Bu Blogda Ara

26 Şubat 2020 Çarşamba

Zacharius Usta - Jules Verne

Adını şimdiye kadar duymamış olmam benim ayıbım mı bilemiyorum. BU kitabın okullarda ödev olarak okutulması gerekli olduğunu düşünüyorum. Kısacık 49 sayfalık bir öykü Zacharius Usta. Jules Verne' nin fantastik bir öyküsü. Bu kez bilim ve manevi değerler kıyaslaması var. Kibirin bir insanı ne hale getirdiği bundan güzel anlatılamazdı.

Zacharius Usta olağanüstü ince bir işçilikle ürettiği kusursuz saatlerle Cenevre şehrinin gururudur. Saatçiliğin ilerleyen bilime ayak uydurmasıyla, Zacharius Usta da “saat maşası”nı icat eder. Bu icadının ardından kibir başını döndürür. Öyle ya, Tanrı sonsuzluğu yarattıysa, kendisi de zamanı yaratmıştır. Ancak günün birinde imal edip sattığı bütün saatlerin ortada görünür bir sebep olmaksızın birden durmasıyla, öfkeli müşteriler evinin kapısını aşındırmaya başlar.

Ders niteliğinde alıntılar var öyküde:

"...Her birine ruhumun bir parçasını hapsettim! O lanet olası saatlerden biri ne zaman dursa, kalbimin durduğunu hissediyorum, zira saatleri kalp atışlarıma göre ayarladım."

“Üstelik, o devirde, zamanın ilerleyişini düzenlemek kimin umurundaydı ki! Hukukta zamanaşımı icat edilmemişti, fizik ve astronomi bilimleri hesaplarını titizlikle elde edilen kesin çözümlere dayandırmıyorlardı; ne belli bir saatte kapanan kurumlar, ne de dakikası dakikasına yola koyulan katarlar vardı...

Elbette ki hayat yapılan işlerin niceliğiyle ölçülürse, daha az yaşanıyor, ama daha iyi bir hayat sürülüyordu.”


"Ölüm bu!.. Varlığımı dünyaya dağıttığıma göre yaşayacak ne kadar ömrüm kaldı artık!"

"Ben Zacharius Usta, ölemem; çünkü zamanı ben düzenlediğime göre, zaman da benimle birlikte son bulur! Dehamın onu çekip çıkardığı o sonsuzluğa geri döner ve hiçliğin dipsiz kuyusunda ilelebet kaybolur! Bu kainatın, onu kanunlarına tabi kılan Yaradanı nasıl ölemezse, ben de ölemem! Onun eşiti haline geldim, gücünü paylaştım! Tanrı sonsuzluğu yarattıysa, Zacharius Usta da zamanı yarattı."

"Hayat nedir biliyor musun evladım? Varoluşu meydana getiren şu zembereklerin hareketini kavradın mı? Kendi içine baktın mı? Hayır; halbuki bilimin gözünden baksaydın, Tanrı' nın eseriyle benim eserim arasında var olan sıkı ilişkiyi görürdün, çünkü saatlerimin mekanizmasını, onun yarattığı canlıdan kopyaladım."


25 Şubat 2020 Salı

Harput'ta Bir Amerikalı - Cevat Fehmi Başkut

Harput’ta Bir Amerikalı, Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı üç perdelik bir tiyatro eseri. Okuduğum kitap İnkılap Yayınlarının 1972 baskısı. İlk sayfasında, "Bu eser 1955-1956 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosunda ve Devlet Tiyatrosunda temsil edilmiştir." notu var.

Çocuk yaştayken babasıyla Harput'tan Amerika'ya göç eden ve zengin bir işadamı olan Abraham Moderus, kırk sene sonra geride bırakılan kardeşi Ahmet’i bulmak üzere İstanbul’a gelir. Moderus’un karşısına kardeşi olduğuna iddia eden üç kişi ve bir de kardeşinin karısıyla kızı olduklarını iddiai eden iki kadın çıkınca, gerçek kardeşinin kim olduğunu bulması gerekir. Bu iş için Harput'a giden Moderus ve diğerlerinin başından geçenler yazıldığı zamanın yani 1960' ların diliyle anlatılan bu kitap ilginç bir deneyim oldu benim için. Bazı kelimelerin, bağlaçların dönemin diline göre yazılışları ve şimdi kullanılmayan kelimeleri okumak değişik. 
Tiyatroyu tabi ki seyretmek daha zevkli ama Cevat Fehmi Başkut'un zamanına özgü kullandığı dil eseri benim için çok daha güzel hale getirmiş.

23 Şubat 2020 Pazar

Bakışınla Aydınlanır Dünya - Susanna Tamaro

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, Anima Mundi, Luisito gibi romanlarıyla tanıdığımız Susanna Tamaro, bu kez bir anlatı ile karşımızda. Yazar, çocukluk arkadaşı, on altı yaşında geçirdiği trafik kazası nedeniyle engelli olan ve 2017'de elli yaşında kanser yüzünden hayatını yitiren şair Pierluigi Cappello' ya ölümünün ardından yazdığı arkadaşlıklarını gözden geçirdiği, yaşanılan güzellikleri yadettiği anlatılarını derlemiş. Yer yer felsefi görüşlerle süslenmiş güzel bir eser ortaya çıkmış. Bir bakıma kendini anlatıyor yazar. Yazarın çocukluğunda yaşadığı üzüntüleri, okulda geçirdiği kötü zamanları ve çocukluk travmalarını bu anlatının içinde görebiliyoruz.
Daha önceki kitaplarını okuyanlar ve Susanna Tamarro'nun  tarzını bilenler için değişik bir deneyim olabilir.

Kitaptan alıntılara gelince:

"Her şey ışık sayesinde yaşar ama karanlıktan doğar "


"Söz karanlıkla beslenir."


"Sanırım akıl hastanelerine kapatılmış insanların büyük bölümü, var oldukları sürece sevgi ihtiyaçlarından yara almış kişilerdi."

"Arkadaşlıklar yeşertilir, ilişkiler tüketilir. Şeylerisoylu, önemli kılan onları yeşertmektir. Taş ekip yetiştirmek mümkün değildir. Bitkiler, ilişkiler yetiştirilir çünkü yetiştirmek eylemi, içinde tek bir düşünce barındırır. Gelişim düşüncesi."

"Hayat bizi istediği yere, arzu etmediğimiz, bilmediğimiz, varlığından haberimiz bile olmayan yerlere götüren coşkun bir attır."

"Dünyanın hiçbir yerinde doğru olan ve olmayanın niteliğini ya da ağırlığını ölçebilecek bir terazi, kantar ya da cetvel yoktur; hayatın adaleti sorgulanamaz. Ya da vardır ama bozuk bir terazidir çünkü dünya kurulalı beri kader adil olanlara saldırmıştır ve zalimleri mutlu etmiştir."

"Ölüm cezası yaşayarak çekilir yazmıştı sevgili şairimiz Ungaretti ve varoluşumuzun derin anlamı gerçekten de onun sözlerinde gizli."

21 Şubat 2020 Cuma

Bir Gazetecinin Yolculuk Notları - Jules Verne

Gazeteci Cladius Bombarnac, Hazar Denizi kıyısından Çin İmparatorluğu' nun başkentine giden Asya postası trenine binerek yol boyunca görüp yaşadıklarını haber yapmakla görevlendirilir. Trende Avrupalılar ve Asyalılardan oluşan sıradan bir topluluk yolculuk ediyor gibi görünmektedir. Oysa büyük bir sırrı taşıyan trendeki yolcular da göründükleri gibi değildir.

Jules Verne' i daha önce başka kitaplardan tanıyanlar için değişik bir yorum, değişik bir konu. Bilim kurgunun dışında bir roman.

Sıkılmadan okudum. Konu basit gibi gelse de sayfalar ilerledikçe merakınız da artıyor. Döneme ait betimlemeler, anlatımlar çok güzel. Kitabın 1800' lerin sonunda yazıldığı düşünüldüğünde bu daha da ilginç bir hal alıyor. Mükemmel çevirisi ile çevirmen Ferid Namık Hansoy'u da unutmamak gerek. 

İşte alıntılar:


"Bir insanın at üstünde olduğu zamanki düşünceleri, yaya giderken aklına gelen fikirlerden farklıdır."


"Dünyanın beş kıtasında düşünceleri belirtmeye yarayan binlerce kelimeyi ve kuralı bilmesini bir gazete yazarından istemek haksızlık olur."


"Uzunluk ölçüsü olan bir "verst"in bir kilometre altmış yedi metre olduğunu, Güney Kafkasya'daki hükümetlerin göçebe halkının, on beş bin nüfuslu Kalmuklardan, asılları Müslüman olan sekiz bin nüfuslu Kırgızlardan, on bir bin nüfuslu Kundrof Tatarlarından, on iki bin nüfuslu Sartof Tatarlarından, sekiz bin beş yüz nüfuslu Nogaislerden ve dört bine yakın nüfuslu Türkmenlerden oluştuğunu bilmelisiniz."


"Ruslar, 1870 yılında, Nijni-Novgorod fuarı ile rekabet edebilen bir fuarı Taşkent'te kurmaya her ne kadar boşu boşuna kalkışmışlarsa da, bu girişim, yirmi yıl sonra, herhalde başarıya ulaşmış olacaktır."

Silivri Toplama Kampı Zulümhane - Mustafa Balbay

Mustafa Balbay'ın Silivri Cezaevinde kaldığı dönemdeki yazdığı kitap "Silivri Toplama Kampı-Zulümhane"
Kitap biraz cezaevinde kaldım, dur şunu bir kitaplaştırayım tasasıyla yazılmış, gereksiz ayrıntılarla uzatılmış, ticarileştirilmiş gibi geldi bana. 
Tabi cezaevi ortamı hiç de hafife alınmayacak bir ortam ama ne bileyim biraz sıktı beni bu anlatım.

Dünya Yazarlar Birliği PEN Türkiye Merkezi, Cumhuriyet Yayınları'ndan çıkan Zulümhane kitabını ayın kitabı seçmiş. Bilemiyorum.  Edebi unsuru nedeniyle değil muhakkak kitabın adaletin sağlanması açısından verdiği mesajın ulaşması amaçlanmış olabilir.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig


Kitap "Sana, beni asla tanımamış olan sana." başlıklı bir mektup alan yazarın bilinmeyen bir kadın tarafından kendisine yazılan aşk mektubu şeklindedir. 
2018 Ağustosunda Datça'da okuyup bitirdiğim bu kısa kitapta erkeklerin ağzından kadınlara yazılmasına alıştığımızın tersime bir kadının ağzından bir erkeğe yazılmış mükemmel satırlara, aşka ve sevgiye tanık oluyorsunuz.

Bence aşk en güzel yazarak anlatılıyor.

Kitap bir çırpıda okunup bitecek akıcılıkta. 

Beğendiğim satırlar ise şöyle:

"İnsanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur."


"Çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz."


"İnsan ölümün gölgesinde yalan söylemez."

"Erkeğin gözünde bir kadının yüzü son derece değişkendir, çünkü yüzler çoğunlukla bazen bir arzunun, bazen çocuksuluğun, bazen yorgunluğun aynası olur ve aynada yansıyan bir görüntü gibi kolayca kaybolur; erkeğin gözünde bir kadının çehresini unutmak daha kolaydır, çünkü yaş almak ışık- gölge oyununa benzer, kıyafetler de bu çehreyi her seferinde farklı gösteren çerçevelerdir. Bunu yakınmadan kabul edenler, gerçekten bilenler işte onlardır."

15 Şubat 2020 Cumartesi

Baba ve Piç - Elif Şafak

Türk tarihinde her zaman tartışma konusu olmuş Ermeni meselesi her iki tarafında gözünden roman kurgusu içinde çok güzel anlatılmış Elif Şafak tarafından. Tabi bazılarının hoşuna gitmemiş de olabilir. Ermeni ve Türk ailelerin romanı. Tabi roman içinde bu aileler birbiri içine giriyor. Garip bir akrabalık bağı oluşuyor. 
Özet yazarsam kitabın sürprizi kaçar, ana konu içinde hangi alt konulara değinildi dersem yine olmaz. En iyisi okuyun.
Romanın anlatısı güzel, kurgusu güzel, sonu güzel bağlanmış. Hatta sonlara doğru şoklar yaşayabilirsiniz. Ama ben çok şok olmamıştım çünkü daha önceki sayfalarda böyle bir durumun olabileceğini düşünmüştüm.
Kitabın güzel konusu yanında fazla tekrarlar beni sıktı. Gereksiz uzatmalar bazı sayfalarda konudan uzaklaştırdı. Hatta bir ara yarım sayfa yemek tarifi bile vardı.
Bir de galiba okunan yazar olmak için bazı kelimelerin romanda geçmesi gerekiyor. Yerli yersiz, gereksizce kullanılan "kesif" ve "yılankavi" kelimeleri artık komik gelmiyor mu?
Bir de Johnny Cash aşağı, Johhny Cash yukarı. Baydı.

Kitaptan aklımda kalan, altını çizdiğim cümleler ise şunlar:

"İnsan geçmişinden usul usul kopamaz her zaman,öyle peyderpey kendiliğinden düşen ölü bir tırnak gibi. İnsan geçmişinden bir anda pat diye kopar bazen; kesinkes yırtılır bir bağ, bir daha asla bağlanmamak üzere... 
Bilirsin ki hatırlamamak tek seçeneğindir. Bilirsin ki hatırlamamak kendini inkâr demektir. Bedeli göze alırsın. Ancak böyle hayatta kalırsın..."


"Rüzgarı dilediğim gibi değiştiremem ama yelkenlerimi ayarlayabilirim daima varmak için istediğim limana."


"Bütün mutlu aileler birbirine benzerler, ama her mutsuz ailenin mutsuzluğu farklıdır."

"Babasız bir çocuk neticede bir piçti ve İstanbul'da bir piç, sallanan bir diş gibi her an düşmeye hazırdı."

"Kahverengilerden ve grilerden mürekkepti kalabalık. Kahverengilerin ve grilerin arasında, nasıl olduysa kumaşa karışmış eflatun bir iplik,  uyumsuz mu uyumsuz bir tondu Zeliha. Ne var ki kalabalık, onun ahenksizliğini yutup kendi temposuna uyduracak kadar cevval ve yekparedeydi."

"Hiçbir şey insanları ortak bir düşman kadar hızla ve kuvvetle birbirine yakınlaştırmaz."

"Alıp da kullanamayacağın kadar karanlık, tutup da hesap soramayacağın kadar yıllanmış bir bilgi sadece ıstırap veriyordu insana."

"Kız çocukları annelerinin kendilerini doğurduğu yaşa gelince kadın sayılmalıydılar."

"Ama sevgili kardeşim sen de pekala biliyorsun ki geçmiş geçip gitmiş bir şey değildir. Geçmiş şimdiki zamanın içinde yaşar ve atalarımız çocuklarımızın içinde nefes alıp verirler."

"Varsenig Hala devam etti, ' Söyle bana kaç Türk Ermenice öğrenmiş. Hani var mı böyle Türkler? Hiç! Neden bizim annelerimiz onların dilini öğrenmiş de tersi olmamış? Kimin kime hükmettiği apaçık ortada değil mi?" 

9 Şubat 2020 Pazar

Kıymetli Şeylerin Tanzimi - Sezen Ünlüönen

Okunması kolay, düz dille yazılmış, okuyucuyu sıkmayan bir roman, yok roman denilemez belki de bir anlatı.
Günümüz aile akraba ilişkileri anlatılmış. Karakterlerin isimleri altında anlatılan konuların olduğu kitaplar daha anlaşılır oluyor. O yüzden sevdim kitabı. Fazlaca karakter vardı. En akılda kalanı Gülendam.

Kitabın sayfaları arasındaki basit çizimlerde çok ilginçlik katmış.

"Gerçi çocuklar gerçekten kime emanet edilebilirdi? Her nesil, bir öncekinin yaraları, hüsranları ve yetersizlikleriyle malul, bir takım kırık dökük şeyleri devralıyor, çoğu zaman bunları biraz daha kırıp aşındırıp, bir sonrakine miras bırakıyordu."

"Mert'in sevgisi bir koza olup Gülendam'ı  sarıp sarmalıyor, onu gün boyu aldığı darbelerden koruyordu."

"Tuttukları takım için 'hadi hisset bu hislerimi' diye şarkılar yazıp on binlerce kişinin önünde avaz avaz bağırabilen , karşı takımın taraftarıyla sevişmek istediğini şarkılı türkülü davullu zurnalı bir koro halinde kan ter içinde dile getiren adamlar maazallah kız kardeşlerine filan asla 'Seni seviyorum, benim için kıymetlisin' diyemezler."

"Kadın dediğin İstanbul gibi olmalı, fethi zor, fatihi tek."

cümlelerinin ise altını çizmişim.

Her Book'a Maydanoz - Metin Uca-Özlem Kumrular

Küçük Şeylerin Büyük Tarihi alt başlığıyla çıkan kitapta değişik konular hakkında ilginç bilgiler, bazılarında da bazı şeylerin tarihine değinilmiş. Okuduğunuzda ben bunu bilmiyordum ilginçmiş diyebileceğiniz bilgiler olduğu gibi sıkılacağınız bölümler de mevcut. Kısaca söylemek gerekirse, altını çizeceğiniz, ben bunu bir yerlerde kullanırım, arkadaşlarla bir araya geldiğimizde söylerim havam olur diyeceğiniz bilgiler mevcut.

İşte bazı başlıklar:

Boynuzlamak nerden geliyor, Harem bir okul muydu?, Gözyaşı diye saray olur mu? Çatal deyip geçme, Neden zeytin yeriz, Cozutmanın tarihçesi. 

Altını çizdiğim çok satır var. Yazarsam kitabın sürprizi kaçar. Alın okuyun derim ben.

8 Şubat 2020 Cumartesi

Bebek Kafası - Vedat Özdemiroğlu

Vedat Özdemiroğlu alfabetik sırayla seçtiği kelimeleri kendine özgü üslubuyla anlatmış. Tabi ki esprili bir şekilde sizi sıkmadan okutuyor. Uykusuz ve diğer mizah dergilerindeki yazılarından tanıdım Vedat Özdemiroğlu' nu. Ancak kitabı çok akıcı bulmadım. Yazı içeriklerindeki espriler de ne bileyim kırkda bir güldürdü mü diyeyim ne diyeyim bilemedim. 
Yazardan yeni bir kelime öğrendim. Yalnızca kendisinin kullandığı bir kelime aslında. "Draw' dan" Anlamı da yalandan, kandırmacadan gibi bir şey sanırım. Esprilerine çok gülmedim ama yeni şeyler öğrendiğim satırları olmadı değil. Kelime şakaları güzel. Alttakiler mesela ben beğendim.

Altını çizdiğim esprilerden bazıları:

"Darwin' e inanmıyorum ama bi maymun var."

"Felsefe: Neden Eğitimi"

"Michael Jackson'un müslüman olması üzerine George Bush'un yorumu: 'Onun geri geri yürümesinden belliydi zaten' "

"Türkçe sözlü hafif ezan: Başka programınız yoksa buyrun namaza."

"Durumdan memnunum. Bekarlığa devam partisi vericem."

"Bir gün babam, Can ben aynı koltukta oturmamız, benim 'Üç kuşak yan yanayız' demem, babamın da 'Üç kuşak altı taşak' deyip gülmesi."

"En güzeli Davos' a yerleşmek. Daha da gelmez oraya."

7 Şubat 2020 Cuma

Büyük Gözaltı - Çetin Altan

Çetin Altan'ın 1972' de yazmış olduğu ve 1973 Orhan Kemal Roman Ödüllü "Büyük Gözaltı" kitabı. Gözaltında sorgulanan bir kişinin sorgu sırasında ve hapishane odasında içsel dünyasında yaşadıkları, geçmişe gidişi, kendini ve içinde bulunduğu durumu sorgulaması. Gözaltında iken bir cinayetin üzerine yıkılmaya çalışılması ve bu süreçte karamsar bir havada sonunu beklemesi. Romanın yazıldığı yıllardaki siyasi ve toplumsal yaşam ile kahramanın çocukluk ve gençlik yıllarına dönüşü.

"Hayatında gözaltından kurtulduğun hiç oldu mu? Bir karanlık odada bile, dudak dudağa olduğun sırada bile, biri gözetlemiyor mu seni ve sen gözetlemiyor musun kendi kendini."

'' Nihayet sakladığım en büyük sırrı çözmüşlerdi. Ben aslında ipek böceğini kozasının içindeyken öldürmüştüm. Başka türlü kumaş dokunamıyordu ne yapayım''...

"Çocukluktan kalma bir korunma duygusu uyur gibi yapmak...Uyurken dövmezlerdi çocukken."

"Sert fırtınalarla, dev dalgaların içini oyuk oyuk ettiği haşin bir kaya gibiydi babaanne. Öpmesini öğrenmeden unutmuş, ağlamasını kimseye göstermeden bir ayıp kuyusuna atıp boğmuştu."

"Kaç kere sormuştum:
- Sen hiç ağlamaz mısın babaanne?
- Gözlerim kurumuş benim evladım..."

6 Şubat 2020 Perşembe

Güzel Huzursuzluk - Mümtaz Soysal

Yakın bir zamanda hayata veda eden gazeteci yazar Mümtaz Soysal'ın anısına okuduğum 1975 baskısı Güzel Huzursuzluk adlı kitabı, yazarın Yön, Barış ve Ortam Dergileri ile Milliyet Gazetelerinde 1962 ile 1975 yılları arasında yazdığı köşe yazılardan oluşuyor.
Önsözde:

"1962'den beri şurada burada yayınlanmış yazılardan bir kısmını, konu ayrımı gözetmeksizin, tarih sırasına göre sıralayıp yeniden yayınlamak; geriye dönerek, topluma ve olaylara bir kez daha bakmanın en kolay yolu galiba." diyor Mümtaz Soysal.

Tarihe ışık tutan, geçmişle günümüzü karşılaştırma olanağı bulduğum bu tür kitapları okumayı seviyorum. O günlerin yazılarından altını çizdiğim bazıları ise şöyle:

"Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden belki yine bir Türk Devleti çıkardı ama, Mustafa Kemal'in görüşleri olmasaydı, yeni kurulan devlet eskisine oranla tam bir sıçrama sayılmazdı." Milliyet 10 Nisan 1974

"Sözün kısası, Teksas kasabalarının hayhuyu içinde gelişmesi ve büyümesi istenen bir Türkiye'nin başına şair ruhlu başbakan hiç yakışmıyor. (Bülent Ecevit için diyor) Kavgadan, vurgundan, hırgürden anlayan bir başbakan gerek Türkiye'ye. Kovboy filmlerindeki şerifler gibi." (Oldu Sayın Soysal merak etme artık var.) Milliyet 25 Haziran 1974

"..Özgürce ve köklü düşünebilen insanlar yetiştirmediğimiz, kendi kafamızı bir takım asılsız korkularla cendereye sokmayı marifet saydığımız için, demokrasiyi savunurken demokrasiden korkuyoruz. Kafası karışık insanların ülkesinde ortalık da elbet karışır."

"Sorunları nasıl çözeceksiniz? Tanımlamalarda ve önceliklerde olduğu gibi, çözüm yollarında da başkalarının bulunmamasını istemek, kendi çözüm yolunu öne çıkarmanın bir başka türlüsüdür. Bazı yolları 'doğal', bazılarını 'eşyanın tabiatına aykırı' bulmanın, bazılarını 'milli', bazılarını 'kökü dışarda' saymanın gerisinde de bu yatıyor." Barış Dergisi 2 Aralık 1973

"Evet, 'devrimci' demek, 'bugünkü düzen ileriye doğru değişsin' diyen adam demektir ama, düzen kimin eliyle, nasıl ve ne ölçüde ve kimlerin yararına değişecektir?" Ortam Dergisi 19 Nisan 1971

"Türkiye' de hiçbir söz 'Devrim' sözü kadar soysuzlaşmadı. Şapka devriminin de adı devrim Türkçede, Çin' de olup bitenlerin de. Devrim belli bir alandaki köklü hareket midir, düzenin koruyucuları arasında nöbet değiştiren bir darbe mi, yoksa bir ihtilal mi?" Milliyet 3 Ocak 1971

"Her şeyden önce, Sayın İnönü'nün, radyo konuşmasındaki bir noktada yerden göğe kadar haklı olduğu teslim edilmelidir. Gerçekten 'Her devirde, her felsefe için, zanaat sahipleri Atatürk'te kendi maksatlarına uygun uygun deliller bulmuşlardır.Gerçek Atatürkçüler, kıymetli emanetleri korumak için yapacakları mücadelelerin arasına Atatürkçülüğün sahtesini icat edenlere karşı olan mücadeleyi de katmalıdırlar.' Nitekim, bugün işi şeriatçılığa kadar vardıran dergilerin sayfalarında bile Atatürk'ten alınma sözler ve bunların gerisine sığınılarak yazılmış makalelere rastlamak mümkündür." Yön Dergisi 14 Kasım 1962

"Reformlardan yana olmamak, üstelik tavizleri birbiri ardınca sıralamak, demokrasinin kökünü kurutmak olur; çünkü demokrasinin kökü, utanç duvarıyle kaplı odalarda değil, halktadır." Yön Dergisi 18 Temmuz 1962

4 Şubat 2020 Salı

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler - Sabahattin Ali

"Markopaşa Yazıları ve Ötekiler" Sabahattin Ali'nin, Resimli Ay, Varlık, Ulus, Tercüme, Yurt ve Dünya, Tan, Markopaşa, Malumpaşa, Merhumpaşa gazetelerinde 1930 ve 1947 yılları arasında yayınlanan yazılarından oluşuyor.  Kitabın başında ayrıca, Yücel, Varlık gibi edebiyat dergileri tarafından Sabahattin Ali ile yapılan anket ve röportajlar da var. 

Sabahattin Ali'nin yazılarını okuduğunuzda, toplumsal ve siyasal durum perspektifine bakıldığında, yalnızca tarihlerin değiştiği, senaryonun ve oyuncuların aynı olduğu, siyasal tarihte ise olayların aynı idarecilerin isimlerinin farklı olduğu görülebilir. Hele bazı yazıları var ki, günümüz gazetelerinde yayınlansa, 1940'ları yansıttığını fark etmez bugünü yansıttığını düşünebilirsiniz.

Etem Ülük'ün Çağdaş Türk Dili Dergisinde 1988'de kitap hakkında yazdığı yorumda; "Ne denli acıdır ki, Sabahattin Ali'nin, demokrasiye ilk adımların atıldığı yıllarda ortaya koyduğu sorunlar bugün de güncelliğini korumaktadır. Bunun içindir ki, bu yapıtın bugün de okunup üstünde düşünülmesinde büyük yararlar olduğu kanısındayım." demektedir.

Kitapta bugünleri yansıtan yazıların başında benim dikkatimi çeken 1947 yılında Markopaşa'da yayınlanan "Tam Demokrasi" ve "Adalet" başlıklı yazılar.    

Seveni de var sevmeyeni de Sabahattin Ali'nin. Bütün yazıları düşünerek okunması gereken yazılar.

“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir'deki ortak tüccar, İstanbul'daki ahbap milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun.” 
diyor kitabının bir yerinde Sabahattin Ali.

10 Şubat 1947 tarihli Markopaşa'da da şöyle yazıyor Ne İstiyoruz başlıklı yazısında:
"Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler."

3 Şubat 2020 Pazartesi

Hepyek - Seray Şehiner

Meraklısına yazılmış, Seray Şahiner okurlarının beğeneceği Feliçita, Ufuk Çizgisi, Sarı Işık, Personel Yemeği, Sebare, Çok Afedersin, Bulyon, İhtiyati Tedbirler, Ağlamadan Anlatmam Lazım, Arkaik ve Hepyek isimli oniki adet öyküden oluşan bir kitap Hepyek.
İlk öykü Feliçita biraz ümit vermişti ama diğer öyküleri beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Hatta kitap o kadar sıktı ki bir an önce bitsin istedim. Tercih meselesi tabi ki.
Yine de altını çizdiğim cümleler olmuş:

"Musa Tez'i nasıl bilirdiniz? bilmezdiniz. Ölüm varlığı kanıtlamakta, yaşamdan daha kuvvetliydi bu alemde."
"Aşık olunca zaaflarını kendi başlarına kayyum diye atamaktan korkmazlardı"
"Para, Emirhanların evinde her zaman baba çorabında taşınan bir emanet olmuş, hiç bir vakit anne sütyeninde saklanan bir yatırıma dönüşmemişti."

1 Şubat 2020 Cumartesi

Beni Kör Kuyularda - Hasan Ali Toptaş

Daha önce daha iyi romanlarını okuduğum Hasan Ali Toptaş'ın vasat sayılabilecek toplumsal mesaj içerikli bir romanı "Beni Kör Kuyularda". 
Adı biraz yanıltıcı, konuyla ilgisi yok ve bu beklentiyi farklılaştırıyor gibi geldi bana. Kitapta Güldiyar'ın hikayesi anlatılıyor. Güldiyar'ın üzerinden, toplumumuzda sıklıkta gördüğümüz insanların vurdumduymazlığı, birbirimizin acısından, düşkünlüğünden para kazanma hırsı, acıları sermayeye dönüştürme düşüncesi kitabın anafikri. Roman mı, masal mı, hikaye mi bilemedim anlatılan. Uzadı, sıktı, zorladı. Hasan Ali Toptaş'tan daha iyilerine alışmıştık. 

Kitapta altını çizdiğim cümle olmamış ama sizlere bir fikir vermesi açısından kitap inceleme sitelerinden kopyaladığım alıntılar:

"İyiliğin ve güzelliğin bir daha yeşermemek üzere hepten kuruduğuma kanaat getirmişçesine, Halil başını çevirip acı acı baktı onun arkasından. Gözleri dolmuştu o an, dudakları apak olmuş, hafiften titremeye başlamıştı. Aldığı nefes ciğerlerine gitmiyormuş gibiydi."

"Kalabalığı giyiniyorlardı sanki."

"Onu donduran şey bizim hissettiğimiz soğuk değil zannımca, bizim hissettiğimiz soğuk değil."

Çöplüğün Generali - Oya Baydar

Hayali bir ülkede ütopik olarak tanımlanabilecek bir roman Çöplüğün Generali. Günümüzde yaşanan mesela,  faili meçhul cinayetler, bahçeye gömülü mühimmatlar, gelişi güzel patlayan bombalar hayali bir ülkede yaşanmışcasına anlatılıyor. 
Çöpte Kağıt toplarken bulduğu bomba ile ayağını kaybeden çocuk, ailevi nedenlerle intihar ettiği iddia edilen bir general, hafıza yitiren bir virüsle uğraşan bir mikrobiyolog, 10 yıl boyunca yılmadan usanmadan kayıp oğlunu arayan köpekli ana ve daha nice öykü. 
Romanın diğer bölümü ise gelecekteki yaşamı anlatıyor. Oya Baydar'ın bu türde yazılan bu kitabını çok beğendiğimi söylemeliyim. İşte alıntılar:

"Hayatın gerçekleri roman kurgularından daha acımasızdı çoğunlukla."


"Gökyüzü mavi atlastan, yeryüzü kaz bokundan."

"Kız, psikolog olmaya karar verdiğinde ne işe yarar psikoloji, mühendis ol, işletmeci ol, bilgisayarcı ol, diye kızmıştım. Haklıymış meğer, milyonlarca psikolog yetmez bu ülkeye."

"Hipokrat yeminini hatırlayan mı kaldı! Para ve piyasa, yeminleri bile satın alıyor bu düzende."

"Halkın gözü açılmasın, hesap sorulmasın diye yapmayacakları yok bunların. Medyayı da almışlar yedeklerine... Ekranda gördüklerimizi gerçek sanmaya başladık."

"İnsan başedemeyeceği şeyi, kendi suçunu ihanetini en çabuk unutur."

"Tehlikenin bilmekten değil bilmemekten doğduğunu düşünmüşümdür hep."

"Bana sorarsan, dünyanın geleceğini virüsler belirleyecek, bir de o virüslere hükmedenler."

"Gördüklerini görmezden gelmek bu toplumda erdem sayılan bir alışkanlık."