Bu Blogda Ara

7 Eylül 2017 Perşembe

Edebiyatımızın Kozmik Odası- Adem Çevik


                                                              
Okuduğumuz kitapları hep övecek değiliz ya. Biraz da sövelim. 
Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı, Mina Urgan, Cemil Meriç, Selim İleri, gibi yazarlara saldıran, mesnetsiz hikayeler, sözde anılar, kaynağı belli olmayan anekdotlarla bezenmiş, edebiyatla ilgisi olmayan saldırdığı çamur sürdüğü, kötülediği yazarların gölgesinde dahi duramayacak olan, adını dahi ilk defa duyduğum bir yazarın sırf bazı yazarlara, özellikle aydın, elit, Atatürkçü, barışçı ve dini esaslar üzerinde yazarlık yapmayan "özellikle adında Kemal geçenlerin tamamına" yazarlara saydırmak için yazdığı bir kitap. Okumasanız da olur. Kitaba verilen paraya acımam ama buna verilen paraya hakikaten yazık. Okumayın demiyorum, okuyun da diğer yazarların kıymetini anlayın. Anlatılanların doğru olup olmadığını da ayrıca sorgulayın derim ben.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok- Erich Maria Remarque


Savaşın incittiği insanlara bir ses veren Erich Maria Remarque, bize hatırlattıklarıyla her zaman el üstünde tutulması gereken bir yazar. Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar.

Remarque'ın, I. Dünya Savaşı'ndaki bir grup askerin hikâyesini on dokuz yaşındaki bir çocuğun gözlerinden anlattığı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok canlı çarpışma sahnelerinin yanı sıra savaşın gereksizliğinin ve askerlerin  cephede ve cephe arkasında yaşadıklarını anlatan bir roman.

Filmini seyretmedim ama kitabı beni çok sarmadı. Anlatımlar çok dolu dolu değildi. Savaşın anlatımını öyle güzel yapan, çekilen zorlukları öyle güzel anlatan bizim romancılarımızın Kurtuluş Savaşı anlatımları ile karşılaştırdığımızda çok sığ bir roman olmuş bile diyebilirim. Hep dediğim gibi bizim dilimiz, bizim yazarlarımızın anlatımı gözümüzde büyütülen bazı yabancı yazarlardan hep üstte olmuştur benim gözümde. Bu romanın klasikler arasında yer alması bizim Kurtuluş Savaşımızı anlatan romanlarımıza biraz haksızlık gibi görünfü bana. En azından Turgut Özakman' ımıza haksızlık gibi. 

Bu bir savaş kitabıdır. Savaşın ne kadar gereksiz,anlamsız ve birilerinin sadece iki dudağının arasında olduğunu,o kişiler için ise bir anlamınız olmadığını karakterler aracılığıyla anlayabileceğiniz bir kitaptır. Alman askerlerinin Fransa'ya karşı savaşını konu eder.Sadece cepheyi,yanınızdan geçip giden kurşunları ,cephede çekilen gıda sıkıntısını ve hayatta kalma çabasını anlatmaz,böyle yoğun bir bombardımandan sonra evine izin alıp ailesini ziyaret edebilen şanslı askerlerin hayatından kesitler sunar veya daha 18 yaşında cepheye gönderilen çocukların aşka bakış açısını gözler önüne serer.
Cepheyi, ateş hattını, geride bekleyenleri, savaşı hiç bilmeyenleri, hastaneleri kısacası savaşa ait olabilecek her yeri herkesi anlatmış yazar bu kitapta. Anlatımı kolay bu  sayede görseli kafanızda çok rahat oluşturabiliyorsunuz, okumaya başladıktan bir süre sonra gözlerini kapadığınızda kendinizi o cephede hissedebilirsiniz. Cephedeki arkadaşlığın sıcaklığını hissedebilir, bir askerin ölümünden sonra gözleriniz dolabilir. Önce filmini seyretti iseniz bu daha kolay olabilir belki.

Kitap, Nazilerin de meydanda yaktığı yasaklı kitaplarındandır. Zaten sonrasında yazar Almanya'yı terk etmiş Amerika'ya yerleşmiştir.Naziler Remarque'yi öldürmek amacıyla arasalar da bulamazlar onun yerine ablasını öldürürler.
Savaş konusunda -özellikle ne kadar anlamsız olduğu konusunda- altı çizilesi ve yeniden okunulası cümleler barındırır.

''On sekiz yaşımızda dünyayı ve hayatı sevmeye başlamıştık. Sonra da aynı şeylere ateş etmek zorunda kaldık. Patlayan ilk obüsler, kalbimize rastladı.''

“Gencim, yirmi yaşındayım. Ama hayatta umutsuzluktan, ölümden korkudan ve acı uçuruma sürükleyen anlamsız bir dıştanlığın kösteklenmesinden başka bir şey tanımıyorum. Milletlerin birbirlerine zorla düşman edildiğini ve hiç ses çıkarmadan, hiçbir şey bilemeden budala, uysal ve bönce birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. Dünyanın en zeki beyinlerinin, bütün bunları daha ustaca ve daha devamlı yapmak için yeni silahlar ve yeni laflar bulduklarını görüyorum.”

"Göz denilen şu iki küçük noktada öyle yürekler acısı bir anlatım var ki, insanın parmağı ile örteceği geliyor."
"Dövüşmek değil yaptığımız. Yok olmamak için kendi kendimizi savunuyoruz."
"Sizlere derim ki; hayvanları savaşa sokmaktan daha büyük bir alçaklık olamaz."
"Fakat en önemlisi , her işin bir çaresine bakan sağlam bir dayanışma duygusunun içimizde yer etmesi, her cepheden en mükemmel arkadaşlık duygusuna yükselmesiydi;buda savaşın eseriydi."
"şu kadarını öğrendim ki insan başını diğer tarafa çevirdiği sürece en korkunç şeylere bile katlanabilir.fakat bu şeyleri sıcağı sıcağına düşünmeye kalkışırsa dayanamaz ölür"


5 Eylül 2017 Salı

Körlük- Jose Saramago

Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Kısaca konusu:Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.
Anlatım ise okumaya alıştığımız türlerden biraz daha değişik. Öncelikle paragraf yok, romanlarda alışık olduğumuz konuşma çizgileri yok, noktayla biten cümleler nadir ve hep virgülle bitirmiş. Böyle olunca da okuyucudan dikkatli okuma istiyor kitap. Konuşmaların virgülle birbirinden ayrılması ve paragrafların fazla uzun olması başta kitaba alışmamı zorlaştırsa da alışınca kitabı okumak daha kolay ve zevkli oldu. Başta yadırgadım ama sonra alıştım ve daha dikkatli okumamı sağladı yazarın bu seçtiği özel yazım. Diğer kitaplarında da böyle mi bilmiyorum. Çünkü bu Jose Saramago'nun okuduğum ilk kitabı. 
Çok fazla noktalama işaretleriyle konunun boğulmasını önlüyor ancak konuşma sırasının kime geçtiği yada yine aynı klşi mi konuşuyor konusunda tereddüt oluşuyor sadece.

Doktorun karısı neden kör olmadı sorusu hep aklımı kurcaladı. Onun üzerinden bir mesaj mı verilecek acaba. Kitabın sonuna kadar hep onu bekledim. Sonuna doğru anladım ki, olan biteni gören gözlerle okuyucuya anlatması gereken birisinin olması gerekiyordu, O da doktorun karısı idi. Ama kitabın sonunda bir mesaj var mı.Direk bir mesaj yoktu. Ama alınması gereken dersler vardı. 
Dünya üzerinde kimse görmeyince sorunlar çözülmüyor. Bazı görmeyenler yine daha güçlü olabiliyor. Eşitsizlik her alanda var. Yine hayatta kalabilmek önseziye, beyni kullanabilmeye bağlı. Vücudun durumu ne ise beyin ona adapte olabiliyor. Gözümüz görüyor iken sorun gibi gelmeyen şeyler körlük durumunda çok büyük sorun olabiliyor.
Filmi de varmış en kısa zamanda seyretmek istiyorum.

Distopya olarak adlandırılan kitaplar arasında en kolay anlaşılan ve kolay okunan bir kitap oldu benim için.

İşte Alıntılar:
“Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.”
"Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım."
"Ne düşündüğümü söylememi ister misin,Söyle,Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum,biz zaten kördük,Gören körler mi,Gördüğü halde görmeyen körler."
"... ama dünya öyle kurulmuştu ki, gerçeğin ortaya çıkması için çoğu kez önce yalanlarla maskelenmesi gerekiyordu. "
"Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek, ..."
“Ve ağlama yeteneğimizin olması bizim için şanstır, gözyaşları çoğu kez bizi huzura kavuşturur.”
"Kurbanın kendi celladı üzerinde hiçbir hakkı yoksa adalet yok demektir."
"Zorunluluklar insana mucizeler yarattırır."
"Düşünebiliyor musun, bu merdivenleri vaktiyle gözüm kapalı inip çıkabilirdim, kalıp halinde kullandığımız cümleler böyledir işte, duygularımızla meydana gelen ince farklılıkları dikkate almaz, bu cümle örneğin, gözleri kapalı olmak ile kör olmak arasındaki farka aldırmıyor."
"Hatta körlerin içinde yaşadığı karanlığın sonuçta sadece ışığın yokluğu anlamına geldiğini, körlük dediğimiz şeyin, nesnelerin ve varlıkların görünüşünü örtmekle sınırlı kalıp, onları bu kara perdenin ardında el değmemiş bırakan bir şey olduğunu  da düşünmüştü zaman zaman."