Bu Blogda Ara

18 Nisan 2020 Cumartesi

Faust - Goethe

Tiyatro oyunu şeklindeki eserde ruhunu Şeytana satarak onunla bir anlaşma yapan Faust'un hikayesi anlatılıyor. Biraz felsefi alt yapı gerektiriyor gibi. Yoksa okuması ve anlaması, anlamlandırması biraz zor bir kitap. Faust, Goethe' nin elli yılı aşkın bir emeğinin ürünü olan bir yapıt. Ruhsal özgürlüğe ulaşmanın maddi arzulardan sıyrılmak ve bencil olmamakla mümkün olabileceği fikrini işleyen yapıt yazarın sanatının doruk noktasıdır. Kitaptan çıkarılacak çok ders var. Bir yönüyle de okurken bir arınma hissedecek ve ruhunuzda yaşattığınız bazı gerçeklerle yüz yüze geleceksiniz.

Benim alıntılarım biraz farklı oldu. Kalıp cümleler değil çoğu benim hoşuma giden cümlelerden seçtim.

"Arı sevincin sadece şair için çiçek açtığı ve kalbimize bir bağış olan aşkın ve dostluğun Tanrı eliyle var edildiği o dingin gökyüzüne götür beni."    Ne güzel bir cümle

"..söz gönlünüzden doğmazsa, yürekleri birbirine bağlayamazsınız."

"Wagner: Ah, Tanrı'm, sanat uzun, ömür kısa."

"Keder, her yüreğin derinliğine işliyor ve orada gizli ıstıraplar yaratıyor. Tedirgince çırpınarak huzuru ve keyfi kaçırıyor. O sürekli yeni maskeler takınarak, kimi zaman mal mülk kadın ve çocuk, kimi zaman da ateş, su, hançer ve zehir biçiminde görünüyor."

"İlkyazın sevimli ve canlandırıcı bakışıyla dereler ve ırmaklar buzdan kurtulmuş, vadilerde bir umut mutluluğu filizleniyor. İhtiyar kış aciz, sarp dağlara çekilmiş. Yeşermeye başlayan vadilere, oradan, geçici, ölümcül, buz sağanakları gönderebiliyor. Ama güneş artık beyaza hoşgörü göstermiyor. Her tarafta yeni bir hayat filizleniyor. Güneş, çevreyi renklerle süslemek istiyor. Henüz kırlarda çiçek görünmüyorsa da, süslü insanlarla karşılaşılıyor."

"Faust Mephisto'ya: Beni kendime beğendirecek biçimde ikiyüzlü zevklerle ayartabilirsen, artık son günüm gelmiş olsun. bu konuda bahse tutuşurum...Ver elini o halde. Eğer o ana 'dur geçme, ne kadar güzelsin' diyecek olursam, beni artık zincirlere bağlayabilirsin. O zaman mahvolmaya razıyım. Artık ölüm çanlarım çalabilir. Sen de görevini bitirmiş olsun."

"Faust: Duyuyorsun işte, sevince değinildiği yok; kendimi esrimeye en fazla acı veren hazza, sevgi doyuran kine, güç veren üzüntüye adıyorum. Bilgi tutkusundan kurtulan yüreğin, artık gelecekte hiçbir acıya kapalı olmamalıdır. Tüm insanlığın yazgısını kendi içimde yaşamak istiyorum. Ruhumla, en yüce ve en derin şeyleri kavramak, insanlığın hazlarını ve acılarını bağrımda toplamak, kendi benliğimi onların  benliği haline getirmek, sonunda da onlar gini mahvolmak istiyorum."

"..çünkü nerde bir kavram yoksa, bir sözcük tam zamanında yardıma koşar."

"Mefisto: ..Elinizin gidemediği şey sizin için millerce ötede. Tutamadığınız şey, sizin için varolmamış gibi. Hesaplayamadığınız şey sizce gerçek değil. Tartamadığınız şeyin sizce bir ağırlığı yok. Ve sizin basmadığınız para sanıyorsunuz ki sahtedir."

"Mefisto:Büyük bir gizi gönülsüzlükle açıklıyorum. İnzivada tahtlarına oturmuş tanrıçalar vardır. Onlar için zaman ve mekan kavramı yoktur. Onlardan ancak, bir zorunluluk durumunda söz edilir: Anneler...Onlar siz ölümlülerce tanınmayan ve bizim de anmayı sevmediğimiz tanrıçalardır."

17 Nisan 2020 Cuma

Kız Ali - Nihat Behram

"yaşamında ölüm çınlamıştı,
ölümündeyse yaşam..
canı acıların saçağıydı, günahların yatağı,
yalnızlığın kucağı..
kanlı aktığından habersiz
ırmaklar gibiydi insanlık;
kendi şarkısının dilsizi
kendi düşünün körü,

sağırı kendi çığlığının..."

Darağacında Üç Fidan'ın yazarı Nihat Behram'ın iki cinsiyet arasında kalmış Ali'nin, bir doğu kentinde başlayıp yurt dışında devam eden acılarla dolu yaşamını anlattığı romanı Kız Ali.

"Dayağın ekmekten, korkunun güvenlikten, acının sevinçten daha çok olduğu sofralarda, sofalarda, odalarda, sokaklarda büyüyordu. Sekiz yaşına gelmişti. Annesi dışında herkesçe Kız Ali diye çağrılıyordu." 

16 Nisan 2020 Perşembe

Benim Adım Kırmızı - Orhan Pamuk

Bir kuyuda ölü bulunan dönemin ünlü nakkaşlarından Zarif bey… bu olayın ardından oluşan korku, şüphe ve ihanet duygusu…Yazılan gizli bir kitap ve ona resim yapan nakkaşlar… Cinayeti çözmeye çalışan Kara… Kitap en eski sanatlarımızdan olan nakkaşlık ve çeşitli tarihi bilgiler eşliğinde çok şüpheli bir şekilde öldürülen bir nakkaşın ve devam eden ikinci cinayetin sorgulanması ve katilin bulunması ile ilgilidir. Olaylar 1590' larda geçiyor. O dönemin resim ve nakış sanatı hakkında bize ayrıntılı bilgi veriyor.

Benim Adım Kırmızı, Orhan Pamuk'un 1998 yılında yayınladığı ve Avrupa'da çok satan çok okunan ve bir çok dile çevrilen kitabı. Konusu ve konu içinde geçen nakkaşlık sanatını ayrıntılarıyla anlatması olayı çok güzel tamamlıyor.

Romanın bölümlerden oluşması ve her bölümde karakterlerin kendi ağzından konuşması konuyu daha anlaşılır hale getirmiş. Olay örgüsünün içinde verilen dini ve sanatsal bilgiler ayrıca takdire şayan. Orhan Pamuk sanatının hakkını veriyor.

Kitaptan alıntılara gelince:

"Kör nakkaşın hatıralarının Allah'a ulaştığı yerde, mutlak bir sessizlik, mutlu bir karanlık ve boş sayfanın sonsuzluğu vardır."

"...İnsanların yüzlerine baktıkça görüyorum ki ellerine daha cinayet işleme fırsatı geçirmemiş oldukları için pek çok kişi masum zannediyor kendini."

" Renk gözün dokunuşu,sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir."

"Şekure'nin yüzünün İtalyan üstatlarının usulleriyle yapılmış bir resmi olsaydı yanımda, on iki yıl süren yolculuğumun ortalarında bir yerde geride bıraktığım sevgilimin yüzünü artık hiç mi hiç hatırlayamıyorum diye kendimi yersiz yurtsuz hissetmeyecektim hiç. Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hala sizin evinizdir."

"Nakış aklın sessizliği, gözün musikisidir."

"Kör nakkaşın hatıralarının Allah'a ulaştığı yerde, mutlak bir sessizlik, mutlu bir karanlık ve boş sayfanın sonsuzluğu vardır."

"Yaşlılık yalnızca yokuşlarda zorlanmak değil, ölümden öyle fazla korkmamak da olmalı..."

"Aleme sokaktaki murdar köpeğin gözünden perspektif ile bakıp, bir at sineği ile bir camiyi -cami arkadadır bahanesiyle- aynı büyüklükte resmederek dinimize küfrettiğimizi, camiye giden müminlerle alay ettiğimizi söylüyorlar. Geceleri bunları düşünmekten uyuyamıyorum."

"Perspektif ilmiyle resim yapmanın, Frenk üstatlarının usullerinden yararlanmanın şeytan ayartması olduğunu söylüyormuş."

"Ama o yeni usullerle yaptıkları resimlerin öyle bir çekimi var ki! Gözün görüverdiği her şeyi gözün görüverdiği gibi resmediyorlar. Onlar gördüklerini resmediyorlar, bizler ise baktığımızı. Yaptıklarını görür görmez hemen anlıyorsun ki, yüzünü kıyamete kadar bırakmanın yolu Frenklerin usüllerinden geçer."

"Ölüler aleminde gövdesiz bir ruh nasıl gerçek mutluluk sebebiyse, yaşayanlar arasında da en büyük mutluluğun ruhsuz bir gövde olacağını ne yazık ki kimse ölmeden anlayamıyor."

"Sınırsız aklıyla beni yüce Allah anlar ancak; Meleklerini insana secde etmek ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? Şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor. kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar."

14 Nisan 2020 Salı

Can Şenliği - Abbas Sayar

Daha önce "Yılkı Atı" isimli kitabını okuduğum ve kalemini çok beğendim Abbas Sayar'ın aynı Can Şenliği adlı kitabını da aynı zevkle okudum. Orta anadolu dilini kullanması ve karakterlere can verişi muhteşem. 
Oğulları ve gelinleri tarafından evlerinde istenmeyen Hüseyin emminin, zorunluluktan evlenmesi ve hayat mücadelesinde yaşadığı olaylar çok güzel anlatılmış. Muhteşem bir dil basit bir konuyu mükemmel şekilde anlatmış. Güzel alıntılarım var kitaptan:

"Allah kimsenin yolunu yolsuza düşürmesin. Kimseyi cahal ile, görgüsüz ile terbiye etmesin."

"Umutlanmak yaramıyordu. Sanki bir yürek kaşıntısıydı umutlanmak. Ne çekmişse umuttan çekmişti."

"Dağ gibi adamı kuru çöpe çevirmiş gavur yokluk."

Eşşeği sevmez oldu birden. Büyük büyük bir küfür yapıştırdı kendine. Sonra söylendi: 'Olmam diyesice, kara topraklara yapışasıca...Ömrün boyu elime aldığın bütün değneklerin iki ucu da boka batık. Biri bulaşmazsa biri bulaşır..."


"Olsun. İsterse bağdaki kelik kadar olsun. İnsanın şu dünyada 'benim' diyeceği el kadar yeri olmalı. Mezar yeri de olsa..."

"Eylül kendini birden toparlayıverdi. Vebal çekmek istemez  Orta Anadolu'da Eylül ayı...Avucunun biri sıcaktadır.  Biri soğukta... Ağustosun sıcak lezzeti birdenbire kayıverir elinin altından...Öbür eli ekimin ne idüğü belirsiz cenderesine sıkışmıştır. Topraktaki son 'Merhaba' ya sığınır. Sebze hala yaşantıya özentilidir. Dallarda meyve..."

"Çok param var derim yalan söylerim. Şu yalan kafiri tüm bir insanların gıdası, sermayesi...Allah'a doğru hesab verecek bir ben mi kaldım? Onun da bana soracağı suale cevabım hazır: 'Maşallah, dünyada mamur ettin. Sıra kala kala ahiretine mi kaldı..' Söyleyeceğim yalanı"

"Dik yamaçta toprak oyulmuş, üstüne çerden çöpten üç beş ince söğüt dalı atılmıştı. Güneşten kaçmaya yarardı. Yağmaz ya! Yağarsa yağmurdan garip bedenin kurtulurdu. Vay bir de yağmur yağardı ki sanki...Mayısta gözünün yaşı tükenirdi gökyüzünün... Eylüle, ekime  dek her bir yön ışıl ışıl mavi. Ve de yer demir gök bakır..."

"Ne yapan ki; bu melmekette darı az, tavuk çok. Her gün uykularında darı üstüne bin türlü rüya görürler. Ancak horoz sırtlarına binince uykularından ayıkırlar."

"Vardığın yer kör ise gözünü kırpıdarak bak! Madem millet senden namaz umar, git, kıl!"

Haydari Kampı - Themos Kornaros

Haydari Kampı, Yunanlı vatanseverlerin İkinci Dünya Savaşında Alman faşizmine karşı başkaldırısını ve Haydari kampında yaşananları konu ediyor. Ölüm kampında ne zaman öldürüleceğini bilmeden geçen zamanı, birlik ve beraberliği, dayanışmayı aynı zamanda da ihaneti konu alıyor. Okuduğum kitap 1962 yılı basımı Nevzat Hatko çevirisi, o yılın çeviri ile mükemmel bir dil.

"...Sabah sabah evden dışarı atıyordur kendisini, bir gazete arıyordur kendisini, bir gazete arıyordur 'kurşuna dizilenlerin listesi' ne bakmak için perişan bir durumda!..Ve şu soruyu soruyor bana: Kim daha çok acı çeker, çarmıha gerilen mi, yoksa çarmıha gerilenin anası mı? Haksız yere asılan mı, yoksa haksız yere asılanı seyreden mi? Köle mi, yoksa başkasının köleliğini içinde duyan mı? Ve gayet yumuşak, kendini hiç zorlamadan, hiç 'felsefe' yapmadan, bizim buradaki tutukluluğumuzun, dışarıda olup bizleri düşünenlerin mahkumiyetinden daha ağır olmadığı sonucuna varıyor. Biz burada eninde sonunda bir gün öleceğiz, iş bitecek. Oysa dışardakiler, bizleri sevenler, ömürleri boyunca her an, her dakika hem bizim ölümümüzü, hem de kendilerinin ölümünü ölecekler. Bu da yetmezmiş gibi üstelik kendilerini suçlu sayacaklar. Bizi kurtarmak için ellerinden geleni yapmadıklarına, yapamadıklarına inanacaklar hep'..." 

"Ölüm kendi içimizdedir. Kendi kişiliğini bir kez yendin mi, insanoğlu adına oynadığın o büyük oyunu kazandın demektir."

"Önümdeki gecenin beni sağ bulmayacağına yüzde yüz inancım var!"

"Sonumu bekliyorum. O kadar. Duygu, istek hiç, ama hiçbir şey kalmadı. Salt ölümü bekliyorum. Gelmekte olduğu da bir gerçek! "

11 Nisan 2020 Cumartesi

Bir Şeyler Olacak Yarın - Bülent Ecevit

Bir zamanlar bir ülkenin başbakanının şair olması ne kadar büyük bir şans ve ayrıcalıkmış. Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
Hatalarıyla, sevaplarıyla, seveni ile sevmeyeni ile Bülent Ecevit sanatçı bir başbakandı. Eline şiir kitabı almamışların aksine o çok güzel şiirler yazmıştı.

Kitabın "Niçin Şiir" başlıklı giriş kısmında; "Benim için şiir yazmak -özellikle siyasete girdiğimden beri- bir iletişim aracı bir düşünce açıklama yolu değil bir düşünce yöntemidir...Bir siyasey adamının bütün yaşamı ve dünyası siyaset olursa onun siyasette bile yararlı olamayacağına inanırım. ama her siyaset adamının siyasetten başka bir dünyası da olmalıdır... Şiir yazmaya ancak bir düşünme ve duyma yöntemi olarak gerek duyar oldum. Dili dileğimce kullanabilirdim artık şiirde. Sözdizimi kuralları dışına çıkabilirdim. Kimse kınamazdı beni bu yüzden. Kimse bunun hesabını soramazdı benden. Şiiri bu özgürlükle yazabilir olunca  daha rahat yazar oldum. Şiirden kendi düşüncelerimi oluşturmada daha çok yararlanır oldum. Üstelik siyaset adamlığının tutsağı olmaktan kurtuldum şiirle." diyor.

Güzel şiirler var kitapta:

Yarın adlı şiirden:
"nir şeyler olacak yarın
öbür günden önemsiz
bugünden önemli."

Bir Savaş ardı Destanı adlı şiirinden
"..ben de yüzyıllarca yaban ellerde 
neyin uğruna bilmeden can vermişim
kendi yurdum uğruna can vermenin tadına 
ilk kez Çanakkalede ermişim"

Çare adlı şiirden
"..ama yine de çare biziz
çare yine de insanda
başka çare de yok başka insan da"

Çağbaşında'dan:
"..ne yaratmak gelir elimizden
ne ölmek gelir gönlümüzden"

Kurgu'dan:
"..öyle düzenliydı ki kurgusu Tanrının
dediler Tanrıya ne gerek var
kopardıkça Tanrıdan evreni
boşlukta bir başına kaldılar."

En adlı şiirden:
"..erimeyen kanatlarla bir düşün İkarı
artık nereye
daha yükseliş
gökten yukarı."

Neyle Varsın adlı şiirden:
"boşver kendini sen önemli değilsin bir başına
görebilmen gördüklerinle bahçedir
duyabilmen duyduklarınla türkü
büyüyen ağaçla varsın yükselen dağla
yürüyen tırtılla uçan kuşla
dostla varsın düşmanla"

Derin Vadi şiirinden:
"yenen de biziz çünkü
yenilen de biz
kendi kurduğumuz oyunda
kendimize 'şah' dedik"

Sevgi:
"Yanımdaki sensin
yalnızlığım sen
kendinden bile uzakta
elim elindeyken."

Özgürlüğün Ardından Bir Ağıt Söylev:
"..Oysa dünyalarımız öylesine küçüktü
devlet öylesine büyük
yönetilmek öylesine rahattı
yönetmek öylesine yük."

Tapusuz Mehmet şiirinden:
"..hani senin tapun
hani senin senedin
hani iki şahidinen
bin dönüm zilyedin
git işine Memet
elde ne tapu ne senet
sen bu dünyada ne ararsın."

Günün Mevsimleri:
"gündüzler ilericidir
akşamlar tutucu
geceler gebe
sabahlar devrim."

Uzaktan adlı şiirden:
"..yaşlar dökülesi gözlerimden Türkiye
çorak topraklarına senin
açılmamış gözlerine gözlerim verilesi."

Ve en bilineni Takalar adlı şiirden bir dörtlük:
"..takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lazlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel"

7 Nisan 2020 Salı

Benim Küçük Dostlarım - Halide Nusret Zorlutuna

"Yıllarca eğitim camiasının içinde bulunmuş, öğretmenliğe yıllarını vermiş, onlara sadece öğreten olmakla kalmayıp annelik de yapmış olan Halide Nusret Zorlutuna' nın kendinde iz bıraktığı öğrencileri arasından seçtikleri hakkında aklında kalanları paylaştığı fotoğraflarla süslenmiş güzel bir anı kitabı "Benim Küçük Dostlarım."

"Bir yaşından, yirmi yaşına kadar her çocuk, bence zevkle okunmaya değer meraklı bir kitap; karşısında uzun uzun, hayran hayran düşünülecek bir bilinmeyenler alemidir." diyor, kitabın 'Okuyucularımla Baş başa' bölümünde yazar.

Öğrenciliğine dair kendinden bir şey bulmak isteyenler ve geçmişe gidip yeniden o günleri yaşamak isteyenler için güzel bir anlatı.


Kitaptan:

"Bana "Öğretmenim!" diyen ses, beni "Annem!" diye çağıran ses kadar sevgili ve kıymetlidir."

"Yerlerde, göklerde, her şeyde gurbet!.."

"Anamızsın!... derlerdi.
Anamızsın!...
Başka hangi iltifat, hangi yüksek vaat beni tek kelimede gizlenen mana hazinesi kadar mutlu edebilirdi?.. "

Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne - Yaşar Kemal

Türk Edebiyatının büyük ustası Yaşar Kemal'in  Baldaki Tuz, Zulmün Artsın, Ağacın Çürüğü ve Ustadır Arı adlı kitaplarından 1960' lı yıllardan 90' lı yıllara uzanan bir aralıkta yazılmış edebiyat, kültür ve özgürlük üzerine temel düşüncelerini gençlere tanıtmak için seçilen yazılardan oluşuyor Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üzerine adlı kitabı.

Sizi bu yazıların yazıldığı yıllara götürecek ve o dönemin siyasi, edebi kimliği hakkında fikir verecek kısa yazılar.

İşte onlardan bir kaç alıntı:

"Ben de romanlar yazdım, romanlarımın yaşam gibi doğru söylemesini, yaşamla birlik olmasını istedim. Çünkü insanlık, çünkü yaşam, umutsuzluktan umut üreterek buraya kadar gelmişti."

"Batı Batı dedikleri nedir biliyor musunuz? Bir tutam kültürle biraz makina. Bir de düşünce namusu."

"Düşünce namusunun bitmediği, gelişmediği yerde, hiçbir iyilik bitmez, gelişemez."

"Ne güzel yalansız, salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak.."

"Bizim Anadoluda bir söz vardır : Namus, bostan tarlasinda bitmez, derler. Düşünce namusu, kültürün tarlasında biter.

"Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyen okumaz."

"Yobaz, tuhaf bir yaratıktır. Yalnız çıkarını düşünür. İşine geliyor mu radyodan iyisi yok. İşine gelmiyor mu, o radyo gavur icadıdır."

Vejetaryen - Han Kang

Rüyalar başlamadan önce Yonğhe ve kocasının  hayatları gayet sıradandı. Evliliğin tekdüzeliğinde normal bir yaşam sürerlerken, Yonğhe rüyalar görmeye başladı ve vejetaryen olmaya karar verdi. Evdeki tüm etleri bir torbaya doldurdu. 

Güney Kore'li Han Kang'ın "Vejetaryen" adlı bu kitabında vejetaryen ile birlikte Moğol Lekesi ve Alev Ağacı adlı başlıklarla öyküler de var. Kahramanları aynı. Birinci öyküde kadının kocası, ikinci bölümde ablasının kocası ve üçüncü bölümde ise ablası ile yaşadıkları ve onların gözünden yaşananlar anlatılıyor.

Vejateryan biraz sert bir öykü. Beslenme tercihlerinizi sorgulatabilir. İlginç alışık olunmadık bir tarz. 


"Rüyadayken her şey gerçekmiş gibi gelir ya insana,ancak uyandıktan sonra rüya olduğunu anlarsın.Demek istediğim elbet bir gün biz de bu rüyadan uyanırsak,o zaman..."

"Her şey bana yabancı geliyor. Sanki bir şeylerin arka tarafına geçmişim gibi. Kulpu olmayan bir kapının ardındaymışım gibi."

"Kıyafet giymektense çıkarmak daha doğal değil mi? diyor gibiydi adeta."

1 Nisan 2020 Çarşamba

Acenta Mirza - Osman Şahin

Geçtiğimiz yaz Datça'da okumuştum. Yazmaya yeni sıra geldi. Acenta Mirza, Nadir Kitap sahaf sitesinde devamlı gözüme çarpan kitaplardandı. Anadolu köylüsüne ait hikayeleri seviyorum ve bu da onlardan biri. 
Kitap 8 hikayeden oluşuyor. Bunlar; Bebek, Deli Hatice, Musallim ile Kuşde, Çök Abuzer, Zala Kadın, Sarı Öküz, Reşim ve kitaba adını veren Acenta Mirza.
Yazar Osman Şahin anadolu insanının halini, hayatını konuşma dilini çok güzel süzmüş ve yazıya geçirmiş. Hepsi de birbirinden güzel öyküler.
Kitabın arka kapağından yazarın bir çok öyküsünün ödüle layık görüldüğünü ve onsekiz öyküsünün de filme alındığını öğreniyoruz. Yaşar Kemal türünde öyküler okumak isteyenler için tavsiye ediyorum.

En çok beğendiğim Sarı Öküz adlı öyküsünden alıntılar:

"Ama, emmeme izin yokmuş anamı. Koyu yağlı 'ağız sütü' dokunurmuş mideme. Bakır helkelerine sağıp sağıp gittiler de, kendileri içtiler körpe damağımın hakkını" 

"Ana benim süt benim değil mi? Hayır...Anam, sonra sonra sezer oldu bu hileyi. Huysuzlandı. Çekip salmaz oldu sütünü. Kuyruğunu savurdu. Suçmuş bu...Bir keresinde bu yüzden dövdüler anamı. İşte  aklım, ilk o zaman anlamaya başladı, insanların kendisine süt verenin böğrüne yumruk kaktığını.

"...'İplerimiz' dedi 'aslında bize değil, iki ayaklıların birbirlerine güvensizliklerinin kanıtı..' "