Bu Blogda Ara

25 Aralık 2019 Çarşamba

Taş Bina ve Diğerleri - Aslı Erdoğan

Aslı Erdoğan'ın 2009' da yayınlanmış öykü kitabı. Kitap, Sabah Ziyaretçisi, Tahta Kuşlar, Mahpus, Taş Bina, Başlangıç, İnsanlar, Taşlar, Düşler, Kahkaha, Öyküler ve Sonlar başlıklı öykülerden oluşmuş. 
Aslı Erdoğan' ı düşünerek, sindirerek okumak lazım. Yine her Aslı Erdoğan kitabında olduğu gibi karamsarlığa düşüyorum okurken. Nedense bir giz perdesi, bir karanlık var. 

"Hiçbir şey korktuğun kadar kötü değildir, derlerdi, insan soyunu tanımayanlar, acının bir başlangıcı bir de sonu olduğuna inananlar... Hep aşina uçurumların tepesinde dolandıklarından, Korkunç'un sonsuz çemberlerine yakalanmayanlar...

'Eninde sonunda şafak söker, ' derlerdi. Hem geceden başka nerde bekleyebilirdik ki şafağı?"

"Hem 'dünya' dediğin nedir ki, camda beliren bulanık bir imgeden öte! Lekeli, çok lekeli, hiçlik üzerine uzun bir şiir."


"Zaten insanlar demir parmaklıkları içlerindeki karanlık dışarı sızmasın diye icat etmediler mi?"

"İnsan daha ilk çığlığından “insan” olarak doğmaz mı zaten? Ama bunu taşıması güçtür, yalnızca bununla yetinmesi daha da güçtür."


"Öykü anlatma sanatı, korları eşeleme sanatı değil midir bir yanıyla, parmaklarını yakmadan?"


"Paylaşılan ortak bir bilinmezden başka bir şey değildi artık aşk. Belleğin giderek büyüyen sessizliğinde işitip işitmediğine emin olamadığı bir yankı."

"Bir zamanlar birini sevmiştim. Gözlerini bende bırakıp gitti. Bırakacak başka kimsesi olmadığı için. Sevmek... Yüreğin döküp saçtıklarını, bunca karanlığı eşeleye eşeleye bulduğum bir sözcük. Kimse bana "Herkes sevdiğini öldürür" dememişti ki!"

kitaptan aklımda kalan sözler.

21 Aralık 2019 Cumartesi

Kütüphaneci - Judith Kuckart

Okumaya başladığımdan itibaren çok sıkıldığım bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitap belki de o kadar sıkıcı olmayacaktı çeviri kötü olmasaydı eğer. Çünkü cümleler o kadar kopuk, o kadar anlamsız, o kadar çeviri programı çevirisi gibiydi ki inanın ki başıma ağrılar girdi. Yazarın dili mi zordu, çevirmen mi çok ciddiye almadı bilmiyorum. Neyse ıkına sıkına bitirdim.
Kitapta bir kütüphanecinin (Hans Ullrich Kolbe) dansçı bir kıza (Jelena) olan tutkulu aşkı anlatılıyor.  Bölümler o kadar kopuk ve anlaşılmaz ki, birden olaya birisi katılıyor ya da bir olaydan bahsediliyor. Bu nereden çıktı diyorsunuz. Anlamak istiyorsunuz ama anlamsız. Son zamanlarda okuduğum en anlamsız çevirilerden.  
Yine de bir kaç cümlenin altını çizmişim.

" Bedava olan sadece ölümdür, gerisi boştur."

"Her hareketin hedefi durağanlıktır ve her hareketin sonunda kalıcı bir şey olması gerekir." 

"Gece, onun kenarlarında elinde kürekle gezerek örtmeye çalıştığı, derin kahverengi bir çukurdu."

"İyimserlik sadece günah dolu bir hayatla, teselli ise sadece endişeyle vardı. Ve gerçek affı ancak büyük bir günah affederdi."

"Başkaları için yanlış seçimdi Jelena, bilmem kaçıncı elden düşme bir kadın. Hans için ise bir fetihti."

"Kadının başı ellerindeydi. Kadın ona üzerinden, tam onun burnunun önünden kuşlar uçuyormuş gibi baktı. Sanki kuşların uçuşundan bir öğüt almak istiyormuş gibi."

"Kadın hayatta bir kapıdan geçerek ilerliyordu, o ise bir başka kapıdan. Yollarının kesişmesinin geçiciliği bundan daha kısa bir şekilde söylenemezdi."

"İnsanlar birlikte yatağa gidecek birini bulamadıkları zaman kitaplarla uyuyorlardı."

"Ahh! dedi Hans birden. 'İnsan bütün gün çalışıyor. Bir ev alıyor ve sonra ölüyor.' "

"Kitapsever kelimesinin Latincesi 'bibliofili' kulağa pedofili gibi geliyor dedi Hans, yeni arkadaşı güldü."

"Venedik gözün açıkken gördüğün bir rüyadır. Gözünü kapayan tekrar gerçeğin içine düşer."

"Ben artık kitap okumayan bir kitüphaneciyim. Artık bir kitapla, bir hayvanla yapabileceğimden daha fazlasını yapamıyorum. Ben kitab'ın yerine 'kadın'ı koydum."



Mezarımdan Yazıyorum - Machado De Assıs

"Bu anıları başından mı yoksa sonundan mı başlayarak anlatacağımı kestiremediğimden; yani doğumumla mı yoksa ölümümle mi başlayacağımı bilemeyince bir süre tereddüt ettim. Kabul, normalde kişinin doğumuyla başlanır, fakat ben, iki nedenden dolayı farklı bir yöntemi tercih ettim: Bu nedenlerden ilki, benim ölü bir yazar olmam. ama kitabı yazmış ve ölmüş değilim, ölmüş ve yazmaya başlamış, yani mezarında yeni bir hayata başlamış bir yazarım." cümlesiyle başlıyor kitap.

"Neden daha uzun yaşamak istiyorsun? Yok etmeye ve yok olmaya devam etmek için mi?"

"O gün Cubas aile ağacında güzel bir çiçek açmış:Ben doğmuşum."

"Pascal, insanın düşünen bir kamış olduğunu söylemiş.Yanlış... İnsan düşünen bir dizgi hatasıdır. Hayatın her dönemi, bir öncekini düzelten yeni bir basımdır ve her dönem, bir sonraki tarafından düzeltilecektir; ta ki nihai basım yapılana kadar, ki yayıncı bu basımı kurtlara adamıştır."

"Virgilia güzel bir günahtı ve güzel bir günahı kabullenmek çok kolaydır!"

"..Böyle düşünürken çok ince bir noktayı yakaladım ki bunu, insan giysilerinin, türümüzün gelişimi için gerekli bir koşul olduğudur. Cinsellik dışı işler ve sorunların bireyin dikkatini büyük bir oranda meşgul ettiği bir dünyada çıplaklığın alışıldık bir hal alması, duyuları köreltip cinsel işlevleri yavaşlatma eğiliminde olacaktır; oysa giyinmek, tabiatı gizleyerek iştahı güçlendirir, artırır ve uygarlığın devamlılığını, ilerlemesini mümkün kılar."

"İnsanın inzivaya çekilip düşünmesi sık rastlanan bir durumdur. Fakat tam bir şehvet hali karşısında hareket e sözlerden, küstahlık ve tutkulardan oluşan bir denizin içindeyken insan kendini soyutlamalı; uzak ve ulaşılması imkansız bir yabancı olduğunu ilan etmelidir, insan kendi kabuğuna çekildiğinde -daha doğrusu yine başkalarına döndüğünde- diyebilecekleri en kötü şey, fildişi kulesinden çıktığı olacaktır ki zihnin mimari yapısı içinde yer alan bu gizli ve aydınlık kule kişinin manevi özgürlüğünü hor gören bir ifadeden başka nedir?"

15 Aralık 2019 Pazar

Mavi Yolculuk - Azra Erhat

1950'li, 60'lı yıllarda, ege ve güney illerimizin cennet köşeleri yeni yeni keşfedilirken, bir grup Türk aydını, tarih, coğrafya, edebiyat coşkusu ile yurt gezilerine çıkmışlardı. Sabahattin Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı gibi edebiyatımıza damgalarını vurmuş bu aydınlar, mavi yolculuk gezilerini, yaşadıkları kentlere döndüklerinde, sanatsal ve düşünsel üretime dönüştürmüşlerdi. Mavi Yolculuk, bu gezileri aksatmadan sürdüren Azra Erhat'ın unutulmaz kitaplarından biridir.
Bence Türk klasikleri arasında sayılabilecek kitaplardandır Mavi Yolculuk. Dönemin yani 1960 ve 70' li yılların fotoğrafını çeken bir anlatıdır. O dönemin yokluk zamanlarında kısıtlı imkanlarla yapılan bu yolculuk aynı zamanda ege ve güney kentlerini, oralardaki tarihi mekanların tarihinin de anlatıldığı bir gezi kitabıdır da.
İlk Mavi yolculukta Kuşadasından Samim Kocagöz'ün ayarladığı Macera adlı tekneyle Gökova, Datça,Kuşadası, Didim, Bodrum, Kaş, 1962'deki yolculukta ise Çanakkale, Edremit, Ayvalık, Akçay, Bozcaada, İmroz anlatılıyor.

1960' lara 70' lere baktığımızda bazı şeylerin ne kadar değiştiğini bazı şeylerin de o yıllardan farkı olmadığını anlamış oluyoruz aslında.

Kitaptan alıntıladığım cümleler de var:

"İnsanlar bu yoksul kıyıları mı seçmişler yerleşmek için, yoksa bu koylar insanlar oraya yerleştikten sonra mı yoksullaşmış, ağacını sürüsünü, insana asıl çıkarı sağlayacak verimini yitirmiş? Gökova'da ormanların yer yer yakıldığını görünce, ikinci şık daha akla yakın geliyordu. Güzelliği korumak, böylece doğanın bütün verilerinden gereğince faydalanmak bir bilgi, bir kültür işidir. Günlük ekmek kaygısı içinde bunalan köylüden bunu beklemek yersiz olur."

"-Nereye gidiyoruz?
-Didyma Tapınağına.
-İlkçağ'dan kalma kutsal yol bu mu?
-Hayır, o Panormos'a, yani Kovela'ya çıkar. O yolun iki kıyısında mermerden aslanlar dikiliymiş, Didyma'da Apollon'un bilicileri vardı ya, bilicilere fal baktırmaya gidenler kutsal yolu yaya yürürlermiş."

"Batı uygarlığının kaynağı Anadolu'dadır, en değerli kalıntıları bizdedir. Bu gerçeği dünyaya yaymak, kafalara yerleştirmek için gösterdiğimiz çabalar yersizdir. Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım. Didyma'dan faydalanmadıkça, turizmden dem vurmaya dilimiz varmamalı."

"Hipokrat'ın şu sözü dillere destandır: "Hayat kısa, meslek uzun, fırsat kaçıcı, deney aldatıcı, karar güç!"

" 'Gün gelecek bizler artık Bodrum'a uğramak istemeyeceğiz, mavi yolculuk teknesine binmek için bile olsa, yozlaşmış bu kente ayak basmaktan çekineceğiz' demişti Sabahattin Eyüboğlu 1968 sularında"  

9 Aralık 2019 Pazartesi

Kumru ile Kumru - Tahsin Yücel

Keyifli bir romandı sıkılmadan okuduğum. Gündelikçi Kumru'nun basit ama içi anlamlarla dolu romanı. Eşya için yaşayan eşya için çalışan ve en sonunda ona sahip olunca hevesini kaybeden Kumru ve ailesinin romanı.
Eşyanın insanı nasıl etkisi altına aldığını akıcı bir dille anlatmış Tahsin Yücel. Buzdolabıyla başlayan, televizyon ve araba ile devam eden, eşyalara yüklenen anlamların altında ezilmeye başlayan insanoğlu, Kumru ve ailesinin hayatıyla can bulmuş. Tekrarlar sıkmadı mı sıktı. Kitabın akıcılığı bunu örtmeye yetti.
Kafa yormadan okunacak ve dersler çıkartılacak bir roman. Ancak bu derslere ihtiyacı olanlar bu romanları okuyor mu esas mesele de o galiba. 
Güzel romandan güzel sözler:

"Çok eskiden neden kitap okuduğunu sorduğunda,Tuna hanımdan aldığı yanıtı anımsadı: ''Olduğum yerden başka yerde olmak için."

“Siz gülün bakalım,” dedi. “Güle oynaya cahil kalın.”

“Ne olursa olsun, o günden sonra, şu yaşamda en çok sevdiği ve en kolay ulaşabildiği şeylerden birini: uykusunu yitirdi...”

"Bu memlekette başımıza ne geliyorsa, gerekli yerde, gerekli adama, gerekli rüşveti vermesini bilmemekten geliyor.'
-Ama rüşvet kötü bir şey değil mi İsmail abi?
+Kötü bir şey Pehlivan, çok kötü bir şey, ama böyle oldu bu işler: namuslu olmanın yolu da namussuzluktan geçiyor, suç bizde değil..."


"Kuş adı koymayacaklardı sana....."

“Öyle anlaşılıyordu ki ,

insanların kollarını ahtapotlarınki gibi çoğaltan bu evdeki elektronik eşyalar aynı zamanda ahtapotlar gibi yerlerine mıhlıyordu onları.”

“Elinde bir uzaktan kumanda bulunsun istiyor, herkes gibi. 

Alacak uzaktan kumandayı eline, dünyalara kumanda ettiğini düşünecek, gerçekte uzaktan kumandanın ona kumanda ettiğini, 
kendisinin uzaktan kumandaya çalıştığını hiçbir zaman bilemeyecek, herkes gibi.”


"Geçen gün Mürüvet Hanımın televizyonunda adamlar ve kadınlar bağrışıyor, altlarından da askerler gibi yazılar geçiyordu, şaşırdım, kaldım. Ben duran yazıları bile okuyamıyorum, bu insanlar yürüyen yazıları nasıl okuyorlar ki?"


"Düşmanın büyükse malından, küçükse canından kork..."


"Ama aklı mutfaktaki buzdolabındaydı. Yerli yersiz mutfağa giderek onun önünde durup incitmekten korkar gibi yüzeyini okşuyor, yumuşak bir bezle bir daha, bir daha ovuyor, yüreği çarpa çarpa kapısını açarak ilk kez görüyormuş gibi merakla içine bakıyor, lambasını yakmayı hiç unutmaması karşısında bir kez daha hayran kalıyordu."

7 Aralık 2019 Cumartesi

Mrs.Dalloway - Virginia Woolf

Virginia Woolf'un daha önce "Kendine Ait Bir Oda " kitabını okumuştum. Çok sevmiştim. O kitabın etkisiyle buna başladım ancak çok sıkıcı ve karışık geldi.  Olay dizgisini kafamda kuramadım.

"Güneş hala yakıcıydı. Buna rağmen insan her şeyin üstesinden gelebiliyordu. Yaşam, hala günleri birbirine eklemek için kendince bir yol buluyordu."

"Gereken doğruları çekip çıkarması çok acı vericiydi. O kadar derindeydiler ve bunları anlatmak o kadar zordu ki.. Ama tüm dünya bunlar sayesinde sonsuza kadar değişecekti."

"Gökyüzünde kırlangıçlar savruluyor, ileri geri gidiyor, dönüp duruyor, sanki bir ip onları tutuyormuş gibi hep kontrollü hareket ediyorlardı; ve sinekler de yükselip, alçalıyordu: güneş alay edercesine bir o yaprağa bir bu yaprağa vuruyordu. Yumuşacık altın rengi tonlarıyla göz kamaştırıyordu; ve ara sıra bir çan sesi (bir korna da olabilirdi) otların saplarında kutsal bir edayla titreşiyordu; tüm bunlar, sakin ve makuldü. Sıradan şeylerden  meydana gelseler de artık gerçek buydu; artık gerçeklik güzellikti. Güzellik her yerdeydi."  

Kanayan - Erdal Öz

Cem Yayınevi' nin 1979 baskısıydı okuduğum.
Erdal Öz bu romanıyla 1975 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanmış. Kitapta yer alan öyküler 12 Mart'la gelen sıkıyönetimli dönemin en ağır en güç dönemlerinde yazılmış.
Erdal Öz, bu kitaptaki öykülerinin birkaç tanesini 12 Mart döneminde Mamak Askeri Cezaevindeyken yazmış, cezaevinden bir yolunu bulup göndermiş.

Taş, Ernesto, Kurt, Güvercin, Sığırcıklar ve Kanayan kitaptaki öyküler. Hepsi birbirinden güzel ve dokunaklı. İçinde acı var hüzün var, duygular var.

Kitaptan güzel sözler:

"Kitaplardan çıktı oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."


"Duygulanmamak gerektiğini geç de olsa anlamıştı. Bu dört duvar arasında en büyük düşmanın duygu olduğunu çok iyi biliyordu artık; ama onsuz, duygusuz kalmayı başaramamıştı hala."

"akşamüstüler yüklü bir hüzünle geliyordu, geliyor ve yapayalnız koyuyordu insanı."

"Gözleri açıktı şimdi Ernesto'nun. Bütün acı çekenlere, bütün zulüm görenlere , gelecek güzel günler adına gülümsüyor gibiydi Ernesto."

"Bütün o kitaplarda yazılanlar , sanki kendi düşünceleriydi; oğlum kitaplar gibi konuşuyordu. Ama o zamanlar bile bütün bildiklerinin kitaplardan edinilmiş şeyler olduğunu anlıyordum. Kitaplardan çıktı benim oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da bu oldu; kendi kanını boşalttı da o kitaplarda dolaşan kanı aldı damarlarına sanki."

"Garip bir boşluk, büyük bir iç çekiş vardı koğuşta. Tek kıpırtı, tek ayak sesi, tek öksürük yoktu. Görevliler de bir yere ilişmiş olmalıydılar. Çekilen büyük bir azı dişinin ağızda bıraktığı o kocaman, alışılmadık boşluğunu yaşıyordu koğuş sessizce. Ağrıyan dişten kurtulmuş olmanın bilinçsiz rahatlığı da vardı bu yadırgayışta."

Güzel kitap, okumak lazım.

2 Aralık 2019 Pazartesi

Gergedan "Büyük Küfür Kitabı" - Mine Söğüt

Toplumsal hayatımızda hergün yaşadığımız, haberlerde gazetelerde görmeye alıştığımız yozlaşmışlığı aile içi şiddeti, kötü siyaseti, bencilliği, hayvanlara verilen zararları hicivsel bir dille anlatıyor yazar. Kitapta bulunan öykülerin anlatım tarzında da metaforlar var. 

İlk  okuduğum Mine Söğüt kitabı. Kitapta anlatılanların anlatım şeklinin değişik oluşu mu yoksa olayların kasvetli oluşu mu beni sıktı bilmiyorum ama kitapta beni rahatsız eden ve bir an önce bitmesini beklediğim zamanlar odu. Bu kitabı sevmediğimden değil, gerek Bahadır Baruter tarafından çizilen illüstrasyonlar gerekse konuların sevimsizliği nedeni ile olabilir. Kitap her ne kadar güzel şeyler anlatmasa da bunlar hayatın gerçekleri ve bunlarla yüzleşmek de bizi sıkıyor olabilir. 
Güzel sözler var kitapta:

“Tanrı insani altı günde yarattı. yedinci günde utandı.”

"Korku nedir, artık hiç bilmiyorum. Bildiğim tek şey.. Bu hayat bir ada... Hayırsız bir ada. Bizi ta ne zaman atmışlar bu adaya. Birbirimizi yiyoruz iştahla."

"Ben bir şeyler gördüm. ama savaş mıydı o gördüklerim, emin değilim. Ben bir şeyler öldüm. ama ölüm müydü o öldüklerim, ondan da emin değilim."


"Öyle kolay pes etmez küfrü duasından büyük olanlar."

"Ölümden sonrasını bilmediğimin farkındayım. ama doğumdan öncesini de bilmediğimin farkında değilim. O yüzdendir hayata dair bitmek bilmez histerim."

8 Ekim 2019 Salı

Doktor Moreau'nun Adası - H.G. Wells

Bilim Kurgu türü romanın atası konumundaki H.G. Wells'in okuduğum ilk kitabı "Doktor Morea'nun Adası". Bir çok filme konu olmuş distopik bir roman. Gemisi batan Edward Prendick'in düştüğü ısız bir adada karşılaştığı tuhaf yaratıklar, Doktor Moreau'nun çeşitli hayvanlar üzerinde yaptığı insanlaştırma, çeşitli uzuvlarını yok etme ya da ekleme, kalıtımsal izler bırakmaya çalışma gibi deneylerin ürünü olduğunu öğrenmesi, gördüklerini önce hayvanlaştırılan insanlar sanması ama gerçeği öğrenmesi ve sonrasında bu ıssız Pasific adasında yaşananlar kitabın konusunu oluşturmaktadır. Kitap bu anlatımıyla ilk yayınlandığı 1890' lı yıllar da dikkate alındığında bir çok öngörü ve en az yüz yıl sonrasına dair mesajlar içermektedir. 
Roman, yazıldığı dönem büyük sansasyonlara yol açmış, özellikle Avrupa ve Amerika'da çok ilgi çekmiş ve hayvanlar üzerinde deneyler yapılmaması konusunda ciddi tartışmalar ve hatta siyasal çalışmalar başlatmıştır.
Doktor Monreau'nun ada halkına, dönüşmüş yaratıklara koyduğu kurallar ve yasaklar ile kendine adeta bir tanrıymış gibi göstermesi ise başına ne işler açacak bu güzel bilim kurguyu sıkılmadan okuyun görün.

Kitaptan akılda kalan bazı cümleler de var:

"İnsan dostlarıma bakıyorum. Ve korkuya kapılıyorum. Bazıları capcanlı, hayat dolu, bazıları donuk, tehlikeli, bazıları kaypak, içtenliksiz yüzler görüyorum."


Bizi hayvandan çok insan kılan her ne ise, teselliyi ve umudu, sanırım, insanların gündelik kaygıları, günahları ve dertlerinde değil; maddenin uçsuz bucaksız, sonsuz yasalarında aramalı."


"Sanki dünyadaki bütün acılar bu çığlıkta ses bulmuş gibiydi."


"Galiba var olan her şey rengini içinde bulunduğumuz ortamın ortalama renk tonundan alıyor."

İthal Edilmiş Korkular Ülkesi - Candaş Tolga Işık

Posta Gazetesi yazarlarından Candaş Tolga Işık'ın "İthal Edilmiş Korkular Ülkesi" kitabının adını duyduğumda köşe yazılarından oluşmuş bir kitap olacağını düşünmemiştim. Peki ne düşünmüştüm. Siyasi bir hiciv kitabı olabileceği ya da buna benzer hayali bir ülke üzerinden günümüze göndermeler yapılan yazılar içeren bir kitap düşünmüştüm aslında. İnternetten içeriğini düşünmeden aldım. Yeni bir kitap değil. Yazarın Posta Gazetesindeki köşesine hiç rastlamamışım. Ben onu KAFA Dergisi ve oradaki yazılarından biliyordum. Kafa 'daki yazılarını beğendiğimden 2013 yılında basılmış bu kitabı sipariş ettim.  
Kitap, yazarın 2009-2013 yılları arasında Posta Gazetesinde yayınlanan yazılarından oluşuyor. Kalın bir kitap. 554 sayfa kadar. Zaten ilk 60 sayfasında yazar hakkında çeşitli gazeteci ve yazarların düşünceleri kaleme alınmış ve sanki biraz kitapta buna ayrılan sayfalar abartılmış gibi geldi bana. Açık söylemek gerekirse yakın tarihlerde yazılan köşe yazılarından oluşan kitapları okumayı çok sevmiyorum. En son 2012 yılında yayınlanmış yazılardan 2013 yılında kitap yapmak da ne bileyim tuhaf geldi bana. Gazete yazılarından oluşan bir kitap olduğunu ve içeriğini görsem alır mıydım? Bilmiyorum. 

28 Eylül 2019 Cumartesi

Allı Turnam - Erdal Öz

Erdal Öz'ün 1976 yılında o günkü adıyla Sovyetler Birliği'ne yaptığı on beş günlük bir geziden kalan ve onda derin izler bırakan öykü tadı da  katılmış bir anlatımı "Allı Turnam"
Sosyalist Rusya'nın ekonomik yapısı, kültürü, alışkanlıkları ve günlük yaşantısını gözlemlemiş yazar. 
Anlatılanların bazıları günümüz dünyası gözüyle değerlendirildiğinde anlamsız ya da saçma gelebilir. Ancak anlatılanların 70'li yıllara ve sosyalist bir düzene ait olduğu düşünüldüğünde çok da saçma değil.
Bir gezi kitabı gibi okunabilir. 

26 Eylül 2019 Perşembe

Defterimden Portreler - İlber Ortaylı


Türkiye'nin önde gelen tarihçilerinden İlber Ortaylı bu sefer defterini okurlarıyla paylaşıyor. Okuduklarını, tanıdıklarını, hocalarını kendi gözünden okuyucularıyla paylaşıyor. Tarihe yön veren kişiler, günümüzün tanınan, tartışılan, konuşulan isimleri Ortaylı'nın kaleminden yeniden canlanıyor.
Kitabın ilk bölümü dünya tarihinin büyük tarihi şahsiyetlerini bir araya getiriyor.
Tarihten...
Sezar, İmparator Augustus, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, V. Şarl, Kanuni ve Hürrem, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Beethoven, Kösem Sultan, III. Selim, Çariçe II. Katerina, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Tolstoy, Puşkin, II. Abdülhamid... 
İkinci bölümde çağdaş Türkiye'den portreler yer alıyor. Bu kişilerin çoğu İlber Ortaylı' nın bizzat tanıdığı kişilerdir.
Günümüzden...
Latife Hanım, Kazım Karabekir, Osman Ertuğrul Efendi, Neslişah Sultan, Mehmed Akif Ersoy, Bülent Ecevit, Cemil Meriç, Halil İnalcık, İsmail Cem, Recep Yazıcıoğlu, Yahya Kemal, Attilâ İlhan, Hüseyin Hatemi, Yılmaz Öztuna, Reşad Ekrem Koçu, Irene Melikoff, Oktay Aslanapa, Özdemir İnce, Sureyya Faruki... 
Zevkli bir anlatım.

25 Eylül 2019 Çarşamba

İstanbul'un Antika Tipleri - Mahmut Yesari

Usta yazar Mahmut Yesari'nin 1928 yılından 1940' lı yıllara kadar İkdam ve diğer dergi ve gazetelerde yayınlanmış yazılarından oluşan kitabın ilk bölümünde "İstanbul'un Antika Tipleri" başlığında kaleme alınan dizi yazılar yer alıyor. Bu tiplerin hepsinin ayrı bir özelliği var. İkinci bölümde yazarın ailesi ve çevresinde bulunan, konaklarına girip çıkanlara yer verilmiş. Üçüncü bölümde ise "Aramızda Yaşayanlar" başlığı altında toplanmıştır.
Gerek kurguya dayalı gerekse gazetecilikten hareketle gözleme dayalı eserlerinde daha çok halk yaşantısı üzerinde duran Yesari, İstanbul'un Antika Tiplerinde topluma göre bilinmeyen ünlüleri anlatmıştır. 
Bunlardan bazıları: Gazelhun Nimet Efendi, Baba Saffet, İmam Sadrettin, Mardik Efendi, Koço Bey, Palavra Hasan gibi tiplerdir. Kitaptaki dipnotlardan yayın yılı itibari ile kullanılan Arapça kelimelerin Türkçe anlamlarına da yer verilmesi okumayı kolaylaştırmıştır.

20 Eylül 2019 Cuma

Anne Frank'ın Günlüğü - Anne Frank

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi zulmü altında iken ailesi ile birlikte yaklaşık iki yıl  küçük bir çatı katında yaşamak ve saklanmak zorunda kalan ve yaşadıklarını Kitty ismini verdiği günlüğüne yazarak, savaş yıllarından sonra bu günlüğü kitaplaştırılan onüç yaşında Anne Frank isimli bir kızın anılarıdır bu kitap.
Kitabın arka kapağında Anne Frank'ın bir sözünü paylaşmak isterim:
"Savaşların yalnız büyükler, yönetenler ve kapitalistler tarafından var edildiklerini sanmıyorum. Hayır, sokaktaki adam da savaştan yana. Aksi halde, uluslar çoktan savaşa karşı baş kaldırırlardı. İnsanoğlunda yok etmeye, öldürmeye, katletmeye ve kudurmaya yönelik bir dürtü var ve istisnasız bütün insanlık bir değişim geçirmediği takdirde savaşlar sürecek, yapılan, yetiştirilen ve özenle bakılan her şey yeniden yıkılacak, koparılacak, yok edilecektir. Ondan sonra da her şey yeniden başlayacaktır."

Okunması gerekli kitaplardandır.

Kitaptan bir de altını çizdiğim yerler var:

"Ailemden giderek bağımsızlaşıyorum. Genç yaşıma rağmen, hayatta annemden daha cesurum ve ondan daha sağlam bir hak bilincim var. Ne istediğim biliyorum, bir hedefim, kendime özgü fikirlerim, bir inancım ve bir sevgim var. Kendi kendim olmama izin verin, o zaman mutlu olurum! Bir kadın olduğumu biliyorum, manevi gücü ve bol cesareti olan bir kadın!
Tanrı eğer yaşamama izin verirse, annemin yapabildiklerinin çok daha fazlasını başaracağım. Önemsiz biri olmayacağım, dünya ve insanlar için çalışacağım.
Cesaret ve neşenin her şeyden önemli olduğu biliyorum artık." 

"Gökyüzüne gözlerini korkusuzca kaldırabildiğin, içinin temiz olduğuna inandığın sürece mutluluk yitirilmiş değildir."


"Herkes uyumadan önce her gece o gün başından geçen olayları bir sıradan geçirip hangilerinin yanlış olduğunu düşünseydi kim bilir dünya ne kadar daha güzel, daha yaşanası bir yer olurdu."

"Hep aynı şarkı. Hiç kimse tehlikeyi görmek istemiyor, kendi bedeninde hissetmeden önce."


"Düşündüm de bu güneş ışığını, bu bulutsuz gökyüzünü gördüğüm sürece kendimi talihsiz bellemem saçma."

17 Eylül 2019 Salı

Adem'den Önce - Jack London

İçinde Darwinsel ilkeler, biraz ilkel bilim kurgu içeren insanlığın ilk devirlerini kurgusal olarak bizim türümüz olan Homo Sapiens'den önceki türün gözünden anlatan bir kitap. 
Jack London "Adem'den Önce" kitabında rüyalarında insan-maymun arası atalarından birinin hayatını yaşayan bir adamın ağzından kaleme almıştır. London, bu kitabı yazarken biyoloji ve antropoloji alanında ciddi araştırmalar yapmış. Bunun bir kanıtı da, bu kısa romanın yıllar boyunca ABD’de antropoloji eğitimi veren üniversitelerde yardımcı kitap olarak okutulmasıdır.  

Romanda bir ilkel insanın doğumundan itibaren yaşantısını ve hayat tecrübesi, diğer türdeşleriyle kurduğu ilişkiler, kabileler arası mücadeleler, bir ilkelin yaşamında aile kavramının şekillenmesi gibi bir çok konuyu işliyor. Jack London'ın klasik tarzına alışkın olanlar için kendi türü dışında yazdığı nadir eserlerinden biridir.

Kızıl Göz, Koca Diş, Tez Ayak, Kılıç Diş, Ateş Adamlar, Ağaç Adamlar kitapta adı geçen karakterlerdir.

Kitaptan altını çizdiğim bazı kısımlar:

"Düşler, yalnızca gündüz görülenlerin, geceleri şu ya da bu şekilde ortaya çıkmasıdır."

"En sık görülen kalıtımsal düş, yüksek bir yerden düşmektir. Uykuda görünen kişilik, bireylerin çoğunda sadece bu anıyı korumuştur."

"İlkel insanların çoğu, yaşamını bu şekilde yitiriyor ve hemen hemen hepsi ağaçlardan korkunç şekilde düşüyor, hızla yere yuvarlanırken ölümden kurtulmak için dallara tutunuyorlarmış.
İşte böylesi bir düşüş, -ölümcüllüğünü yitirmişse- çok ciddi organik bozukluklara yol açıyor ve beyin hücrelerindeki moleküllerin değişimlerini belirliyormuş. Bu değişimler, kuşaktan kuşağa düşünce hücrelerine iletilerek ırksal anıları oluşturuyormuş. Yani, siz ya da ben uyuyakaldığımız zaman, ya da uyuklarken, boşluğa yuvarlanıp tam yere değecekken bir çeşit baş dönmesiyle kendimize geldiğimizde, yalnızca, ağaç üstünde yaşayan atalarımızın duyduğu ırksal kalıtım anısıyla iletilmiş duyguları yeniden yaşamış oluyormuşuz.."

"Yeniden doğuş söz konusu değildir. Zaman zaman kendimi, daha genç bir dünyanın ormanlarında dolaşırken görürüm; aslında, bu görüntülerde gördüğüm kendim değil, benliğimle belli belirsiz bütünleşmiş olan bir varlıktır."

“Erkeğin eşini öldürdüğü tek hayvan türü insandır.”

16 Eylül 2019 Pazartesi

Metastaz - Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu

Devletin FETÖ mücadelesi ve sonrasında türeyen ya da palazlanan oluşumları anlatan bir araştırma kitabı. Çok yorum yapmamayım. Okunsa güzel olur.

Kitaptan:

"Adıyaman'ın Kahta ilçesindeki Menzil köyünü merkez almalarından dolayı "Menzilciler" olarak anılan cemaat, bugün en popüler dini yapılanmalardan birisi."
"Evet, adalet dağıtmakla görevli bir hakim, cübbesinin gücünü kullanarak rüşvet almaya çalışıyordu. Bunu da " cemaatimiz" dediği Menzil Cemaatinin bir "sofi"si, yani müridi olarak yapıyordu."

"Türkiye Cumhuriyeti'nin, kendisi de çocuk hastalıkları uzmanı olan Sağlık Bakanı, bir cemaat liderine "bir istihareye yatar mısınız?" ricasında bulundu."

Kitapta bir de William Shakespeare'in güzel bir sözüne rastladım:
"Zambaklar çürümeye görsün, çok daha kötü kokarlar ayrıkotlarından."

Ey Hayat - Yılmaz Odabaşı

Yılmaz Odabaşı' nın bütün şiirlerinin beşinci cildi olan Ey Hayat, şairin 2000-2002 yıllarında yazdığı ve yine aynı yıllarda Ey Hayat ve Buğulu Atlas adlarıyla kitaplaşan şiirlerinden oluşuyor.
Altını çizdiğim dizeler ise şöyle:


***
Ey Hayat
..Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın,

Yazdırmalısın mezar taşına;
Ey Hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın.
Aslında hiç olmadım ben bu oyunda.
Ömrüm beni yok saysın.
***
Eski bir aşk,
yeni bir ayrılıktır her zaman.
Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır.
Kimse bilmez be canım,
bir yara bir ömrü nasıl kanatır...
***
Kandım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar.
***
Üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam,
gözlerin ey yar, benim evimdir.
Vurulup düştükçe.
Düştükçe seni sevmekten caymayacağım;
gece insin, el ayak çekilsin
gelip kapında ağlayacağım...
***
Ve ant olsun ki,
hiçbir kurşun, hiçbir çelik,
hiçbir toprak ve hiçbir vatan,
daha kutsal değildir insandan!

30 Ağustos 2019 Cuma

Ihlamur Günlükleri - Başak Buğday

Ot Dergisinde bölümler halinde her ay okuduğum Başak Buğday'ın dizeleri, sözleri bir arada toplanmış "Ihlamur Günlükleri"nde. 

"İşte aynen öyle hissediyorum, Sanki ben yazmışım gibi" deyip altını çizdiğimiz tüm o " şeylerin bir araya geldiği kitap" diyor arka kapakta. Aynen öyle.

Kitaptaki hoşuma giden satırlardan bazıları:

"Mektup işin bahanesi.
Adını yazmayı özledim."

"Karanlıkta söylenen yalanlar
Sahiplerini tanıyamaz
Belki de o yüzden öpüşürken
gözlerimizi kapatıyoruz."

"İyi ki gidiş yolundan vermişim gönlümü sana.
Sonuca baksaydık halimiz harapmış."



"Beni asıl üzen şey,
kuşun  uçup gitmesi değil de;
gittiği yerde mutsuz olma ihtimali."

"Unutmaya çalıştıkça güçlenen anılar,
kestikçe daha gür çıkan saç gibi...
Evet, kökü bende!"

"Şimdi seni seviyorum ya;
geldiğimden çok,
olduğumdan az'ım."

"Bir şehrin en yüksek ve güvenli yeri,
babamın omuzlarıdır."

Kültür Üzerine Düşünceler - Hasan Ali Yücel

Değerli Mili Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Ali Yücel'in 1952-1957 yılları arasında mevcut eğitim sistemini sorgular eleştirir yazılarından oluşan, eğitime, kültüre dair yazılarının toplandığı bir kitap "Kültür Üzerine Düşünceler"

Kendi Bakanlık dönemi ile Menderes hükümetlerinin bakanlıkları dönemlerinin bir karşılaştırılması da yapılmış bazı yazılarında. Eğitim sistemimizde yapılması gerekenler, yapılanlar ama kıymeti bilinmeyenler anlatılmış.

İnanın geçen onca yıla rağmen değişen hiçbir şey yok. 

20 Kasım 1953 tarihli yazısında "Atatürk Gençliğine sesleniyor Hasan Ali Yücel;

"Unutmıyalım ki, (orjinal metinde yazım bu şekildedir) Atatürke bağlılık, onun fikirlerine bağlılık demektir. Onun başlıca fikirlerinden biri de çalışmak, kendini kıymetlendirmek ve böylece başarıya varmaktır. Gençlerimiz hocaları onları köprü geçirir gibi sınıf atlatsalar bile, bir şey öğrenmedikçe bu kolay yükselmeyi gerçek bir ilerleme bellemezler. Hala içimizden mesela Nobel mükafatı kazanmış bir bilgin, bir şair, bir filozof, bir diplomat çıkmadı. Milletlerarası takdire yücelmiş insanlara hasretimizi dindiremedik. Ümidimiz, gençlerde; biz olmadık; onlar olurlar diye...Şimdi bu bakımdan sevgili Atatürk gençliğine sesleniyoruz:
İş başına!..." 

Denememeler - Ferhan Şensoy

Selçuk Aydemir'in bir yazısında övgüyle bahsedilen kitabını, Datça'da "Haziran Hareketi" isimli "ihtiyacı olan alsın" kitap oluşumunun tezgahında görünce hemen atladım aldım. Haziran hareketi, Datça sahilde yaz aylarında kurulan bir etkinlik. Küçük bir standı var. İsteyen kitap yardımı yapıyor, isteyen de buradaki kitaplara ücretsiz sahip olabiliyor.

İşte ne zamandır almayı planladığım ama bulamadığım "Denememeler" e burada rastladım. Hemen okumaya başladım. 90'larda yazılmış mizah unsuru yüksek denemeler'den oluşan kitap 61 kısa yazıdan oluşmuş.Anı, deneme karışık anlatılar var. Bazıları çok hoşuma gitti, bazıları değil. Ferhan Şensoy'un kendine has anlatımı,  kelimelerle oynaması yazılara kendince Ferhan Şensoy anlamı katmış. Başka yazılar arasında bu Ferhan Şensoy'un yazısıdır diyeceğiniz bir karakter oluşmuş yazılarda. Bu tarz yazılar sevenler için okunması gereken kitaplardan. 

İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına - Furüğ Ferruhzad

İranlı Şair Furüğ Ferruhzad'ın şiir kitabıdır İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına. Aynı adı taşıyan uzun bir şiirle başlayan kitabında yıllarca gördüğü kötü deneyimler, eziyetler, yalan ve dolan karşısında kendini her zamankinden daha çok yalnız hissediyor ve soğuk mevsimin başlayacağına inanıyor. Kış, soğuk ve ölüm. Bunların üçü de mevsimlerin sonudur. Tabiat mevsimlerinin sonu kış, yaşam mevsiminin sonu ölüm. 

"İnanalım
İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına
İnanalım hayali bahçe harabelerine
İşsizliğin baş aşağı düşmüş oraklarına
Ve tutsak tohumlara
Bak, nasıl kar yağıyor."

"Sevgi sözlerinin arasındaki sessizlikler kadar çıplağım
Ve aşktandır benim bütün yaralarım" diyor.

"Kuş Ölümlüdür" çok bilinen başka bir şiiridir.
Onda da şöyle diyor Ferruhzad:

"Uçmayı hatırla
Kuş ölümlüdür." 

Ne çok anlam içeren iki satır.

Uzun şiirlerinin arasında göze çarpan, akılda kalan, yüreğe ok gibi saplanan çok güzel satırları var şairin. Kolay okunan, düşündüren şiirleri var. Güzel şiirler. Okuyun. 

29 Ağustos 2019 Perşembe

Dans Ediyor Bir Hane - Orçun Türkay

"Orçun Turkay birbirine bağlı 23 kısa metinle kurduğu anlatıda, mekan, eşya ve cansızmış gibi duran insan betimlemeleriyle yaşanmışlıkların karakalem izlerini sürüyor. Bütün zamanları şimdiki zamanda toplayarak evlerin ve eşyanın evreninde baş döndürücü ve kederli bir yolculuk yapıyor" diyor kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında. 

Ben bu 23 öyküyü okudum. Ancak, daha arka kapakta yazan tanıtımdaki anlatımın ne anlama geldiğini anlayamamışken öyküleri ve birbiri ile bağlantısını kitabı bitirdikten sonra da çözemedim.

Okuma Gözlüğü - Öner Ciravoğlu

Okuma Gözlüğü, edebiyatçı, denemeci, araştırmacı Öner Ciravoğlu'nun edebiyatın çok çeşitli alanlarına yayılmış denemelerini bir araya getiriyor. Romanlar, öyküler, şiirler, folklor araştırmaları, incelemeler, bütün bunları yazıp çizenler, okuyanlar konuk oluyor kitaba. 

Kitapta yer alan yazılar Remzi Kitap Gazetesinde yayınlanan yazılarını bir araya getiriyor.
Okuması keyifli güzel anılar ve anlatılar. 

28 Ağustos 2019 Çarşamba

İki Dirhem Bir Çekirdek - İskender Pala

İskender Pala'nın alışılmış romanlarının dışında, günlük hayatımızda kullandığımız deyimlerin nereden geldiğinin tarihsel  hikayesi anlatılmış. İki dirhem bir çekirdek, İpe un sermek, abayı yakmak, ağzından baklayı çıkarmak, balık kavağa çıkınca ve daha nice deyimlerin komik hikayeleri. Okurken eğleneceğiniz bir derleme olmuş. Belki de bazı deyimleri ilk kez duyacaksınız. Yanlış bildiklerinizin de doğrusunu öğreneceksiniz.

Kitaba adını veren deyimin ise açıklamasından kısa bir bölüm:

"Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar, mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir.

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Yüzbaşının Kızı - Puşkin

Puşkin'in bu kitabı bir subay ve yüzbaşının kızı ile arasında geçen aşkı anlatıyor. Rusya'nın savaşlarla,çetelerle,baskınlarla uğraştığı bir dönemde bir babanın oğlunu geçmişte tanıdığı bir yüzbaşına göndermesiyle başlayan roman heyecanlı gelişmelerle devam ediyor.Hem askerlik yapmak hem de olgunlaşmak amacıyla ziyarete giden subayımız yüzbaşının kızıyla yakınlaşır ama bu kıza aşık başka bir erkeğin varlığı iki askeri birbirine düşürür,sürekli karşı karşıya gelirler. Çatışmalar sırasında kahramanımızın başına bazı sıkıntılar gelse de geçmişte iyilik yaptığı bir adam sayesinde aksiliklerin bazısını atlatmayı başarır.


Altını çizdiğim cümleler ise şöyle:

"Elbiseni yeniyken, şerefini gençken koru."

"Benden daha iyisini bulursan beni unutursun,

Benden daha kötüsünü bulursan beni hatırlarsın."

"Bir gün bu yazdıklarım eline geçerse, en yararlı, en köklü değişikliklerin, ancak ahlakların düzelmesi yoluyla, hiçbir zorlayıcı sarsıntı olmadan gerçekleşenler olduğunu unutma."


"Barışın kötüsü kavganın iyisine yeğdir."

İnsancıklar - Dostoyevski

Kötü bir olay yaşamış ve bundan saklanmaya çalışan Varvara Aleksiyevna  ile Varvara'ya sahip çıkmaya çalışan, iyi bir hayat yaşaması için tüm imkanlarını kullanan, kötülüklerden korumaya çalışan ve saf sevgi ile seven uzaktan akrabası, fakir ve orta yaşlı bir memur olan Makar Alekseyevich'in  mektuplaşmasını konu alan bir kitaptır. 
Mektupların içeriği, günlük yaşantılarındaki olayları, bu olayların kendilerinde bıraktığı izleri ve birbirlerine karşı hissettikleri duyguları içermektedir. Ayrı zamanda Makar'ın saygılı ve çekimser bir üslup ile Varvara'ya duyduğu aşkı anlatmaktadır.
Burada anlatılan kişiler, olaylar aynı zamanda dönemin Petersburg hayatına da ayna tutmaktadır. Geçinme derdi, yaşam koşulları, yoksulluk gibi olaylar iyi işlenmiştir.
Dostoyevski'nin 1846 yılında yazmış olduğu bu roman yazarın ilk romanı özelliğini taşımaktadır. Ayrıca Dostoyevski'nin edebiyat dünyasına sağlam bir giriş yapmasına vesile olmuştur. İlk Rus toplumsal romanı sayılır.

Altını çizdiklerimden:

"Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Zavallı ve mutsuz insanlar daha kötü olmamak için birbirlerinden uzak durmalıdırlar."

"Acı, tatlı anlar hep üzüntü kaynağıdır, en azından bana öyle gelir ama bu üzüntü bile tatlıdır. Kalbim ağırlaştıkça, içim sıkıldıkça, hüzünlendiğimde, tıpkı sıcak bir günün ardından gelen nemli gecede çiğ tanelerinin, güneşte kavrulan zavallı, solmuş çiçeği tazeleyip canlandırması gibi anılar da kalbi canlandırır ve tazeler."