Bu Blogda Ara

15 Nisan 2023 Cumartesi

Masalını Yitiren Dev - Adnan Binyazar

Masalını Yitiren Dev, ilkokula on dört yaşında başlayan bir edebiyat adamının, Adnan Binyazar'ın çocukluk ve ilkgençlik anılarından oluşuyor. Diyarbakır'da başlayan, yoksulluk içinde geçen bir çocukluk, dağılmış bir aile, çocuk yaşta girilen çalışma hayatı, acımasız koşullar. Anı gibi değil de bir roman gibi okunan bu kitapta Adnan Binyazar, hayatla olan mücadelesini hiçbir abartıya, duygusallığa yer vermeden, son derece nesnel bir tavırla aktarmış. Yaşadıklarını anlatırken, o günlerin Türkiye'sinden çok canlı kesitler veriyor. Ağın'dan Diyarbakır'a, Elazığ'dan İstanbul'a uzanan coğrafyada, anasını-babasını, ustasını, Haco Bibi'yi, Valentino'yu, Möho'yu, Zeko Bibi'yi, birer roman kişisi gibi canlı ve kalıcı kılabiliyor. 'Yazılışı tehlike yaratacak bir hayat yaşadım ben,' diyor yazar; 'onun için yazmakta hep duraksadım. Çünkü yaşadığınız olayları anlatıya dökerken, gözü yaşlı sözcüklerin tuzağına düştünüz mü, televizyonlarda her gün onlarcası görülen yerli filmlerin ya da bayatlamaktan iyice kokuşmuş dizilerin başkişisi oluverirsiniz. 'Adnan Binyazar'ın son derece akıcı bir anlatımla, ustalıkla kullandığı Türkçesiyle kaleme aldığı, bir dönem Türkiye'sine ışık tutan, o günlerden insan manzaraları sunan roman tadındaki anıları ilgiyle okunuyor. (Arka Kapak)

Ben Adnan Binyazar'ın anlatımını ve biyografideki akıcılığı, dönemini güzel yansıtmasını çok sevdim. geç tanıdığım yazarın başka kitaplarını da okumak istiyorum.

Alıntılarıma gelince:

"Ana kucağı!.. Kuzuların anaların karın altlarına sokulduklarında duydukları nemli sıcaklık. Bu sıcaklığı yalnızca o şafak yıldızı karanlığındaki yolculuğumuzda duyumsuyorum, sonra her şeyi yitiriyorum. Gelişler gidişler, karşılaşmalar uzaklaşmalar...Anamın yanındaysam babamın, babamın yanındaysam, anamın yanında değilim. Birinin yokluğu öbürünün de yokluğu oluyor. Yok olan, yalnızca ana baba değil; onların varlığının yarattığı duyguları da yitiriyorum." 

"Son gördüğümde, yaşamı boyunca kırmızılığını yitirmemiş yüzü soluk, birkaç ameliyat geçirmesine karşın, her biri mercan tanesi gözleri cansızdı. Bu değişikliklerin, ölümün görülmeyen izi olduğunu nereden bilirdim?...Ben ve kardeşim anamla bir komedya sahnesinde oynar gibi yaşadık. Doğal karşıladığı takılmalarımızı, son günlerinde, 'Eskisi gibi değilim, benim yüreğim zar inceliğinde,' diye karşılıyor, içinin donukluğunu yüzüne yansıtmamaya çalışıyordu."

"Ana ölünce her şey ölüyor, avlularda şakıyan sesler de, badem çiçeklerinin ak kokuları da..."

 "Olay, ne zaman bitti, babamı nasıl sakinleştirdiler, küçük gövdem kan uykulara ne zaman dalıp gitti; bunlar o gecenin silik izleri olarak bile belleğimde yok. tek anımsadığım, korkunun bir düş ürünü olmayıp yaşananlardan, insanın insanlığını yitirmesinden doğduğuydu. baba, ana, dost düşman, arkadaş, akraba, kim olursa olsun, insan kendi cinsinden başka kimseden korkmamalıydı."

"Yiyecek bir şey bulamayınca, gözlerimiz birbirimizin ağzında olurdu. Ağzın açlıktan oynaması bile, yeni bir umudun doğuşu olurdu. Babamın, gizlice onlara bir şeyler verdiğinden kuşkulanırdık. Yatağa girdikten sonra bir fırsatını bulur, yorganını aralayarak üvey kardeşimizin bir şey yiyip yemediğine bakardık. İnsanoğlunu en çok açlığın birbirine düşmen ettiğini daha o yaşlarda anlamıştım."