Bu Blogda Ara

26 Temmuz 2019 Cuma

Darağacından Notlar - Julius Fuçik

Bu yıl Ramazan Bayramında Datça'da okudum bu kitabı. Başladım ve bitirdim. Elimde çok tutmadım. Zaten 132 sayfalık bir kitaptı. Darağacından Notlar, II. Dünya Savaşı sırasında, yazarı tarafından bir Gestapo hapishanesinde, küçük kâğıtlara kurşunkalemle yazılan bir gardiyanın yardımıyla tek tek dışarıya çıkarılarak kitap haline getirilen bir kitap. Julius Fuçik, Nazilerce yakalandıktan sonra hapishanede  çok ağır işkence görmüş ve bütün bu süreçte güzel bir geleceğe ve insanlığa olan inancını hiç yitirmeden yaşadıklarını yazmış. Kitabın başında "Kitap Üzerine" başlıklı yazısında James Aldrin'in de dediği gibi: "Özünde bu yazılar hiç de darağacından notlar değil, zafer yolundaki insanlığın bir öncüsünün, bulunduğu ileri noktadan geriye, bize gönderdiği bir mesajdır."

Kitaptan alıntılara gelince:


"Ölüm sandığınızdan daha kolaydır ve kahramanlığın başında defne yapraklarından bir taç yoktur. Ama savaş sandığınızdan daha zalimdir ve dayanmak zafere ulaşmak için akıl almayacak bir güç gerek."


"Hücrelerin elleri vardır; zorlu bir sorgudan sonra işkence edilmiş olarak geri döndüğünüzde düşmemeniz için  sizi nasıl tuttuklarını hissedersiniz. Başkaları sizi aç bırakarak ölüme sürüklerken onlar sizi beslerler. Hücrelerin, siz idam edilmek üzere giderken sizi seyreden gözleri vardır ve onların kardeşi olduğunuz, yalpalayan ufacık bir adımla onları güçsüzleştirmemeniz gerektiği için dimdik yürümek zorunda olduğunuzu bilirsiniz. Kanayan birçok yarası vardır ve bu kardeşliğin, ama yenilmez bir kardeşliktir. Onun desteği olmaksızın, alınyazınız olan bu yükün onda birini çekemezsiniz.Ne siz ne başkası."


"En değerli tohum, bir gün yeşerip, yaşama karışacak değerli insanlık tohumu." 


 "Bir kez daha yineliyorum, bizler mutluluk için yaşadık, bunun için mücadeleye girdik ve bunun için ölüyoruz. Hüzün adımızla anılmasın."


"Tarihin bu dönemini yaşamış olan sizlerden tek bir isteğim var: Bu mücadeleye katılmış olanları asla unutmayın. Yalnızca iyileri değil, kötüleri de anımsayın. Hem sizin yarınlarınız, hem de kendi yarınları uğruna hayatlarından olanlarla ilgili ne varsa öğrenin. Bugün önünde sonunda dün olacak; tarih yazan adsız kahramanlarıyla büyük bir çağ olarak anılacak. Ama hepsinin de adları, yüzleri, umutları ve özlemleri vardı, o yüzden büyük acılar çektikleri için unutulmayacak olanlar kadar daha az acı çekenler de önemsenmeli. Biricik dileğim, kendinizi onların hepsine yakın hissetmeniz; onları tanıyormuşsunuz gibi, kendi ailenizdenmişler gibi, hatta kendinizmişler gibi."


"Sadık kalan direnir, hain ihanet eder; kahraman mücadele eder, iradesi zayıf olan teslim olur."


Julius Fuçik’in 9 Haziran 1943 tarihli notu şöyle biter: 

“Benim oyunum da sona yaklaşıyor. 

O sonu yazmayacağım, çünkü nasıl olacağını bilmiyorum henüz. 
Bu, artık oyun değil hayatın ta kendisi. 
Gerçek hayatta seyirci yoktur:
herkes katılır hayata.
Son sahnenin perdesi açıldı.
Dostlarım, hepinizi sevdim.
Nöbeti teslim ediyorum!”


8 Eylül 1943’te Plötzensee’de idam edilir.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Feniçka - Lou Andreas -Salome

Lou Andreas-Salome ilginç bir kadın. Modern anlamda feminist olarak adlandırılmasa da bağımsız ve özgürlükçü yaşamıyla feministler için bir rol model olmuş bir kadın. Kitaplarında da bunu fazlasıyla hissettiriyor. Öyle bir kadın ki; Nietsche'nin evlenme teklifini geri çevirmiş, Rainer Maria Rilke' yi kendisine aşık etmiş bir kadın. Aynı zamanda Sigmund Freud'n öğrencisi.
Feniçka, Andreas-Salome'nin Alman oyun yazarı Franz Wedekind ile yaşadığı bir deneyime dayanır. Feniçka, geleneksel cinsiyetler arası ilişkileri pek umursamayan, İsviçre'de doktorasını yapmış Moskovalı bir kadının bir erkek psikoloğun gözünden anlatılan hikayesidir. Kitaptaki Feniçka karakteri özgür yetişen, üniversite eğitimi alan, erkeklerle iletişimi güçlü olan ve toplumun kurallarını sorgulayan genç bir kadın. Max Werner ise Fenya’nın bu özelliklerini başta kabul etmeyip, yadırgayan fakat zaman içerisinde ona daha yakın olan genç bir adam. Kitabın bitişi ani olsa da, kısa bir kitap olsa da fazlasıyla akılda yer eden sahneleri var.

Kitaptan alıntılara gelince:

"Benim duyduğum en aşağılayıcı şey, insanın yürekten inanarak 
yaptığı bir şeyi saklamak veya inkar etmek zorunda kalması."

"Kadınları salt insani zenginlikleri içinde kavramanın, cinsiyetleri açısından bakmaktan , ayrı şematize ederek görmekten kaçınmanın bu kadar zor olması ne kadar tuhaftı.İnsan kadınları ister idealize etsin ister şeytanileştirsin her durumda erkeğe bağlı değerlendirip basitleştiriyordu."

"Siz de aşkı çok şeytani bir şey olarak hayal etmediniz mi? Meleklerle mücadele, cehennemi mutluluklar, rengârenk ışıklar, dünyanın batışı."
Fenya gülerek yanıtladı:

"Ben mi? Ah, hayır. Ben aşkı tamamen -ama tamamen- farklı hayal ettim."..."Aşkı nasıl mı hayal ederdim? Ah, çok basit. Son derece sade ve sağlıklı. Sanırım hiç de şeytani ve romantik sayılamayacak şeylerle karşılaştırırdım aşkı. Her gün açlığımızı giderdiğimiz kutsal, doyuran ekmekle; her gün evimizi açtığımız hayat veren temiz havayla. Sonuç olarak her şeyi borçlu olduğumuz, ama haklarında pek öyle tumturaklı laflar etmediğimiz en önemli, en doğal , en güzel şeylerle."

"Bu dünyada bizi özgürlüğe yaklaştıran tek bir şey varsa o da zihinsel çalışmalardır."

"..Okumak bizim için ne çilecilik ne de hayatını çalışma masası başında geçirmek anlamına geliyor. Ayrıca böyle bir şey olası mıdır? Biz eğitim sayesinde özgürlüğümüz için, haklarımız için mücadelenin içine, yaşamın içine daha yeni giriyoruz. Bir kadın üniversite eğitimine başladığında sadece kafasıyla, zekasıyla değil, tüm istemiyle, tüm insanlığıyla kendini veriyor. Sadece bilgi edinmekle almıyor, yaşamdaki zihinsel devinimde de küçük bir pay sahibi oluyor. Siz bilimden sadece yaşlılar için, yaşamdan kopuk insanlar için uygun bir meşguliyetmiş gibi söz ediyorsunuz. Ama belki de sadece erkeklere böyle hissettiriyordur. Kadınlar arasındaysa bilim, genç güçlü ve dinç olanlara çekici geliyor."

"Her şeyi bıraktığınız yerde bulma konusunda bütün ülkeler arasında öncelik Rusya'nındır. Burada ilerlemeden ilerlemeye koşturma telaşı yoktur, yıllar geçse de her şey aynıdır."

16 Temmuz 2019 Salı

Yaşama Savaşı - Caroline Cox

Yaşama Savaşı, Genç Bir Kız, Diyabet ve İnsülinin Keşfi. Şsmiyle ilgimi çeken bir kitap oldu. Arka kapaktaki açıklama şöyle:
"Temmuz 1922' de, 14 yaşındaki Elizabeth Evans Hughes ölümle pençeleşiyordu. Boyu 1.40 cm'nin biraz altında olmasına rağmen sadece 30 kilo ağırlığındaydı. Bir deri bir kemikti; karnı çölmüş, kalça kemikleri dışarı çıkmıştı. Cildi kuru ve pul puldu.; saçları incelmiş, kasları erimişti. Çok güçsüz olduğundan, ayakta durmaya zorlanıyor ve yürürken sıkıntı çekiyordu.
Bu kitapta Elizabeth'in diyabet ile mücadelesi ile insülinin keşfi anlatılıyor.
Bir diyabet hastası olarak bu kitabı okurken değişik duygular hissettim. Bu hastalığa bu çağda yakalandığıma mı şükretmeliyim yoksa insülinin keşfinden önce diyabet hastalarının çektiği sıkıntılara mı üzüleyim bilemiyorum. Zor bir hastalık diyabet ama çaresi var. İnsülin bulunmadan önce insanlar diyetle, aç kalarak yediklerini çıkararak şekeri dengede tutmaya çalışıyorlarmış. Parmaktan kan alarak şeker ölçmek falan yok tabi ki. İdrardan tespit edilen şekerin ölçümü de bir o kadar zor. Yine de çok şükür bu hastalık insülini keşfedenler sayesinde bizler için kabus olmaktan çıktı.
Elizabeth Evans Hughes Gossett, Nisan 1981'de öldü. Öldükten sonra yazılmak koşuluyla, hayat hikayesinin yayınlanmasına izin vermişti. Ne yazık ki diyabet konusunda yaşanan büyük gelişmeleri görecek kadar yaşamadı. Genetikçilerce sentetik yöntemlerle geliştirilen insan insülinine geçişi; kandaki şekeri sadece bir damla kanla kısa zamanda hassas bir şekilde ölçen taşınabilir küçük elektronik aletlerin bulunmasını; vücuda 24 saat  boyunca gerektiği kadar insülin veren küçük insülin pompalarının geliştirildiğini, Langerhans adacıkları transplantasyonu (naklini) ve kök hücreden Langerhans adacıkları üretme olasılığının gündeme geldiğini görmedi.
 Haline şükür etmeyenler ya da şükür etmek isteyenleri bu kitabı okumaya davet ediyorum.   

Özgürlük Çıkmazı - Suna Güler

Datça'da geçtiğimiz yazın bir akşamında sahilde yürüyüş yaparken rastladım yazar Suna Güler ve kitaplarına. Özgürlük Çıkmazı'na. Her gittiğim yerden kitap alma alışkanlığım bu kez yazarın imzası ile süslendi. Çok sempatik bir yazar Suna Güler. Okuyucusunun gözünün içine bakıyor. Yazarıyla tanıştığım kitapları okumaktan ayrı bir tat alıyorum. Daha anlamlı geliyor bana.
Kitapta dokuz öykü var. Yaşamın Figüranları, İki Düğün, kitaba adını veren Özgürlük Çıkmazı, Salıncağın Büyüsü, Dostluk Zamanı, İffet, Son Oyun, Aşk Susunca ve Üç Oda. İnsan ilişkilerinden ve günlük hayatın içinden çıkan sıcacık öyküler. Siz de okuyun seveceksiniz.