Bu Blogda Ara

23 Aralık 2016 Cuma

Aklımla Dalga Geçme-Fatih Portakal



Aklımla Dalga Geçme kitabını alırken de aslında beklentim farklıydı.Son iki yılın iç siyasi özeti şeklinde bir kitap. Yakın tarih okumayı pek sevmiyorum.Çünkü son iki yılı zaten gün be gün tv'den, gazetelerden ve internet haber sitelerinden ve köşe yazılarından takip ediyorum.Onun  ötesinde canlı yaşamışlığımız da var.Çok yakın tarih anlatımı beni biraz sıkıyor. Her akşam Fox haber de takip ettiğim hemşerim Fatih Portakal'ın okuduğum ilk kitabı.Bir 5 yıl yada 10 yıl sonra okusam belki daha ilginç gelebilirdi.Anlatımı güzel, konulara yaklaşımı ilginç, bazıları sevmeyebilir ama bana dokunmuyor.Tarafsız kalınmış mı, yada tarafsız kalınmaya çalışılmış mı, pek değil ama gayret edilmiş.Kitabı alın ama hemen okumasanız da olur.Biraz zaman geçip gündem unutulduktan sonra daha ilginç gelebilir.

Casus-Paulo Coelho

Arka kapak:Yanlış devirde doğmuş bir kadınım ben, hiçbir şey düzeltemez bunu. Gelecekte hatırlanacak mıyım, bilmiyorum ama şayet hatırlanırsam mağdur bir kadın olarak değil, cesur adımlar atmış ve ödemesi gereken bedeli korkmadan ödemiş biri olarak görülmek istiyorum.
Mata Hari'nin tek suçu özgür bir kadın olmaktı: Sınırlar ve sınırlamalarla dolu bir dünyada kaderine boyun eğmeyen bir kadın...
Paulo Coelho, 20. yüzyıl başında casuslukla suçlanarak idama mahkûm edilen Mata Hari ile avukatı arasındaki yazışmalardan yola çıkarak kurguladığı Casus'ta bu olağanüstü kişiliği bir roman kahramanına dönüştürerek hayatın ve aşkın gizemlerini sorguluyor.

Casus, gerçek bir yaşam hikayesinden yola çıkılarak yazılmış bir roman. Tarihe Casusluk yaptığı için suçlanıp ve idam edilen bir kadının yaşamını konu alıyor. 

Asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan, özgür olmak için Paris'e kaçınca Mata Hari adıyla ünlenen bir dansçı kadının hayatını biraz kendi dilinden biraz yazardan öğreniyorsunuz. Kitap üç bölümden oluşuyor. 
Birincisi; Margaretha'nin gençliği, evliliği, evliliğinde yaşadığı sıkıntılar  ve kızının dünyaya gelişi. 
İkincisi; evinden ve yaşadığı şehirden Paris'e kaçışı, Mata Hari'ye dönüşmesi, dansları, meşhur olma süreci, ünlenip, yükselmesi ve beraber olduğu erkekleri...
Üçüncü ve bence en önemli bölüm, casuslukla suçlanması ve avukatıyla yaptığı yazışmalar ve konuşmalar...
Roman, bir hayatın anlatımı için kısa bir kitap olmuş.
Yaşananlar, duygular ve olaylar bazen çok yüzeysel anlatılmış. O derin duygulara çok da yer verilmemiş. 
Sanırım Paulo Coelho daha çok kitabınıda adını verdiği gibi casusluk kısmına odaklanmış.
Aslında en net detaylar Mata Hari'nin suçsuz yere casuslukla suçlandığını  anlatılan bölümler. 
Sonlara doğru Mata Hari'yi savunan avukatın düşüncelerinin de bulunduğu kısımları ben okurken Mata Hari gerçekten suçsuz yere idama mahkum edilmiş diye düşündüm.  
Mata Hari'nin  deliller yerine varsayımlara dayanılarak idam edildiğini okuduğumda gerçekten üzüldüm. 
Gerçekte Mata Hari, suçlu mu suçsuz mu pek bilmiyorum. Kitap sonrası hakkında bir kaç yazı okuyunca aklım suçsuz olduğuna inanmaya başladı. 
"Dünyanın kaderini değiştirecek biriydim ben, bir taraftan Almanlar adına casusluk yapıyormuş gibi görünüp öteki taraftan Fransa'nın savaşı kazanmasını sağlayabilirdim." İdamına bile giderken gururlu duruşuyla adından söz ettiren bir kadının yaşam hikayesini okumak öğrenmek isteyenler Casus'su okuyabilirler.
Kitaptan alıntılar ise şöyle:
-"Savaşların ilk kurbanı insanlık onurudur. Hapse atilisiniz, önceden de söylediğim gibi , Fransız Askeri Teşkilatı nin gücünü vurgulayacak, dikkatleri savaş meydanlarında canlarını kaybeden binlerce gençten başka tarafa çekmeye yarayacaktı. Barış zamanında kimse böyle saçmalıkları kanıt olarak kabul etmezdi. Savaş zamanindaysa aynı iddialar, mahkemenin sizi ertesi gün hapse atması için yetiyor."
-"Kafesteki kuş özgürlük şarkıları söylese de tutsaktir."
-"Aşk bir zehirdir. İnsan aşık olduğu anda hayatının dizginlerini kaptırır , varlığı tehdit altındadır artık ; çünkü gönlü ve aklı bir başkasının olur."

Müptezeller-Emrah Serbes



Deliduman'ı ilk çıktığında okumamıştım.Ama Müptezeller'i çıkar çıkmaz aldım.Akıcı güzel bir kitap.Hayattan alıntılar ve Emrah Serbes'in diğer romanlarında olduğu gibi hayatla içiçe.Gerçekle roman birbiri içine geçmiş gibi.Yakın zamanda Deliduman'ı da okudum. Bir ara ikisi birbiri içine girdi.Tarz aynı Emrah Serbes romanlarında ve hepsi de çok güzel.Ancak yine küfür çok bolca kullanılmış.Aslına bakarsan hayatın içinde küfürün yeri daha da fazla değil mi. 

Romanda anlatılan sanki bir anda yazarın gerçek hayatıyla çakışıyor gibi.Belki de kendini anlatıyor.Sevmediğim kısım ise uyuşturucu konusunun çok fazla üzerinde durulması.İstemeden özendirir gibi.  
Hürriyet Gazetesindeki röportajında Emrah Serbes bu kitapla ilgili şunları söylemiş:
İlk olarak ‘Müptezeller"i senden dinleyelim...
- “Haydi kitabı anlat bakalım” dendiğinde anlatmak zor. Şöyle söyleyeyim: Bildiğim insanlardan yola çıkarak yazdım. Yani en çok bildiğim çevrelerde dolaşarak yazdım. Yaşar Kemal’in bir sözü vardır, “Her yazarın bir Çukurova’sı olmalı” diye... Yani her yazarın en iyi bildiği bir yeri ve anlatabileceği insanları olmalıdır. Benim de bildiğim insanlar bunlar. Şimdi desen ki, “Şu okumuş yazmış adamları anlat”, o yok bende... Bizde kıyıda-köşede kalmış, hayata karşı tutunamamış, biraz horlanmış, hayata katlanabilmek için gerektiğinde madde kullanan ve gerektiğinde içen adamlar var. Bu adamları, okumuş yazmışlardan daha çok bildiğimi söyleyebilirim. 
Önceki kitaplardan farkını nasıl tanımlarsın? Ya da mesela 'Erken Kaybedenler'in devamı gibi mi?- Evet, aslında bir yönüyle ‘Erken Kaybedenler'e yakın bir kitap. 
Peki ana karakterin ne kadarı sen, ne kadarı ben, o, ötekiler diyeyim?- Böyle bir şeyin tam ölçüsünü bilemem de aslında derdim biraz kendimden yola çıkıp başkasını anlatmak ya da anlatabilmek. Benim açımdan bakıldığında bu adamda benden bir sürü şey var. Benden olmayan şeyler de var. Ama ne kadarı ben dersek, bunu bilemem. Kitabın otobiyografik unsurları yüksek. Esas mesele şu; geri dönüp baktığımda burada ne anlatmaya çalıştığım. Edebiyat dünyası denilen bu dünyaya girdik, aradan geçti 10 sene. Biraz şans da yüzümüze güldü. Örneğin başka yazarların yüzüne o kadar gülmüyor. Benim kitabımı aldılar, dizileştirdiler. Ondan sonra şöhret oldu vs. Kitaplar tanıtıldı, daha çok bilinir olduk, daha çok okundu... Ama bunlar gelip geçici. Sonra elimizde ne kalacak? Geri dönüp baktığımda “Bu adam ne yapmış” dendiğinde ne kalacak? Mesele biraz da bu; ben ne yazmışım? Kıyıda köşede kalanları, kaybedenleri falan anlatmış desinler isterim. Çünkü bunu yapmaya çabaladım. Bir de arkadaşlığın güzel bir şey olduğunu da anlatmaya çalıştım. Dikkat edin mesela, ailesi yoktur bu kitaptaki çocuğun. Hep arkadaşları vardır. Arkadaşlığın da öğretici ve hırpalayıcı tarafları vardır. Sen hayata katlanamıyorsan ve bir arkadaşın varsa, “Gel beraber katlanamayalım” gibi duygusu da vardır bu işlerin.
Kitaptan alıntılara gelince;
Babam gülümsemeye çalışırken birden durdu, yine ağlamaya başladı. Elimi omzuna attım, azgın dalgaların kayalıklara attığı iki sandaldık o anda, “Üzülme baba,” dedim. “alt tarafı bir ev, alt tarafı beton parçası ya.Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan sonra, söz, alırız bir ev daha. “Ona üzülmüyorum ki ben,” dedi babam. “Her ay evin taksitini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti elimizden balon gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık.”
Yüreğin hafızası var, farklı işliyor. Bir zamanlar kaldığı evleri, en boktan zamanlar da olsa unutamıyor insan...
“Bir hayal, gerçeğin kıyısından geçtiğinde, iki göz bir mahremde buluştuğunda, iki el birbirini bulduğunda, iki kalp birbirine dokunduğunda, bu dünyada bitmemiş ümitler adına bir çiçek açar ve umutsuzluk bir adım geri atar, bu coşkun yüreğin zaferidir ve insanın karanlıkta atabileceği yegâne adımdır. Hala içim sızlıyordu. Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar.”