Bu Blogda Ara

2 Şubat 2018 Cuma

Bir Toplum Nasıl İntihar Eder-A.M.Celal Şengör

Celal Şengör hocanın genelde eğitim sistemi üzerinde yazdığı yazılarından derlenmiş güzel kitaplarından biri. Bazılarının hoşuna gitmeyebilir ama mevcut Türkiye fotoğrafı bu. Basından gereksiz çıkışlarını görüyoruz. Ordudaki eğitim sisteminin mükemmelliğini biraz fazla abartmış sanki. Üniversiteler ve eğitim sistemi ile ilgili genel kanılarına katılmamak mümkün değil. Her şehirde üniversite olması fikrinin yanlışlığı bana göre de çok doğru bir tespit.
Kitapta geçen bazı cümlelerden:
"İşini ciddiye almak demek, o işi öğrenmek demek. Öğrenmek de bilimsel bir faaliyettir. Bilimsel düşünen insanlara ihtiyaç var, her seviyede insanın, çöpçüsünden en üst yöneticine kadar, profesörüne kadar... Bilimsel düşünmek bilim yapmak değil, her duyduğuna inanmamak, yeni çıkan şeyleri öğrenmeyi heves etmek, bunları eleştirel bir gözle değerlendirmektir."

"Şehrin içindeki kütüphanelerden, kültür yuvalarından, hatta lokanta ve sinemalardan çocuğu niçin koparıp aldık? Acaba şehirlerimiz köyleştiği için mi? Kampüs hareketini başlatan Demokrat Parti' nin bu soruyu bile sorabilecek entelektüel düzeyde olmadığı, İstanbul'u köyleşmeye açmasından bellidir. ’’

"Uygar hiçbir toplumda bilime bilim dışından müdahale olamaz."

‘’Yine geldik Atatürk' e: "Nefs-i müdafaa için yapılmayan harp cinayettir" diyen bu büyük insansever, yarattığı o muhteşem Türk Silahlı Kuvvetleri' ne yurt ve ulus savunması yanında bir görev daha vermişti: Uygarlığı savunmak. Bugünlerde uygarlık düşmanlığı edenler bunu sakın unutmasınlar. ’’

‘’ Ordudaki subaylara ve astsubaylara "Komutanım" diye hitap ediyor muyum? Elbette ve bundan kıvanç ve şeref duyuyorum.Onlar da bana aynı şekilde "Hocam" diye hitap ediyorlar. Bundan yüksünenin herhalde ruhsal bir sorunu olmalıdır. Bir psikiyatr tedkikini tavsiye ederim. Bu belki kendilerini ezberletilmiş sloganlarla değil, düşünerek yaşamak yönünde ikna eder. ’’

‘’ Topkapı Sarayı da Fuat Bey'in seçtiği kendi hazinelerini katmış sergiye. İnsan Atatürk'ün Sarayı 1924'te koruma altına alarak Osmanlı'nın viraneye dönüştürdüğü koleksiyonların kurtarılmasını sağlamasını şükranla anmadan edemiyor. Yüce Dahi! O kadar iş ve sıkıntı arasında buna ne zaman vakit buldun? ’’

‘’ Bugün İslam kültürü hakkında otorite olan en önemli bilim adamları, Müslüman olmayan ülkelerde yaşamaktadırlar. Bunun nedeni, İslam ülkelerinin 14. Yüzyıl'dan beri bilime sırt çevirmiş olmalarıdır. Bilimsiz hiçbir şey olmayacağı gibi, din de olmaz. ’’

‘’ Medeniyet bir paradigma değildir. Medeniyet, birbiriyle kavga etmeden tartışabilme kültürüdür. Sen bir şey gözlüyorsun ve onun üzerinde bir varsayım geliştiriyorsun. Birisi geliyor ve diyor ki "Ben senin bu varsayımına inanmıyorum, çünkü bu varsayımına karşı ben şu gözlemleri yaptım." Sen de diyorsun ki "Bu çok ilginç, şimdi şu varsayımı birlikte geliştirelim." Belki bunu sen söylemiyorsun, ama senin öğrencilerin söylüyor " Hocamız yanılmıştı, şimdi onun varsayımını biz geliştirelim."

‘’ Bunun için çok sevgili arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı bir gazeteye verdiği bir demeçte "Her şehre üniversite açmak ahlaksızlıktır" demişti. Şimdi anlıyor musunuz, niçin İlber haklıdır? Gençlerimizi adı ilköğretim okulu, lise veya üniversite olan yerlere göndermek marifet değildir; marifet bu ismi taşıyan kurumları gerçekten o isimlere layık müesseseler haline getirmektir.’’

Tartışmaya açık değilse her şey dindir. Tartışmaya açık olmadığı için de tehlikelidir; çünkü elindeki bilginin doğruluğundan emin olmayı bir yana bırak, doğruluğunu kontrol etme imkanın bile yoktur.

1 Şubat 2018 Perşembe

Tanrısız Gençlik-Ödön Von Horvath


Tanrısız Gençlik, ateizmle falan ilgisi olan bir kitap değil. İlk başta kapağındaki SS işareti ve tanrısız  ifadesi her ne kadar bana bu düşünceyi akla yerleştirse de kitabın faşizmin etkisi altında yetişen çocukların acımasızlığını gözler önüne seren etkileyici bir kitap olduğunu görüyoruz..Kitabın kapak tasarımı bile insanı etkisi altına alıyor. Faşizmin tüm yaşamı esir aldığı bir ülkede yetişen çocukların acımasızlıklarına şahit olması ve kendini okul kampı sırasında işlenen oldukça enteresan bir cinayetin içinde bulmasıyla beraber vicdanını ve hayatı sorgulayan bir lise öğretmenini konu almış.  Öğrencilere hem askeri disiplin hem de silah eğitimi vermek için Nazi iktidarı tarafından düzenlenen gençlik kamplarından birisine sınıfça katılınır. Bu kampta, öfke, iktidarın arzulamadığı bir noktada patlak verir.Kitap cinayetle beraber daha sürükleyici bir hal almaya başlıyor.  



Yazarın hayat öyküsü ise daha ilginç;
1901’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun toprağı olan, Fiume’de (Rijeka) doğan Horváth, üniversite sonrası yerleştiği Berlin’deki gençlik yıllarını oldukça verimli geçirmiş. Yazdığı oyunlar edebi çevrelerden övgü, Nazi yanlısı basından ise yergi almış. 1933’te Nazi baskısının artması nedeniyle Viyana’ya yerleşmiş. Fakat Avusturya Nazi Almanya’sıyla birleşince, Ödön 1938’de önce Budapeşte’ye, daha sonra ise Paris’e kaçmış.Daha ilk eserlerinde bile işlediği faşizmin, öngördüğü biçimde yoğunlaşan baskısını konu alan Tanrısız Gençlik romanı 1937’de Amsterdam’da  yayımlanmış. 1939’da, Tanrısız Gençlik’in film uyarlaması için görüşmeye giderken Champs-Elysees’de fırtınadan korunmak için sığındığı bir ağaca yıldırım çarpmış ve yazar, henüz otuz sekiz yaşındayken hayatını kaybetmiş.

Kitaptan küçük alıntılar ise şöyle:

"..Ölmeye her an gönüllü ve hazır olma hali, büyük bir erdem değil mi?
   Kesinlikle, mücadele haklı bir dava uğruna veriliyorsa eğer..."

"İnsani bir topluluk var olalı beri kendi varlığını devam ettirme amacıyla cinayet işlemekten vazgeçmedi. Gelgelelim bu cinayetler gizlendi, örtbas edildi, bunlardan utanıldı. Bugünse bu cinayetlerden gurur duyuluyor. Salgın bir hastalık bu."

"Aziz İgnatius şöyle der: " Ben her insanla onun kapısından girerim, ki daha sonra onu kendi kapımdan uğurlayabileyim."

"Ne der Pascal: 'Hakikati arzularız ve içimizde yalnızca belirsizlik buluruz. Mutluluğu ararız ve yalnızca sefalet ve ölüm buluruz.'

"Ah hayatında hiç günah işlememiş birinden pek nadir bir aziz, hayatında hiç aptallık etmemiş birinden pek nadir bir bilge çıkar."

"O zaman kilise neden bir devletin toplumsal yapısı çöktüğünde zenginlerin tarafını tutar hep? Yani bizim zamanımızda, kilise neden pencerelerde oturan çocukların değil de daima kereste fabrikasının hissedarlarının yanında yer alıyor?" "Çünkü zenginler daima kazanır" 

"Evet, zenginler her zaman kazanacaktır, çünkü onlar daha acımasız, daha alçak ve daha vicdansız olanlardır. "

"Tanrı bütün sokaklardan geçer"
"Nasıl olur da Tanrı o sokaktan geçer, o çocukları görür de, onlara yardım etmez."

"Yağmurlar dinip de tufanın suları çekildiğinde Tanrı şöyle dedi: 'Bundan böyle insanlar yüzünden yeryüzünü cezalandırmayacağım'" Ve kendime bir kez daha soruyorum: Tanrı sözünü tuttu mu?