Bu Blogda Ara

27 Mart 2022 Pazar

Otostopçunun Galaksi Rehberi - Douglas Adams

 8 Mart 1978’de BBC radyo 4’de saat 22.30’da bir radyo oyunu olarak ilk bölümü yayınlanan bu hikaye zaman içerisinde hiç kimsenin düşünemeyeceği bir efsaneye dönüşmüş. Radyo oyunları o kadar çok ilgi görmüş ki daha sonra bu hikâye kitaplaşmak zorunda kalmış. İlginin büyüklüğü serinin devamlarının da yazılmasına ve 5 kitaplık harika bir eserin ortaya çıkmasına neden olmuş.

Bilim-kurgu, absürt bilim kurgu severler için güzel kitap. Bilim-kurgunun görsel olanını daha çok sevdiğimden konuya tam odaklanamamış olmam yüzünden belki de ben açıkçası kitabı zorlukla bitirdim. Yazar tarafından zorlukla yazılan dördüncü bölümü özellikle. 

Benim gibi kütüphanesinde binlerce kitap olan birinde mutlaka olmalıydı diye almıştım ama büyük bir zevkle okuduğum söylenemez. Ama çok seveni var ve kült bir eser. Seri beş kitaptan oluşuyor: Otostopçunun Galaksi Rehberi, Evrenin Sonundaki Restoran, Hayat, Evren ve Her Şey, Elvede ve Bütün O Balıklar İçin Teşekkürler, Çoğunlukla Zararsız. Ayrıca buradan yazarı değil de özellikle çevirmenleri tebrik etmek isterim. Böyle bir absürd hikayeyi çevirmenin gerçekten zor olduğunu düşünüyorum çünkü.

Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin başında, bir Perşembe sabahıdır ve ortalama bir İngiliz vatandaşı olan Arthur Dent kötü bir gün geçiriyordur. Otoban geçişine yol açmak için evi yıkılmak üzeredir. Buldozerin önüne uzanmak ve tartışmak hiçbir işe yaramıyor gibi görünüyordur. Kısa süre sonra bunun pek de önemli olmadığını öğrenir çünkü Dünya, Vogons denen bazı kötü uzaylı yaratıklar tarafından yok edilmek üzeredir. Görünüşe göre Dünya, yeni bir hiper uzaysal ekspres yolun geçişi için temizlenmelidir. Bu kötü haberlerin taşıyıcısı, Arthur’un her zaman işsiz bir aktör olduğuna inandığı yakın arkadaşı Ford Prefect’tir. Ford, aslında, 15 yıldır Dünya’da mahsur kalan bir uzaylıdır. Bununla birlikte, gezegenin yıkımından kurtulmak için bir planı vardır: Vogon Constructor Fleet uzay gemilerinden birine otostop çekmek. Ve tam olarak da bunu yaparlar.

Bu arada galaksinin başka bir yerinde, Galaktik Başkan Zaphod Beeblebrox yeni, çok gizli bir uzay gemisi olan Altın Kalp’i çalmakla meşguldür. Zaphod, bir kalabalığın önündeki açılış töreninde gemiyi alıp götürür. Yanında, yakın zamanda Dünya’dan gelen bir Dünyalı kız Trillian ve kronik olarak depresif bir robot olan Marvin vardır. Zaphod ünlü (ve muhtemelen tamamen efsanevi) Magrathea gezegenine doğru ilerliyordur. Yolda, beklenmedik bir şekilde, Vogon uzay gemisinden uzaya fırlatılan Ford ve Arthur’u gemisine alır.

Bazı alıntılar ise şöyle:

"Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı. Üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu  genellikle yeşil renkli küçük kağıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. Bu da tuhaftı çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kağıt parçaları değildi."

“Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.”

Ford Prefect bir an önce bir uçan dairenin gelmesini çok istiyordu, çünkü on beş yıl herhangi bir yerde mahsur kalmak için bile uzun bir zamandı; özellikle dünya gibi hayal bile edilemeyecek derecede sıkıcı bir yerde.

"Zaman bir yanılsamadır. Hele öğle vakti iki misli yanılsamadır." 

"Şimdi ölmek istemiyorum! diye bağırdı. 'Hala başım ağrıyor! Cennet'e baş ağrısıyla gitmek istemiyorum, bütün aksiliğim üstümde olacak ve Cennet'in tadını çıkaramayacağım."

18 Mart 2022 Cuma

Abdülhamit Döneminde Sansür - Cevdet Kudret

Sansür sadece günümüzde değil bundan neredeyse 130 yıl öncesinde de bu ülkenin aydınlarının ve yazarlarının başının derdiydi. Özgürlüklerin, kendi tahtlarına mal olacağını düşünen iktidar sahipleri her dönemde var olmuştu. Cevdet Kudret'in bu kitabında Abdülhamit dönemindeki gazete ve matbuattaki sansür örnekleri üzerinde ayrıntılı olarak duruluyor. 

1977 basımı Karacan Yayınlarına ait kitaptan alıntılarım da aşağıdaki gibidir: 

"Evleri basmak,kişileri sürmek, gazeteleri kapatmak, toplantıları yasaklamak vb. gibi eylemlerle otuz üç yıl sürecek ve gittikçe şiddetlenecek olan baskılı yönetim, Abdülhamit'in tahta çıkışından aşağı yukarı bir yıl sonra işte böyle başlamış, toplumun özellikle aydın kesimini kasıp kavurmuştur."

"Abdülhamit devrinde sayısı ve kimlikleri aşağı yukarı bilinen resmi sansür memurlarının yanında, sayısız binleri aştığı anlaşılan ve 'curnalcı' diye anılan gönüllü sansürcüler de vardı...'Gönüllü sansürcüler' diye andığım curnalcılar, sarayca hoşa gitmeyen yazarların, (Namık Kemal, Ziya Paşa, vb) yasaklanmış kitaplarını okuyan ve satanları curnal ederlerdi."

"Sansürün eli yalnız siyaset ve sanata değil, bilime dahi uzanıyordu. Bir incelemecinin anlattığına göre.

Genel tarih yasak, Abdülhamit'in adını ilk harflerini meydana getiren harflerden birleşik bazı kimya ve matematik formülleri yasak; sözgelimi, hiç kimse AH=O yazamazdı; çünkü bunun 'Abdülhamit=0' biçiminde yorumlanması olasılığı vardı...Abdülhamit, memleketteki çok hafif kültür ve öğrenim ışığını söndürmek için her şeyi yapardı."

6 Mart 2022 Pazar

Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir

Filminin yakıldığını biliyor ve çok uzun zamandan beri kitabını okumak istiyordum. Milli mücadele dönemini anlatan güzel romanlardan biri. 

Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın baş kahramanıdır. İstanbul’a geldiğinden beri, bir türlü üzerinden atamadığı yorgunluğu sanki dinlendikçe çoğalan Cemil, bir yandan aşık olup evlendiği teyze kızı Neriman ile her şeyi bırakıp uzakta bör köyde yaşamayı isteyecek kadar bıkkın; diğer yandan Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’de ön saflardayer almayı isteyecek kadar da cesurdur. 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlatan ‘Yorgun Savaşçı’, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir.

"...Şu dünyada girmediğin savaş kalmadı da ne oldu? İngiliz'e yenildiniz, bunca  düşmanı memlekete doldurdunuz!..Çanakkale'de bu kadar insan öldü, o gün sokmadığınız gemiler, şimdi Beşiktaş önünde yatıyor."

"Ne büyük suçmuş hürriyet getirmek."

"Bir memlekette halkın kahraman anlayışı eşkıyadan yukarı çıkmamışsa, o memlekette insanların çoğunluğu soyguna biraz yatkın demektir."

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Ölen dev, Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Çıplak gövdesi, tepeden tırnağa yara içindeydi. Kolları bacakları iki yana açık, arka üstü yere serilmişti. Samsun'daki Pontus çetelerinden Kafkasya'da Antranik'in Ermeni ordusuna, Musul'daki İngilizlerden Adana'daki Fransızlara, Antalya'daki İtalyanlardan Manisa'daki Yunan'a kadar her yanını bir canavar didikliyordu. Başına demir tırnaklı kartallar çullanmıştı. Anzavur gibilerse kangren olmuş yarasının kurtları... Hâlâ tek parça görünen gövde, içinin içinden dağılmaya başlamıştı."

“ 'İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?' dedim. 'Kestirme yolu bu mudur?' diye alay ettim. Düşünüyorum da, akıldan yana biz nerdeyiz, Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta yola çıktı: Yani, İzmir’e Yunan’ın girmesinden bir gün sonra... Neden Samsun’a gideceğine, Bandırma'ya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlar durumun özelliğine göre burda yıldırım olup yakmaktansa; ordan gürlemenin daha etkili olduğunu bilirler! "

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanın üstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bak neler olur..."

“Peki ne zaman değiştik böyle biz? Yavaş yavaş mı kancıklaştık?.. Baskına uğramış gibi birdenbire mi? Neden değiştik? Kadınları yem olarak kullanmak neyin nesi? Kendi yurdumuzda Rum evlerine sığınmak...Sırtımızda kadın çarşafları, kaçacak delik aramak... Bunca ölmek, bunca öldürmek boşa mı gitti, bu kadar?”

"Tehlike yaklaştı mı, önce zenginler savuşuyor, sonra, gittikçe hızlanıp kalabalıklaşarak orta halliler..."

Theogonia & İşler ve Günler - Hesiodos

Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların gerçeğini söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar.
Hesiodos ‘un adalet, çalışmak, doğruluk gibi kavramlar üzerine düşüncelerini aktardığı ve ayın hangi günlerinde neler yapılmalı, tarım, evlilik, komşuluk gibi yaşama dair meselelerde öğütler  verdiği bölüm. Hesiodos’un kardeşi Perses işe yaşadığı miras kavgası öğütlerin çıkış noktası gibi.Ayrıca Theogonia da değindiği Pandora efsanesine bu bölümde daha ayrıntılı değiniyor ve insanın yaratılışından bahsediyor.
Hesiodos (y. MÖ VIII. yüzyıl): Kullandığı dil, yapıtlarının taşıdığı bazı karakteristik özellikler, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hesiodos'un Aiol ve İon kökenli olduğunu göstermektedir. Büyük ozana ait olduğu kanıtlanmış iki önemli eserden biri olan Theogonia, evrenin yaratılışı, tanrıların doğuşu, tanrıların ve tanrısal varlıkların soyları gibi Yunan kozmolojisini kuran meseleler ile belli başlı Yunan efsanelerini konu alan epik bir eserdir. Yunan didaktik şiirinin ilk örneği kabul edilen İşler ve Günler'de ise ozan, insanlık tecrübesine adalet, erdem, çalışma, cömertlik, hak, hukuk, düzen ve doğruluk gibi kavramların "gerçeğini" söyleyerek dokunur; tarım, denizcilik işlerine dair işlevsel bilgiler sunar; ayın uğurlu ve uğursuz günlerini sıralar. Bu bilgece öğütler Anadolu insanına yabancı gelmeyecektir, zira konuşan sadece Hesiodos değil, aynı zamanda Akdeniz halklarıdır.
Azra Erhat'ın incelemeleri ile harika bir yayın olmuş. Okunmalı.

"ilk olarak kendi işine bak,
daha sonra başkalarıyla ilgilen!
kavga daha sonra edilir
eline geçen fırsatı harcama
bu yüzden önce kendi işimizi halledelim perses"

Güzel öğütler vardır:

mutlu ölümsüzlere gereken saygıyı göster.
arkadaşına kardeşim deme hiçbir zaman,
dersen, kötü davranamazsın artık ona karşı.
ve güzel konuşayım derken yalan söyleme.
kardeş dediğin kötü söyler, kötülük ederse,
öcünü iki katlı almalısın ondan.
sonradan dostluk kurmak isterse seninle,
af dilemeye kalkarsa, kabul et.
demek zavallı bir insanmış
dostlarını bir orada bir burada seçen.
açık davran, yüzün yüreğinin aynası olsun.
ne konuksever desinler sana, ne konuksuz,
ne yoksul dostu, ne de büyüklerin düşmanı.
insan yüreğini yıpratan kör olası fakirliği
kimsenin yüzüne vurma hiçbir zaman,
ölümsüz tanrıların bir cilvesidir bu.
kendini tutan dil hazinedir insan için,
ölçülü dil ise dillerin en değerlisidir.
kötü söyleyene başkası daha kötü söyler.
ortak masraflı şölenlerde surat asma:
keyfin daha büyük, masrafın daha az olur.
gün doğarken ellerin kirli olmasın sakın
zeus'a da öbür tanrılara da şarap sunarken.
yoksa dinlemezler seni, duaların boşa gider.
ayakta su dökme güneşe karşı,
hele gün battıktan sonra sabaha kadar
ne yola işe, ne yol dışına,
soyunup dökünsen bile:
geceler ölümsüz mutlularındır.
tanrılara saygısı olan saklanıp çömelir,
ya da kapalı bir avlu duvarına sokulur.
sonra evinde ocak yakınında
ayıp yerlerini yıkanmadan gösterme sakın.
cenaze dönüşlerinde çocuk yapayım deme,
bu işi kutsal bayram dönüşlerinde yap.
durmaz akar güzelim ırmaklardan geçerken
ayaklarını suya sokmadan önce dua et
gözlerini akıntıya dikerek,
ve tertemiz pırıl pırıl sularda ellerini yıka.
içini ve ellerini yıkamadan ırmaktan geçen
tanrıların öfkesini geçer üstüne, başına dert açar.
kurban törenlerinde tırnaklarını kesme sakın,
hele kara demirle kuruyu yaştan ayırma.
maşrapayı küpün üstünde bırakma
şarap içerken, uğursuzluk getirir.
ev yaparken çıkıntı bırakma hiçbir yerinde ki,
kuzgunlar konup ötmesinler kötü kötü.
önce tanrılar için kullanılmamış kaplarda
ne yemek ye, ne yüzünü yıka, bu da bela getirir.
on iki yaşında bir çocuğu
kutsal şeyler üstüne oturtma, iyi değildir,
erkekliğinden hayır gelmez o çocuğun;
on iki aylık da olsa, sonu kötü olur.
bir kadının yıkandığı suda
bir erkek yıkanmamalı hiçbir zaman.
bundan da kötülük gelir, bir zaman için de olsa.
kurban etlerini yıkarken
tanrı sırlarıyla eğlenmeye kalkma:
bu da pek kızdırır tanrıları.
kaynak başlarında işeme sakın,
ne de ırmakların denize döküldüğü yerde,
oralarda yıkanmaya da kalkma, iyi değildir.
bunları yap ki, insanlar kötü demesinler senin için;
insanın adı çok kolay kötüye çıkar,
ama sonra çok zordur herkesin dilinden kurtulmak.
ün dediğin kolay kolay ölmez,
hele büyük kalabalıklara yayıldığı zaman.
ün de bir tanrıdır ölümsüz."

Tanrı Görmüş Köpek - Dino Buzzati

Kitap 22 öyküden oluşuyor. Bunlardan ikisi Yedi Kat ve Tanrı Görmüş Köpek.

Tanrı Görmüş Köpek öyküsündeki karakter, köpek Galeona, ikinci karakter ermiş Silvestro’dur. Her ne kadar kurgu onun çevresinde gelişse de fırıncı Defendente Sapori, üçüncü sıradadır.

Bir sabah Sapori, ekmekleri dağıtırken avluya bir köpek girer. Bekleşen dilencilerin arasından süzülerek, sepetten bir ekmek alıp yavaşça uzaklaşır. Bu iş her sabah tekrarlanınca, Defendente hırsız köpeği takip edip Silvestro ile karşılaşır; ondan çok etkilenir. Köyde ermişle karşılaşan ilk kişi olmak hoşuna gider. Sonrasında köpeğin ekmek almasına ses çıkarmaz. Dahası Galeona çevresindeyken, hırsızlık yapmaz; kötü konuşmaz.

Yıldızlı soğuk bir gece, daha öncekilere benzemeyen büyük beyaz ışıklar görününce, ermişi görmeye gelen Tanrı’nın ışığı olduğu ve dolayısıyla köpeğin de Tanrı’yı gördüğüne inanırlar. Galeona’ya saygıda kusur etmezler; o da köyün içinde muhtar gibi dolaşır; istediği yere girer çıkar; köpeği görünce saygılı, dürüst davranırlar. Bir önlerini iliklemedikleri kalır! O yakınlardayken küfür etmekten, birbirlerine kazıktan atmaktan çekinirler. Yıllardır kapalı olan kilise yeniden ilgi görür. Pazar ayinleri kalabalık olmaya başlar.

Sonunda önce ermiş Silvestro, ardından Galeona ölür. Birden Tis köyü halkında bir rahatlama olur. Geçmişte, Tanrı’nın varlığını yeniden mi hatırlamışlardı? Yoksa birbirlerinden etkilenip inanıyor gibi mi davranıyorlardı? Evet, Tanrı bozuntusu köpek artık yoktu. Ne olursa olsun, yıllar boyu edindikleri alışkanlıklardan artık vazgeçmeleri zordu. Pazar ayinleri bir sosyalleşme, bir eğlence olmuştu. Artık küfürler bile abartılı, kulak tırmalayıcı geliyordu. Ayrıca eskiye dönmek, bir utancın itirafı olmayacak mıydı? Bir köpeğe saygı göstermek için yaşama biçimlerini değiştirmişlerdi. Memleketin farklı yerlerinde yaşayan herkes kahkahalarla gülecekti.

"Defendente renk vermiyordu hiç. Ne kölelikti bu? Geceleri bile, nefes almak mümkün olmuyordu. Tanrının varlığı, istenmeyince, çekilir yük değildi! Ve Tanrı, nasılsa bir kerecik, belirsiz bir öykü, bir masal değildi, kilisede yanan mumlarla tüten günlük kokusu arasına sıkışıp kalmıyordu; Yok canım, her yere dalıp çıkıyordu, sanki bir köpek bir evden bir eve taşıyıp duruyordu Tanrıyı. Yaradanın bir nebzesi, içten gelme bir nefesi Galeone'nin vücuduna girmişti ve Galeone'nin gözleriyle görüyor, hüküm veriyor, her şeyi deftere kaydediyordu."

"İstemeyenler için, Tanrı'nın varlığı dayanılmaz bir yüktü."