Bu Blogda Ara

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Kırlangıç Çığlığı - Ahmet Ümit

Başkomiser Nevzat geri döndü. Ekibi Komiser Ali, Kriminolog Zeynep ile birlikte çocuk tacizcilerini öldüren ve Körebe ismini verdikleri bir seri katilin peşine düşüyorlar. 12 cinayet işleyen Körebe uzun süre sonra tekrar ortaya çıkınca bu cinayetleri çözme görevi Başkomiser Nevzat ve ekibine düşüyor. Konunun içine serpiştirilmiş ve toplumsal farkındalık yaratmayı amaçlayan Suriyeli mültecilerin durumları ile onlara dair organ kaçakçılığı ve organ satışı konusuna de değinilmiş. Fazla tekrarlara düşülen bölümleri ve kurgunun basitliğini saymazsak akıcı bir kitap olduğu söylenebilir. Ancak bazı bölümleri gereksizce uzatması konuyu dağıtmış. Bazı mantık hataları da göze çarpmıyor değil. Okuduğumuz Amerikan polisiye kitapları ve dizilerindeki kurgusal tadı vermese de güzel bir konu işlenmiş. Bizim polis teşkilatının bu ekip gibi çalışıp çalışmadığını bilemiyorum ama böyle çalışılıyorsa faili meçhul cinayet kalmaması lazım. Polisiye romanların özetini yada ayrıntılı konusunu yazmanın okuma zevkini kaçırdığını düşünüyorum. Bu yüzden kitabın sonuna dair ister istemez ipucu vermek istemiyorum. Çünkü yazarın yönlendirmeleriyle tam "katil bu mu acaba?" derken  ters köşeye yatabilirsiniz. Başkomiser Nevzat ve Ahmet Ümit sevenlerin bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum.

Kitaptan kalanlara gelince:

"Sevinç çığlıkları değil bunlar, acı dolu haykırışlar. Biliyorsun kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Çok hızlı uçarlar. İşte o göç sırasında yüzlerce kırlangıç fırtınaya yakalanıp ölürmüş. Göçü başarıyla tamamlayan kırlangıçlar, geldikleri ülkenin sıcak gökyüzünde uçarken, yollarda kaybettikleri arkadaşlarını anımsar acıyla , öfkeyle böyle çığlıklar atarmış."


"İhanetlerin en kötüsü, bedenimizin bizi satmasıdır. Ama ne yaparsan yap, eninde sonunda yapar bu alçaklığı. Allah'ın emri, bu ihanetten kaçış yok. En güzeli vakitlice ölümdür."

"O kadar çok hayâl kırıklığına uğradım ki, artık umut etmek istemiyorum. En saf, en masum sandığımız kişiler bile binbir hesap içinde. Hem de kirli, kanlı hesaplar. En fenasına hazır olmak lazım. O zaman daha az mutsuz oluruz..."

"Ama cehennem korkusu bile düzeltemiyor insanı. Daha çok sevgi lazım, daha çok sevgi, daha çok hakikat..."

"Ve anladım ki benliğimizin farkına vardığımız an, acının pençesinde kıvrandığımız andır."

"Yeniden ağlamaya başladı. Üzülme diyemedim,bütün bunlar geçer,bu acı biter de diyemedim. Hiç teselli etmeye kalkışmadım. Yapamadım,içimden gelmedi,bu yası,hiç kapanmayacak bir yara gibi ömrümün sonuna kadar yüreğinde taşıyacak bu cesur kadına yalan söyleyemedim."

"Kadınlar,ama sahiden seven kadınlar,erkeğin güçlü olmasıyla ilgilenmezler. Seni severler,çünkü yüreklerinde bir yere dokunmuşsundur. Bunu farkına varmadan yaptıysan daha çok severler. Çünkü samimi olduğunu anlarlar."

"Hiç de aptalca değil,çok doğruydu yaptığım,bir insanın yerine ötekini kolayca koyamazsın. Çok kıymet verdiğin birileri kişi hayatından koparılınca,onun acısını,sancısını,yaşını yeterince tutmadan başka birine sarılamazsın. Bu,hem kaybettiğin insana hem de kendine yapacağın en büyük saygısızlık olur. Bunu yapamazdım,aklım kabul etse bile gönlüm kabul etmezdi."

"Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem"

15 Ağustos 2018 Çarşamba

Yükselen Bir Deniz - Can DÜNDAR

"Artık bugün demokrasi düşüncesi daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20. Yüzyıl birçok zorba hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.Mustafa Kemal Atatürk.1930" 
Bu sözle başlıyor kitap. Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş safahatını güzel resimler eşliğinde çok güzel sunmuş Can Dündar. Alıntılarla, anektodlarla, anılarla resimlerle, şiirlerle değişik bir Atatürk portresi çizmiş. Farklı bir Atatürk kitabı.

Kitabın arka kapağındaki Atatürk'ün şu sözünü, günümüz Türkiyesinde eleştirenler olacaktır. Ancak 1920'li yıllardan ve o zamanın Türkiyesinden bahsedildiğini unutmayalım.

"Karlsbad'da böbrek tedavisi gördüğü günlerde bir yandan da günlük tutuyor ve gelecekte uygulamaya koyacağı fikirleri kâğıda döküyordu:"Elime büyük kudret geçerse, ben sosyal hayatımızda istenilen devrimi, bir anda bir darbeyle uygulayabileceğimi sanıyorum. Halkın anlayışının, yavaş yavaş alıştırılarak değiştirilebileceğini kabul etmiyorum. Buna ruhum isyan ediyor. Ben bu kadar yıl eğitim gördükten, özgürlüğümü elde etmek için hayatımı, yıllarımı harcadıktan sonra neden cahiller derecesine ineyim? Onları kendi düzeyime çıkarırım. Ben onlar gibi olmam. Onlar benim gibi olsun."

Güzel sözler, güzel alıntılar:

"Değişimin zamanı gelmişti. II. Mahmut döneminde zorla giydirilmiş olan fes, artık yıkılmakta olan bir imparatorluğun simgesi haline dönüşmüştü. O kadar ki, tatbikatlarda görüşleri dikkate alınmayan Mustafa Kemal'e bir Fransız albayı "Başınızda bu tuhaf başlık oldukça kimse kafanızdakilere itibar etmez" diyebilecekti.

"Osmanlı sınırları Anadolu'ya kadar gerilemiş, imparatorluğun eski başkenti Edirne işgal edilmiş, halk panik halinde kaçışmaya başlamıştı. 
 Şimdi geri çekilen bu sulardan bir set kurup direnmek gerekiyordu...
...tıpkı yükselen bir deniz gibi.."

"Sofya' daki ilk günlerde gittiği muhteşem opera binası ve orada izlediği müzikaller O'nu öylesine büyüledi ki,, yanındaki arkadaşı Şakir Zümre'ye  'Bu adamların ulaştığı düzeye ulaşmamız şart' dedi. Onbeş yıl sonra Ankara yeniden inşa edilirken plana ilk koyduracağı bina, modern bir opera binası olacaktı."

"Mustafa Kemal, din konusunda sadece bilime dayanan felsefecilere güvenebileceği görüşündeydi. Okudukça, hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğuna inancı pekişiyordu."

"Şimdi Samsun'dan yükselecek deniz, bütün Anadolu'nun kabaran nehirlerini Ankara'ya akıtacaktı."
  
"O bir hafta boyunca Rousseau'nun 'Toplum Sözleşmesi' nden okuduklarını, 1 Aralık günü mecliste anlatacak ve adeta Fransız ihtilalini örnek alarak kendi ihtilalini hazırlayacaktı.
İşte örnek: 'Toplum Sözleşmesi',  169. sayfa..
Konu: 'Hükümetin Kuruluşu' 
Mustafa Kemal sayfada şu satırların altını çizip, paragrafın yanına 'Hükümetin şekli' notunu düştü: 'Bir hükümetin kurulması için gerekli olan fiil karmadır. İki ayrı fiilden meydana gelmiştir. Kanun yapma ve onu uygulama fiili..' 


13 Ağustos 2018 Pazartesi

Yeni Hayat - Orhan PAMUK

Roman "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." cümlesi ile başlasa da ben  okuduktan sonra hayatım değişmedi. Orhan Pamuk'un kült olmuş romanlarından. Okumak yeni nasip oldu. Bir kaç romanı dışında, 'eğer benim anlama sıkıntım yoksa' romanlarında bir anlam kayması, anlayamama, başını sonunu ayırt edememe, öncesi neydi, bu adam nereden çıktı, bu sahneye nereden geldik gibi soruları hep kendime sormuşumdur. Bu kadar ödüllü ve bilindik bir yazar anlaşılmaz yazacak değil ya. Sıkıntı muhakkak bendedir diye düşünüyorum. Basit bir konu, karmaşık anlatılmış, hayal mi gerçek mi belli olmayan ve sonuca bağlanamayan olaylar silsilesi. Orhan Pamuk' u eleştirmek bana düşmez de ben anladığım ya da anlamadığımı anlatıyorum diyeyim.

Kitabın arka kapağını yazayım ben size:

"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." Orhan Pamuk'un coşkulu, lirik ve sihirli romanı Yeni Hayat bu sözlerle başlıyor. Okuduğu bir kitaptan sarsılarak etkilenen, sayfalardan neredeyse fışkıran ışığa bütün hayatını veren ve kitabın vaat ettiği yeni hayatın peşinden koşan genç bir kahramanın olağanüstü hikâyesi bu. Kitabın etkisiyle âşık oluyor, üniversite öğrenciliğinden uzaklaşıyor, İstanbul'dan ayrılıyor, bitip tükenmeyen otobüs yolculuklarına çıkıyor, taşra şehirlerine doğru savruluyor. Onunla birlikte ve aynı hızla sürüklenen okuyucu, kahramanın okuduğu kitabı değil, başından geçenleri izleyerek bize özgü bir hüznün ve şiddetin ta kalbinde buluyor kendini. Siyah-beyaz televizyonlu kahvelere, video seyredilen otobüslere, trafik kazalarına, siyasi kumpas ve cinayetlere, bayi örgütlerine, paranoyakça kuramlara, saat kadar dakik muhbirlere, kaybolan eski eşyaların şiirine ve taşranın öfkesine uzanan bu harikulade yolculuk, Orhan Pamuk'un çağdaş dünya romanının en özgün yaratıcılarından biri olduğunu bir kere daha kanıtlıyor. Bir yandan Hayat'ın, Eşsiz Anlar'ın, Ölüm'ün, Yazı'nın, Kaza'nın sırlarına, bir yandan da çocukluğun resimli romanlarına, bir belirip bir kaybolan arzu meleğine ve Dante'nin, Rilke'nin şiirlerine açılan benzersiz bir roman. Hayatla okumanın kesiştiği alanda seyreden ve her sayfada katman katman genişleyen sarsıcı bir yol hikâyesi."

Alıntılar ise şöyle:

"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti."

"Benim hayatın kendisi sanarak mutlulukla karşıladığım, aşkla sevdiğim rastlantı bir başkasının kurgusuymuş yalnızca."

"Neden kelimelerle düşünür de insan, görüntüler yüzünden acı çeker?"
"Talih diye okumuştum bir yerde, kör değil cahildir. Talih diye düşündüm, istatistik ve olasılığı bilmeyenlerin tesellisidir."
"Bir kitap okudum, seni buldum. Ölmek buysa, ben yeniden doğdum."

"Sırrını biliyorsan ona doğru yol alıyorsan, hayat güzeldir."
"Aşk, insanı bir hedefe yönlendirir.
hayatın, eşyanın arasından çekip çıkartır."


"Bana gül ki o dünyanın ışığını bir kere olsun göreyim yüzünde. Bana karlı kış günlerinde, elimde çantam okuldan dönerken çörek almak için girdiğim fırının sıcaklığını hatırlat; hatırlat bana, ilk öpüşü, ilk kucaklayışı, tek başına taa tepesine çıktığım ceviz ağacını, kendimden öteye geçtiğim yaz akşamını, neşeyle sarhoş olduğum geceyi, yorganımın içini ve bana severek bakan güzel çocuğu hatırlat bana. Hepsi o ülkedeler, ben de gitmek istiyorum oraya, yardım et, yardım et ki, her soluk alışta biraz daha eksilişimi mutlulukla karşılayabileyim."

"Büyük uygarlıkların yıkılışı ve hafızaların çözülüşüyle birlikte ahlaksızlığa ilk kapılanlar çocuklar olurlarmış. Onlar eskiyi daha çabuk ve acısız unutur, yeniyi daha kolay düşlerlermiş."

"Hiçbir şey, her şeyi unutabilmenin verdiği huzurdan değerli olamaz."
"... bizi bu sefil hayata mahkûm eden uluslararası kumpası tezgahlayanlar hakkında dedikodu etmektir. Bu dedikoduya 'tarih' dendiğini sanıyorum."


6 Ağustos 2018 Pazartesi

Mezeleri Güzel - Erdem Aksakal

Erdem Aksakal'ın "Mezeleri Güzel" meyhane kitabı değil, içki meze kitabı değil. Beyaz yakalıların, plaza çalışanlarının, devlet memurlarının, şehirli çalışan grubunun işyeri ortamında ve özel hayatlarında yaşadığı olaylar tabi ki biraz da abartılı, esprili bir şekilde çok güzel anlatılmış. Her çalışan kendisinden ya da çevresinden bir şeyler bulabilir bu kitaptan. Kitabının "Yakam Beyazlaşırken" adlı ilk bölümünde kendisi de şöyle yazmış:
"Anlatacağım hikaye, bu şehirli ve çalışan grubun yaşadıkları. Ben de onlardan birisiyim ya, o yüzden içeriden bolca itiraf taşacak. Zira ne yazıyorsam çokça kendimden, yakın çevremden gördüklerim. Hikaye gerçek. Uydurmadım, en fazla abartmışımdır." diyor.
Güzel, eğlenceli, okunası.




Acı Çeken Nefes - Cezmi ERSÖZ

Geçen yıl İzmir Kitap fuarında tanıştım Cezmi Ersöz'le. Rastgele bir kitabını aldım tezgahtan. "Acı Çeken Nefes" kitabını benim için imzaladı. Okumak bu güne nasipmiş. Bir anda okuyup biten kitaplardan. Terk eden bir sevgilinin ardından, birbirinden bağımsız ama aynı minvalde yazılan yazılar. Duygusal satırlar.Ben sevdim. 

Kitabın arka kapağındaki Tanıtım bülteninden:

Tedirgin ama hayranlıkla baktı içeri… Bir ara usulca elimi bırakıp barınağın kapısına iyice yaklaşıp, korkarak seslendi içeri doğru: Baba, beni duyuyor musun, biri var, beni çok sevdiğini söylüyor, ben de onu sevmek istiyorum, baba izin ver saçlarımı senin okşadığın gibi sevgiyle okşasın, baba özgürlüğümü ver, onu doyasıya sevmek istiyorum, ne olur izin ver bana, diye seslendi… 

O yine babasına yalvarmaya devam etti: Baba, saçlarımı sevgiyle okşamak istiyor, izin verirsen beni tanımak, tanıdıkça sevmek istiyor… Ne olur izin ver bana, ben de onu beni sevdiği gibi seveyim… İçerden bir ses gelmedi… Dönüp bir an bana baktı… Ve sonra birden o yeryüzünün bütün acılarını taşıyan gözlerini ve sesini bana bırakıp gitti…

Altı çizgili çok cümle yok. Olanlar ise:

"Yaşlanmaktan korkacaksın. Hem de en derinden...Çünkü bir insanın hayatında hiç aşk yoksa ve hiç olmayacak gibiyse en çok yaşlanmaktan, sonra da ölümden korkar...Hem de çok korkar."

"Aşkımızdan başka hiç bir umudumuz yok...Aşkımız, paranın kara örtüleri altında gizlenen o korkak, o çaresiz, o soluksuz aşkımız..."

"Dışardan bir köpeğin inleyen sesleri geliyor kulağıma...Yatağımdan kalkıp dışarı çıkıyorum. Kapımda can çekişen zehirlenmiş, bir sokak köpeğiyle karşılaşıyorum... Sarılıyorum köpeğe...Sarılıp ağlıyorum...Sarılıp ağlıyorum şehrin bütün ışıklarına...Özlenip de yaşanmamış her şey adına...Paranın o kara örtüsü altında gizlenip duran bütün o korkak, o zayıf, o çaresiz aşklar adına...Öldürmüyor bu acı beni...Ne tuhaf öldürmüyor seni bu hayatından kurtarıp, özlediğin o uzak yerlere gidemeyişimiz... Yaşadığımız onca şey öldürmüyor..."


5 Ağustos 2018 Pazar

Babam Beni Şahdamarımdan Öptü - Ozan Önen

Penguen'den yazılarını takip ettiğim Ozan Önen'in kitabını çok beğendim. Yazarın biyografisinden zaten kalitesi anlaşılıyor. İyi eğitim almış, iyi bir adam. Böyle adamlarla dost olmak lazım. Seviyorum böyle insanları. Kitabın tamamı ya da büyük bölümü dergilerde yazılan yazılarından
oluşuyor. Kesin bir ifade bulunamadım çünkü bir kısmı tanıdık geldi. Bir dönem felsefe öğrencisi olmasının yazılarında büyük etkisi var. Filozoflardan alıntıları çok hoşuma gitti. Bunda benim de felsefe öğrencisi olmamın da büyük payı var tabi ki. Bütün yazıları çok hoşuma gitti.Yalnızca "Köpeklere Fısıldayan Adam" yazısında ne yazık ki yanılmış. O yazıda bahsettiği adamı tanıdığım için kendisi hakkında yazar kadar iyi niyetli düşünemiyorum. Keşke yazdıkları gibi olsaydı. Ama ne yazık ki çoğu insan gibi O da bir kurmacaya aldanmış. Kitabın tamamı çok güzel yazılardan oluşuyor. "Söyle Yabancı... Evin Neresidir?", "Sen Kimsin" "Ben de Seni'ler" "Babam Beni Şahdamarımdan Öptü" özellikle beğendiğim yazıları. Zarfsız Kuşlar" yazısında bahsi geçen öğretmen Halil Serkan Öz'ün durumu beni hakikaten her okuduğumda, duyduğumda beni çok derinden etkiler. Öğrencilerine verdiği kendi el yazısı ile yazılan kitap listesi de gözden geçirilmeli. "Olsun Makamı" yazısında bahsi geçen Kaz Dağlarındaki Tahtakuşlar Köyünü çok merak ettim en kısa zamanda gidip görmeyi düşünüyorum. Ozan Önen'i çok sevdim. Böyle adamlar olduğu sürece önümüz aydınlıkrır korkmayın. Daha bu adamdan gibi adamdan doğacak çocuklar var düşünsenize. Yaşadığım yer olan Aydın'da 3 yıl Fen Lisesinde okuması da beni ayrıca sevindirdi. İnşallah bir gün tanışırız.

Kitaptan çok alıntım var:  

"Zeytinlik gördüğüm her yer bana 'yakın bir tanıdık' gibi gelir hep.

"İnsan, en sevdiklerini bile toprak altına göndermişse; mezarlıklar, gözüne ev gibi görünür artık: Eskisi gibi tedirgin olmaz oralara giderken."

"Heves bir kere gitmeye görsün; hayata, insanlara ve kendine o an küsmüyor musun? O yitip gidince, içine üflenmiş nefes de bitmiş olmuyor mu?"

"Şu yıldızlı gök kubbede, güneşten ve aydan sonra en çok parlayan sen ol.
       Afrodit'ten al adını; Venüs yıldızı desinler; çobanlar seni Çobanyıldızı diye sevsinler, akşamcılar Akşamyıldızı diye; sabah namazına kalkan hacılarsa Sabahyıldızı."

"Harmandalı oynayan zeybeklerin, kollarını her havaya kaldırıp yere çöktüklerinde, aslında, şaraplık üzümleri toplayıp sepetlere koyduklarını ve yeniden ayağa kalktıklarında da o üzümleri şarap olsunlar diye ezerek kendinden geçen Dionysos alaylarına karıştıklarını gör..."

"Tek başına ama yalnız değil...
Tek başına ve mutlu"

"İyi bildiğim bir şey var: Tarihi şekillendirenler, düşünce adalarındaki hayallerinin peşine ısrarla düşenlerden çıkıyor."

"Biri konuşurken 'Konuşma sırası bana gelince ne söylerim?' diye düşünmek yerine, karşımızdakini hakikaten anlamak istediğimiz için sadece dinlemeye koyulurduk."

"Bir ülke kurardık ki hayal edebilen, hevadan uzak ama hevesini yitirmemiş...
Bir halk ki birbirini boğazlamayan ve kalem tutmayı yeni öğrenmiş temiz yüzlü çocuklar gibi sarılmaya aç.
Yeşile hain değil, hayvana zalim değil.
Merhametsiz bencilliğinden kurtulmuş bir ülke olunca; yazılı olmalarına gerek duymaksızın sahip çıktığımız vicdani değerlerimiz bize yeterdi...
Eğer halen varsa dünyanın sabaha karşı hayalleri...
Eğer tazeyse gündüzün hayal kırıklıkları...
Eğer memleket için dertlenirken uykuların halen kaçıyorsa...
Sabahlayarak yaşayanların hayal ettiği ülkeler, kurulmaya halen müsait demektir."

" 'Bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde, ilk vazgeçeceği siz olursunuz.' buyurmuş Freud."

"Bana 'Kadın nedir?' diye sorulacak olsa  'şöyle derim: 'Kadın gözyaşlarını saklamak için şişeler üretmiş tek canlıdır.' "

"Tekneler erkek değil dişidir ve her teknenin bir de adı bulunur. İşi bilenler, denizcilik geleneklerine uyarak teknelerine dişi isimler verirler."

"İnsan, kendi kafasına illa ki sıkacaksa, ilkbahardan başka mevsim seçmeli kendine."

" 'İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir.' demiş Dostoyevski.   

"Nikos Kazancakis'in Zorba romanında geçer:  'Dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir.' Sadece bunu düşünürken bile gülümsemek mümkündür.." 

"Bir Roma imparatoru, zafer konuşması yapacağı balkona çıktığında; bir kölenin imparatorun kulağına eğilmesi ve 'Cave ne cadas' diye fısıldaması gelenekti: Yani, kuvveti hak gören Roma İmparatorluğu'nun koca sezarına bile, bir köle 'Düşüşe hazırlıklı ol' diyebilirdi. Hem de imparator, hayatında görüp görebileceği en yüksek makama, ulaşabileceği en büyük zafere ulaştığı anda.."

"Üzülme oyuncaklar kırılmak içindir."

"İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir küskünlüğe meyillidir."

"Sevdiğin biri ölünce; içinde kırk mum birden yanarmış, her geçen gün, içindeki o kırk mumdan biri sönermiş..Kırkıncı güne gelindiğindeyse o kalan mum hiç sönmez, sen ölene değin içinde hep yanarmış."