Bu Blogda Ara

İş Bankası Kültür Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İş Bankası Kültür Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2024 Pazar

Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları - Hulusi Turgut

Çok genç yaşta Atatürk´ün silah ve mücadele arkadaşı, vefatına kadar da onun en güvendiği dostlarından, sırdaşlarından olan Kılıç Ali, kendi gözünden ve kendi yaşadıklarından, tanıklık ettiği olaylardan yola çıkarak Kurtuluş Savaşı ve sonrasını anlatıyor... Asıl adı ASAF olan KILIÇ ALİ'nin oğlu Altemur Kılıç´ın gün ışığına çıkardığı belge ve anıları, gazeteci-araştırmacı Hulûsi Turgut derledi.
Ben, sözünü edeceğim olayları tarihtir diye anlatmayacağım. Bu, gelecek nesillerin işidir. Benim yazdıklarım tarih gerçeklerini aydınlatacak bir kaynak olursa ne mutlu bana.
İstiklal Savaşını merak edenlerin, ilk ağızdan anlatılan anıları dinlemek isteyenlerin mutlaka okuması gerekli olan bir kitap. Kitap dört bölümden oluşuyor. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, Cumhuriyet ve Devrimler, İstiklal Mahkemeleri ve İzmir Suikastı ile Mustafa Kemal Atatürk. Son bölümde ise fotoğraflara yer verilmiş.
Kitabın başında Kılıç Ali'nin oğlu Altemir KILIÇ'ın  yazdığı önsöz niteliğinde bir bölüm var.  Buradan Kılıç Ali'nin  asıl adının Asaf olduğunu öğreniyoruz.

Kitaptan akılda kalan satırlar ise şöyle:

Karşısında yer göstermişti. Önündeki kağıdı uzattı. Bu, benim kısa bir özgeçmişimdi.
Ve ismi karşısındaki, asıl adım Asaf Tevfik silinmiş, onun yanındaki, Harbiye'nin geleneği gereği nüfusa kayıtlı olduğum Beşiktaş'ın Kılıç Ali semt adı kalmıştı. Beğendiği bir şeyi yaptığı zaman gözlerini daha da renklendiren bakışı üzerimde dolaştı:
"Artık Asaf Tevfik yok . . . Sadece Kılıç Ali var . . . Ne güzel isim . . . Malumundur ki, Hazret-i Ali'nin diğer adı da Kılıç'tır. Hem de Allah'ın keskin kılıcı . . . Böyle bir birleşme olur da insan Asaf'ı falan nasıl taşır? Hele senin gibi savaşmış bir asker olursa . . . "

"Sıra, bağımsız statü ile Fransız mandasına terkedilecek Antakya-İskenderun'a gelince yüzüme uzun uzun baktı. Paşa'nın yanında gülemezdim. Nasıl oldu bilmiyorum ağlamaya başlamıştım...
 Bakışları üzüntü ve sevgi doluydu.
 O tarihlerde çeketin üst cebinde taşınan beyaz mendilini çıkardı ve zannederim, evet zannederim, hatta ısrar ederim, gözyaşlarını belli etmemek için güldü :
 ''Al sil şu gözyaşlarını çocuk !.. Gerek yok buna. Hepsini karışına kadar geri alacağız. Önce şu işgali başımızdan defedelim. Yunan'ı ezmek için güneyde rahat etmeye ve o topraklara sahip olmaya mecburuz.''
  Rahatlamıştım.
 Neyin, ne zaman, nerede yapılacağını kim O ' nun kadar bilebilirdi ki ..."

"Atatürk'ün sofrasında yapılmayan, yapılmasına izin vermediği tek şey dedikodu idi."
  
Gazi, ''Halkın kurtardığı Türkiye devletinde diktatörlük yoktur, olmayacaktır, çünkü olamaz'' diye bağırıp dururken, muhalif grup üyeleri Gazi'yi  önüne geçilmez korkunç bir diktatör olarak tasvir ediyor, Gazi aleyhinde haksız ve insafsız propagandalar yapıyorlardı.

"Bir öğretmen bir başka soru soruyordu:
"Paşam, din gerekli bir şey midir? Hilafetin kaldırılması iyi mi olmuştur? "
Atatürk yine sakin bir tavırla bu soruyu da cevaplandırıyordu:
"Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir.
Dinden maddi çıkar sağlayanlar menfur kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Din ticareti yapan bu gibi insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin asıl mücadele ettiğimiz ve edeceğimiz bu kimselerdir.
Hilafete gelince; işin garibi bazı arkadaşlardan, özellikle dışarıdan bana hilafet teklifleri gelmiştir. 'Siz halife olunuz' demişlerdir. Ben bu tekliflere daima gülerek cevap verdim. Hilafet gereksiz, hatta zararlı bir kurum haline gelmişti. Bundan beklenilen amaçlar gerçekleşmemiştir. Dünya Savaşı'nda gördük: Müslümanlar halife ordularına karşı savaştılar. Halife ordularını Suriye' de arkadan vuranlar oldu. Bunlar aynı halifeye
karşı, gönderilen Türk askerlerini şehit etmişlerdir. Hilafet yararlı konumunu korusaydı, İslam dünyasının buna sahip çıkması, saygı göstermesi gerekirdi. Dinle hilafeti birbirinden ayırt etmek gerekir. Birincisi ne kadar yararlı ise, ikincisi o kadar gereksiz olmuştur. Hilafeti kaldırdığımız günden beri kimsenin buna sahip çıkmaması, Müslüman dünyanın halifesiz de yürüyeceğine ve yürümekte olduğuna en güzel örnek değil midir?"

"Kut-ül Amare Muharebesi'nde esir edilen Ingiliz Generali Townshend, 12 Haziran 1922'de Adana'ya gelmiş, oradan Istanbul'a geçerken Konya'ya uğrayarak, Batı cephesi karargâhından dönen Mustafa Kemal'le buluşmuştu.
Uzun uzun konuştular. Townshend, ayrılırken, Türk Başkumandanına şöyle dedi:
"Ben sizi Napolyon'a benzetiyordum. Hayır! Tam değil... Belki kesin kararlılığımız, strateji debanızla onunla rahatça mukayese edilebilirsiniz. Ama siz öyle başkalıklar var ki, şu anda kararımı verdim: Her büyükten bir parça almış bir büyüksünüz!.."

"Atatürk,  Mussolini ve Stalin mareşal üniformasını giydikleri zaman, ''  Üniformayı giymek kolay, fakat onu taşımak güçtür ''  demişti."

"Cumhuriyetimizin, milletin ruhundan kaynaklanan prensiplerimizin bir bedenin ortadan kaldırılmasıyla zedeleneceğini  düşünenler, çok hafif beyinli zavallılardır. Bu gibi zavallıların,Cumhuriyet'in adalet ve kudret pençesinden hak ettikleri cezayı almaktan başka nasibeleri olamaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır. Ve Türk milleti, güvenlik ve mutluluğunu zemin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir."

“Arkadaşlar bu rakıyı vaktinde padişahlar da içerdi.Onlar da her türlü eğlenceyi yapardı.Yalnız aramızdaki fark, onlar saraylarının dört duvarı arasına gizlenip müraice içerlerdi.Ben ise Aziz milletimin huzurunda yapıyorum ve şerefimle içiyorum.”

Bir gün Salacak ile Harem arasında motor gezintisi yapıyorduk. Atatürk, Salacak'ın çorak sırtlarına bakarak dedi ki:
"Şu sırtlara şimdiden çam fidanları dikseler, zamanla orman haline gelir. Memlekete girenlerin gözlerine güzel bir manzara çarpmış olur."
İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ yakın dostumdu. Kendisini çok severdim. Atatürk'ün bu arzusunu hemen naklettim. O da on, on beş gün içinde sırtları ağaçlandırmaya başladı. O günlerde tesadüfen yine aynı yerden motorla geçiyorduk. Ağaç dikme faaliyetini gören Atatürk, bana sordu:
"Ne o? Sırtlarda bir faaliyet var Kılıç?"
"Galiba ağaçlandırılıyor efendim" deyince yüzüme tebessümle baktı:
"Bak bak şuna. Aferin sana çocuk"

Büyük Taarruz sırasında tutsak edilen General Trikopis,General Digenis ve diğer tutsaklar Uşak'ta karargah olarak kullanılan bir evde(şimdi müzedir) Gazi'nin huzuruna çıkarılır ve Gazi bu yenilgileri tarihte örnekleri olduğunu görevlerini yapmış iseler vicdanen rahat olmaları gerektiğini söyler.Sonra harita üzerinde bazı eleştiriler yapar:"Şurada bir fırkanız vardı.Niçin onu şuraya almadınız?Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere sürmeseydiniz daha iyi olmaz mıydı?". Bu konuşmadan sırasında bir fırka kumandanı yanındaki subaya usulca sormuş: "Bizimle konuşan bu general kimdir?". "Başkumandan Mustafa Kemal!". "Niçin yenildiğimizi şimdi anladım. Bizim Başkumandan İzmir'de vapurda oturuyordu!".

Bir köylüyü Atatürk’e küfrettiği için mahkemeye vereceklerdi. Atatürk’ün iznini istiyorlardı. Atatürk sordu:
“ Ne yapmışım ben?”
“ Gazete kağıdına sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş, eli yanmış, ‘Alsın bunu, içsin bakalım’ demiş, küfretmiş!”
Atatürk bunları söyleyen bakana sordu:
“ Sen hiç gazete kağıdına sarılmış sigara içtin mi?”
“Hayır” cevabını alınca dedi ki:
“ Ben Trablusgarp’ta içtim. Bilirim, pek berbat şeydir. Köylü haklıdır. Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin ediniz!”

"Hayatına herhangi bir şekilde kastedilmemesi için icabında canımızı bile fedaya hazır olduğumuz Atatürk, gözümüzün önünde, güpegündüz, fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor ve kimsenin elinden bir şey gelmiyordu."

"Büyük bir insanın, büyük bir inkılapçının, büyük bir dayanağın zamansız olarak hastalanması hepimiz için büyük bir acı ve büyük bir talihsizlikti. Bütün bir dünyanın bir deha olduğunda ittifak ettiği o büyük insan hastalanmış ve hiçbir zaman korkmadığı ölümle karşı karşıya gelmişti."

Durum ne olursa olsun, artık hiçbir şey önemli değildi.
Çünkü artık Atatürk yoktu.

13 Kasım 2022 Pazar

Atatürk'ün Yanı Başında - M. Kemal Ulusu

Nuri Ulusu'nun kim olduğunu biraz anlatmak gerekiyor; kendisi Atatürk'ün kütüphanecisi. Böyle anılmak istiyor. On iki yıl boyunca bilfiil onun yanı başında en sevdiği yardımcılarından biri olmuş, dil ve tarih çalışmalarında aktif görevlerde bulunmuş, tüm yurt gezilerinde, tatbikatlarda, manevralarda ona eşlik etmiş. Hep derler ya, bir insan olarak Atatürk'ü tanımadık diye. İşte, elinizdeki bu kitap bu eksiği gidererek bizi adeta onun yanı başına götürüyor ve o meşhur sofrasına, esprilerine, gezilerine, dostluklarına, kırgınlıklarına, rüyalarına, ideallerine ve yalnızlığına ortak ediyor. Ancak bununla da kalmıyor, Atatürk'ün din, laiklik, Türk tarihi gibi önemli mevzular hakkındaki düşüncelerine de birinci elden tanıklık ediyor.

Nuri Ulusu'nun oğlu Mustafa Kemal Ulusu'nun uzun yıllar süren araştırmalarını  ilk kez gün ışığına çıkan  fotoğraflarla bir araya getirip derlediği bu kitap, bizlere Atatürk'ün ardımdaki insanı anlatıyor.

Büyük Atatürk'ün on iki yıl hep yanı başında çalışmış , onun ardında tüm Türkiye'yi gezmiş, hastalığında ve ölümünde ise başucunda olmuş babam Nuri Ulusu'nun bana anlattığı ve bizzat yazdığı hatıralarından derlediğim bu güzel, tarihi eserin yeni ve çok genişletilmiş baskısının Türk insanına, bilhassa Türk gençliğine büyük Atatürk'ü, tamamen gerçek yaşantısıyla ve tüm insani yönleriyle tanıtacağına inanıyorum . Babama verdiğim sözü tuttuğum için çok mutluyum. Biz Türk milleti Atatürk'ü hiç unutmadık ve hiçbir zaman unutmayacağız. "Mustafa Kemal Ulusu"

...Atatürk: "Ben de sizler gibi bir insanım, lütfen beni insanüstü ve doğaüstü görmeyin, hepiniz gibi benim de dünyaya gelmemdeki tek fevkaladelik vardır, o da 'Türk' olarak dünyaya gelmemdir."

"... İlk iş olarak Amali Erbaa, Arapça bir işlem adı..."

"Atatürk: "Benim çocuklarım bu kelimeleri anlamaz; çünkü bu kelimeler Arapçadır. Bunu Türkçeye çevirelim... Bundan sonra bunun adı 'Dört İşlem' dir." diyerek devam etti..."

"… bizim çocukluğumuz fakirlikle geçti, elime üç beş kuruş para geçince bunun muhakkak yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim,” dedi."

"Atatürk Nuri Ulusu'ya:"Ne o Nuri oğlum şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilmezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaş başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi cephane taşıdığımız sandıklara kitapları koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini kitaplar alsın." dedi."

"Halkın içinden gelen Türk'ün bu asil evladı, daima çok sevdiği milletinin arasında bulunmaktan çok zevk duyardı. Dolayısıyla da sık sık işte böyle yüzmeye, sahillere, gazinolara, emsal yerlere gider ve buralarda hep birlikte onlarla oturur yer içer, eğlenir, dans ederdi. Onun her şeyi vatanı ve milletiydi. Kimseden çekinmez ve korkmazdı."

"12 yıl yanında, çok da sofrasında bulunduk. Ben ve arkadaşlarım bir gün dahi sarhoş olduğunu, başının düştüğünü hiç görmedik. Hatta bazen çok sinirlendiği zamanda içkisini bırakır, kalkar giderdi."

"O hep 2000'li yıllardaki Türkiye'yi düşünür ve hayal ederdi. Onun görmesine imkân yoktu, herhalde ben de göremeyeceğim. Oğlum, torunlarım görecekler ve kendim gibi biliyorum, tarihimize ilgisizliğin artmasıyla üzülecek ama çok üzülecekler. İnşallah büyük Atamın, Paşamın kemiklerini sızlatmazlar."

29 Nisan 2022 Cuma

Gurabahane-i Laklakan - Ahmet Haşim

Ahmet Haşim'in denemeleri ve kısa öykülerinden oluşan kitap. Kitaba adını veren, en çok da ilgimi çeken Bursa'ya giderken yol kenarında tabelasını gördüğüm öyküsü olan Gurabahane-i Laklakan. Yani garip Leylekler evi. 
Yazarın ziyaretine gittiği ve Bursa'da yaşayan Türk dostu ve sanat meraklısı Gregoire Baille tarafından bahçesinin bir köşesine yapılan bu yapı ile ilgili kitaptaki bölüm şöyle:
 
"O sırada yan yana birkaç odadan ibaret, harap, ufak bir binanın önüne gelmiştik. Mösyö Gregoire Baille:

- İşte gurebahane-i laklakan! dedi. Biliniz ki bahçemin bu köşesi hakikat şeklini almış kendi hayalimdir. Bu harap üç odayla onları çeviren bu bahçe köşesinde ömrümün bu son günleri sükunet ve hayaller içinde geçiyor. Fırsat buldukça buraya sığınırım. Eşim bile bana burada arkadaşlık etmez. Bu inziva köşesinde arkadaşlarım yalnız sakat ve ihtiyar bir iki leylektir. Bilmem Bursa'yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar çarşısının ortasında bir meydan var. Bu meydan sakat bazı hayvanların darülacezesidir. Kanadı veya bacağı kırık leyleklere, bunamış kargalara, kör veya sağır baykuşlara burada halkın sadakasıyla bakılır. Haffaf esnafının aylıkla tuttuğu, belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar elden ayaktan düşmüş bir ihtiyarı; toplanan sadaka parasıyla her gün işkembe alır, temizler; parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır. Haffaflar çarşısındaki leyleklerin bir iki tanesini buraya aldım. Ben de artık bir ihtiyar kuştan farklı mıyım? Bu köşe onlar ve benim için gurebahanedir. Son günlerimizi burada birlikte yaşayıp bitireceğiz.
Onun için binaya "gurebahane-i laklakan" ismini verdim. Gerçekten kanatları kırık bir leylek, beyaz elbiseler giyinmiş bir hasta gibi uzakta, ağaçların arasında üzgün üzgün dolaşıyor ve ikide bir dallar veya yapraklar arasında görünen mavi ve özgür sema parçalarına kırmızı yuvarlak gözleriyle durup bakıyordu."

"Sonra bana bahçesindeki ağaçların ayrı ayrı seçilmesindeki hikmeti anlattı:
- Belki dikkat ettiniz, etrafınızdaki ağaçlar ekseriyetle söğüt ve servidir. Bahçemin ölüm ve ahiret kokusu dağıtabilmesi için bu tür ağaçları tercih ettim. Etraftan burnunuza gelen bu mezarlık kokusu işte bu yapraklardan dağılıyor. Mezarlığı hiçbir millet sizin anladığınız güzel tarzda anlayamamıştır. Frenk mezarlığı ölümün tatlı ve haşin güzelliğini bozar. Orada sanki taşları daha dik ve köşeli yapan buzlu bir hava dolaşır; sanılır ki her ölü süslü ve sağlam mezarının kapısı arkasında bencilce bir hırsla saklanırmış, rahatsızlık veren ziyaretçiye saldırmaya hazırlanmış bekliyor. Hristiyan mezarlığının ağır sükunetinde hissedilen adeta husumettir. Halbuki sizin mezarlıklarınızın havasında her türlü maddi endişenin gerginliğinden kurtulmuş bir tebessüm dolaşır. Müslüman mezarlığında insan her ölü için durup ağlamak ister; o kadar her ölü uysal ve cana yakındır. Mezarlıklarınızı şehirlerin ortasında kurmakta da haklısınız. Bunlar öyle bahçelerdir ki ağaçlarının yetiştirdiği meyveler yaşayanların tatması gereken his ve fikir meyveleridir. Bahçeme mezarlık kokusunu yayacak ağaçlar dikmekle baharını güzle değiştirmek ve ona her  mevsim için fikrin acı lezzetini vermek istedim."

12 Aralık 2021 Pazar

Kendime Düşünceler - Marcus Aurelius

"Stoacı İmparator", "Filozof İmparator" gibi sıfatlarla anılan Marcus Aurelius'un 169 sonları 170 başlarında Tuna Nehri boylarındaki Germen ve Marcomanni kavimleri üzerine çıktığı seferde yazmaya başladığı ve içselleştirdiği, kendisine yöne veren düşünceleri dışa vurduğu bir eser olan "Kendime Düşünceler" Stoacı düşüncenin en tanınmış eserlerinden biridir. Özellikle Roma stoası açısından büyük öneme sahiptir. 
Eserde imparatorun, Stoacılara farz bilinen şeyleri yapmadığına yönelik özeleştirileriyle dolaylı yoldan karşılaşırız. Kimi zaman da dolaylı aktarımla tavsiyelerini ve kendi düşünce yapısını görürüz. Kendinden çok sonraki kuşaklara, kilise düşünürlerine ve Rönesans'a da temel olacak bu metin, Stoa felsefesinin anlaşılması açısından günümüzde de çok değerli bir kaynak sayılmaktadır. 
Marcus Aurelius eserinde bazen tek cümlelik ifadeler, bazen de uzun paragraflar kullanır; bir imparatorun ağzından yazmak yerine sıradan bir yurttaş gibi yazar. (Çevirmen Y.Emre Ceren'in sunuşundan)

Peki nedir Stoa ve stoacılık? Kısaca söylemek gerekirse, stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir.

Kitaptan alıntılarım ya da altını çizdiğim düşünceler ise şunlar:

"Ve aldığın nefesin de ne olduğuna bak: Her zaman aynı olmayan, fakat her fırsatta dışarı çıkarttığın ve yeniden içine çektiğin havadan ibaret."

"Hataları oldukça geniş bir şekilde mukayese etmiş Theophrastos (Peripetik okulda, Aristoteles'in ardılı ve öğrencisi olarak bilinen filozof) bilgelikle yaptığı değerlendirmesinde arzular yüzünden yapılan hataların, öfke yüzünden yapılanlardan daha ağır olduğunu söyler. Çünkü öfkelenen birisi üzüntüyle ve bilinçsiz bir vicdan azabıyla düşünceden sapmış görünür. Fakat arzular yüzünden yanlış yola sapan birisi, yaptığı hatalarda zevk ve tutkunun kölesi olmuş, daha iradesiz ve daha kadınsı biri gibi görünür."

"Yaşayacak on bin yılın varmış gibi davranma. Kaderin başının üzerine asılı. Yaşadığın sürece mümkün olduğunca iyi ol."

"Ey dünya, seninle uyumlu olan her şey benimle de uyumludur. Senin için zamanında olan şey, benim için erken veya geç değildir. Ey doğa, mevsimlerden gelen her şey meyvedir bana. Her şey senden gelir
 her şey sende var olur, her şey sana döner."

"Epiktetos'un dediği gibi, Bir cesedi sırtlanmış ufacık bir ruhsun sen" 

"Zamanın bir anını bile doğaya uygun geçir ve memnuniyetle ayrıl yaşamdan; tıpkı onu yaratan toprağa ve yetiştiren ağaca şükranlarını sunmak için olgunlaşınca yere düşen bir zeytin tanesi gibi."

"Sabahları kalkmayı canın istemedikçe şunu hatırla: 'İnsanlık görevi için kalkıyorum' Eğer bunun için doğduysam, bunun için dünyaya gönderildiysem neden huysuzlanıyorum? Çarşaflara örtülere sarılıp kendimi ısırayım diye mi yaratıldım?" 

"Çünkü ölmek de yaşamdaki bir eylemdir. Bu yüzden de 'şu andan en iyi şekilde yararlanmamız' yeterlidir."

"İntikam almanın en iyi yolu intikam alınacak kişiye benzememektir."

"Dünyada çok değerli olan tek bir şey vardır, gerçeğe ve adalete uygun yaşamak ve yalancılara, merhametsizlere bile böyle yaklaşmak."

"Fikirler kendileriyle uyumlu olan düşünceler yok edilmeden nasıl ölebilir? Fakat onları canlandırmak, yeniden harlamak senin elindedir."

"Şimdi gördüğün her şeyi, evreni yöneten doğa dönüştürecek; bir varlıktan diğer varlıkları ve onlardan da diğerlerini yaratacak, sırf dünya genç kalsın diye."

"Ölüm üstüne: Eğer atomlardan meydana gelmişsek, ayrışmadır ölüm; bir bütünü oluşturuyorsak yok olma veya göç."

"Ölmüş gibi, yaşamın şimdiye kadarmış gibi, kalan günlerini doğaya uygun yaşamalısın."

"İnsanlıktan uzak olanlara karşı, onların insanlara karşı hissettikleri duyguları asla hissetme."

"İnsana, insana özgü olan işler yapmak keyif verir. İnsana özgü işlerse kendi türünden olanlara iyi davranmak, duyguların esiri olmamak, iyiyi ayırt edebilmek, evrenin doğasına ve ona uygun gerçekleşenler üzerine düşünmektir."

"Eşinin karnındaki bebeğinin çıkmasını nasıl bekliyorsan, aciz ruhunun beden denen zardan kurtulacağı anı da öyle bekle."

30 Haziran 2021 Çarşamba

Refet - Fatma Aliye

 Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakteridir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan, yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuruz. Konusu bağlamında, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanına ilham olduğu söylenir. 

Refet, farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatan, kurgusu ve diliyle bir klasiktir.

Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi akıl olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikayesini okuyoruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.

"Hem de ancak bizim gibi fakirler öğretmen olurlar. Zenginler öğretmen olmak için okumazlar. Bilgi edinmek için oraya gelirler."

"Herkese kendini sevdirmenin, herkes tarafından hürmet görmenin yalnız güzellikle olmayıp, çalışmakla, kazanmakla, öğrenmekle, ilim bilmekle de olacağını göstermek istiyorum. Bu sevilmenin, bu rağbet görmenin öyle kaybedilebilecek, çalınabilecek bir servete, gençlik alemine özgü geçici güzelliğe benzemediğini anlatmak istiyorum. Onlar sahiplerini alınlarını buruşturdukça, saçları ağardıkça, vücut pörsüdükçe terk eden vefasızlardır. Onlar bana rağbet etmemişlerse ben de onlara tenezzül etmiyorum! Benim kazanmaya ve ele geçirmeye çalıştığım huylar ve erdemler ise en büyük ve en güzel süsleri derin düşüncelerle buruşmuş alın ile ilim  uğrunda ağarmış saçlardır."

"-Bilmelisin elbette! Yalnız ölümünü hayal edip duruyorsun! Halbuki sen, o yok olmasını arzu ettiğin vücuda tamamıyla sahip olmadığını anlamalısın. Seni okul bunun için eğitti. Sana devlet bu kadar para serf etti. Öyle hocaları nerede bulup da ders alabilirdin. Onların içinde öyle öğretmenler var ki onlardan parayla ders alsan ayda binlerce kuruş sarf etmek lazım gelir. Şimdi devlet senden istifade edecek. Binlerce vatan evladının eğitim ve öğrenimi senin görevin oldu. Sen daha sana verilen emeğin hakkını ödemedin! Senin yetiştiğin gibi çoklarını daha yetiştirmeden kendine sahip oldun mu zannediyorsun? Bari bir kaç tanesinin eğitim ve öğrenimini tamamla da ondan sonra vücudunun lüzumsuzluğundan bahset."

5 Mayıs 2021 Çarşamba

Yeraltından Notlar - Dostoyevski

Dostoyevski'yi Dostoyevski yapan kitaplardan biridir. Genelinde toplumsal eleştiri barındırır. Diğer kitaplarından farklıdır. En azından roman değildir. Bir olay kurgusu içinde değerlendirmedim ben. İçinden gelenleri rahatça dışa vurmuş yazar. Bu haliyle en sevdiğim Dostoyevski kitaplarından biri oldu Yeraltından Notlar.

Yeraltından Notlar, iki bölümden meydana gelmektedir. Kitabın bölümleri ve bu kitabı neden yazdığı konusunda Dostoyevski: “Gerek ‘Notlar’ yazarının, gerek ‘Notlar’ın tamamen hayal mahsulü olduğu şüphesizdir. Bununla beraber, çevremizdeki insanlar üzerinde biraz düşünülürse, bu notların yazarı gibi şahısların aramızda bulunmasının yalnız mümkün değil, muhakkak olduğu anlaşılır. Ben sadece pek yakın bir zamanın sıradan bir tipini daha açık olarak kamu huzuruna çıkarmak istedim. Bu, henüz hayatta olan kuşağın tiplerinden biridir. ‘Yeraltı’ adlı verilen bölümde bu şahıs kendisini, fikirlerini tanıtırken, neden muhitimizde yer aldığını ve bunun neden kaçınılmaz olduğunu açıklamak ister gibidir. İkinci bölümdeyse, bu şahsın hayatına ait bazı olayları anlatan gerçek ‘Notlar’ yer almaktadır” demektedir.

“Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.”

"Nihayet şuna geliyoruz baylar: En iyisi hiçbir şey yapmamak! Bilinçli tembellik hepsinden iyi! Onun için yaşasın yeralt."

"Bence manevi yoksunluklar, bütün maddi azaplardan çok daha ağırdır."

"Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin?" deseler...
"Ben çayımı içtikten sonra dünyanın canı cehenneme" derdim.

"Okumaktan başka yapacak işim, gidecek tek yerim yoktu, çünkü çevremde saygıya layık, beni kendine çekebilecek bir meşguliyet bulamıyordum."

"Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır."

"Saygıdeğer karıncalar gözlerini yuvada açar, besbelli orada kaparlar; bu müspet ve sebatkâr davranışlarıyla da büyük bir onuru hak ederler.Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabi) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere iki dört cinsinden bir formül olan gaye değildir; zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır."

"Evet efendim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur; karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır. Kırk yıllık bir ömürden sonra bu inanca vardım. Kırk yaşındayım artık, şaka değil; kırk yıllık koca bir ömür, ihtiyarlığın ta kendisi. Kırk yaşından fazla yaşamak ayıptır; bayağılık, hatta ahlaksızlıktır! Tüm samimiyetinizle, dürüstçe söyleyin, kırk yaşını kim geçer. Ben söyleyeyim size: Aptallarla namussuzlar. Bunu tüm ihtiyarlara, o saygıdeğer, ak saçlı, mis kokulu ihtiyarların yüzüne de söylerim! Buna hakkım var, çünkü ben de atmış yaşına kadar yaşayacağım. Hatta yetmişe kadar! Seksenimi bulacağım!..Durun müsaade edin de biraz soluklanayım."

"...;umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan." 
 
"Şimdi de kendi kendime şu lüzumsuz suali soruyorum: Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ıstırap mı daha iyidir? Evet, hangisi daha iyi?"

2 Mart 2021 Salı

Ezilenler - Dostoyevski

Severek okuduğum bir Dostoyevski romanı daha. Türk filmlerini aratmayacak konusu var. Karakterlerin isimleri yine diğer romanlar gibi birbirinin aynı. Bu romanda da Alyoşa, Katerina, Nataşa, Vanya ve Petroviç vazgeçilmezi var. Genel konusu itibari ile Çarlık Rusyasının bürokrasi sınıfı ile alt kademeleri arasındaki farklar ve alt sınıfın ezilmişliği garipliği işleniyor. Okurken içine rahatlıkla girebileceğiniz, kendinizi kahramanların yerine koyabileceğiniz bir kitap. 

Bir tarafta geçimini makalelerle, gazete yazılarıyla sağlayan, aşkın bir anlamda özveri olduğuna inanan bir genç; diğer tarafta yeni bir dünya kurmayı amaçlarken elindekileri de kaybeden, imkansızın peşinden koşan, daha da kötüsü babasını üzen bir kız. Kapsamlı  özet yazmak istemiyorum, tadı kaçmasın. Dostoyevski okumak istiyorsanız bu kitaptan başlayın derim. 

Alıntılar çok ama sadece bazıları aşağıda:

"Önce diğer kiracılarla paylaşmayacağım, ayrı bir daire isterken, sonradan bir odanın dahi yetişeceğini düşündüm ama, mutlaka büyük ve tabi mümkün olduğu kadar ucuz olmalıydı. Dar bir evde düşüncelerin de daraldığını fark etmiştim. Oysa ben öteden beri yazacağım hikayeleri tasarlarken odamda dolaşmayı severdim. Aklıma gelmişken söyleyeyim: Eserlerimi tasarlayıp, nasıl kaleme alacağım konusunda hayaller kurmak, oturup onları yazmaya başlamaktan daha çok hoşuma gidiyordu, ama tembellikten değildi bu doğrusu. Nedendi acaba?"  

" 'Tok, açın halinden anlamaz,' derler. Ben, 'Bazen aç olanlar da birbirini anlamaz.' derim."

"Gelecekteki mutluluk uğruna sonuna kadar acı çekmek, onu yeni sıkıntılar pahasına elde etmek gerek. Acı her şeyi temizler. İnsan da yaşamda çok acı çeker."

"Herkes, hepimiz, benliğimizin en gizli köşelerini olduğu gibi açığa
vurabilseydik; başkalarına, hatta en yakın dostlarımıza, sırası gelince kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz ne varsa, hepsini korkmadan ortaya dökebilseydik; dünyayı saracak pis kokudan hepimiz boğulurduk."

"Bir insanın cömertliği ne kadar büyük ve gürültülüyse, onda o kadar bencillik bulunur, hem de en iğrenç, en tiksindirici türdendir."

“Sözlerinde idam sehpasına giden mahkûmun acı umutsuzluğu vardı..”

"Ben bu dünyada keyfince yaşamanın mümkün olduğuna hala inanıyorum. Bu da inançların en iyisidir, zira buna inanmadan kötü bir hayat bile süremezsiniz, zehir içmekten başka çareniz kalmaz."

"..Şey, bilir misin Vanya, senin şu yazdıklarının şiir olmadığına seviniyorum. Şiir, saçmalık birader; yo, itiraz etme inan şu ihtiyarın sözlerine, iyiliğin için söylüyorum: Saçma bunlar, boşuna vakit öldürmekten başka işe yaramaz! Şiir yazmak lise öğrencilerinin işi; şiirler sizin gibi gençleri akıl hastanesine götürür...Gerçi Puşkin büyük şair, kimsenin buna itirazı olamaz! Ama alt tarafı yine de şiir yazıyor, hava-civa yani...Zaten pek az şiirini okudum...Düzyazı başka! Düzyazıda yazar bir şeyler öğretebilir, örneğin vatan sevgisinden, erdemlerden filan söz açabilir...evet! Anlatmasını pek beceremedim ama ne demek istediğimi anlarsın sen; sevdiğim için söylüyorum bunları."

"İhmenev haklıydı, Nelli ağır bir hakarete uğramıştı, yaraları henüz pek tazeydi. Garip davranışlarıyla, bizlere cephealarak gösterdiği güvensizlikle sanki yaralarını deşmek istiyordu. Deyim yerindeyse, acısını körüklemenin verdiği üzüntüden zevk alıyordu."

5 Ocak 2021 Salı

Ölü Canlar - Gogol

 
En sevdiğim Rus yazarları arasında olan Gogol'un Öü Canlar romanını yıllar önce okumuştum. Tekrar okudum. Ölü Canlar'da diğer tanınmış Rus yazarlarının romanlarında olduğu gibi anlatılan konunun etrafında Rus toplumundan örnekler verilir. Yaşadığı yıllardaki ekonomik, siyasal ve sosyal hayat çok güzel betimlemelerle anlatılır. Rus insanının iyi ve erdemli yanlarından çok, kötü ve eleştirilmesi gereken yanları anlatılır. Gogol'da bunu çok iyi yapanlardan biri. 

Çok güçlü tasvirler var romanda. Gerçi genelde çoğu Rus romancılarda rastlıyoruz buna. "Okuyucular" diye başlayan cümleler kurması ise bence, bir anlamda "okuyucuyla iletişim kurmak" olduğu kadar bir anlamda da "bakın ben de buradayım, romanın içindeyim, benim ağzımdan anlatılıyor roman" mesajı vermektir. Bir de asıl konuya ek anlatılan yan konulardaki gereksiz ayrıntılar dikkat çekiyor romanda.

Romanın konusu ise şöyle, Pavel İvanoviç Çiçikov isimli biri , Rusya'daki son nüfus sayımdan sonra ölmüş olan ama resmiyette hala yaşıyor gibi görünen köleleri, onların sahiplerinden canlıymış gibi satın alarak bunları devlete ipotek etmek, devletten de ipotek karşılığında para almaktır. Esasında Rus halkı ölmüş köleleri sattığının farkındadır; ama yine de Çiçikov onlara para teklif ettiği için seslerini çıkarmamaktadırlar. Böylece devletin dolandırılmasında dolaylı yoldan yardımcı olmaktadırlar.

Alıntılar ise şöyle: "Doğpruyu söylemek gerekirse kitabı okurken altını çizdiğim satırlar olmadı. Bunları kitabı okuyanlardan alıntıladım."

"Çocuklarını terbiye edecek baba önce kendisi görevlerini yerine getiren biri olmalı."

"Hayatımız nedir? Çilelerle, dertlerle dolu bir vadi... Dünya nedir? Bir hissiz insanlar kalabalığı..."

"Bu dünyada teselli bulamazsınız. Siz de görüyorsunuz: Düşmanlıklarla, hainliklerle, insanı baştan çıkaran şeylerle dolu bir dünya bu."

"Hoşuna giden, okuduğu şey değil, okumanın kendisiydi."

"Zorla güzellik olmaz: kimine papazın kendisi hoş gelir, kimine de karısı!"

"İnsanların uğrunda birbirlerini yedikleri her şey bir yana bırakılmadıkça,ruh zenginliğine kıymet verilmedikçe bu dünyada da zengin olunmaz.Beden ruhun yerini tutmaz.Doğru yolu bulmak için ölü canları değil,kendi canlı ruhunuzu düşünerek başka bir yolu:Tanrı yolunu seçin..."

19 Aralık 2020 Cumartesi

Beyaz Geceler - Dostoyevski

 İş Bankası Kültür Yayınlarının baskısı olan Beyaz Geceler kitabı içerisinde toplam 5 öyküyü barındırıyor. Bunlar Beyaz Geceler, Başkasının Karısı, Noel ağacı ve Nikah, haysiyetli, Hırsız ve Yufka Yürekli adlı öyküleri. Beyaz Geceler öyküsünde hayalperest bir adamın hayatından 4 gün anlatılıyor. Kitap yazarın doğduğu şehir olan St. Petersburg’da geçmektedir. Başkahramanımız yirmili yaşlarda asosyal yalnız ve hüzünlü biridir. Hayattan kendini soyutlayarak bilime adamıştır kendini. Başkahramanımızın Petersburg'un güneş batmayan 4 beyaz gecesinde tanışıp zaman geçirdiği Nastenka’ya aşık olur ve olaylar ilerler. Dostoyevski denince akla gelen ilk öykülerden. Okunası bir kitap.
Alıntılarım Beyaz Geceler'den:

"Nasıl oluyor da böyle bir göğün altında türlü türlü suratsız, kaprisli insan yaşayabiliyor?"

"Bak dostum, diyorsun kendine, bak artık toprak soğumaya başladı. Bir kaç yıl daha geçecek ve sonra koltuk değneklerine dayanmış titreyen ihtiyarlık, ondan sonraysa sefalet ve terk edilmişlik gelecek. O düşler dünyası  beyazla örtülecek, donacak, hayallerin solacak ve sararmış yapraklar gibi düşüp gidecek..."

"Nastyenkam, ne tavsiyesi istiyorsunuz? Çekinmeden söyleyin; şimdi öyle neşeli, mutlu, yürekli ve duyarlıyım ki, cebimden sözcük çıkarmakta hiç mi hiç zorlanmam."

"Kasvetli, yağmurlu, karanlık bir gündü, tıpkı yaklaşan yaşlılığım gibi."

"Fakat mutluluk ve neşe insanı nasıl güzelleştiriyor! Yürek sevgiyle nasıl da kaynıyor? Sanki kendi yüreğini alıp bir başkasının yüreğine dökmek istiyorsun, herkesin neşelenmesini, herkesin gülmesini istiyorsun. Mutluluk nasıl da bulaşıcı!"