Bu Blogda Ara

27 Ağustos 2017 Pazar

Yetmiş Yaşım Merhaba- Aziz Nesin


Aziz Nesin'in mizah yazıları haricinde okuduğum ilk kitabı. 11 adet hikayeden oluşuyor. Yaşlılık ve aşk genel konuları. Güzel hikayeler.İçlerinde belki Aziz Nesin'in kendisi de var.Kendini anlattığı satırlarda var. Aşk sadece gençlere özgü değil. O yaşlara geldiğimizde bunu elbet anlayacağız. Şİmdi bile bulunduğumuz yaşın aşkını yaşamıyor muyuz?


Kitabın arka kapağından:
"Yaşlı erkeğin, çok zorlu bir sevinin kıskacından kurtulmaya çalıştığı, belki yüz kez ihanet ettiği yalnızlığına kendini bağışlatıp yeniden yalnızlığına sığınmaya uğraştığı bunalımlı bir zamanında karşısına çıkmıştı bu kız. Bikez daha ihanet etmemeye söz vererek, son ihanetini de son kez bağışlaması için yalnızlığına yalvardığı günlerdeydi. Yalnızlığını bu kaçıncı aldatmasıydı, bu kaçıncı söz verişi ve kaçma bağışlanmasıydı... Yaşlı adamın yalnızlığı, analar gibiydi. Analar, nice suçlu olurlarsa olsunlar, çocuklarını nasıl bağışlarlarsa, yalnızlığı da yaşlı adamı, kendisine her ihanetinden sonra bağışlayıp bağrına basmıştı. Yaşlı adam -yaşından da utanmadan- kendi yalnızlığının dizlerine kapanıp, "Bikez daha seni kandırsam...", "Bikez daha seni aldatırsam...", "Bikez daha sana ihanet edersem..." diye ağlayarak yeminler etmeye hazırlanıyordu kiiii... bu kız karşısına birden çıkıvermişti."

Kitapta eskiden kullanılan, unutulmuş kelimeler de var. 
"Yaşamaya kargışlı kalacağız" Kargışlı  kelime anlamı: Tanrı'nın ve insanların nefretine, lanetine uğramış, melun, lanetli.
"İç giyneklerim derime yapışıyordu." Giynek: kıyafet, giysi
"Ayrımsamak" bilincinde olmak, sezmek

Alıntılara gelince:

Tanıştığımız insanı, ona sevgi duymuşsak, yıllardır tasarladığımız, idealize ettiğimiz insan sanırız. Ve o insanın davranışlarını kendi isteğimize, gönlümüze göre yorumlarız. Böyle olduğu için de her sözü, her davranışı bize güzel gelir. Ama zamanla onu yakından tanıyınca, o eski yorumlarımız, değerlendirmelerimiz değişir; aynı sözleri, aynı davranışları bu kez bize çirkin, yanlış, kaba gelmeye başlar.

"Ne korkunç şeydir koca dünyada senden başka kimsenin olmaması... Bu dünyada herkesin olup da senin olmaman bile bu kadar korkunç değildir ; çünkü sen olmayınca, olmadığını da bilmezsin."

"Yaşlı adam bir gün sevgilisi genç kıza, “ Bütün yaşamımda mutluluğu ilk kez salt sende buldum. Ama anladım ki, bunca mutsuz insan, mutluluğumuzu yaşamımıza bizi bırakmayacaklar, dedi” 

Kadın, “ah sabahleyin uyansam ki, otuz yaş birden yaşlanmışım, ne mutlu olurdum”, diyordu."

"İşte bunda sonra yaşlı adam, yaşlılığın gereği olarak yalnızlığı benimsemek zorunda olduğunu kendi yaşında bir insanın yalnız kalmasının doğallığını anladı. Demek, o yaşa erişince yaşam öyle oluyordu."

"Seni dünyada kimselerin sevmeyeceği kadar çok seviyorum demişti de genç kadın, “Bu çok söylenmiş bir sözdür,” karşılığını vermişti. Ama çok söylenmiş sözlerde büyük doğruluk vardır. Öyle değil mi? Belki de dünyada en çok söylenmiş söz “seni seviyorum“ dur. “ Seni seviyorum diyen insanın, bu sözünün o andaki doğruluğuna kendisinin inanmasıdır."

"Bizden başka hiçbir kadınla erkeğin birbirlerini, bizim birbirimizi sevdiğimiz kertede sevmeyeceğine inandık ve dünyada sevginin ilk bizim buluşumuz olduğunu sandık. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuza inandık hep."





Ela Gözlü Pars Celile- Osman Balcıgil

Bir solukta okuduğum diğer Osman Balcıgil kitapları gibi. Tarihi çok güzel romanlaştırarak anlatıyor. Daha önce de hayran kaldığım kitabı "Yeşil Mürekkep"i okumuş ve inceleme yazmıştım.
Kitabın konusu kısaca arka kapaktan; 
"Osmanlı'nın en güzel kadınlarındandı. Saray ressamı Fausto Zonaro'nun rahleyi tedrisinden geçti. Paris ve Roma'da eğitim gördü. Adını resim sanatına altın harflerle yazdırdı. Padişah hafiyeleriyle, Balkan çetecileriyle, İttihat ve Terakkicilerle boğuştu... Korku nedir hiç bilmedi! Gönlünü kendinden dört yaş küçük olan Yahya Kemal'e kaptırdığında evliydi, iki çocuğu vardı. "Ela gözlü pars" diye şiirler yazdı ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşündü. Aşkı uğruna eşini, evini terk etti! Maalesef, onu taşıyabilecek büyüklükte bir yüreğe sahip değildi şair. Onu yarı yolda bıraktı, sıvışıp kaçtı. Çok üzüldü, kahroldu ama yıkılmadı ela gözlü pars. Aynı çocuk iki kere doğurulabilir mi? Doğurdu Celile! Oğlu Nâzım Hikmet yirmi sekiz yıllık hapis cezasının on ikinci yılında ölüm orucuna başlayınca, bir panter gibi ileri atıldı ve büyük şairi, ölümün kıyısından çekip aldı."
Kitap bir tarih dersi gibi. Ancak tarih kitaplarında yazmayan ayrıntılar var. Gerçek kişiler anlatıldığından verilen bilgilerde kurmaca değil gerçek. Hadi ya öylemiymiş diyerek çoğu yerinde internetten araştırdığım kısımları oldu. Gerçek olduğunu öğrendim bu bilgilerin. Kitabın senaryosu gereği uydurulmuş şeyler olmadığını gördüm. Kafamdaki Yahya Kemal, Nazım Hikmet değişik şekillendi. Ben bu ölüm orucu meselesini bu kitaptan öğrendim. O kadar yıldır okurum. Nazım Hikmet'in, Yahya Kemal'le yollarının bu şekilde kesiştiğini bilmezdim. Oktay Rıfat'ın teyzesinin Nazım Hikmet'in annesi olduğunu bilmezdim. Her şeyden öte kitabın dipnotları bile başlı başına bilgi kaynağı.Kitabı okumanızı şİddetle ve heyecanla tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim:

-"Ne yazık ki mutsuzluk, mutluluğun ikiz kardeşidir!"

-"Şöyle yazmıştı Nazım: (Yahya Kemal'e) - 'Muallim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz.'"

-"Nazım  ayağa kalktı. Belli ki uzun konuşacaktı.
"Bir dretnot düşün. Sancak tarafından torpil almış, yana doğru yatmakta. Batmamasının tek yolu var, iskele tarafındaki bölmeye de su dolmasını sağlamak. Mürettebat yapılması gerekenin farkında. Ama bu bölmenin kapısı bozuk. Dışarıdan kapanmıyor. Tek çıkar yol, içeriye girip kapıyı arkadan sürgülemek. Bir genç Türk zabiti bunu yaptı biliyor musun? İleriye atıldı, su doldurulması gereken bölmeye girdi ve kapıyı "Vatan Sağolsun !" diyerek sürgüledi."
 Genç Nazım kendini dehşet içinde dinleyen annesine uzun uzun baktı, sonra "Vatanseverlik işte bu demek!" Ah bir fırsatını bulabilsem!" dedi.

-"'yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum
kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum
hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum
gördüm: dişi bir parsın ela gözleri vardı.''

-"'neden bizde bir victor hugo, bir montesquieu, bir jean jacques rousseau yok diye hiç düşündün mü? tamam ziya paşa, namık kemal, mithat paşa var ama tutuyorlar mı az önce adını saydıklarımın yerini, tutmuyorlar.''
''neden?'' dedi celile.
''tutmuyorlar çünkü onlar hugo'yu, montesquieu'yü, rousseau'yu türkçeye tercüme ediyorlar o kadar. sözünü ettiğimiz düşünürler hristiyan geleneğinin bir devamı. gerilerinde kocaman bir avrupa medeniyeti ve tarihi var.''
paşa, celile'ye bir kez daha ''anlatabiliyor muyum?'' der gibi baktı. gelininin pür dikkat dinlediğini görünce kaldığı yerden devam etti.
''bizim düşünsel arka yapımız hristiyanlarınkinden daha mı geri ya da sığ celile? hayır değil. fazlası var, eksiği yok. ama bir yol kazasına uğramış. gelişmeden, ilerlemeden, aydınlanmadan yana olan yönü bir daha filiz vermemek üzere budanmış, buna karşılık dogmalardan, taassuptan, gericilikten yana olan yanı bir dinazor gibi büyümüş. dert bu.''

-'' Hakkın açık ve kaba bir şekilde ihlalini hiçbir dürüst vicdan kabul edemez''

-"Musalla taşının önündeysen hüzün olacak" diye düşünmeye çalıştı Celile.

-"Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hatta
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir." 


Eski Karım Uzaya Gidiyor-Bahadır Cüneyt Yalçın


Tam bir hayal kırıklığı. Bahadır Cüneyt Yalçın'ın daha önce okuduğum kitaplarını, Penguen dergisindeki yazılarını, üslubunu, yazılarında gösterdiği zeka pırıltılarını bildiğim için bu kitaptaki beklentim de üst düzeyde idi. Kitap, iki çocuklu karısını  Fransız bir astronata kaptırmış bir komedyeni anlatıyor. Olaylar da bunun etrafında dönüyor. Anlatılan kısa hikayeler, okunması kolay ama konu nerden geliyor nereye gidiyor çok önemi yok. Arada bir astronata dönüyor. Böyle böyle. Kitabı okumaya başlayınca biraz beklentim kırılmaya başladı. Ha düzelir ha düzelir, alıştığım yazılara döner, diye beklerken kitap "bitsede gitsek" moduna girmeye başladı. Bu kitap bir film olsaydı yarısına gelmeden sinemadan çıkardım. O derece. O zeka pırıltısı adamdan dişe dokunur hiç bir şey çıkmaması, "toplama" yazılardan "zorlama" bir kitap oluşu bende eski eserlerinden kalma  bıraktığı  izlenime hiç yakışmadı. Ya çok ince espriler detaylar vardı ben anlamadım. Kendine göre komik gelen şeyler vardı, benim anlama yetimin üzerindeydi. Olabilir, mümkündür. Bir sitedeki (www.neokur.com) yorumda, kitabın Douglas Adams'ın "Otostopçunun Galaksi Rehberi" kitabından  esinlendiğini ve bunun da saklanmadığı belirtilmiş.Sözünü ettiği kitaba başladım ama bitiremedim daha.Belki bitirdikten sonra bu konuda haklı olduğunu  düşünebilirim. İnşallah bundan sonraki kitabında bu kitabı telafi eder. Ben yine alır mıyım. Alırım.

17 Ağustos 2017 Perşembe

Afet-Mehmet Anıl


Umduğumla bulduğumun farklı, ama değişik konusuyla ve dikkat çekmek istediği konuyla sevdiğim bir kitap oldu Afet. Afet'in tanıtım afişlerini İzmir Kitap Fuarına gittiğimde duvarlarda görmüştü.Kafamda 'ki kitap kapağının da bunda etkisi büyüktür' güzel bir kadının belki de bir hayat kadınının  aşk hikayeleri yada bunu anlatan bir erkeğin romanı olabilir diye düşünmüştüm. Bu beklentiyle almadım  ama. Kitap bana üyesi olduğum ve her ay bana düzenli olarak kendi seçtikleri kitapları gönderen www.kitapkulübü.com.tr' nin Haziran ayı paketinden geldi. Aslında almayı da düşünüyordum.

Kitaptaki anlatılanlar günümüzden 20 yıl ileride bir zaman diliminde geçiyor. Kısaca kitabın özeti ise şöyle:

Romanın kahramanı Muzo hayatını anlatmaya cezaevinden başlıyor.Buraya nasıl düştüğünün hikayesini. Afet babasını elinden aldığını sandığı kadın, Bir de erken yaşlanma (Progeria Sendromu) hastası bir kızkardeşi var Muzo'nun. Bir Sadaka şirketinde çalışıyorlar. Evet 20 yıl sonrasından bahsediyoruz.  Günahlarını hafifletmek isteyenlerin sadakalarını toplayan ve bunu yaparak sadaka verenlerin vicdanlarının rahatladığını düşünmelerini sağlayan bir şirket burası.Tabi ister istemez yaşlılık hastalığına yakalanmış olan ve yaşamı çok uzun sürmeyecek olan  Peri de bu şirketin vazgeçilmezlerinden oluyor.Modern dilencilik gibi bir şey. Konu bu şirketten kazandıkları paralar ve babasını arama macerası ile devam ederken birden Muzo'nun para kazanmak için yaptığı bir nevi jigololuk işine dönüveriyor.Ama bu bildiğiniz türden bir jigololuk değil.Toplumda sandığımızdan daha fazla olan engelli kadınların, kızların, gençlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılayan bir genç olarak karşımıza çıkıyor Muzo. Evet değişik bir durum ama böyle de bir ihtiyacın olduğu ve bunun karşılanmaması durumunda psikolojik sıkıntılı bireylerin daha da kötüleştiğini öğreniyoruz.Bu cinsel birleşme bazen psikolog eşliğinde bazen de aile gözetiminde neredeyse bir terapi şeklinde yapılıyor.Tabi ki zengin aileler ve bunların  kızları için. Muzo bu kızlardan birine aşık oluyor. Sonra Afet' i buluyor ve öldürüyor.

Konu içinde konu başka başlayıp başka biten  bir anlatım. Değişik. Tabi kitaptan ne anlaşıldığı kişiye göre değişebilir. Yaşlılık hastalığı hakkında verilen bilgiler, bunlar için yapılması gerekenler ve bu durumda olanlara yardımda bulunan toplumsal kuruluşların tanıtımı, engelli ve psikolojik sorunları olan bireylerin yaşadığı ve bizim hayatta hissetmediğimiz ve bilmediğimiz sorunlarına dikkat çekiliyor. Tabii ki cinsel anlatımlardaki biraz abartının olması beni rahatsız etmedi değil.Bir de kitapta vicdanla ilgili bölümler var ki o kısımlar da ayrı bir hiciv içeriyor. Farklı konusuyla severek okuduğum bir kitap oldu.
Bu arada Uluslararası Progeria Araştırmaları Vakfı PRF'nin internet sayfası adresi :https://www.progeriaresearch.org/  

Kİtaptan alıntılar tabi ki var.

-"İnsanın sevdiklerini sevmesi onun iyi biri olduğunu göstermez teyze! Kediyi köpeği, taşı toprağı, yoldan geçeni de seveceksin."
-"Atlatılmak istyendiğini bir dilenciden iyi kim bilebilir.Sadakanın yarısı acındırmaysa, diğer yarısı ısrarcılıktır."
-Telefonu açmayı kendime yediremiyorum. Böyle beklemek, cevap vermeyecek bir telefondan çok daha fazla umut barındırıyor."
-"Çünkü bilirsiniz kimi engeliler, sağlıklı bireylere karşı, mutsuzların mutluluklara duyduklarına benzer önü alınamaz bir öfke duyarlar."
-"Yaşım küçük, kederim o kadar büyüktü ki, kardeşimi zaman yitirmeden toprağa vermekten başka şey düşünmüyordum.Acı süreci bitsin, alışma süreci hemen şimdi başlasın diye. Bir anca unutmaya çalışmak, sanılanın aksine kaybettiğimiz kişiyi ne çok sevdiğimizi gösterir."
-"Uluslararası Progeria Araştırmaları Vakfı PRF'nin internet sayfasına göz atarsanız, sık sık progeria sendromlu çocukları bir araya getiren projeler hayata geçirdiğini görürdünüz. Her yıl başka bir ülkede, masrafları hükümetler ve bağışçılar tarafından bu etkinliklerde dünya üzerindeki hasta çocukların benzerleri ile zaman geçirerek farklılıklarını  unutmaları hedefleniyor. PRF Türkiye'deki faaliyetlerini Türkiye Özürlüler Eğitim ve Dayanışma Vakfı aracılığı ile yürütüyor."
-"Engelli bir çocuğun her anne baba için üzüntü kaynağı olduğuna birinci elden tanığım.Aklınızı sürekli kurcalayan, ama çekilemeyen ağrılı bir diştir o."
-"Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır."  
-"Herkesin vicdanı vardır Pericim, en gaddar canilerin bile"
-"Hem biliyor musun, herkesi vicdanı enikonu aynı boyuttadır",dedim "kalp, karaciğer, safrakesesi gibi bir organdır o da. Kişiye göre az çok değişse de sonuçta, eh, aynı işi görür"
-"Vicdanın, tıpkı bağırsaklar gibi içinde  pis ve kötü şeyler barındırdığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Suçluluk duygusu, günah, utanç gibi bünyeye zararlı maddelerle tıka basa dolarsa, bağırsakların boşalması gibi vicdan taşar ve içindeki bütün pisliği artık garezi kimeyse suratının tam ortasına püskürtür.İşte bu kadar!"
-"Eğer vicdan safra kesesi gibi dolarsa, gel ona vicdan kesesi diyelim, patlar ve içindeki pislik moral peritonite yol açıp bünyeyi zehirlemeye başlar.Beynimiz buna fırsat tanımamak için, tıpkı bağırsakları boşaltması gibi, vicdan kesesini küçük bir delikten, anatomide buna 'cavitas oris proprium' diyoruz balım yani bildiğin ağız, karşısındakinin suratına püskürtür.Artık kime ne kötülük ettiyse."
-"En acımasız sandığın insanların vicdanı aslında en çok mesai yapan vicdandır.Bu hınzır organ çalışırken hayli şamata çıkartır. Vicdanın sahibi de gürültüyü bastırmak için bağırmak zorunda kalır.Bütün mesele bu!"
-"Ne varki allah tarafından vücudumuza yerleştirilen bu yalan makinesini kandırmak çok kolay değildir.Doğal olarak açma kapama düğmesi de bizim değil onun elindedir."
-"Kural değişmiyor:Eski tanışlar acıyarak acıtır, yeniler olduğu gibi kabul eder."
-"Görkemli kalenin surları yükseldikçe, fethindeki heyecan da bir o kadar artıyordu."
-"Gerçek ruh yüceliği başkalarının felaketine sevinmek değil başarısına sevinmektir."

  





12 Ağustos 2017 Cumartesi

Ne Yapabilirim-Gündüz Vassaf


Rüyalarımız tekdüzeleştir, Böl-yönet düzeninde 
Birey yüceltilip bencilleştirilirken, Aidiyetlerimizin gönüllü köleleri,Belirlenmiş seçeneklerin kalebentleriyiz. Her gün yeni felaket haberiyle uyanıyorum. Ne yapabilirim? Vicdanın sızlarken sen ne yapabilirsin?Biz ne yapabiliriz?
Gündüz Vassaf, Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar'da bir harekete, örgüte, partiye, hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor. Kötümserliğe kapılıp edilgenleşmeye, değişimin ertelenmesine, değişimi kendimizden başka yerlerde aramaya karşı çıkıyor. Okurunu, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden "ne yapabilirim"i düşünmeye davet ederek yeni bir yaşam ahlakını tartışmaya açıyor..."Düş gücünün avukatı" Gündüz Vassaf'tan barışa, özgürlüğe, haksızlıkları vurgulamaya, düşlemeye, değişime, birlikteliğe, geleceğe dair şiirsel bir kitap...Rüyalarımız, her yerde, her koşulda. Darwin'in eksiği, evrim teorisinde umuda yer vermemiş olması. İnsandan başka yarını yaşayan tür var mı?
Gündüz Vassaf kitaplarıyla ilk tanışmam "Cennetin Dibi" ile olmuştu.Belki 20 yıl önce okumuştum.Çok sevmiştim.Daha sonra "Cehenneme Övgü"yü okudum.Şimdi de bu kitabı "Ne Yapabilirim" Çok beğendim bir kitap oldu.Günümüz dünyasına ait tespitler.


Kitaptan altını çizdiklerimden bazıları şöyle;

-"Kahramanlaştırılmanın ibret vericiliğini, Galileo, Becht'in ağzından şu sözlerle ifade eder: "Ne yazık, kahramana ihtiyacı olan memlekete."
-"Eylemlerin ön saflarında devleşip tarihe geçmeye can atanlar takdirle karşılanıyor.Kendimizi öne sürdükçe, sırtımızı sıvazlayanlar peyda oluyor."
-Tarihimiz boyunca gençlere "öteki" diye baka gelmişiz.Platon onlar için "Vahşi yaratıkların en zor ehlileştirileni" der.
-Churchill: "Yirmibeşine kadar sosyalist olmayanların vicdanı, otuzundan sonra sosyalist olanların kafası yoktur" der. Düzenin sigortası, Churchill gibi emperyalizm ustalarına atfedilen yukarıdaki sözlerde.
-Oscar Wilde: "Tarihte ilerleme itaatsizlikle mümkün"
-"Gülen Türkiye dempkrasi, gülmeyen Türkiye totaliterizm demek."
-"Çevrende, sofranda şikayetle yetinip dırdırlanan kim varsa sustur!
"Ne yapabiliriz?" diye sor.
Ellerini iki yana açan varsa vicdanını çöpe atsın
Umutsuz olmaya hakkımız yok
Umutsuzluk,zavalılığı benimseyip saygımızı yitirmemiz demek.
Dünyanın kötüye gittiği, daha kötüye gideceği beklentimizi gerçekleştireceğiz demek
Neye inanırsak onu gerçekleştiririz.
Barış, laf salatasıyla değil, barışa inanarak gerçekleşir."
-"Tarihte hiçbir savaş "Biz istiyoruz" diye başlamadı.
Tarihte birçok savaş "Biz istiyoruz" diye bitti."
-"Çünkü bir yardım,ne alanı küçük düşürmeli, ne de veren için bir öğünme nedeni olmalıdır"Murat Bardakçı.İşte Son Sadaka Taşı.
-Çinli ve Amerikalı iki öğrenci özgürlükler konusunda ülkelerini karşılaştırmakta.
Amerikalı: "Okulda 'Kahrolsun Amerika' diye bağırsam kimse kılıma dokunmaz"
"O da bir şey mi? der Çinli, "Beijing'de meydana çıkıp, 'Kahrolsun Amerika' diye bağırsam, omuzlarında taşırlar."
-1968 Prag baharından:
Biz değilse kim?
Şimdi değilse ne zaman?
-Canlı cansız ayırımında kalıplaşmadan, ötekileşmeden, günümüzü, geleceğimizi hepimizi düşünerek oluşturalım.
Hayal kurma mı diyorsunuz?
Küçücük bir örnek.
7 Aralık 2015 tarihli Radikal Gazetesinden
Yer Japonta
Kaplumbağalar için güvenlik önlemi; Tren raylarına mini tüneller.
"Tren yoluna kaplumbağaların geçebileceği mini tüneller inşa etmeye karar veren yönetim, bölgenin okyanus yakınında olmasından dolayı kaplumbağa nüfusunun çokluğuna dikkat çekti." Bu yöntemle kaplumbağa ölümleri %10 azaldı.
-"Eski kocam", "eski sevgilim", "eski karım" sözleri dilimize yerleşmişken, geçmişte kaldı anlamında kullanılan, "eski arkadaşım" diyeni duymadım pek. Ender rastladığımızda , tekrar görüşmeye niyetimiz olmadığını bile bile, "görüşelim" deyip sırtımızı geçmişe çevirsek de o hala "arkadaş"
Kitapla ilgili güzel bir incelemede şurada var. https://meltemburada.com/2016/09/

6 Ağustos 2017 Pazar

Düzyazdım-Sina akyol

Nisan ayında İzmir Kitap Fuarından aldığım Sina Akyol'un Düzyazdım adlı kitabı. Şiirleri ile öne çıkan Sina Akyol'un geçmiş yıllarda Öküz, Kitap-lık, Varlık  vb. dergilerde yayınlanan düz yazılarından oluşuyor kitap.  Birbirini takip etmeyen gündelik yazılar. Anılar, yaşadıkları. Akıcı bir dil. Kolay anlaşılır.Güzel bir kitap.
Kitabın önsözünde yani kendine göre adını verdiği "Girizgah" ında şöyle diyor;
"Bir yazımda -Evet, yazıyoruz.Seviyoruz çünkü yazmayı.İyi, güzel öyleyse devam edelim.Ama şunu da bilerek: Dünyanın en önemli işini eylemiyoruz. Mutlak surette yapılması gereken bir şey de değil yaptığımız.Öyleyse sakinleşelim.Çünkü şunu bilelim: Bir şair, bir yazar, sözgelimi bir doktor, bir hemşire, bir hastabakıcı  kadar fayda sağlayamaz toplumsal hayata. demiştim hala da böyle diyorum diyor"
"Bir diyeceğim daha var: Noktalama işaretlerine getirilen kuralların ilgili kuruluşlarca dahi aşağı yukarı onar yılda bir değiştirildiği, dahası  bunun  ilan da  edildiği şu tuhaf eğitim öğretim hayatımızda; hiçbir şeyin vazedilmemesi gerektiğine inanan bir kişi olmamdan dolayı, 'ilgili kuruluşlarca ' habire değiştirilerek dayatılan kurallar, asla bağlamadı beni. Tarif edilmiş ve çoğunluk tarafından benimsenmiş kurallara (verili kurallara) zerre kadar iltifat etmedim. Bırakalım şiiri, düz yazıda dahi kural dışı yaklaşımlar getirme ve noktalama imlerini kural dışı kullanma özgürlüğüm olduğuna samimiyetle inanıyorum" diyor. Ve ekliyor. "Özellikle de üslupçu bir yazarın, gerek yazının ezbere alınmış kuralları, gerekse noktalama imlerinin kullanılması konularında, gerçekten de sınırsız bir özgürlüğe sahip olması, hatta kendi kurallarını ve kendi noktalama imlerini üretmesi gerektiği kanısındayım.Çünkü yazı ancak böyle gelişir." 
Sözünü ettiği özgürlüğü de okuyacağınız kitapta tepe bayır kullandığını belirtiyor.

Kitaptan alıntı kısmında ise şunlara yer veriyorum beğenerek;
"Emeklilik konusunu kafamda evirip çevirdiğim günlerdi."Sakın demişti Enver Ercan."Sakın ha, yoksa ölürsün"
Demiştim ki Enver'e : " Merak etme küt diye ölmem ben, okuyacağım dünya kadar kitap var....Muradım şuydu: Savaş ve barış'tan Suç ve Ceza'ya Devrim Öncesinden Budala'ya Karamazof Kardeşler'den, Yüzbaşının Kızına Küçük Köpekli Kadın'dan Babalar ve Oğullar'a bir koşu 'götürfüğüm' onca kitabı şimdiki 'akıllı' aklımla bir yeniden okuyacak, mümkün olursa bu 'yeniden okuma'ya Oblomov 'la başlayacak, olabildiğinde az yazacak..." 

Kitaptan öğrendiğim yeni kelime ise "Dulda"
"...Ben de o yeşilliğin duldasına yayılıp ziyadesiyle sevineyim dedim.
"Dulda: yağmur, güneş, rüzgâr ve soğuğun etkisinden uzak, kuytu, korunaklı yer.
(soğuklarda) güneşin iyi ısıttığı, rüzgârsız duvar dibi.