Bu Blogda Ara

24 Aralık 2017 Pazar

Tesla Maskelerle Çevrili Bir Hayat-Vladimir Pistalo


Son zamanlarda Tesla ile ilgili çok kitap yazıldı. Özellikle Edison ile çekişmeleri, onunla karşılaştırılması Edison mu Tesla mı sorusunu gereksiz bir şekilde gündeme getirdi. Özel hayatı öne çıkarıldı. Tesla Maskelerle Çevrili Bir Hayat, bu ilişkileri anlatan bir kitap. Yazarının ismini ilk defa dutdum. Daha eğlenceli bir kitap bekliyordum. Biraz uzun olmuş. Okuyup bitirene  kadar sıkılmadım dersem yalan olur. Küçük küçük bölümler halinde anlatılmış. iki yada üç sayfa süren kısımlar bazen birbirinden bağımsız özellikler gösterince kopmalar meydana gelebiliyor. Bazı karakterler "nereden çıktı bu", "bu kimdi" sorusunu sormama neden oldu. Daha ilginç kurgulanmış bir hikaye bekliyordum. Karışık ve sıkıcı bir kitapla karşılaştım. Sanki bir filmin senaryosu gibi idi sahneler. Bir sonuca bağlanamadan bitti. 

Kitaptan bazı altını çizdiğim sözlerin çoğu kitap dışından alıntılar. Ama anne Milutin Tesla'nın bir sözü var: 
"Bir yerde rahip çapayı eline almışsa, ilerleme fikri orada ölmüştür."
"Çok okuyan çocuk, Ovidius'un bir sözünü hatırladı. "İçimizde bir tanrı var, bizi uyandırdığı zaman gönlümüz ısınır, onun verdiği güçle ilham tohumları ekilir."
Fark etti ki, içinde bulunduğu dünyada insanlar, insanların var olmasına ses etmiyor fakat "bir şey" olması onları rahatsız ediyor. "
Ovidius'tan bir alıntı "Kaç koyunu olduğunu bilen adam fakir adamdır."
Dediğim gibi kitaptaki güzel sözler genelde alıntılar.
"Ormanda bir ağaç devrildi kimseler duymadan, dünyadan göçtü gitti"
"Gözü yaratan kör olabilir mi hiç?" çok güzel bir söz.
Sabırla okursanız güzel bir kitap, galiba ben biraz sabırsız okudum.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı-William Golding


Çocuk kitabı gibi gelmişti, elime alıp alıp bırakıyordum. Zamanı gelmiş. Okumaya başladım.Yine büyük beklenti, yine beklentinin karşılığını bulamayış. Ben mi zor beğeniyorum yoksa beklentim mi büyük. Bilemedim. Issız adaya düşen bir uçak ve çocukların o adada yaşadıkları.Anlatılanın arkasında anlatılmak istenilen düşünceler var tabii ki. Ben bir kitabı okurken o kadar sorgulayamıyorum. Ne okuyorsam onu anlıyorum. Arka planda verilen mesajı almak için önceden kitap incelemelerini okumuş olmak gerekiyor. Ben de bunu sevmiyorum. Bir roman roman olarak okunmalı evet ondan çıkaracağımız derler mutlaka olmalı ama ders kitabı gibi okumamalıyım. Roman çok yoruma açık. Başta dediğim gibi ıssız adadaki çocuklar yaşlarının gösterdiği kadar kazanmış oldukları bilgi birikimi ile birlikte yaşamayı sağlayacak girişimlerde bulunuyorlar. Lider seçiyorlar, kimin söz sahibi olacağı ve konuşma yapacağı ise ellerindeki deniz kabuğuyla belli ediliyor. Deniz kabuğu kimde ise onun konuşma hakkı var. Barınma, yeme içme ihtiyaçlarının şekillenmesi, işbölümü gibi kavramlar şekillenmeye başlıyor. Önceleri kurulan düzen sonra kendini düzensizliğe ve  kargaşaya bırakıyor. Güç savaşları başlıyor. Uygar dünyanın bire bir örneği bu adada yaşanmaya başlıyor. Romanın sonunda ise baştaki o saf iyi niyetli saf çocuklardan geriye bir vahşilik kalıyor. Karakterler farklı kişilikleri sembolize ediyor.Tabi bunları anlamak için dediğim gibi derinlemesine düşünmek gerek. Okurken sıkıldım,  bazen atlayarak okumayı denedim. Ama ne zaman üç beş satır atlamaya kalksam birşeyleri kaçırdım. Geri dönüp atladığım yerleri tekrar okudum. Belki bana sıkıcı geldi ama belki de zamanında okumadığım içindir. Öyle yada böyle dünya edebiyatı denildiği zaman okunması gerekli kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.

12 Kasım 2017 Pazar

Middlesex - Jeffrey Eugenides

Okunması gerekli kitaplar klasikler listesinde gördüğümden beri merak ettiğim bir kitaptı. Bir süre rafta durduktan sonra yaklaşık 600 sayfa olmasının da etkisiyle korka korka elime aldım ve bir  çırpıda bitirdim. 1920' lerin Bursa'sında başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarını yaşananlar içinde şöyle bir özetleyerek Yunanistan-Türkiye-Amerika üçgenindeki bir hermafrodit bir kızı konu alıyor kitap.
Hermafrodit; hem erkek hem dişi üreme organlarını beraber bulunduran canlılara verilen ad. Mitolojideki Hermes ve Afroditten geliyor aslında. Kelime olarak hermafrodit, Yunan mitolojisindeki Haberleşme Tanrısı Hermes ile Güzellik Tanrıçası olan Afrodit'in adlarından gelmektedir. Efsaneye göre Afrodit ile Hermes'in bir oğulları olur. Adını Hermafrodit koyarlar. Hermafrodit o kadar güzeldir ki bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, sürekli ona yakınlaşmak için uğraşır ama Hermafrodit'in nazı ile karşılaşır. Bir türlü yüz bulamayan peri kız, Hermafrodit gölde yüzerken birdenbire karşısına çıkar ve sıkı bir şekilde ona sarılır. Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Sonunda dileği kabul olur ve ikisi de aynı vücutta can bulurlar. Böylece ortaya çift cinsiyetli bir insan çıkar.Neyse kelime manasını öğrendikten sonra gelelim kitabımızın konusuna:
Kitabımnızın kahramanı Calliope’nin büyükannesiyle büyükbabası da Osmanlı dönemi Bursası’nda,  bir dağ köyünde doğuyor. İpekböceği yetiştirdikleri Bursa’yı Kurtuluş Savaşı nedeniyle terkedip İzmir’e gidiyorlar ama ‘büyük 1922 yangını’, yani Türk-Yunan Savaşı bekliyor onları. Çaresiz bir gemiye  binip Amerikaya Detroit’e göç ediyorlar. Eski hayatlarından ellerinde kalan sadece bir rüya tabirleri kitabı, bir de içinde ipekböceği kozalarının durduğu ahşap bir kutu kalıyor.  Hikayenin başka bir bölümünde eskiye dönüldüğünde, o dönemde Türklerden korunmak isteyen Rumlar, yakın akraba evlilikleriyle aktarılan bir hastalığın pençesine düşmüşlerdi. Bu yakın akraba evlilikleri sonraki kuşaklarda bozuk genin oluşmasına ve çift cinsiyetli çocukların doğmasına sebep oluyor.  "Romanın ‘kız’ kahramanı Calliope büyüdüğünde çift cinsiyetli olduğunu öğreniyor. Kaderini belirleyen an, onu eksiksiz bir dişi haline getirecek olan ameliyatı reddetmesi.
14 yaşında ameliyat masasından kaçan Cal kendini keşfetme sürecinde bir sürü macera yaşıyor. Sakallı kadın olarak denizkızları ve başka hilkat garibeleriyle birlikte bir sirkte çalışıyor mesela. Sonra ‘Türklerin şehri’ Berlin’e yerleşiyor. Hiç konuşamadığı ama genlerinin hatırladığına inandığı bir lisanı işitmek, lahmacun, bulgur pilavı ve kebap yemek istediği için…
Tam 41 yaşında, melezliğin hoşgörüsüzlük karşısında insana bahşedilmiş en büyük lütuflardan olduğunu anlayınca veriyor kesin kararını; ne olarak dünyaya geldiyse öyle yaşayacak, yani varlığını tek bir aidiyete indirgemeyecek, genlerini ve kültürünü dezavantaj değil avantaj olarak kabul edecek, bir melez kalacak. 
İlgi çekici konusuyla değişik bir hikaye. Ben çok sevdim. İnsanları olduğu gibi kabul etmek kadar insanların da kendini oldukları gibi kabul etmeleri de önemli bir olgu.Ne isen öyle yaşa. Kitapta büyük İzmir yangını ve güzel İzmir ile ilgili yazarın görüşleri, Yunanın İzmir' i nasıl yakıp kül ettiği hakkında önemli ayrıntılar var. Mustafa Kemal Atatürk hakkında da övgü dalı satırları da atlamamak lazım.

Kitaptan aklımızda kalan alıntılar ise şöyle:

-"Buna evrim biyolojisi deniliyordu. Bunun etkisiyle cinsler yine farklılaştı, erkekler tekrar avcılığa, kadınlar da meyve toplamaya geri döndü. Artık bizi çevre değil doğa şekillendiriyordu. Bizi kontrol eden hala milattan 20.000 yıl öncesinin hominid dürtüleriydi. Bugün televizyon ve dergilerde bunun basit formüllerini sık sık görürüz. Erkekler neden iletişim kuramaz? ( Çünkü avda sessiz olmak gerekirdi.) Kadınlar neden kolayca iletişim kurar? ( Çünkü birbirlerine meyvelerin yerini bağırarak haber verirlerdi.) Erkekler evde aradıklarını şeyi neden bir türlü bulamaz? ( Çünkü dar bir görüş alanları vardır, avda ancak iz sürülebilirdi.) Kadınlar neden aradıklarını kolayca bulur? ( Çünkü yuvalarını tehlikelere karşı korurken geniş bir alanı gözleriyle taramak zorundaydılar. ) Kadınlar neden paralel park edemez? ( Çünkü düşük testosteron oranı uzamsal yeteneği azaltır.) Erkekler neden yön sormaz? ( Çünkü yön sormak bir zayıflıktır ve bir avcının buna tahammülü yoktur.) İşte bugün böyleyiz. Erkekler ve kadınlar aynı olmaktan sıklıp yeniden farklı olmak istiyorlar.
-Biyoloji size bir beyin verir. Onu akla döndürense hayattır.
-Hangi yönden bakarsanız bakın yine işin özü değişmez: Büyük buluşlar, ipek ya da yerçekimi olsun, genelde umulmadık armağanlardır ve hep ağaç altında aylaklık edenlere kısmet olurlar.

31 Ekim 2017 Salı

Çocukluk Adası-Karl Ove Knausgaard


Kitap Kulübünün abone paketinden gelen kitaplarımdan olan Çocukluk Adası Karl Ove Knausgaard'ın benim okuyacağım ilk kitabı. Daha önce Norveç edebiyatına dair bir kitap okuduğumu sanmıyorum.Kapaktaki resminin etkileyici bir yönü de olabilir bu kitabı okumaya karar vermeme. Çocukluk Adası yazarın daha önce yayınlanmış Kavgam serisi kitapları hakkında onlarca yazardan okuduğum harika referanslar önsözde beklentimi öylesine arttırdı ki. Kitaba başladım. Yazarın çocukluk anıları.Sorunlu bir baba. Sonu nereye varacak diye girdiğim bir yolda sorunlu bir baba ve yazarın çocukluk anılarının devamını buldum. İyi güzel anılarda, evden çıktım markete gittim, sakız aldım gibi ilk günlük denemelerimize benzeyen ama sonun da bir yere dayanmayan günlük yaşantıların ayrıntılı bir anlatımı. Başyapıtlık bir eser bulamadım. Bu New York Times Best Seller olayı da iyiden iyiye kafamı karıştırmaya başladı.Gerçekten Avrupa, Amerika insanı sahil kenarında kafa yormayacak kitapları çok fazla sevdiği için mi acaba bu kitaplar best seller oluyor yoksa edebi yönü kuvvetli olduğu için mi bilemiyorum doğrusu. Kitabın kötüsü olmaz, ancak size göre bana göre beğenileni beğenilmeyeni olur.Yine de okuyun derim ben.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Kuyucaklı Yusuf-Sabahattin Ali



Sabahattin Ali'nin, öykülerinin ve romanlarının bende ayrı bir yeri var. Bir süre memleketim olan Aydın'da görev yapmış, cezaevinde yatmış bir yazar olarak anlatımı, bu yöreye ait ortak geçmiş ve en önemlisi aykırı fikirleri ve bunları romanlarında yansıtması beni Sabahattin Ali kitaplarına daha yakın tutuyor.

En önce okumam gereken kitaplarından biri olan Kuyucaklı Yusuf'un ben daha ortaokul belki de ilkokul çağlarında iken TRT ekranlarında siyah beyaz yayın yapılan dönem dizisini seyretmiştim. Ama konusu çok da aklımda kalmamıştı açıkçası. Kuyucaklı Yusuf romanının bir kısmı Aydın Kuyucak İlçesinde 'o zamanlar Nazilli'ye bağlı bir belde' geçiyor. Anne ve babasının öldürülmesinden sonra yine Aydın’ın ilçesi olan Nazilli’de kaymakam olan Selahattin Bey’in Yusuf’u yanına almasıyla olaylar başlar. Yusuf, Selahattin Bey’in karısı istemese de o evde büyümeye devam eder. Evin tek kızı olan Muazzez ile aralarında aşk başlar. 1900 lü yılların başlarında geçen olaylar, aile ilişkileri, köy hayatı, fakirin ezilmesi, zenginin ve paranın her türlü gücü ama en sonunda çok da mutlu bitmeyen bir son. Okuyun.Daha önceleri okumuşsanız yine okuyun.Hayran olduğunuz Rus, Fransız yazarlardan daha değerli bir Sabahattin Ali kalemi var.

7 Eylül 2017 Perşembe

Edebiyatımızın Kozmik Odası- Adem Çevik


                                                              
Okuduğumuz kitapları hep övecek değiliz ya. Biraz da sövelim. 
Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı, Mina Urgan, Cemil Meriç, Selim İleri, gibi yazarlara saldıran, mesnetsiz hikayeler, sözde anılar, kaynağı belli olmayan anekdotlarla bezenmiş, edebiyatla ilgisi olmayan saldırdığı çamur sürdüğü, kötülediği yazarların gölgesinde dahi duramayacak olan, adını dahi ilk defa duyduğum bir yazarın sırf bazı yazarlara, özellikle aydın, elit, Atatürkçü, barışçı ve dini esaslar üzerinde yazarlık yapmayan "özellikle adında Kemal geçenlerin tamamına" yazarlara saydırmak için yazdığı bir kitap. Okumasanız da olur. Kitaba verilen paraya acımam ama buna verilen paraya hakikaten yazık. Okumayın demiyorum, okuyun da diğer yazarların kıymetini anlayın. Anlatılanların doğru olup olmadığını da ayrıca sorgulayın derim ben.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok- Erich Maria Remarque


Savaşın incittiği insanlara bir ses veren Erich Maria Remarque, bize hatırlattıklarıyla her zaman el üstünde tutulması gereken bir yazar. Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar.

Remarque'ın, I. Dünya Savaşı'ndaki bir grup askerin hikâyesini on dokuz yaşındaki bir çocuğun gözlerinden anlattığı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok canlı çarpışma sahnelerinin yanı sıra savaşın gereksizliğinin ve askerlerin  cephede ve cephe arkasında yaşadıklarını anlatan bir roman.

Filmini seyretmedim ama kitabı beni çok sarmadı. Anlatımlar çok dolu dolu değildi. Savaşın anlatımını öyle güzel yapan, çekilen zorlukları öyle güzel anlatan bizim romancılarımızın Kurtuluş Savaşı anlatımları ile karşılaştırdığımızda çok sığ bir roman olmuş bile diyebilirim. Hep dediğim gibi bizim dilimiz, bizim yazarlarımızın anlatımı gözümüzde büyütülen bazı yabancı yazarlardan hep üstte olmuştur benim gözümde. Bu romanın klasikler arasında yer alması bizim Kurtuluş Savaşımızı anlatan romanlarımıza biraz haksızlık gibi görünfü bana. En azından Turgut Özakman' ımıza haksızlık gibi. 

Bu bir savaş kitabıdır. Savaşın ne kadar gereksiz,anlamsız ve birilerinin sadece iki dudağının arasında olduğunu,o kişiler için ise bir anlamınız olmadığını karakterler aracılığıyla anlayabileceğiniz bir kitaptır. Alman askerlerinin Fransa'ya karşı savaşını konu eder.Sadece cepheyi,yanınızdan geçip giden kurşunları ,cephede çekilen gıda sıkıntısını ve hayatta kalma çabasını anlatmaz,böyle yoğun bir bombardımandan sonra evine izin alıp ailesini ziyaret edebilen şanslı askerlerin hayatından kesitler sunar veya daha 18 yaşında cepheye gönderilen çocukların aşka bakış açısını gözler önüne serer.
Cepheyi, ateş hattını, geride bekleyenleri, savaşı hiç bilmeyenleri, hastaneleri kısacası savaşa ait olabilecek her yeri herkesi anlatmış yazar bu kitapta. Anlatımı kolay bu  sayede görseli kafanızda çok rahat oluşturabiliyorsunuz, okumaya başladıktan bir süre sonra gözlerini kapadığınızda kendinizi o cephede hissedebilirsiniz. Cephedeki arkadaşlığın sıcaklığını hissedebilir, bir askerin ölümünden sonra gözleriniz dolabilir. Önce filmini seyretti iseniz bu daha kolay olabilir belki.

Kitap, Nazilerin de meydanda yaktığı yasaklı kitaplarındandır. Zaten sonrasında yazar Almanya'yı terk etmiş Amerika'ya yerleşmiştir.Naziler Remarque'yi öldürmek amacıyla arasalar da bulamazlar onun yerine ablasını öldürürler.
Savaş konusunda -özellikle ne kadar anlamsız olduğu konusunda- altı çizilesi ve yeniden okunulası cümleler barındırır.

''On sekiz yaşımızda dünyayı ve hayatı sevmeye başlamıştık. Sonra da aynı şeylere ateş etmek zorunda kaldık. Patlayan ilk obüsler, kalbimize rastladı.''

“Gencim, yirmi yaşındayım. Ama hayatta umutsuzluktan, ölümden korkudan ve acı uçuruma sürükleyen anlamsız bir dıştanlığın kösteklenmesinden başka bir şey tanımıyorum. Milletlerin birbirlerine zorla düşman edildiğini ve hiç ses çıkarmadan, hiçbir şey bilemeden budala, uysal ve bönce birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. Dünyanın en zeki beyinlerinin, bütün bunları daha ustaca ve daha devamlı yapmak için yeni silahlar ve yeni laflar bulduklarını görüyorum.”

"Göz denilen şu iki küçük noktada öyle yürekler acısı bir anlatım var ki, insanın parmağı ile örteceği geliyor."
"Dövüşmek değil yaptığımız. Yok olmamak için kendi kendimizi savunuyoruz."
"Sizlere derim ki; hayvanları savaşa sokmaktan daha büyük bir alçaklık olamaz."
"Fakat en önemlisi , her işin bir çaresine bakan sağlam bir dayanışma duygusunun içimizde yer etmesi, her cepheden en mükemmel arkadaşlık duygusuna yükselmesiydi;buda savaşın eseriydi."
"şu kadarını öğrendim ki insan başını diğer tarafa çevirdiği sürece en korkunç şeylere bile katlanabilir.fakat bu şeyleri sıcağı sıcağına düşünmeye kalkışırsa dayanamaz ölür"


5 Eylül 2017 Salı

Körlük- Jose Saramago

Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Kısaca konusu:Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.
Anlatım ise okumaya alıştığımız türlerden biraz daha değişik. Öncelikle paragraf yok, romanlarda alışık olduğumuz konuşma çizgileri yok, noktayla biten cümleler nadir ve hep virgülle bitirmiş. Böyle olunca da okuyucudan dikkatli okuma istiyor kitap. Konuşmaların virgülle birbirinden ayrılması ve paragrafların fazla uzun olması başta kitaba alışmamı zorlaştırsa da alışınca kitabı okumak daha kolay ve zevkli oldu. Başta yadırgadım ama sonra alıştım ve daha dikkatli okumamı sağladı yazarın bu seçtiği özel yazım. Diğer kitaplarında da böyle mi bilmiyorum. Çünkü bu Jose Saramago'nun okuduğum ilk kitabı. 
Çok fazla noktalama işaretleriyle konunun boğulmasını önlüyor ancak konuşma sırasının kime geçtiği yada yine aynı klşi mi konuşuyor konusunda tereddüt oluşuyor sadece.

Doktorun karısı neden kör olmadı sorusu hep aklımı kurcaladı. Onun üzerinden bir mesaj mı verilecek acaba. Kitabın sonuna kadar hep onu bekledim. Sonuna doğru anladım ki, olan biteni gören gözlerle okuyucuya anlatması gereken birisinin olması gerekiyordu, O da doktorun karısı idi. Ama kitabın sonunda bir mesaj var mı.Direk bir mesaj yoktu. Ama alınması gereken dersler vardı. 
Dünya üzerinde kimse görmeyince sorunlar çözülmüyor. Bazı görmeyenler yine daha güçlü olabiliyor. Eşitsizlik her alanda var. Yine hayatta kalabilmek önseziye, beyni kullanabilmeye bağlı. Vücudun durumu ne ise beyin ona adapte olabiliyor. Gözümüz görüyor iken sorun gibi gelmeyen şeyler körlük durumunda çok büyük sorun olabiliyor.
Filmi de varmış en kısa zamanda seyretmek istiyorum.

Distopya olarak adlandırılan kitaplar arasında en kolay anlaşılan ve kolay okunan bir kitap oldu benim için.

İşte Alıntılar:
“Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.”
"Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım."
"Ne düşündüğümü söylememi ister misin,Söyle,Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum,biz zaten kördük,Gören körler mi,Gördüğü halde görmeyen körler."
"... ama dünya öyle kurulmuştu ki, gerçeğin ortaya çıkması için çoğu kez önce yalanlarla maskelenmesi gerekiyordu. "
"Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek, ..."
“Ve ağlama yeteneğimizin olması bizim için şanstır, gözyaşları çoğu kez bizi huzura kavuşturur.”
"Kurbanın kendi celladı üzerinde hiçbir hakkı yoksa adalet yok demektir."
"Zorunluluklar insana mucizeler yarattırır."
"Düşünebiliyor musun, bu merdivenleri vaktiyle gözüm kapalı inip çıkabilirdim, kalıp halinde kullandığımız cümleler böyledir işte, duygularımızla meydana gelen ince farklılıkları dikkate almaz, bu cümle örneğin, gözleri kapalı olmak ile kör olmak arasındaki farka aldırmıyor."
"Hatta körlerin içinde yaşadığı karanlığın sonuçta sadece ışığın yokluğu anlamına geldiğini, körlük dediğimiz şeyin, nesnelerin ve varlıkların görünüşünü örtmekle sınırlı kalıp, onları bu kara perdenin ardında el değmemiş bırakan bir şey olduğunu  da düşünmüştü zaman zaman." 

27 Ağustos 2017 Pazar

Yetmiş Yaşım Merhaba- Aziz Nesin


Aziz Nesin'in mizah yazıları haricinde okuduğum ilk kitabı. 11 adet hikayeden oluşuyor. Yaşlılık ve aşk genel konuları. Güzel hikayeler.İçlerinde belki Aziz Nesin'in kendisi de var.Kendini anlattığı satırlarda var. Aşk sadece gençlere özgü değil. O yaşlara geldiğimizde bunu elbet anlayacağız. Şİmdi bile bulunduğumuz yaşın aşkını yaşamıyor muyuz?


Kitabın arka kapağından:
"Yaşlı erkeğin, çok zorlu bir sevinin kıskacından kurtulmaya çalıştığı, belki yüz kez ihanet ettiği yalnızlığına kendini bağışlatıp yeniden yalnızlığına sığınmaya uğraştığı bunalımlı bir zamanında karşısına çıkmıştı bu kız. Bikez daha ihanet etmemeye söz vererek, son ihanetini de son kez bağışlaması için yalnızlığına yalvardığı günlerdeydi. Yalnızlığını bu kaçıncı aldatmasıydı, bu kaçıncı söz verişi ve kaçma bağışlanmasıydı... Yaşlı adamın yalnızlığı, analar gibiydi. Analar, nice suçlu olurlarsa olsunlar, çocuklarını nasıl bağışlarlarsa, yalnızlığı da yaşlı adamı, kendisine her ihanetinden sonra bağışlayıp bağrına basmıştı. Yaşlı adam -yaşından da utanmadan- kendi yalnızlığının dizlerine kapanıp, "Bikez daha seni kandırsam...", "Bikez daha seni aldatırsam...", "Bikez daha sana ihanet edersem..." diye ağlayarak yeminler etmeye hazırlanıyordu kiiii... bu kız karşısına birden çıkıvermişti."

Kitapta eskiden kullanılan, unutulmuş kelimeler de var. 
"Yaşamaya kargışlı kalacağız" Kargışlı  kelime anlamı: Tanrı'nın ve insanların nefretine, lanetine uğramış, melun, lanetli.
"İç giyneklerim derime yapışıyordu." Giynek: kıyafet, giysi
"Ayrımsamak" bilincinde olmak, sezmek

Alıntılara gelince:

Tanıştığımız insanı, ona sevgi duymuşsak, yıllardır tasarladığımız, idealize ettiğimiz insan sanırız. Ve o insanın davranışlarını kendi isteğimize, gönlümüze göre yorumlarız. Böyle olduğu için de her sözü, her davranışı bize güzel gelir. Ama zamanla onu yakından tanıyınca, o eski yorumlarımız, değerlendirmelerimiz değişir; aynı sözleri, aynı davranışları bu kez bize çirkin, yanlış, kaba gelmeye başlar.

"Ne korkunç şeydir koca dünyada senden başka kimsenin olmaması... Bu dünyada herkesin olup da senin olmaman bile bu kadar korkunç değildir ; çünkü sen olmayınca, olmadığını da bilmezsin."

"Yaşlı adam bir gün sevgilisi genç kıza, “ Bütün yaşamımda mutluluğu ilk kez salt sende buldum. Ama anladım ki, bunca mutsuz insan, mutluluğumuzu yaşamımıza bizi bırakmayacaklar, dedi” 

Kadın, “ah sabahleyin uyansam ki, otuz yaş birden yaşlanmışım, ne mutlu olurdum”, diyordu."

"İşte bunda sonra yaşlı adam, yaşlılığın gereği olarak yalnızlığı benimsemek zorunda olduğunu kendi yaşında bir insanın yalnız kalmasının doğallığını anladı. Demek, o yaşa erişince yaşam öyle oluyordu."

"Seni dünyada kimselerin sevmeyeceği kadar çok seviyorum demişti de genç kadın, “Bu çok söylenmiş bir sözdür,” karşılığını vermişti. Ama çok söylenmiş sözlerde büyük doğruluk vardır. Öyle değil mi? Belki de dünyada en çok söylenmiş söz “seni seviyorum“ dur. “ Seni seviyorum diyen insanın, bu sözünün o andaki doğruluğuna kendisinin inanmasıdır."

"Bizden başka hiçbir kadınla erkeğin birbirlerini, bizim birbirimizi sevdiğimiz kertede sevmeyeceğine inandık ve dünyada sevginin ilk bizim buluşumuz olduğunu sandık. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuza inandık hep."





Ela Gözlü Pars Celile- Osman Balcıgil

Bir solukta okuduğum diğer Osman Balcıgil kitapları gibi. Tarihi çok güzel romanlaştırarak anlatıyor. Daha önce de hayran kaldığım kitabı "Yeşil Mürekkep"i okumuş ve inceleme yazmıştım.
Kitabın konusu kısaca arka kapaktan; 
"Osmanlı'nın en güzel kadınlarındandı. Saray ressamı Fausto Zonaro'nun rahleyi tedrisinden geçti. Paris ve Roma'da eğitim gördü. Adını resim sanatına altın harflerle yazdırdı. Padişah hafiyeleriyle, Balkan çetecileriyle, İttihat ve Terakkicilerle boğuştu... Korku nedir hiç bilmedi! Gönlünü kendinden dört yaş küçük olan Yahya Kemal'e kaptırdığında evliydi, iki çocuğu vardı. "Ela gözlü pars" diye şiirler yazdı ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşündü. Aşkı uğruna eşini, evini terk etti! Maalesef, onu taşıyabilecek büyüklükte bir yüreğe sahip değildi şair. Onu yarı yolda bıraktı, sıvışıp kaçtı. Çok üzüldü, kahroldu ama yıkılmadı ela gözlü pars. Aynı çocuk iki kere doğurulabilir mi? Doğurdu Celile! Oğlu Nâzım Hikmet yirmi sekiz yıllık hapis cezasının on ikinci yılında ölüm orucuna başlayınca, bir panter gibi ileri atıldı ve büyük şairi, ölümün kıyısından çekip aldı."
Kitap bir tarih dersi gibi. Ancak tarih kitaplarında yazmayan ayrıntılar var. Gerçek kişiler anlatıldığından verilen bilgilerde kurmaca değil gerçek. Hadi ya öylemiymiş diyerek çoğu yerinde internetten araştırdığım kısımları oldu. Gerçek olduğunu öğrendim bu bilgilerin. Kitabın senaryosu gereği uydurulmuş şeyler olmadığını gördüm. Kafamdaki Yahya Kemal, Nazım Hikmet değişik şekillendi. Ben bu ölüm orucu meselesini bu kitaptan öğrendim. O kadar yıldır okurum. Nazım Hikmet'in, Yahya Kemal'le yollarının bu şekilde kesiştiğini bilmezdim. Oktay Rıfat'ın teyzesinin Nazım Hikmet'in annesi olduğunu bilmezdim. Her şeyden öte kitabın dipnotları bile başlı başına bilgi kaynağı.Kitabı okumanızı şİddetle ve heyecanla tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim:

-"Ne yazık ki mutsuzluk, mutluluğun ikiz kardeşidir!"

-"Şöyle yazmıştı Nazım: (Yahya Kemal'e) - 'Muallim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz.'"

-"Nazım  ayağa kalktı. Belli ki uzun konuşacaktı.
"Bir dretnot düşün. Sancak tarafından torpil almış, yana doğru yatmakta. Batmamasının tek yolu var, iskele tarafındaki bölmeye de su dolmasını sağlamak. Mürettebat yapılması gerekenin farkında. Ama bu bölmenin kapısı bozuk. Dışarıdan kapanmıyor. Tek çıkar yol, içeriye girip kapıyı arkadan sürgülemek. Bir genç Türk zabiti bunu yaptı biliyor musun? İleriye atıldı, su doldurulması gereken bölmeye girdi ve kapıyı "Vatan Sağolsun !" diyerek sürgüledi."
 Genç Nazım kendini dehşet içinde dinleyen annesine uzun uzun baktı, sonra "Vatanseverlik işte bu demek!" Ah bir fırsatını bulabilsem!" dedi.

-"'yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum
kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum
hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum
gördüm: dişi bir parsın ela gözleri vardı.''

-"'neden bizde bir victor hugo, bir montesquieu, bir jean jacques rousseau yok diye hiç düşündün mü? tamam ziya paşa, namık kemal, mithat paşa var ama tutuyorlar mı az önce adını saydıklarımın yerini, tutmuyorlar.''
''neden?'' dedi celile.
''tutmuyorlar çünkü onlar hugo'yu, montesquieu'yü, rousseau'yu türkçeye tercüme ediyorlar o kadar. sözünü ettiğimiz düşünürler hristiyan geleneğinin bir devamı. gerilerinde kocaman bir avrupa medeniyeti ve tarihi var.''
paşa, celile'ye bir kez daha ''anlatabiliyor muyum?'' der gibi baktı. gelininin pür dikkat dinlediğini görünce kaldığı yerden devam etti.
''bizim düşünsel arka yapımız hristiyanlarınkinden daha mı geri ya da sığ celile? hayır değil. fazlası var, eksiği yok. ama bir yol kazasına uğramış. gelişmeden, ilerlemeden, aydınlanmadan yana olan yönü bir daha filiz vermemek üzere budanmış, buna karşılık dogmalardan, taassuptan, gericilikten yana olan yanı bir dinazor gibi büyümüş. dert bu.''

-'' Hakkın açık ve kaba bir şekilde ihlalini hiçbir dürüst vicdan kabul edemez''

-"Musalla taşının önündeysen hüzün olacak" diye düşünmeye çalıştı Celile.

-"Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hatta
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir." 


Eski Karım Uzaya Gidiyor-Bahadır Cüneyt Yalçın


Tam bir hayal kırıklığı. Bahadır Cüneyt Yalçın'ın daha önce okuduğum kitaplarını, Penguen dergisindeki yazılarını, üslubunu, yazılarında gösterdiği zeka pırıltılarını bildiğim için bu kitaptaki beklentim de üst düzeyde idi. Kitap, iki çocuklu karısını  Fransız bir astronata kaptırmış bir komedyeni anlatıyor. Olaylar da bunun etrafında dönüyor. Anlatılan kısa hikayeler, okunması kolay ama konu nerden geliyor nereye gidiyor çok önemi yok. Arada bir astronata dönüyor. Böyle böyle. Kitabı okumaya başlayınca biraz beklentim kırılmaya başladı. Ha düzelir ha düzelir, alıştığım yazılara döner, diye beklerken kitap "bitsede gitsek" moduna girmeye başladı. Bu kitap bir film olsaydı yarısına gelmeden sinemadan çıkardım. O derece. O zeka pırıltısı adamdan dişe dokunur hiç bir şey çıkmaması, "toplama" yazılardan "zorlama" bir kitap oluşu bende eski eserlerinden kalma  bıraktığı  izlenime hiç yakışmadı. Ya çok ince espriler detaylar vardı ben anlamadım. Kendine göre komik gelen şeyler vardı, benim anlama yetimin üzerindeydi. Olabilir, mümkündür. Bir sitedeki (www.neokur.com) yorumda, kitabın Douglas Adams'ın "Otostopçunun Galaksi Rehberi" kitabından  esinlendiğini ve bunun da saklanmadığı belirtilmiş.Sözünü ettiği kitaba başladım ama bitiremedim daha.Belki bitirdikten sonra bu konuda haklı olduğunu  düşünebilirim. İnşallah bundan sonraki kitabında bu kitabı telafi eder. Ben yine alır mıyım. Alırım.

17 Ağustos 2017 Perşembe

Afet-Mehmet Anıl


Umduğumla bulduğumun farklı, ama değişik konusuyla ve dikkat çekmek istediği konuyla sevdiğim bir kitap oldu Afet. Afet'in tanıtım afişlerini İzmir Kitap Fuarına gittiğimde duvarlarda görmüştü.Kafamda 'ki kitap kapağının da bunda etkisi büyüktür' güzel bir kadının belki de bir hayat kadınının  aşk hikayeleri yada bunu anlatan bir erkeğin romanı olabilir diye düşünmüştüm. Bu beklentiyle almadım  ama. Kitap bana üyesi olduğum ve her ay bana düzenli olarak kendi seçtikleri kitapları gönderen www.kitapkulübü.com.tr' nin Haziran ayı paketinden geldi. Aslında almayı da düşünüyordum.

Kitaptaki anlatılanlar günümüzden 20 yıl ileride bir zaman diliminde geçiyor. Kısaca kitabın özeti ise şöyle:

Romanın kahramanı Muzo hayatını anlatmaya cezaevinden başlıyor.Buraya nasıl düştüğünün hikayesini. Afet babasını elinden aldığını sandığı kadın, Bir de erken yaşlanma (Progeria Sendromu) hastası bir kızkardeşi var Muzo'nun. Bir Sadaka şirketinde çalışıyorlar. Evet 20 yıl sonrasından bahsediyoruz.  Günahlarını hafifletmek isteyenlerin sadakalarını toplayan ve bunu yaparak sadaka verenlerin vicdanlarının rahatladığını düşünmelerini sağlayan bir şirket burası.Tabi ister istemez yaşlılık hastalığına yakalanmış olan ve yaşamı çok uzun sürmeyecek olan  Peri de bu şirketin vazgeçilmezlerinden oluyor.Modern dilencilik gibi bir şey. Konu bu şirketten kazandıkları paralar ve babasını arama macerası ile devam ederken birden Muzo'nun para kazanmak için yaptığı bir nevi jigololuk işine dönüveriyor.Ama bu bildiğiniz türden bir jigololuk değil.Toplumda sandığımızdan daha fazla olan engelli kadınların, kızların, gençlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılayan bir genç olarak karşımıza çıkıyor Muzo. Evet değişik bir durum ama böyle de bir ihtiyacın olduğu ve bunun karşılanmaması durumunda psikolojik sıkıntılı bireylerin daha da kötüleştiğini öğreniyoruz.Bu cinsel birleşme bazen psikolog eşliğinde bazen de aile gözetiminde neredeyse bir terapi şeklinde yapılıyor.Tabi ki zengin aileler ve bunların  kızları için. Muzo bu kızlardan birine aşık oluyor. Sonra Afet' i buluyor ve öldürüyor.

Konu içinde konu başka başlayıp başka biten  bir anlatım. Değişik. Tabi kitaptan ne anlaşıldığı kişiye göre değişebilir. Yaşlılık hastalığı hakkında verilen bilgiler, bunlar için yapılması gerekenler ve bu durumda olanlara yardımda bulunan toplumsal kuruluşların tanıtımı, engelli ve psikolojik sorunları olan bireylerin yaşadığı ve bizim hayatta hissetmediğimiz ve bilmediğimiz sorunlarına dikkat çekiliyor. Tabii ki cinsel anlatımlardaki biraz abartının olması beni rahatsız etmedi değil.Bir de kitapta vicdanla ilgili bölümler var ki o kısımlar da ayrı bir hiciv içeriyor. Farklı konusuyla severek okuduğum bir kitap oldu.
Bu arada Uluslararası Progeria Araştırmaları Vakfı PRF'nin internet sayfası adresi :https://www.progeriaresearch.org/  

Kİtaptan alıntılar tabi ki var.

-"İnsanın sevdiklerini sevmesi onun iyi biri olduğunu göstermez teyze! Kediyi köpeği, taşı toprağı, yoldan geçeni de seveceksin."
-"Atlatılmak istyendiğini bir dilenciden iyi kim bilebilir.Sadakanın yarısı acındırmaysa, diğer yarısı ısrarcılıktır."
-Telefonu açmayı kendime yediremiyorum. Böyle beklemek, cevap vermeyecek bir telefondan çok daha fazla umut barındırıyor."
-"Çünkü bilirsiniz kimi engeliler, sağlıklı bireylere karşı, mutsuzların mutluluklara duyduklarına benzer önü alınamaz bir öfke duyarlar."
-"Yaşım küçük, kederim o kadar büyüktü ki, kardeşimi zaman yitirmeden toprağa vermekten başka şey düşünmüyordum.Acı süreci bitsin, alışma süreci hemen şimdi başlasın diye. Bir anca unutmaya çalışmak, sanılanın aksine kaybettiğimiz kişiyi ne çok sevdiğimizi gösterir."
-"Uluslararası Progeria Araştırmaları Vakfı PRF'nin internet sayfasına göz atarsanız, sık sık progeria sendromlu çocukları bir araya getiren projeler hayata geçirdiğini görürdünüz. Her yıl başka bir ülkede, masrafları hükümetler ve bağışçılar tarafından bu etkinliklerde dünya üzerindeki hasta çocukların benzerleri ile zaman geçirerek farklılıklarını  unutmaları hedefleniyor. PRF Türkiye'deki faaliyetlerini Türkiye Özürlüler Eğitim ve Dayanışma Vakfı aracılığı ile yürütüyor."
-"Engelli bir çocuğun her anne baba için üzüntü kaynağı olduğuna birinci elden tanığım.Aklınızı sürekli kurcalayan, ama çekilemeyen ağrılı bir diştir o."
-"Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır."  
-"Herkesin vicdanı vardır Pericim, en gaddar canilerin bile"
-"Hem biliyor musun, herkesi vicdanı enikonu aynı boyuttadır",dedim "kalp, karaciğer, safrakesesi gibi bir organdır o da. Kişiye göre az çok değişse de sonuçta, eh, aynı işi görür"
-"Vicdanın, tıpkı bağırsaklar gibi içinde  pis ve kötü şeyler barındırdığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Suçluluk duygusu, günah, utanç gibi bünyeye zararlı maddelerle tıka basa dolarsa, bağırsakların boşalması gibi vicdan taşar ve içindeki bütün pisliği artık garezi kimeyse suratının tam ortasına püskürtür.İşte bu kadar!"
-"Eğer vicdan safra kesesi gibi dolarsa, gel ona vicdan kesesi diyelim, patlar ve içindeki pislik moral peritonite yol açıp bünyeyi zehirlemeye başlar.Beynimiz buna fırsat tanımamak için, tıpkı bağırsakları boşaltması gibi, vicdan kesesini küçük bir delikten, anatomide buna 'cavitas oris proprium' diyoruz balım yani bildiğin ağız, karşısındakinin suratına püskürtür.Artık kime ne kötülük ettiyse."
-"En acımasız sandığın insanların vicdanı aslında en çok mesai yapan vicdandır.Bu hınzır organ çalışırken hayli şamata çıkartır. Vicdanın sahibi de gürültüyü bastırmak için bağırmak zorunda kalır.Bütün mesele bu!"
-"Ne varki allah tarafından vücudumuza yerleştirilen bu yalan makinesini kandırmak çok kolay değildir.Doğal olarak açma kapama düğmesi de bizim değil onun elindedir."
-"Kural değişmiyor:Eski tanışlar acıyarak acıtır, yeniler olduğu gibi kabul eder."
-"Görkemli kalenin surları yükseldikçe, fethindeki heyecan da bir o kadar artıyordu."
-"Gerçek ruh yüceliği başkalarının felaketine sevinmek değil başarısına sevinmektir."

  





12 Ağustos 2017 Cumartesi

Ne Yapabilirim-Gündüz Vassaf


Rüyalarımız tekdüzeleştir, Böl-yönet düzeninde 
Birey yüceltilip bencilleştirilirken, Aidiyetlerimizin gönüllü köleleri,Belirlenmiş seçeneklerin kalebentleriyiz. Her gün yeni felaket haberiyle uyanıyorum. Ne yapabilirim? Vicdanın sızlarken sen ne yapabilirsin?Biz ne yapabiliriz?
Gündüz Vassaf, Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar'da bir harekete, örgüte, partiye, hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor. Kötümserliğe kapılıp edilgenleşmeye, değişimin ertelenmesine, değişimi kendimizden başka yerlerde aramaya karşı çıkıyor. Okurunu, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden "ne yapabilirim"i düşünmeye davet ederek yeni bir yaşam ahlakını tartışmaya açıyor..."Düş gücünün avukatı" Gündüz Vassaf'tan barışa, özgürlüğe, haksızlıkları vurgulamaya, düşlemeye, değişime, birlikteliğe, geleceğe dair şiirsel bir kitap...Rüyalarımız, her yerde, her koşulda. Darwin'in eksiği, evrim teorisinde umuda yer vermemiş olması. İnsandan başka yarını yaşayan tür var mı?
Gündüz Vassaf kitaplarıyla ilk tanışmam "Cennetin Dibi" ile olmuştu.Belki 20 yıl önce okumuştum.Çok sevmiştim.Daha sonra "Cehenneme Övgü"yü okudum.Şimdi de bu kitabı "Ne Yapabilirim" Çok beğendim bir kitap oldu.Günümüz dünyasına ait tespitler.


Kitaptan altını çizdiklerimden bazıları şöyle;

-"Kahramanlaştırılmanın ibret vericiliğini, Galileo, Becht'in ağzından şu sözlerle ifade eder: "Ne yazık, kahramana ihtiyacı olan memlekete."
-"Eylemlerin ön saflarında devleşip tarihe geçmeye can atanlar takdirle karşılanıyor.Kendimizi öne sürdükçe, sırtımızı sıvazlayanlar peyda oluyor."
-Tarihimiz boyunca gençlere "öteki" diye baka gelmişiz.Platon onlar için "Vahşi yaratıkların en zor ehlileştirileni" der.
-Churchill: "Yirmibeşine kadar sosyalist olmayanların vicdanı, otuzundan sonra sosyalist olanların kafası yoktur" der. Düzenin sigortası, Churchill gibi emperyalizm ustalarına atfedilen yukarıdaki sözlerde.
-Oscar Wilde: "Tarihte ilerleme itaatsizlikle mümkün"
-"Gülen Türkiye dempkrasi, gülmeyen Türkiye totaliterizm demek."
-"Çevrende, sofranda şikayetle yetinip dırdırlanan kim varsa sustur!
"Ne yapabiliriz?" diye sor.
Ellerini iki yana açan varsa vicdanını çöpe atsın
Umutsuz olmaya hakkımız yok
Umutsuzluk,zavalılığı benimseyip saygımızı yitirmemiz demek.
Dünyanın kötüye gittiği, daha kötüye gideceği beklentimizi gerçekleştireceğiz demek
Neye inanırsak onu gerçekleştiririz.
Barış, laf salatasıyla değil, barışa inanarak gerçekleşir."
-"Tarihte hiçbir savaş "Biz istiyoruz" diye başlamadı.
Tarihte birçok savaş "Biz istiyoruz" diye bitti."
-"Çünkü bir yardım,ne alanı küçük düşürmeli, ne de veren için bir öğünme nedeni olmalıdır"Murat Bardakçı.İşte Son Sadaka Taşı.
-Çinli ve Amerikalı iki öğrenci özgürlükler konusunda ülkelerini karşılaştırmakta.
Amerikalı: "Okulda 'Kahrolsun Amerika' diye bağırsam kimse kılıma dokunmaz"
"O da bir şey mi? der Çinli, "Beijing'de meydana çıkıp, 'Kahrolsun Amerika' diye bağırsam, omuzlarında taşırlar."
-1968 Prag baharından:
Biz değilse kim?
Şimdi değilse ne zaman?
-Canlı cansız ayırımında kalıplaşmadan, ötekileşmeden, günümüzü, geleceğimizi hepimizi düşünerek oluşturalım.
Hayal kurma mı diyorsunuz?
Küçücük bir örnek.
7 Aralık 2015 tarihli Radikal Gazetesinden
Yer Japonta
Kaplumbağalar için güvenlik önlemi; Tren raylarına mini tüneller.
"Tren yoluna kaplumbağaların geçebileceği mini tüneller inşa etmeye karar veren yönetim, bölgenin okyanus yakınında olmasından dolayı kaplumbağa nüfusunun çokluğuna dikkat çekti." Bu yöntemle kaplumbağa ölümleri %10 azaldı.
-"Eski kocam", "eski sevgilim", "eski karım" sözleri dilimize yerleşmişken, geçmişte kaldı anlamında kullanılan, "eski arkadaşım" diyeni duymadım pek. Ender rastladığımızda , tekrar görüşmeye niyetimiz olmadığını bile bile, "görüşelim" deyip sırtımızı geçmişe çevirsek de o hala "arkadaş"
Kitapla ilgili güzel bir incelemede şurada var. https://meltemburada.com/2016/09/

6 Ağustos 2017 Pazar

Düzyazdım-Sina akyol

Nisan ayında İzmir Kitap Fuarından aldığım Sina Akyol'un Düzyazdım adlı kitabı. Şiirleri ile öne çıkan Sina Akyol'un geçmiş yıllarda Öküz, Kitap-lık, Varlık  vb. dergilerde yayınlanan düz yazılarından oluşuyor kitap.  Birbirini takip etmeyen gündelik yazılar. Anılar, yaşadıkları. Akıcı bir dil. Kolay anlaşılır.Güzel bir kitap.
Kitabın önsözünde yani kendine göre adını verdiği "Girizgah" ında şöyle diyor;
"Bir yazımda -Evet, yazıyoruz.Seviyoruz çünkü yazmayı.İyi, güzel öyleyse devam edelim.Ama şunu da bilerek: Dünyanın en önemli işini eylemiyoruz. Mutlak surette yapılması gereken bir şey de değil yaptığımız.Öyleyse sakinleşelim.Çünkü şunu bilelim: Bir şair, bir yazar, sözgelimi bir doktor, bir hemşire, bir hastabakıcı  kadar fayda sağlayamaz toplumsal hayata. demiştim hala da böyle diyorum diyor"
"Bir diyeceğim daha var: Noktalama işaretlerine getirilen kuralların ilgili kuruluşlarca dahi aşağı yukarı onar yılda bir değiştirildiği, dahası  bunun  ilan da  edildiği şu tuhaf eğitim öğretim hayatımızda; hiçbir şeyin vazedilmemesi gerektiğine inanan bir kişi olmamdan dolayı, 'ilgili kuruluşlarca ' habire değiştirilerek dayatılan kurallar, asla bağlamadı beni. Tarif edilmiş ve çoğunluk tarafından benimsenmiş kurallara (verili kurallara) zerre kadar iltifat etmedim. Bırakalım şiiri, düz yazıda dahi kural dışı yaklaşımlar getirme ve noktalama imlerini kural dışı kullanma özgürlüğüm olduğuna samimiyetle inanıyorum" diyor. Ve ekliyor. "Özellikle de üslupçu bir yazarın, gerek yazının ezbere alınmış kuralları, gerekse noktalama imlerinin kullanılması konularında, gerçekten de sınırsız bir özgürlüğe sahip olması, hatta kendi kurallarını ve kendi noktalama imlerini üretmesi gerektiği kanısındayım.Çünkü yazı ancak böyle gelişir." 
Sözünü ettiği özgürlüğü de okuyacağınız kitapta tepe bayır kullandığını belirtiyor.

Kitaptan alıntı kısmında ise şunlara yer veriyorum beğenerek;
"Emeklilik konusunu kafamda evirip çevirdiğim günlerdi."Sakın demişti Enver Ercan."Sakın ha, yoksa ölürsün"
Demiştim ki Enver'e : " Merak etme küt diye ölmem ben, okuyacağım dünya kadar kitap var....Muradım şuydu: Savaş ve barış'tan Suç ve Ceza'ya Devrim Öncesinden Budala'ya Karamazof Kardeşler'den, Yüzbaşının Kızına Küçük Köpekli Kadın'dan Babalar ve Oğullar'a bir koşu 'götürfüğüm' onca kitabı şimdiki 'akıllı' aklımla bir yeniden okuyacak, mümkün olursa bu 'yeniden okuma'ya Oblomov 'la başlayacak, olabildiğinde az yazacak..." 

Kitaptan öğrendiğim yeni kelime ise "Dulda"
"...Ben de o yeşilliğin duldasına yayılıp ziyadesiyle sevineyim dedim.
"Dulda: yağmur, güneş, rüzgâr ve soğuğun etkisinden uzak, kuytu, korunaklı yer.
(soğuklarda) güneşin iyi ısıttığı, rüzgârsız duvar dibi.

23 Temmuz 2017 Pazar

Dönüşüm - Franz Kafka

        Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Kitap 1915 de yayınlanmış. Kısaca konusu şöyle: Bütün hayatını, ailesini rahat ettirebilmek para kazanmak için çalışıp didinerek geçiren Gregor Samsa bocege dönüştüğü gunden sonra rutin sorumluluklarını yerine getiremeyecek, insanların karşısına çıkamayacak, işinden olacak ve bir başına kalacaktır.
        Annesi ve babası ilk başlarda durumu kabul etmek istemese de sonunda oğullarının bir bocege dönüştüğü gerçeğini idrak ederler ve Gregor tekedilmisligin acısını fazlasıyla yaşamaktadır.
         Klasikler arasında Kafka çok sevdiğim yazarlardan değildir. Dönüşümün konusunu biliyordum ancak yeni okudum. Bilemiyorum, kendince anlatmak istediklerini ama ben asıl anlatılanın dışında birşey anlayamadım.Kitabın konusuna farklı anlamlar yükleyemedim. Tabii ki verilen mesajlar var ama kitabın bu denli meşhur olmasını sağlayacak türde olduğunu düşünmüyorum açıkcası. Böcek burda bir simge ailenin bakış açısı, çocuklarının bu halini kabullenmeyişleri, toplumun hoşgörüsüzlüğünü anlatmak istemiş olabilir. İşe yaramayan insan ailesi tarafından da sevilmez, dışlanır, görüşü de var belki de. Kısa bir kitap, Dava kadar uzun değil. Dava da belki bu kadar kısa yazılabilirmiş bence. Ben bir de böceğin boyutlarını tahmin edemedim.İnsan boyutunda mı yoksa gerçek böcek boyutunda mı.Belki de benim eksikliğim, yazar anlatamamış olamaz.
Altı çizili cümlemiz şu olabilir:
"Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor"
  Ama okuyun.Kitap okuyucusu olup "Dönüşüm" ü okumamak olmaz.

21 Temmuz 2017 Cuma

Yeşil Mürekkep-Osman Balcıgil

Sabahattin Ali'nin hayatının romanlaştırılmış bir şekilde anlatıldığı muhteşem bir kitap olmuş. Kitapta Nazım Hikmet, Nihal Atsız, Aziz Nesin.Sabahattin Ali'nin hayatındaki bir şekilde yer etmiş yazarlar.Hepsi bu kitapta yerini almış Osman Balcıgil'in anlatımı ile Sabahattin Ali'nin gözünden. Sabahattin Ali'nin iç dünyası, yaşadıkları, romanlarını hangi ruh hali ile yazdığı kısacası hayat hikayesi. Kitapta yıldızla işaretlenmiş alt bilgiler ayrı bir hazine niteliğinde. Hapis hayatı, okul hayatı, gazete, dergi günleri çok güzel anlatılmış.Sabahattin Ali çok değişik karakterli bir aydın. Türkiye şartlarına fazla bir insan.Günümüzde yaşasaydı nasıl bir durumda olurdu düşünemiyorum.

-Sabahattin Ali,Nazım Hikmet'e yazdığı mektuplardan birinde şöyle demiş:"Şuan inan ki,senin dostun olmakla değil,sadece seninle aynı devirde yaşamış olmakla övünüyorum."
-Ancak muhteşem hayatlar yaşayan insanlar, muhteşem yapıtlar ortaya koyarlar.
-Der Prozess'i okurken, not defterine Wertheim'den yenisini almış olduğu yeşil mürekkeple "suç, "özgürlük, yabancılaşma, sorumluluk, otoriteye karşı çıkma" gibi kavramları not aldı.Bütün bu kavramların Türkçe karşılıklarını buldu, karşılarına yazdı.

KİTAPTAN NELER ÖĞRENDİK:
--Bağa: çerçeveli gözlük
Henüz plastiğin icat edilmediği yıllarda, deniz kaplumbağasının kabukları sıcak su ve bor yağında eritilip, gözlük çerçevesi ve başka amaçlarla kullanmak üzere bağa elde edildiğini,
--28 Kasım 1928 tarihli Cumhuriyet Gazetesinin Latin harfleri ile basılan ilk gazetelerden biri olduğunu,
--Memleketim Aydın'da Sanat Mektebinde öğretmenlik yaptığını, sonra da şu anda Tahir Paşa Konağı olarak bilinen eski cezaevinde bir dönem hapis yattığını,
--Gençlik aşkı Nahit Gelenbevi Fıratlı Damar'ın resimlerini internetten incelediğimde ne kadar da güzel bir kadın olduğunu, hakikaten de Cemal Süreya'nın dediği gibi Cumhuriyet gibi kadınmış,
--Nüfus memuru isimleri soyadı olarak vermediklerini söyleyince,  o halde "i" harfini kullanmayın onun yerine "ı" harfi koyun Alı olsun dedi ve nüfus kütüğünün soyadı hanesine Alı yazdırdı yani kırmızısı anlamında,




20 Temmuz 2017 Perşembe

Kendine Ait Bir Oda-Virginia Woolf


Virginia Woolf, kadın hareketinin en önemli temsilcilerinden. Feminizm denince dünya edebiyatında akla gelen ilk isimlerden. Woolf'un feminizm konusunda yazdığı iki kitaptan biri Kendine Ait Bir Oda.Woolf, bu kitabını kadınlara yeni açılacak olan Aslında bu kitabı yazma düşüncesi 1928 yılında kapılarını kadınlara yeni açmakta olan Cambridge Üniversite'sindeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşma üzerine şekillenmiştir.Ne acı ki, kadınların sosyal yaşamdaki yeri yer, zaman, coğrafya farketmeksizin hep aynı. Woolf, kitabında oldukça önemli bir noktaya deginiyor: Neden  kadın yazarlarımız yok...
Virginia Woolf kadın hareketinin öncülerindendir. Bir çok kadına örnek bir karakterdir.
Bu eserinde neden kadın yazarların bir zamanlar erkek isimleri alarak kitap yazdıklarını, yazmak zorunda kaldıklarından bahsediyor... Jane Austen, Bronte, George Eliot gb. Ve bu yazarların kendilerine ait bir odaları bile olmadığından güzel eserlerini ne kadar zor koşullar altında ortaya çıkardıklarını da bize anlatıyor.Her kadının kendine ait bir odası olmalı ki o oda da kendisini geliştirsin, olgunlaştırsın
Kadınların tarih boyunca karşılaştığı baskıları oldukça yaratıcı ve felsefik bir dille anlatmış. 
Woolf kadın yazarların tarihini, neden geçmişte çok az yazar bulunduğunu irdeleyip anlatırken bir dönemin İngilteresine de ışık tutmuş, bolca güzel tespitler yazmış kitabında. bazı yerleri de bizim Türk toplumu ile benzerlik gösteriyor. Neredeyse 100 yıl öncesinin İngiltere'si günümüz Türkiye'sinin aynası gibi.
Woolf un kadınlara tavsiyesi, kendine yetecek paranız, bir de bir odanız olsun. Ve o odada yazın, kim ne der diye düşünmeden sadece yazın! 

Altı çizililer ise şöyle:
-Kadınlar, erkekler hakkında kitap yazmıyorlar -bu gerçek elimde olmadan içimi ferahlattı, çünkü önce erkeklerin kadınlar hakkında yazdıklarını, sonra da kadınların erkekler hakkında yazdıklarını okuyacak olaydım ben, kalemimi kağıda değdirene kadar yüzyılda bir çiçek açan sarısabır, iki kez ç
çek açmış olurdu.
-"İnsanların toprağa gömüldükleri yaşam cevherinde kaç tane ayaklanmanın mayalandığını kimse bilemez."
-"Genç yaşında yolundan alıkonmuş ve engellenmiş olarak ölüp gitmenin dışında elinden ne gelebilir?"
-''Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur...''
-''Edebiyat, başkalarının düşüncelerini mantık sınırlarından taşacak kadar önemseyen insanların enkazlarıyla dolu bir deryadır...''
-Zira çok yetenekli bir kızın kabiliyetini şiir için kullandığında diğer insanlar tarafından engellense, buna karşı çıkılsa, kendisiyle çelişen içgüdüleri tarafından işkence edilse ve aşağı çekilse, bu kızın sağlığını ve akli dengesini kaybedeceğinden emin olmak için psikoloji hakkında çok az bilgi sahibi olmak yeterlidir.
-“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!"
-''Hiçbir çağ bizimki kadar rahatsız edici bir şekilde cinsiyetin bilincinde olmamıştır; British Museum'daki erkekler tarafından yazılmış sayısız kitap bunun bir kanıtıdır. ''
-… her birimizin içinde biri erkek bir dişi olan iki yönetici güç var ve erkeğin beyninde erkek kadına baskın, kadının beyninde ise kadın erkeğe baskın durumda. Normal ve rahat varoluş hali, bu ikisi ruhsal işbirliği yaparak uyum içinde yaşadığı zaman gerçekleşiyor. Eğer bir erkekseniz, yine de beynin kadın tarafı etkili olmalı ve bir kadın da kendi içindeki erkekle ilişki kurmalı… Ancak bu kaynaşım gerçekleştiği zaman, zihin tam anlamıyla döllenir ve tüm yeteneklerini kullanabilir. Belki sırf eril olan bir zihin de, sırf dişil olan bir zihin de yaratıcı olamaz....
-"Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz."
-Hayal edildiğinde çok önemli; pratikte ise tamamıyla önemsiz. Şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş, tarihte ise adı geçmiyor.
-Kadınlar yarasalar ya da baykuşlar gibi yaşıyor, hayvanlar gibi çalışıyor ve solucanlar gibi ölüyorlar.




Kan ve Gül- Alper Canıgüz




“Ben bu anı daha önce de yaşamamıştım sanki…”
 
Gül bahçesi maziye, kanlı bir yolculuk…

 
Kan ve Gül, fantastik bir polisiye.
Rengini kandan, kokusunu gülden alan bir roman.
Ziyadesiyle hazin, epey hareketli, hayli komik.
 
İkinci sınıf aşk romanları çevirmeni, orta sıklet avare Aziz, bir yangında küle dönüşmek üzereyken, zamanda yolculuk yaparak yirmi yıl öncesine döner; üstelik yirmi yaş gençleşmiş bir halde.
Henüz işlenmemiş bir cinayeti çözmek üzere harekete… geçmesi pekâlâ mümkündür.
Karizmatik sosyopat Abdül’ün hayatını kurtarması… galiba iyi olacaktır.
Mazi tesisatını tamir edebilirse, hayatı, istikbal musluklarından temiz ve tazyikli bir su gibi akacaktır.
Biricik aşkı Nergis’ten hiç ayrılmayacak, kızı Zeynep’e hakkıyla babalık edecektir.
 
Peki, bu amatör dedektif, kaderin hükmünü değiştirebilecek midir?
Maktulü kurtardığına, katili bulduğuna memnun olacak mıdır?
Geleceği görmek mi daha zordur yoksa geçmişi mi?
 
Kara mizah ustası Alper Canıgüz, beşinci romanında, kurgu ve anlatımdaki yetkinliğini bir adım daha öteye taşıyor.
 
Gelecek, bazıları için, hakikaten de uzak bir hatıradan ibarettir. Böyleleri açısından varoluş, hayatın meşum bir noktasında, şimdiki zamandan ileriye doğru uzanan bir yol olmaktan çıkıp, onları geçmişle gelecek arasına sıkıştıran bir hapishaneye dönüşmüştür. Bu, trajik bir hal midir? Herhalde öyledir. Fakat burada bize düşen, kimseyi yargılamak değil; bir köle, ama muhakkak ki pek isyankâr bir köle saymak gereken insanın hazin kaderine dair bir hikâye anlatmak. O yüzden, gelin, az önce sözünü ettiğim iflah olmaz türün bir mensubu sıfatıyla, size her şeyi ta en ortasından başlayarak anlatayım.
 
Evlendiğim ve boşandığım tarih, nikah dairesindeki memur ve avukatımızın tuhaf ve müşterek bir cilvesiyle, aynı güne denk gelmekteydi. Doğum 17 Ocak 1995, ölüm 17 Ocak 2004. Dokuz sene; flört dönemimiz de hesaba katılınca, on altı. Flört ne demekse? “Ayrılık acısından kurtulmak için gereken süre, birlikte geçirilenin yarısı kadar” demişti bir arkadaşım Nergis’le boşandığımızda. O zamanlar sekiz seneyi kendimi öldürmeden ya da ne bileyim, en iyi ihtimalle aklımı kaçırmadan geçirebileceğime pek ihtimal vermemekteydim ya, yuvamızın yıkılışının onuncu sene-i devriyesini geride bıraktığım günlerde, o arkadaşımın bu teoriyi belki de beni teselli etmek için uydurduğunu  düşünmeye başlamıştım. Çünkü bu aşkın, bu sevdanın üstünden kış geçiyor, bahar geçiyor, yaz geçiyor, ömür geçiyor lâkin kalbimdeki yara geçmiyor, geçemiyordu. 


Alıntılar var tabii:
-"Belki de, hayatın kontrolsüz bir düşüş olduğunu kabul edip ona mutlu bir son aramak yerine, iyi bir hikaye olmasına gayret etmeliydim."
Kuzunun kurttan korkmasında şaşılacak bir şey yoktur ey oğul; şaşılası olan, kuzunun o kurda sevdalı olmasıdır.
-...insan ölünce yerçekiminden ziyade gökçekimi kanunlarını düşünme eğilimine giriyor.
-... insanlık projesine yeniden yazılmış modern bir bireydim artık. Hoşgörülü ama eleştirel, girişken ama saygılı, açık fikirli ama korkak, güler yüzlü ama umutsuz.
-"Neticede çocuklar bize bakarak büyüyorlar."

-"Doğru," dedim. "Ama daha ziyade biz onlara bakmadığımız sırada bakıyorlar."
-Artık sevmeyen kadının gözlerini hemen tanırsınız. Denizi yırtan bıçak gibidir