Bu Blogda Ara

30 Haziran 2021 Çarşamba

Refet - Fatma Aliye

 Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakteridir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan, yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuruz. Konusu bağlamında, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanına ilham olduğu söylenir. 

Refet, farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatan, kurgusu ve diliyle bir klasiktir.

Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi akıl olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuyoruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.

"Hem de ancak bizim gibi fakirler öğretmen olurlar. Zenginler öğretmen olmak için okumazlar. Bilgi edinmek için oraya gelirler."

"Herkese kendini sevdirmenin, herkes tarafından hürmet görmenin yalnız güzellikle olmayıp, çalışmakla, kazanmakla, öğrenmekle, ilim bilmekle de olacağını göstermek istiyorum. Bu sevilmenin, bu rağbet görmenin öyle kaybedilebilecek, çalınabilecek bir servete, gençlik alemine özgü geçici güzelliğe benzemediğini anlatmak istiyorum. Onlar sahiplerini alınlarını buruşturdukça, saçları ağardıkça, vücut pörsüdükçe terk eden vefasızlardır. Onlar bana rağbet etmemişlerse ben de onlara tenezzül etmiyorum! Benim kazanmaya ve ele geçirmeye çalıştığım huylar ve erdemler ise en büyük ve en güzel süsleri derin düşüncelerle buruşmuş alın ile ilim  uğrunda ağarmış saçlardır."

"-Bilmelisin elbette! Yalnız ölümünü hayal edip duruyorsun! Halbuki sen, o yok olmasını arzu ettiğin vücuda tamamıyla sahip olmadığını anlamalısın. Seni okul bunun için eğitti. Sana devlet bu kadar para serf etti. Öyle hocaları nerede bulup da ders alabilirdin. Onların içinde öyle öğretmenler var ki onlardan parayla ders alsan ayda binlerce kuruş sarf etmek lazım gelir. Şimdi devlet senden istifade edecek. Binlerce vatan evladının eğitim ve öğrenimi senin görevin oldu. Sen daha sana verilen emeğin hakkını ödemedin! Senin yetiştiğin gibi çoklarını daha yetiştirmeden kendine sahip oldun mu zannediyorsun? Bari bir kaç tanesinin eğitim ve öğrenimini tamamla da ondan sonra vücudunun lüzumsuzluğundan bahset."

26 Haziran 2021 Cumartesi

Al Beyaz Mavi Beyaz - Andreas Politakis

Andreas Politakis. Türkiye ve Yunanistan halkları artasında dostluk, yakınlaşma ve barış çabaları ile tanınan Yunan gazeteci, yazar, mühendis. Bu kitabında Türk-Yunan ilişkilerinin dostluk ve barış içinde sürmesini amaçlayan Yunanistan'daki çeşitli gazetelerde çıkan yazılar, söyleşi metinleri ve kendi düşüncelerinden oluşan yazılar derlenmiş. Konuya hem Yunan hem de Türk tarafından tarafsız bir gözle bakan yazar Halkların arasında bir sorun olmadığını ve sorunu siyasilerin yarattığı düşüncesinde. Ona göre siyasiler Venizelos ve Atatürk'ün ilk temellerini attıkları dostluğu devam ettirebilselerdi her şey daha güzel olabilirdi. Büyük bir Mustafa Kemal ve Venizelos hayranı olduğunu da belirmeliyim.

Çeşitli yazılardan derlenen yazıların altını çizdiğim bölümleri:

"Mustafa  Kemal, Anadolu'da bizi yendi ve bu gerçekten de oradaki Rumların felaketi oldu. Ama unutmayalım ki, oraya çıkan bizdik. Oynadık ve yitirdik."

"Yeni Türkiye'nin mimarı, Küçük Asya galibi Mustafa Kemal'dir. Bizim için Venizelos Neyse, Türkler için de belki daha fazlasıyla Atatürk odur. Türkiye toplumunda, 'Kemalist Devrimler' daha derin ve daha yaygın bir etki bırakmıştır. O halde, Türk halkıyla dostça ilişkiler kurmak istiyorsak, kahramanlarının anısına saygı göstermeliyiz."


"Bölgemizde barışa yönelik tehlikeler, Türk politikacıların Mustafa Kemal'i Yunanlılarınsa Venizelos'u unutmaları dolayısıyla ortaya çıkmaktadır."

...Konuya daha derinlemesine ve uzun erimli olarak bakılırsa, Türkiye'nin kalkınmasının Yunanistan'ın yararına olduğu görülecektir. Türkiye, bugün karşı karşıya bulunduğu ekonomik zorlukları aşmalı ve belini doğrultmalıdır. Bunu başarabilmesi için göreceği desteğe bağlıdır. Bizlerin konuya ilişkin düşüncesi, bu başarıyı gönülden arzulamak olmalıdır. Yoksulluk ve ekonomik çıkmaz iki kötü kılavuz olup ülkeleri ümitsizce çıkışlara iterler. bölgemizde barışın korunması ve iyi komşuluk ilişkilerinin gerçekleşmesi, çevre halkların gönencine bağlıdır. Dolayısıyla, Türkiye'nin mutluluğunu ve kalkınmasını istemek, barışı ve kendi haklımızın esenliğini istemekle eş anlamlıdır. Her türlü karşıt düşünce, Yunanistan'ın ve Yunan halkının doğru hesaplanmış çıkarlarına bağlıdır."

"Konsoloshanenin mühründeki 'Konstantinopolis' yerine 'İstanbul' yazılmasını Venizelos'a dayatmak, Selanikli Mustafa'nın aklına nasıl da gelmedi acaba? Tarihten, eskiden kalma isimleri silmeye çalışmakla hiçbir şeyin kazınamayacağını, yaşanıp bitmiş her şeyin yanıbaşımızda olduğunu bu 'işgüzar' görevlilere' anlatmak için Mustafa Kemal olmalı ve çelik mavisi gözleri ile şöyle bir bakıvermeliydi..."

"Mantıksız nedenlerle yaratılan gerginlikler...Ne yazık ki, neyin ne olduğunu bilmeyen kendi halinde yurttaşları etkilemeyi başarabiliyorlar."





24 Haziran 2021 Perşembe

Kara Kitap - Suat Derviş

Gotik edebiyat denilince Türk edebiyatının akla gelen ismidir Suat Derviş. Gotik tür, edebiyatta kendisini korku arka fonu ile gösterir. Bu korku, fantastik hikayeler ile ve kimi zaman da doğa üstü olaylar ile ortaya çıkmaktadır. Gotik türde hakim olan kavram karanlık ve derin kişilik çatışmalarıdır.
Bu kitapta gotik edebiyat kapsamında ele alınabilecek dört eseri Kara Kitap, Ne Bir ses...Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi ve Fatma'nın Günahı bir kitapta birleştirilmiş. Dört kadının hikayesinin anlatıldığı dört eser.

Hasta bir genç kız olan Şadan, güzelliğinden dolayı acı çeken Fatma, bir babayla oğlu arasında kalan Zeliha ve kocasına çok aşık olan Zehra... 
Kitapta epeyce Osmanlıca sözcük olduğundan kitabın sonunda da bu kelimelerle ilgili geniş bir sözlük de var.

Kitaptan bazı alıntılar.

"Hele bu gece yüzünde tuhaf bir hal var. Gözkapakların pembe ve hummalı. Sonra yüzün her zamandan daha solgun. Bu kırmızı elbiseler mi sana çok yakışıyor, yoksa şömineden çıkan ışık mı, bilmiyorum."

"Bu dünya... bu endişeler, bu korkular, bu kederler, bu tebessümler bana yabancı mı? Bunların hepsini tanıyor muyum? Ben bunların hepsini yaşamadım mı? Hayat, benim için sonu pek iyi bilinen bir kitabın kıraatine benziyor. Onda bilmediğim, anlamadığım, evvelce hissetmiş olduğum bir şeycik yok."

"Kocamın ıslak elleri ellerimi tutmaya uğraşıyor. Ne bende ne de bütün bu gecede dehşetimi haykıracak, imdat dileyecek bir ses yok! Bir nefes yok! Ne bir ses...ne bir nefes..."

"Asabım ne kadar hasta. Şimdi bu resim kımıldanacak, canlanacak zannediyorum ve eğer şimdi canlanıp odanın loşluğu arasında bana doğru ilerlese, ocaktan dökülen bu kızıl ziyayla gözleri daha fazla yansa korkmayacağımı zannediyorum."

"Hastayım, ölüyorum. Bana gideceğim karanlık yoldaki doğruyu öğretiniz, diye yalvarmak istiyorum. Asırlardan beri kendilerini yoran, hırpalayan bu alimlerin, bu yüz binlerce değişik içtihada malik olan insanların hangisi daha fazla hakikate yaklaşmış? acaba hangisi benim aradığım ve korktuğum hakikati bulmuş? Acaba hangisi kavi bir emniyet ve itimatla yaşamak budur, ölüm budur demiş? Koca ciltleri kucaklayarak yere koyuyor, sehpanın üzerinden şamdanı alarak ciltlerin yanına yerleştiriyorum. Halının  üstüne uzanıyorum. Sayfaları titrek ellerle karıştırıyorum.
Bu acayip harflerin, bu yabancı yazıların manasını anlamamaktan mütevellit bir hiddet beni bunaltıyor."

"Hiçbir şeyden şüphe etmedi. İşte, bu gece...bu gece Celal inanılmayacak şeyler söylüyor, bu gece Celal ona...
-Seni sevmedim. Seni hakkıyla sevmemiştim, diyordu.
İşte, hala ikisi de yaşıyorlar, zelzeleler olmuyor, dünya yanmıyor. Bu mavi, sarı, beyaz şehir yıkılmıyor. Kendisi çıldırmıyordu. Her şey...her şey eskisi gibiydi. Hiçbir şey değişmemişti.
Fatma istiyordu ki yıldızlar birbirine çarpsın, gökler parçalansın, küreler kırılsın, dünya, feza, kainat, hercümerç içinde kalsın, güneşler sönsün, kıyamet, kan,ölüm ve ıstırap kıyameti kopsun. Halbuki her şey sükun içindeydi."

22 Haziran 2021 Salı

Jurnal Cilt 1 - Cemil Meriç

Yazar Cemil Meriç'in  1955-1965 yılları arasındaki yazılarından oluşuyor. Yazdığı zamanın siyasi ve toplumsal fotoğrafını çekiyor bizlere. Görme engeli olmasına karşılık çok yazan çok okuyan bir yazar. Tanıyanlar tarafından bazen çok sinirli olduğu söylenir. Bunu yazılarında da görmek mümkün. Yıllar geçtikten sonra bile fikirleri hala geçerliliğini koruyan yazılar.

Uzun ve güzel alıntılarımdan bazıları:

"Bu ölümsüzlük tabii ki, beşeri olan her şey gibi, nisbi, ama yeterli ve teselli ediyor. neden yalnızlık bizi ürkütüyor. Ürkütüyor, çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz kanadımız kırık ve bomboş hissediyoruz, öldükten sonra da yaşamak için tanıklar istiyoruz...Çoğu hiç de orjinal olmayan bu düşüncelerle şu sayfaların bekaretini bozmak neye yarar? Kim beni okuyacak? Benzerlerime iletecek hiçbir önemli mesajım yok. Bir vahşi gibi yaşadım, herhangi biri gibi acı çektim. Hayatımda hiçbir fevkalade olay yok; önemsiz hayal kırıklıkları, gerçekleşmemiş rüyalar, yerine getirilmemiş projeler...İşte 38 yılımın iyice sıkıcı ve hiç de ilginç olmayan hikayesi." 

"Entelektel teşhircilik cinsel teşhircilik kadar tiksindirici. Bütün gayretlerimizin ortak bir hedefi olmalı: kendimizi İden'in diktatörlüğünden kurtarmak."

 "Ey karşısında vecitli saatler yaşadığım eski dostum kağıt! Ne zaman dertlerime kulak verecek, ne zaman kafamdakilere makes olacaksın? Fikirler kelebekler gibi, onları hafızaya iğnelemeye kalkınca bir toz yığını haline geliyorlar...Yazabilsem benim de hürriyetim olacak. Belki yaşadığımı ve yaşamaya layık olduğumu hissedeceğim. Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile. Denize atılan bir şişe onlar. Belki dalgalar asırlarca aşina bir ele tevdi edecek onları..."

"Din, aşk, şiir: boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. İnanmayanların inanlara sataşmasında muhakkak bir parça kıskançlık da var Keşke bütün insanlar aynı tanrıya inanabilseydiler. O zaman dünya cennet olurdu.
Sevmek yaşamaktır. Böceklerden kehkeşanlara kadar uzayan bir sevgi...Bütün kainatı ve kainattan daha büyük bir yaratıcıyı sevmek, hem de ruhun ölmezliğine inanarak. Yani ebediyet ölçüsünde bir sevgi. Dinsizlerin ölümü, insanı tahammül edilmez bir yalnızlığa sürüklemekten başka neye yarar?"

"Görmek yaşamaktır, vuslattır görmek. Her bakış, dış dünyaya atılan bir kementtir, bir kucaklayıştır, bir busedir her bakış. Göz bebeklerimizden fışkıran her seyyale mekan canavarını bir anda ehlileştirir. Görmek sahip olmaktır. Gören hangi hakla yalnızlıktan şikayet edebilir? Mevsimler bütün işveleriyle emrindedir, renkler bütün cilveleriyle hizmetindedir. Çiçekler onun için açar, şafak onun için pırıldar. Gütenberg matbaayı onun için icat etmiştir. Hugo o okusun diye yazmıştır şiirlerini. Şehrin bütün kadınları onun için giyinip süslenir. Çocukların tebessümü onun içindir."

"Görenin yalnızlıktan şikayete hakkı yoktur; mevsimler, renkler, çiçekler, şehrin bütün kadınları, bütün çocuklar gören içindir. görmeyen bir insan bozuk bir ampul gibi, manasız, bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski hatıralar olduğu için arada bir karıştırılmaya layık... Çocukken oynadığımız bir taş bebek gibi, atmaya kıyamadığımız acayip bir külçe."

"Gözyaşlarından inci yapmak... Şairim kaderi bu. Bu incilerin bir sevgili kakülünde pırıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı. Benim gözyaşlarım..!"

"Zavallı midye! Seni kayadan söken iraden mi sanıyorsun? İsyan vahim, tevekkül güç. Ama isyansız tarih olmaz, bütün dinler, bütün efsaneler bunu haykırıyor. İblisin isyanı, Promete'nin isyanı...Neden tevekkül güç? Ve Allah insanı yarattıktan sonra istirahate çekildi, insana yükledi vazifelerini, hilkatin son şaheseri insana. Yaratmak, daima bütünün parçalanması. Tanrı kainatla sınırlandırdı kendini ve her varlıkta bir kere parçalandı. İnsan da öyle."

"Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor yurdundan. Hayır, kirlettiği bir odadan kaçar gibi. Unutuyor ki vatanı kenefe çeviren kendisi. Aydın, Tanzimat'tan beri Batı kapitalizminin şuursuz simsarı. Tanzimat bir medeniyetin fethi değil bir ırzın teslimi. Ve aydın harabe haline getirdiği bu memleketin enkazından bir şeyler yüklenip batıya kaçmak istiyor. O enkazla yeni bir bina kurmak güç şey. Ama zavallı dostlarım, dünyanın en güzel coğrafyasını cehennemleştiren biziz. Bavulunuzda, hafızanızda o cehennemi taşıyorsunuz. Kaçış daima zelilanedir. Bu kaçış bir kendini arayış da değil, pervanenin ışığa koşması da. Hürrüyet hürriyet, ne hürriyeti? Mevcut hürriyetleri kullanıyor musun? 1963 Türkiyesi Voltaire'lerin Fransa'sından yüz kere daha hür. Voltaire'ler nerede?"

"...O halde? Tefekkürün her ülkede bir nevi 'martyr' olduğu belki bir vakıa. Ama şehvet dolu bir 'martyr'. Bir ideal için ipe çekilmek ölümlerin en güzeli. Nihayet manastır var Batıda. Yaralanan insan köpek gibi sokağa terkedilmez."

"Söz zehirli bir kama. Ama kelimelerin gönülde açtığı yarayı ancak kelimeler iyileştirebilir: Aşil'in kılıcı gibi söz. Kelimeleri ciddiye almamalı. Bir avuç konfeti onlar. Günlerin rüzgarı hepsini alır götürür. Bir rebabın tellerinden dökülen ses ne kadar rebabsa, kelime de o kadar insan. Kelime şuurun  güneşinde eriyen bal mumundan düşüncelere giydirdiğimiz elbise. Kelime sinen, şahlanan, kanatlanan, kah uçuruma atılan, kah ufuklara süzülen rüya mahluklarının boyunlarına takmak istediğimiz kement."

"Ölmemek için öldürmek mi? Peki öldürürsem ölmeyecek miyim? Belki öldürdüğüm her canlıda ölen kendinsin. Ama bunu ne zaman kavrayacak insan? Ya örs olacaksın ya çekiç diyor Goethe. Çekiç de çelikten, örs de çelikten. Örsle çekiç kardeş. Ne kardeşi? Aynı varlık. Tek varlık. Hakikat bu mu? Harbin hud'a olduğu mu hakikat? Ezilmek istemiyorsan ez mi hakikat?"

"Kitap kainata açılan kapı. Ruh yazının icadından sonra ölümsüzleşti. Ehramlar ahmak bir taş yığını. Granit homurdanır, mermer gülümser. Yalnız kitap konuşur. İnsanı kertenkele olmaktan kurtaran, soyumuzun hafızası. Kaybolmayan mazi. Tanrı bütün nevileri denedikten sonra insanı yarattı. Ve selahiyetlerini ona devretti. Kitap binlerce yılın ötesinden gelen binlerce yıl öteye taşıyan ses. Kitap bütün peygamberlerin mucizesi. Eflatun'u barbardan ayıran okumuş olması. Hepimiz maddenin mağarasına zincirliyiz. Kitap mağaramıza akseden ışık. Pisliklerinden, ölümlü taraflarından sıyrılan insan, yalın kılıç insan. Kalp ve kafa."

19 Haziran 2021 Cumartesi

Cemile - Cengiz Aytmatov

Ünlü Fransız şair ve yazarı Louis Aragon'un "bu hikaye bence dünyanın en güzel aşk hikayesidir" diye nitelediği Cengiz Aytmatov'un 1958'de yayımlanan "Cemile" adlı uzun hikayesi ile birlikte "Öğretmen Duyşen" adlı öykü var kitapta. İki öykü de aynı köyde geçiyor. Kurkur'da. Bu nedenle ikinci hikayenin başında sanki Cemile'nin devamı sanmıştım bu öyküyü de. Gün Olur Asra Bedel'den sonra okuduğum ikinci Aytmatov kitabı oldu. Kısa kısa iki öykü. İlkinde eşi askere gitmiş ve dönmemiş dünyalar güzeli Cemile'nin aile ve toplum baskısına rağmen içinden gelen sesi dinlemesi ile Daniyar'a olan aşkı ve eşinin kardeşinin de bunu desteklemesi ve diğerinde de Kurkur köyünde yaptıkları ile iz bırakan öğretmen Duyşen anlatılıyor. İkisi de güzel, sıkmayan akıcı hikayeler. Diğer Rus romanlarına nazaran Aytmatov romanlarında ve hikayelerinde daha çok kendimizi bulduğumuzu söylemeliyim.

Alıntılarıma gelince:

"Hem konuşmaya ne gerek vardı? İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez..."

"Bir insan kendini gösterecek bir şey yapmazsa, yavaş yavaş unutulur gider."

"Yalnız şunu bilmelisin ki, mutluluk ancak namus ve haysiyetini koruduğun sürece vardır. Bu sözümü sakın unutma!"

"Ansızın çakıveren düşüncelerdi bunlar gelip geçerlerdi. En büyük mutluluğum, Cemile'nin çocuk dudakları gibi aralanmış yumuşacık dudaklarını, göz yaşlarıyla buğulanmış gözlerini seyretmekti. Ne güzeldi: yüzü bir esin, bir tutku kaynağıydı! Duyuyordum bunu, ama tam anlayamıyordum. Şimdi bile kendime sorarım: bir esin kaynağı mıdır aşk; şairlerin , ressamların yabancısı olmadığı bir esin kaynağı mıdır? Cemile'ye baktıkça, bozkıra çıkmak gelirdi içimden; çıkıp yere göğe seslenmek, bağırmak, içimdeki o garip tedirginliği, o garip mutluluğu alt etmek için ne yapmam gerektiğini sormak gelirdi. Galiba bir gün bunun cevabını buldum."

14 Haziran 2021 Pazartesi

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez

Kahramanımız, yaşamı boyunca hiçbir kadınla parasını ödemeden yatmamış yaşlı bir gazeteci. 90. yaş gününde kendine bir armağan vermeye kalkışır. Eskiden tanıdığı  bir genelev patroniçesini arar ve el değmemiş bir genç kızla birlikte olmak istediğini söyler. Ama işler hiç umduğu gibi gitmeyecek, ihtiyarlığının sonunda aşkı bulacaktır.

Yaşlılık, geçip giden ömür ve aşk ilişkileri çok güzel anlatılmış. Bu kısa roman 1982 Nobel Edebiyat Ödülü almış.

Alıntılarım ise şöyle:

"O günden sonra hayatı yıllarla değil onyıllarla ölçmeye başlamıştım. Ellili yıllarım belirleyici olmuştu, çünkü neredeyse herkesin benden genç olduğunun bilincine varmıştım. Altmışlı yıllarım, yanılmak için artık vaktimin kalmadığı kuşkusuyla en yoğun geçenler oldu. Yetmişliler, belki de son yıllarım olabileceği düşüncesiyle korkutucuydu. Her şeye rağmen, doksanıncı yaşımın ilk sabahı Delgadina' nın mutlu yatağında sağ olarak uyandığımda, hayatın Herakleitos' un dalgalı ırmağı gibi akıp giden bir şey olmadığı, ızgaranın üzerinde öbür yana dönüp bir doksan yıl daha kızarmaya devam etmek için tek bir fırsat olduğu gibi hoş bir düşünce geçmişti aklımdan."

"  'Ne yaparsan yap, ama o çocuğu kaçırma' dedi. 'Dünyada tek başına ölmekten daha büyük bir felaket olamaz.' "

"Seks, insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir."

7 Haziran 2021 Pazartesi

Demirciler Çarşısı Cinayeti - Yaşar Kemal

Yaşar Kemal'in okuması keyif veren kitaplarından biri. Çukurova böyle mi güzel anlatılır. O kelimelerin seçimi, adeta dile geliyor otlar çiçekler. Kitabı okurken sanki önünüzde sinema oynuyor, tiyatro oynuyor. Romanın içine giriyorsunuz. Adeta kelimeleri dans ettiriyor. Hiç bitmesin istiyorsunuz. Yaşar Kemal okuduktan sonra diğer romanları okuyamıyorsunuz. Basit geliyor. Yaşar Kemal romanlarındaki bu kelime zenginlikleri sona ermesin, nesillerin devamınca kullanılsın bu isimler, sıfatlar, fiiller. 
Konusuna gelince, Çukurovadaki iki ağa arasında süregelen kan davası anlatılıyor. Ağalık düzeni. Ölüm konusu ön planda. Akçasazın Ağaları üçlüsünün birinci kitabı olan bu eser 1973'te yayımlandı. Mutlaka okunmalı. 

Hangi birini alıntılayayım? Kitabın tamamını mı. İşte bazıları:

 "O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler."
"Derviş Bey bir ağıt tutturmuştu. Yıllanmış, ağır, uzak bir ağıt. Uzun yıllar önce yaşadığı büyülü düşü yeniden yaşayabilmek için durmadan söylüyordu.: "O iyi, o iyi insanlar..."

"Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık!. Şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. Bin iyiyi bir kötüye kul eden..."

"Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı var, insanın yok. Şu dünyada yalnız olan, kimsesiz, çaresiz olan yalnız be yalnız insandır. Herkesin, her şeyin yaşaması, ölümsüzlüğü var, insanın yok. Ağaç, kuş, otlar, böcekler, yılanlar, çıyanlar, hiçbirisi, hiçbirisi yok olmuyor. Ama insan yok oluyor. Çünkü insan kendinde başlayıp kendinde bitiyor. 
Bu kadar yalnızlık, bu kadar kimsesizlik yalnız be yalnız Allaha mahsustur."

"Şu koskoca evrenin en acı çeken yaratığı benim. İnsanlar çok acı çekiyorlar. En beteri ölüm acısını çekiyorlar. Ben daha ilerinin, acı olmayanın, acısızlığın acısını çekiyorum."

"Turnayı alıp götürdüler. Bahçedeki kamış kümesi yağmurda karanlık karanlık balkıyordu. Bir ölüye bakar gibi bakıyorlar. Ölü sayıyorlar. Acıyorlar. Ölüme acır gibi acıyorlar. Ölü büyülü, kutsal bir nesnedir. insan ölüsü."

"Ve turna gökten ölüme düştü. Turna öleceğini bilmez. Turnalar birbirlerine böyle bakamazlar. Turnalar sevinirler, acı duyarlar mı? Ölümü bilmeyen hiçbir şeyi bilmez. Ölümü bilmeyenler yaşıyor da sayılmazlar. Ya ölüm olmasaydı, ya ölüm korkusu olmasaydı? Usandırıcı bir şey...Ölüm olduğu için biraz daha çok yaşamak istiyoruz. Ölüm olmasaydı...Turnaların biraz daha yaşamak tutkunlukları var mı, böylesine, insancasına..."

"Hiç kimsenin ölümden kurtuluşu yok. Benim erken olacak. Bütün çabam birkaç günü daha kurtarabilmek. Birkaç günü bir anı..."

"Hiçbir yaratık, hiçbir yaratık bu kadar acı çekmemiştir. İnsanın acısını hafifleten şey, insanın hiçbir zaman kendi ölümüne inanmamasıdır, derler. Yalan yalan...Herkes ölümüne inanır. En aptallar bile. Ölümüne inanmayan bu kadar sevmez dünyayı. Bu kadar bağlanmaz ona. Ben Sarıoğlu Derviş Bey öldürüleceğime, hem de bir kaç gün içinde öldürüleceğime inanıyorum."

"Beyazıtoğlu:
'Süleyman Bey' demişti. 'Osmanlıya kızma. Göçebelik yarı yabanıllık demektir. Osmanlıya göre. Osmanlı yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmez. Osmanlı ne kazandı, ne yitirdi bundan, ne kendi bilir, ne kimse... Artık dünyada göçebe kalmadı. Bak, Frengistanda hiç göçebe var mı? Yerleşmek zorundayız Süleyman. Biz yerleştik kötü mü ettik? Bir küçücük aşiretin beyi iken koca Maraşın Beyi olduk. Sen de yerleşeceksin..' "

"Uzun yıllar sonra karşısına ak sakallı, uzun bıyıklı, güzel gözlü bir piri fani, Alevi dedesi çıktı. Ona söyledi ki, her şey ne kadar ölümse o kadar yaşamdır. Bu tek yönlü olamaz.
Ve dede kızdı, onu aşağıladı:
'Sen kötü bakıyorsun dünyaya,' dedi. 'Hayır, sana kötü bakıyorsun demeyim. Kötü bakıyorsun demek yanlış. Tek yönlü bakıyorsun. Baksana, ölümden daha güçlü olan yaşamdır. Yaşam yoksa, hiç bir şey olmayacak. Yaşam olduğu için ölüm de vardır. Her şeyin, tekmil
evrenin başı yaşamdır. Sürüp giden ölüm değil, yaşamdır.' "

"..Kimin ne zararı olmuşsa tespit ettireceğim, herkes zararını alacak. Ben buna yanmıyorum. Düşmanımın bu kadar alçalışına yanıyorum. Akyollu soyu bu kudurmuş adama gelinceye kadar böylesine bir alçaklığa hiçbir zaman başvurmadı. Biz de Akyollular gibi düşmanımız var diye, her zaman övündük."

"..Ölüm zor. Yeter gayrı. Allahın verdiği canı kul almasın. Allahın bile can almakta hakkı olmamalıydı. İnsanın can vermesi büyük haksızlık. Anladın mı Mustafa? Sen ana olmadın, siz ana olmadınız da can kıymeti bilmezsiniz. Bir ana bilir can neymiş. Bir can değeri neymiş. Anladın mı Mustafa? Allahın bile can almaya hakkı olmamalıydı. İnsan yaptığı en güzel, en şirin, en onurlu, en görkemli şeyi kendi eliyle öldürür mü? Öyle değil mi Mustafa? Bu Allahın işi de iş mi? Halbuki Mustafa, siz, siz o güzel yapıyı Allahtan önce yıkıyorsunuz. Kıyılır mı insana bre Mustafa? Bak Murtaza öldürüldü. Bir yağmurluk gün..Öldürmeyin  Mustafa. Ölüm batsın."

"..Biliyor, diye düşünde, kertenkele de biliyor ölümü. Ölümün acısını, boşluğunu biliyor. Her kim ki, hangi canlı ki korkuyorsa, o ölümü biliyor. Otlar da, ağaçlar, kelebekler,böcekler de ölümü biliyor. Yalnız ölümün boşluğunu bilmiyorlar, acısını, acısının ötesinde boşluğunu bilmiyorlar."

6 Haziran 2021 Pazar

Çıkrıklar Durunca - Sadri Ertem

"Çıkrıklar Durunca" yazarın ilk romanıdır. Roman 1929'da Vakit Gazetesinde tefrika edildikten sonra 1930' da kitap olarak basılmıştır.

Çıkrıklar Durunca edebiyatımızda toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yazılmış ilk romandır.

Roman, hem ekonomi-politik hem Alevi inancı çevresinde Hazret-i Ali kültünü işleyen hem de sömüren-sömürülen bağlamında Osmanlı Devletinin sosyal düzeninin gerçekçi bir eleştirisidir.

Roman bu nedenlerle arkasında yansıttıkları açısından dikkatli ve düşünerek okumayı gerektirir. Dilinin biraz ağır olması, yani günümüzde kullanılmayan sözcükleri içermesi okumayı zorlaştıran nedenlerden oldu benim için. 

Kitaptan alıntılarım ise şöyle:

"Devlet bir şahindir, bir kanadı ordu, bir kanadı işçidir. Kanadı kopuk şahin uçamaz, çöplükte sürünür..."

"Açılmayan kapı olmaz; açmasını bilmeli...Merhamet, şiddet, zeka, ilim hatta cinayet dostum yalnız bir şey içindir. Muvaffakiyet.."

"Sıddıkzade nargilesini tokurdattı, mor fesini tahta kalıbın üstüne yerleştirdi, yayılmış tiftik postu üstünde, çekme potinlerini çıkardı, rahat rahat bağdaş kurdu, şalvarını düzeltti, gerindi tembel, hantal bir bakışla etrafa bakındı."

"İnsanın soytarı olmadan, başkalarını güldürmeden, başkalarının hodbinlerini şahlandırmadan sevimli olması ne güç şeydir."

"-Baba.. Zina edenleri, hırsızları, soyguncuları, orospuları, pezevenkleri bir tarafa; zayıfları, kimsesizleri, bir tarafa koyup; iyileri kötülere dövdüren bir Allah anlamıyorum."

"..Sıddıkzade kazanacak, kar edecek, bir çeşme yaptıracak. Ömrünün sonunda yapılan bir çeşme yüzünden, kıyamete kadar herkes onu rahmetle anacak.... İnsan zengin oldu mu rastıklayıp, sürmeleyip Allah'ı bile koynuna alsa günahı kalmayacak."

"Sevgimizi, çocuğumuzu kaybetti iseniz, bilirsiniz. Yataktaki vücudun izleri, yastıktaki kırışıklıklar, yorgandaki yar kokusu sizi onlara dokunmaktan meneder, onları bozmaktan, onları düzeltmekten korkarsınız. Bir çalı, bir minder, bir avuç pamuk şilte ve yarım arşın yün örtüye sahip olmayanlar için ancak bir bahar mevsimi vardır, bir döşek hatırasını ancak o zaman canlandırır. Onun için ot mevsimi Hasan'ı yaktı, harap etti."

"-Bir kadın evvela seviyorum der. Erkeğin kollarına yaslanır. tenini teninin ateşine bırakır, fakat sonra birden vazgeçer bir başkasını daha güzelini düşünebilir. Kim temin eder ki bu kadın da böyle değildir. Kadın erkekteki şüpheyi sezdi."