bir yar için ah etmeğe geldik.Yenişehirli Avni (19.yy)Cennet için men eden âşıkları dîdârdan
Bilmemiş ki cenneti âşıkların dîdâr olur
(Cennetten uzaklaştırdığı gerekçesiyle âşıkları sevgilinin yüzüne bakmaktan alıkoyan kişi bilmiyor ki âşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür.) Fuzuli
Ne beyân-ı hâle cür'et, ne figâna tâkatım varNe recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim varYani şöyle demek: "Ne hâlimi arz etmeye cür'et edebiliyorum, ne de feryat etmeye takatım var. Ne vuslat umudu için gayrete geliyorum, ne de ayrılığa güç yetirebiliyorum."   Sizi bilmem ama İskender Pala beni divan edebiyatı hayranı yaptı.




Kürk Mantolu Madonna-Sabahattin Ali

Uzun zamandır okumayı istediğim ama bir türlü okuma fırsatı bulamadığım bir kitap.Bir solukta okudum. Aydın' da başladım.Seminer için gittiğim Antalya' da bitirdim. Kitap bir aşk romanı.  Rasim, Ankara’da işsiz kaldığı bir gün, sokakta eski arkadaşlarından Hamdi Bey’le karşılaşır. Hamdi Bey, bir şirkette müdür yardımcılığı görevine getirilmiştir. Rasimin işsiz olduğunu öğrenince ona şirkette bir iş verebileceğini söyler. Ertesi gün şirkete giden Rasime bir iş verir ve orada çalışan mütercim bir memur olan Raif Efendi ile aynı odada çalışmasını ister. Haftalarca aynı odada çalışmalarına rağmen, iki memur arasında bir yakınlık ve samimiyet gerçekleşmez. Bir gün, Raif Efendi’nin yaptığı çevirinin memurlar tarafından unutulması üzerine Hamdi Bey feci bir şekilde Raif Efendi’yi azarlar. Raif Efendi de, Hamdi Bey gittikten sonra onun resmini yapar. Bu resimde başarılı bir insan tahlili gören Rasim, bundan sonra Raif Efendi’ye daha farklı bir nazarla bakmaya başlar.

Raif Efendi’nin hastalanıp bir hafta işe gitmemesi üzerine, tercüme edilmesi gereken bir yazıyı Rasim onun evine götürür ve ailesini de yakından tanıma imkânı bulur. Raif Efendi, bir şubat günü ağır bir şekilde hastalanır ve işe gitmez. Bu sefer durumu ciddi olan Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan iş yerinde eşyalarını toplamasını ister. Eşyaları Raif Efendi’ye getiren Rasimin bir defter dikkatini çeker. Raif Efendi, Rasimden bu defteri sobada yakmasını ister. Defterde mühim şeylerin yazıldığını düşünen Rasim, Raif Efendi’yi ikna ederek defteri alır, oteline gider ve defteri okumaya başlar.
Romanın ikinci olay örgüsünü Raif Efendi’nin hatıra defterine yazdıkları oluşturur. Havranlı bir aileye mensup olan Raif Efendi, çocukluğunda çekingen ve ürkek bir çocuktur. Akranlarıyla iletişim kurmakta zorlandığı için yalnızlığını kitap okuyarak ve resim yaparak gidermeye çalışır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni okumak için İstanbul’a gelir ve eğitimini tamamlamadan buradan ayrılır. Maddi durumu iyi olan babası, Raif Efendi’yi sabunculuk tekniğini öğrenmesi için Almanya’ya gönderir. Burada, sabunculukta ileri bir tekniğe sahip olan fabrikaya gitmek yerine, müzelere ve resim galerilerine giderek vaktini geçirmeye çalışır.
Bir senedir burada olan Raif Efendi, bir gün bir resim galerisinde gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosundan etkilenir. Günlerce sadece bu tabloyu seyretmek için galeriye gider. Sonunda tablonun sahibi Maria Puder’le tanışır ve ona âşık olur. Bir yılbaşı günü Maria’yla birlikte olur. Ancak, bu birliktelikten sonra Maria’nın isteği üzerine birkaç gün görüşmezler. Onsuz bir yaşama dayanamayan Raif Efendi, Maria’nın hastahaneye kaldırıldığını öğrenir. Hastalığı müddetince ona bakar ve tekrar güvenini kazanır. Maria’yla ilişkisinin tam rayına oturduğu bir zamanda memleketinden bir telgraf alır. Telgrafta babasının öldüğü ve derhal memlekete gelmesi gerektiği yazılıdır. İşlerini düzelttikten sonra Maria’yı da memleketine getireceği sözünü veren Raif Efendi, Almanya’dan ayrılır.
Maria Puder’le düzenli olarak mektuplaşır. Ancak belli bir zaman sonra Maria Puder, Raif Efendi’ye mektup yazmaz. Raif Efendi kandırıldığını düşünerek bir başka kadınla evlenir ve çocukları olur. Ankara’da bir gün, Almanya’dayken pansiyonunda kaldığı Maria Puder’in akrabasıyla karşılaşır. Ona Maria Puder’le ilgili imalı sorular sorunca Maria’nın on sene önce hastalandığını, hastalığına rağmen bir çocuk dünyaya getirdiğini ve babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Kadının isim vermediği bu Türk’ün kendisi olduğunu anlayan Raif Efendi, kadının yanında olan 8-9 yaşlarındaki kızına bakar. Bir dakika sonra tren hareket eder ve bu şokla Raif Efendi de hatıra defterine bunları yazmaya başlar. Defteri okuyan Rasim Bey, onun iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu anlar. Defteri vermek için Raif Efendi’nin evine gittiği zaman ailesi onun öldüğünü söyler.

Kitabın hikayesi böyle. Kitaptan sözlere gelince

""Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bi sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara,sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz."

"Bu karanlık ve sıkıntılı manzara ne kadar güzeldi! İçime çektiğim bu ıslak hava ne kadar tazeydi! Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..."

"şimdi ben gidiyorum fakat ne zaman çağırırsan gelirim... dedi. evvela ne demek istediğini anlamadım... o da bi an durdu ve ilave etti:nereye çağırırsan gelirim!"

"Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına bile varmadıkları bir nokta bana bu kadar ehemmiyetli görünüyor?"


"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"