Bu Blogda Ara

23 Ekim 2016 Pazar

Elveda Güzel Vatanım-Ahmet Ümit


Ahmet Ümit, Elveda Güzel Vatanım kitabında İttihak ve Terakki Cemiyeti’nin 1906 ile 1926 yılları arasındaki 20 yıllık süreci ele alıyor.
Yazarın önceki romanları polisiye türünde olsa da bir çoğunda tarihten kesitlere yer verilmişti. Bu defa ise Elveda Güzel Vatanım ile tamamen geçmişe, 1900’lerin ilk 20 yılına gidiyoruz.
Kitapta, İttihak ve Terakki’nin 1889’daki kuruluşundan başlayarak 1906’da orduyla birleşip büyük bir güce kavuşmasının ardından 1926’da İzmir Suikasti ile sona ermesine kadar olan tarihi sürecine tanık oluyoruz.
Tarihsel bir roman niteliği taşıyan kitap, tarihin bu karışık ve zor dönemlerinde yaşanan bir aşkı da ele alıyor ve II. Meşrutiyet’in, Şehsuvar Sami ile sevgilisi Ester’in hayatlarının üzerinde nasıl bir etki yarattığına tanıklık etmemizi sağlıyor.Sevgilisi Ester'e yazdığı mektuplarda hem aralarındaki duygusal ilişki hem de dönemin tarihi olayları akıcı bir dille anlatılıyor.Tahminimce tarih kitabı yazmak zor olsa gerek. Ayrıntılı bir araştırma gerekiyor.Yazar bunu da hakkını vererek yapmış, gerçek diyaloglardan, yorum katılmadan, gerçek bir hikaye polisiye ile süslenerek anlatılmış.Çok uzun olmakla birlikte benim hoşuma giden bir kitap oldu.

Kitabın Özetine gelince;
Şehsuvar Sami, Galatasaray Lisesi’nde eğitim görmüş Selanikli genç bir adamdır. Hayali ise yazar olmaktır. Yahudi bir kız olan şair Ester’e aşıktır. Birlikte Fransa’ya gitmeye karar verirler. Ancak Sami, kendisini devrime kaptırır ve hayatları bir anda tamamen değişir.
O sıralar Osmanlı İmparatorluğu çöküş dönemindedir. İmparatorluğun başında Abdülhamit bulunmaktadır. İttihat ve Terakki üyesi olan Şehsuvar Sami, özgürlüğe kavuşma arzusuyla gün geçtikçe sivrilir, hatta bir tetikçiye dönüşür. Bir entrikanın ortasında kalan Şehsuvar Sami büyük bir ikileme düşer. Bir tarafta aşık olduğu kadın, diğer tarafta ise vatanı vardır. Sami, Ester’e 45 tane mektup yazar ve bu mektuplarda o dönem içine düştüğü çıkmazı, kararsızlıklarını ve korkularını anlatır.
Kitaptan bazı alıntılar ise şöyle;
"Ülken ateşler içinde kalmışken, kendi gönül yaranı söndürmenin peşinde koşamazsın"
"Vatan için dökülen kan asla ziyan değildir"
"Zalimin en büyük başarısı , zulüm ettiklerini kendine benzetmesidir"
"Şimdi farkına varıyorum ki, benim için bir tek vatan varmış, o da sensin... Seni kaybettiğim anda vatanımı da yitirmeye başlamışım. Evet, ağır ağır ödüyorum"
"Ormanda kurt ölünce, çakallar birbirini parçalarmış"
"Burası Fransa değil, bakma coğrafi olarak Avrupa'da olduğumuza, burası Doğu medeniyeti Şehsuvar. Bizde hayat daha serttir, daha acımasız... Başka ihtimal yok, ya zalim olacaksın ya mazlum, ya katil ya da kurban. Evet, vaziyet bu kadar mühim... Yarın daha da beter olacak, çünkü eninde sonunda kaybedeceksin, o zaman mazlum olacaksın, senin kıydıkların sana kıyacaklar"
"Kaldırımlara taşmış kahvehane masalarında domino oynayan ihtiyarlar vardı. Yunanca küfrediyordu biri, İspanyolca şarkı söylüyordu öteki, Türkçe pazarlık yapıyordu bir başkası.
''Paris'te bunları göremeyiz.''diyordum. ''Burası bir imparatorluk. Burası dillerin, dinlerin, ırkların bahçesi"
"Victor Hugo'nun söylediği gibi: ''Zamanı gelmiş fikirden daha güçlü hiçbir şey yoktur"
"Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır
"

20 Ekim 2016 Perşembe

Tutsak Güneş-Ayşe Kulin

Ayşe Kulin'in okuduğum kitapları içerisinde en ilginç konuya sahip, belki de daha önce hiç denemediği bir tarzdaki kitabı.Elimde fazla kalmadı,okudum bitti, Gelecekte geçen akıcı bir konu, hayal gücünü çok zorlamayan, günümüzden bazı esinlenmelerle, fantastik, bilim kurgumsu, çok da aklınızı zorlamayacak bir kitap. Günümüz siyasi ve sosyal olayları ile geleceği yoğurmuş mesaj kaygılı bir kurgu roman. Bu kitabı okurken aynı zamanda e-kitap olarak Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya adlı kitabını okuyordum. Onunla bazı benzerlikler olduğunu düşündüm.

Kitabın özetine gelince; bir gök cismi yüzünden hiçbir şekilde güneş alamayan karanlık bir ülkede geçiyor. Bu ülke Uluhan tarafından yönetilen polis-devlet tarzında yönetilen bir ülkedir. Sınıfsal bir toplum yapısına sahip olan bu ülkede insanlar boyunlarına toplum içindeki yerlerini belli edecek türden atkılar takmaktadırlar. Erkekler daima kadınlardan üstün tutulmaktadır. En az 3 çocuk doğuramayan bir kadın kusurlu ilan edilir ve bu, aynı zamanda boşanma sebebidir. 


Merkez’de yaşayan insanların hayatları diğerlerine göre oldukça kolaydır. Robotlar, hava araçları, görüntülü iletişim sistemleri, toz haline getirilmiş organik yiyecekler gibi hayatlarını kolaylaştıran bir çok araç-gerece sahiptirler. 

Tüm bu konforun yanında aynı zamanda toplumun uyması gereken kurallar ve yasaklar bulunmaktadır. Merkez’in izin vermediği bilgilere erişmeye çalışmak, belirlenmiş kitapların dışında kitap okumak gibi yasakların yanı sıra, başlıklı ve kapalı kıyafetler giymek, aile reisinin erkek olması, kızların iyi okullara gönderilmemesi gibi kurallar da bulunuyor.

Bu distopik ülkede yaşayan Yuna Otis, üst düzey bir profesördür. Uyku problemi çektiği için uyku seanslarına gitmektedir. Babasını ve babasının ölümünü hatırlamayan profesör bunun izini sürmektedir. Sadece bir tane çocuk doğurabildiği için kocasından boşanmak zorunda kalmıştır. Profesörün bu tek oğlunun adı Regan’dır. Regan İstihbarat bölümünde çalışan yetkili bir kişidir. 

Daha önce içinde yaşadıkları toplumun kötü yönlerini hiç yadırgamamış ve sorgulamamış olan Yuna, geçmişini araştırdığı bir yolculuk sırasında Tamur adlı biriyle tanışır. Tamur’un Yuna’ya anlattığı şeyler yüzünden Yuna ilk defa Merkez’e karşı şüpheyle bakmaya başlar.


Kitaptan alıntılara gelince.Çok fazla alıntı yok belki şunlar var biraz;
Benim tek tesellim,bunca tahribata karşın,sevginin hala var olmasıydı.
Düşünce saksıda büyüyen bitki gibidir,kökleri hiçbir zaman saksınınelverdiğinde fazla gelişmez. -Simon Bolivar
"... İktidar böyle bir şeydir kızım! Fazla güç insanı ahlakından da eder, aklından da."