Bu Blogda Ara

17 Mayıs 2019 Cuma

Domuzu Kırmak - Edgar Keret

Daha Sunuş sayfasından başlayarak etkilendiğim İsrailli yazar Edgar Keret'in Domuzu Kırmak kitabı küçük ve derin anlamlı öykülerden oluşuyor. Zor bir çocukluk, savaş ortamında büyümek belli ki yazarın öykülerine de yansımış.

"..Genç yaşta birikip çoğalan hayal kırıklıkları ve korkuları içimdeki kumbarayı parçalamak zorunda kalmadan çıkarmanın bir yolunu bulmuştum. buna yazmak deniyordu." diyor yazar.


www.artfulliving.com.tr' de yazar Kaan Beyoğlu "Domuzu Kırmak" kitabını incelediği yazısında:
"Dünyanın en dar evinin de (Genişlik: 122cm) sahibi olan Keret, bir röportajında“Mizah, bir darbeyi yumuşatmanın bir yolu. Yani sana yumruk atmak istiyorsam öne bir şaka koyuyorum, anlıyorsun ya, sana o kadar sert gelmesin diye.” Açıklamasıyla öykülerinin kimyasını açıklıyor aslında. Sert mizahı, öykülerden aldığımız darbeyi yumuşatıyor, zaman zaman ülkesinde politik yazmamakla eleştirile dursun, sık sık olması gereken en genel geçer politikadan bahsediyor: Empati!" yorumu çok hoş.

Kitap Avi Pardo'nun çevirisi ve David Polonsky'nin resimleriyle ve  daha güzel bir hale gelmiş.

Sevdiklerimizin içinde bizim için biriktirdikleri, sakladıkları güzellikleri çekip almak, öğrenmek için onları zorlamak ve kırmak gibi bir şey galiba domuzun içindeki parayı almak için çok sevdiğimiz porselen domuz kumbarayı kırmak.  

14 Mayıs 2019 Salı

Kalan - Leyla Erbil

Okurken bambaşka duygular içinde olduğum yazarlardandır Leyla Erbil. Diğeri de Tezer Özlü'dür. Kalan bir şiir kitabı, bir roman, bir anlatı. Şiirlerini düz yazı şeklinde okumak da güzel.
Kalan'ın kahramanı Lahzen. Annesini, annesinin sevgilisi ve ablasıyla geçirdiği çocukluğu bir zamanın rumlarından, Ermenilerden ve Yahudilerden kalan kozmopolit, çok kültürlü İstanbul’u Lahzen'in ağzından yani yazardan dinliyoruz. dönemim siyasi eleştirisini cesurca okuyoruz Leyla Erbil'in usta kaleminden. Açıkça, insan büyülendiğini hissediyor kitabın satırlarına daldıkça. Ahmed Arif'in uğruna şiirler yazdığı, mektuplar döşendiği Leyla Erbil.

Kitaptan altını çizdiğim şu paragraf ne kadar hoş bir tasvir. 
"...zamanın sessiz dalgalar halinde gelişiyle renk değiştiren denizin yutmaya koyulduğu hafif kızıllığı, yeşilliklerin dibinde saklanan zifiri karanlığı, sis dantelleriyle örtülü, uyku sersemi galata kulesini seyrederim.galata kulesi de gözlerini dikmiş tam karşısındaki ayasofya'yı gözetler." 

Aşağıdaki sözler de bu saygıdeğer yazarın kaleminden Kalan'dan aklımda kalanlar:

"kapalı mı zihin
ortaklaşabiliyor mu başka zihinleriyle dünyanın
sınırlanmış mı alçaklık taşlarıyla
sınır tanımaz mı
özgür mü alabildiğine"

"Öyle bir zamanın oldu ki
erkekler fır dönüyor çevremde
bayılıyorlar içinden çıkamayacakları labirentime girmeye
oysa hiçbirinin eline vermemiştim
ucunu ibrişimden ipimin"

"İntihar soylu ve kişisel bir seçimdi
'canlıbomba' ise bir seçilme
neden kendini öldürdüğünü nereden bileceksin"

"...ellerinin çizgisi ellerime benzeyen sevgilim...ben hep yanındayım."

"Şimdi bir peygamber masum bir çocuğu kesecek
neden
yaranmak için tanrıya
tanrı korkusundan mı"

"Ben öldüğüm zaman tabutumu senin süslemeni istiyorum. O yeşil örtüyü üzerimde istemiyorum.."

"...Tanrı dans ve şarkıyı kötü şeyleri unutmamız için yarattı, dedi...şarkı ve dans içimizi güzelleştirir, dedi...dans edince İshak mutlu olur mu dedim. olur dedi annem, şarkı ve dans ölüleri de mutlu eder şarkı geçmişi gelecekle bir yapar, canlandırır. babamı da canlı mı kılar, dedim. Yüzünün yelkovanı durdu.. Onu da dedi." 
"...zamanın sessiz dalgalar halinde gelişiyle renk değiştiren denizin yutmaya koyulduğu hafif kızıllığı, yeşilliklerin dibinde saklanan zifiri karanlığı, sis dantelleriyle örtülü, uyku sersemi galata kulesini seyrederim.galata kulesi de gözlerini dikmiş tam karşısındaki ayasofya'yı gözetler."

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Nigahdar - Başak Sayan

Oyuncu ve aynı zamanda genç bir yazar olan Başak Sayan'ın Nigahdar kitabı tasavvur, tarih ve polisiyeyi harmanlayan bir kitap olmuş.
Kitabın başlarında doğu mistizminden girdik, Amerika'ya uzandık, Bağdat, Hindistan Türkiye derken bayağı bir dolaştık yazar sayesinde. Farklı zaman dilimlerinde geçen Hallac-ı Mansur'un Enel-Hak temalı tasavvuf öğretisi ile Türkiye'de geçen bir polisiyeyi birlikte okuduk kitapta. Aslında 536 sayfalı kitaptan bir tasavvuf bir de polisiye ayrı ayrı çıkarmış. 
Kitabın konusuna gelince Hallac-ı Mansur'un  kutsal el yazmaları ve gizli risalelerini koruyan Nigahdar'ın (Kitap boyunca hep dilime Mihmandar takıldı nedense) öldürülmesi sonrası sonrasında, Amerika'da okuyan kızı Şirin ve Türkiye'de bir üniversitede hocalık yapan Algan Ataman'ın kayıp risaleleri bulmaya çalışmaları sırasında yaşadığı olaylar konu ediliyor.
Konu güzel, değişik. Yalnızca diyaloglar gereğinden fazla uzatılmış gibi geldi bana. Tekrarlar tekrarlar. Kitap kolaylıkla bir yüz sayfa daha kısa olabilirmiş. Bir de Hallac-ı Mansur'la ilgili bölümlere gereğinden mi fazla yer verilmiş bilemedim. Hallac-ı Mansur bölümleri ile polisiye bölümler arasında bir bağ kurulabilseydi eğer iki ayrı kitabı bir kitapta okuyor gibi olmaz o bölümleri de atlamadan okurduk diye düşünüyorum. Neyse güzel kurgu ama çok karışık değil. Ebced hesabı bölümünde fazla gereksiz karmaşaya girilmiş gibi geldi bana. Tabi ki hepsi benim fikrim. Güzel kitap, vaktiniz bolsa okuyun.
Bu kitaptan, daha önce bilmediğimiz neyi öğrendik? 
Dualarımızın sonunda dediğimiz "amin" kelimesinin Mısır'lı bir firavun olan Amenhotep'in her duadan sonra kendi adının söylenmesini emretmesi üzerine halkın her duadan sonra "Amen" demeye başlamış olmasını, İslamdaki "Amin", Yahudilik ve Hristiyanlıktaki "Amen" kelimelerinin de buradan gelme olduğunu öğrendik.