Bu Blogda Ara

28 Mart 2017 Salı

Bir Hayat Bir Hayata Değer-Ahmet ALTAN

"Büyük eserler yaratmış olanların ve uzaktan küçücük gözüken dünyalarında derin sarsıntılar yaşayan sıradan kadınların aşkları ve acıları var bu kitapta. Bu kitabı okuduğunuzda sadece sanat ve bilim dünyasının görünmeyen yüzünü değil, kendinizden bile sakladığınız duyguları bulacaksınız. Beethoven tek bir kadını çok sevdi hayatında. Ona mektuplar yazdı, onun için besteler yaptı. Adını hiç kimseye söylemedi. Kimse bilmedi onun sevdiği kadının adını. Juan Ramon Jimenez, karısı Zenobia'ya âşıktı. Karısı hastalandı, ölüm döşeğine düştü. Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığını, sırf Zenobia ölmeden öğrenebilsin diye Nobel Komitesi zamanından önce açıkladı. Zenobia öldü sonra. Jimenez bir daha tek satır yazmadı.Oğul Alexander Dumas, pahalı bir fahişeye âşık olmuştu. Aslında bütün Paris bu veremli genç kadının peşindeydi. O kadın ise sadece Lizst'i sevdi. Onu terk eden tek erkek de Lizst oldu. Oğul Dumas, sevdiği kadın ölünce Kamelyalı Kadın'ı yazdı. Verebileceği en büyük armağanı verdi ona. Dünyanın en ünlü mimarlarından Louis Kahn, bencil ve çirkin bir erkekti. Bir tren istasyonunun tuvaletinde 74 yaşında ölü bulunduğunda, arkasında kendisine âşık üç kadın bıraktı. Oğlu, babası gibi birisini onların neden sevdiklerini merak edip o kadınları tek tek dolaştı." 

Bunlar ve bunlara benzer aşk gerçek yaşanmış aşk hikayeleri. Güzel bir hikayeye bürünmüş, güzel akıcı bir anlatımla sunulan aşk hikayeleri.Hepsi birbirinden güzel. 
Cami Işıklarına Bakan Çocuk başlıklı bölümü çok beğendim, Kader Kapıyı Çaldığında'yı ise kızıma okudum.Bethoween'in sağır oluşu ve yaptığı inanılmaz bestelerin hikayesi.
Ahmet Altan'ın kitaplarını ve anlatımını seviyorum. En sonda ise Hrant Dink' e yazılmış olan yazısı ise hepsinden daha güzel.
Beğendiğim bölümlerden:
-"Hepimizin birbirimizi son kez gördüğümüz bir gün olacak.O günün hanfgisi olacağını hiç bilemeyeceğiz.
Ve o o gün gelecek.
Koyu bir gecede beliren kara bir muhrip gibi girecek hayatımıza
Düşüncelerimizin arkasındaki o belirsiz bölgede şekilsiz gölgeler gibi dolaşan korku dolu sezgiler yıkıcı gerçeklere dönüşecek.
Yüzündeki gülümsemeyi bize anı olarak bırakan biri ayrılacak bizden
Bir daha o yüzü görmeyeceğiz.
Suya vuran bir ışık gibi alacakaranlıkla birlikte derinliklere çekilecek.
Bir bilinmeze doğru uzaklaşacak."

-Karısı Zenobia öldükten sonra İspanyol Şair Juan Ramon Jimenez, tek bir satır daha yazmamıştı. "Zenobia yoksayazmak da yoktu, bütün dünyaya sanki şunu haykırmak istiyordu:
-Ona okuyamayacaksam eğer, yazdıklarımı onun nasıl bulduğunu öğrenmek için sabırsızlıkla beklemeyeceksem, yazmak ilgimi çekmiyor.
Aklında karısıyla bütünleşmiş olan yaz, Zednobia'yla birlikte öldü onun için."


 -...Tanrı hiçbirimizi affetmeyecek, çünkü bütün günahlarımızı biliyor.

Ben o zavallı kızın, o minicik küçük kızın şöyle de demesini isterdim:
"Ben de Tanrı'yı affetmeyeceğim."
Eğer onun yerine konuşabilseydim, Çünkü derdim, Onun da bütün günahlarını ben biliyorum."
Güzel şeyler yazmış.Okuyun

19 Mart 2017 Pazar

Aptalı Tanımak-A.M.Celal Şengör




Şu anda Türkiye'ye egemen olan cehâlet yönetimi, toplum olma bilincimizde büyük yaralar açmıştır ve açmaya da devam etmektedir. Öncelikle, toplumun bir grup olarak rasyonal düşünme yeteneğini silip süpüren yobazlık ve düşünceye değil korkuya dayanan cemaat yaşamının hortlatılması, toplumsal dokumuzu derinden yaralamıştır. Buna ilâveten eğitimimizde yaratılan kargaşa ve kalitesizlik, bir toplum olarak bilgi edinme ve değerlendirme yetimizi ortadan kaldırmak üzeredir. Tüm bunları yapanların eleştirilmesine, toplumda gerçeği aramak için oluşturulabilecek bir serbest düşünce ve tartışma ortamının oluşturulmasına imkân verecek basın özgürlüğünün alenen, fütursuzca tehdit edilmesi ve buna toplumdan en ufak bir reaksiyon gelmemesi ortaya konan yıkım projesinin toplumca algılanamamasına ve dolayısıyla bertaraf edilememesine neden olmaktadır.

Bahsettiğim yıkım projesi, bir grup kötü niyetli insanın Türkiye'yi ortadan kaldırma projesi olarak algılanmamalıdır. Kuşkusuz, içimizde bu yıkım projesini yönetenleri dışarıdan destekleyenlerin böyle bir amaçları olabilir ve muhtemelen vardır da. Ancak bu projeyi içimizde (ve başımızda) bulunarak yürüten ve destekleyenlerin yaptıklarının tamamen farkında olduklarını sanmıyorum. Ortaya çıkan ve benim kısaca "proje" diye betimlediğim olgu aslında yalnızca cehalet ve aptallığın ortaya çıkardığı bir süreçtir. Tarih boyunca cehaletin ve aptallığın eline geçen toplumların kaderleri hep bizimki gibi olmuştur. Zira cahil, çevresiyle temasa geçemediği gibi bizzat kendisi hakkındaki bilgileri de değerlendiremez. Aptal ise bu veriler kendisine sunulsa bile bunlarla ne yapacağını düşünemez. Cahil ve aptal her türlü eleştiriden korkar, zira bellediği yolun dışında bir yolun varlığını bilmez, olabileceğini düşünemez ve kendisine gösterilse bile değerlendiremez. Bu durumda yapabileceği tek şey, bugün Türkiye'de olduğu gibi, toplumsal terör, yani korku yaratmaktan ibaret olur.

Hayran olduğum bir bilim adamı.Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisinde yayınlanan yazılarından oluşmuş kitabında Türkiye'de eksik gördüğü her şeyi teker teker söylemiş. Ahlaksızlıklardan, cahillikten, üniversitesizlikten, bilimsel anlamda en ufak bir ilerlemenin olmamasından yakınmış.Zevkle ve üzülerek okudum.Ama ne yazık ki gerçekler bunlar.Herkesin herkesi yargılamaya hakkı olduğunu kitabın başında belirterek bunun toplumsal gelişmemizin en temel gereği olduğundan yola çıkmış.Aptallığın tanımını yapmış, kendi kullandığı aptal tanımının  "zeka ve/veya akıl yönünden belli bir ortalamanın altında olan kimse" olarak sıfat manasında kullandığını belirtmiş.Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının IQ ortalamasının 89 ile 90 arasında olduğunu bunu nedeninin nüfusun hızla artmakta olduğu, eğitimin kötü olduğunu, eğitimin yaratıcılığa değil ezberciliğe dönük olduğu, okula gitmekten amacın öğrenmek değil diploma sahibi olmak olduğu, ahlaksızlığın arttığı, insanların huzursuz olduğu ve birbirini sevmediği, aile içi ilişkilerin iyi olmadığı, tüm bu toplumsal davranış bozukluklarının ve sosyal hastalıkların ve ahlak düşüklüğünün sebebinin uzun zamandan beri yukarıda belirtilen IQ ortalamasına sahip bir toplumdan çıkan yöneticilerle yönetilmesi olduğunu belirtmiş. 
-
"Bir ülkenin bağımsızlığını kaybetmesi, o ülkenin sahiplerinin toplum bilincini kaybetmemeleri halinde çok büyük bir felaket olmayabilir, çünkü bilinçli toplum, kaybettiği bağımsızlığını tekrar kazanabilir.Ancak, toplum olma, yani bir yerde insan olma bilinci gitmişse, o toplumdan geriye ancak bir insanlık harabesi kalır." 
"Cumhuriyete kadar bugünkü Türkiye toprakları içinde yaşayan insanların, insan bilgisine kalıcı katkıları kocaman bir sıfırdır.Yani Osmanlı İmparatorluğunun tüm izleri tarihten tamamen silinse, bilim dünyasının en ufak bir kaybı olmaz"
"Bir lokma ekmek ve bir hırka ile kanaat eden insan yaratıcı olamaz.Bu felsefeyi öven hiçbir düşünce yaratıcı bir toplum ortaya çıkaramaz."
"İnsan ne zaman insan olmuştur.El-cevap; yalan söylemeyi öğrendiği zaman"
"Bir yandan dünyanın yedi günde yaratıldığına inanıp jeoloji öğrenmek nasıl mümkün değilse, diğer yandan Adem ile Havva efsanesine inanıp biyoloji yapmak böylece mümkün değildir.Dünyanın üzerindeki yedi kat göğe inanıp astronomi yapmak ne denli olanaksızsa, nedenselliği Al Gazzali'nin yaptığı gibi reddedip fizik yapmak da o kadar mümkün değildir."
Okuyun. Güzel.Diğer kitaplarını da okluyun.Seversiniz sevmezsiniz.Sevmediğiniz kısımları da okuyun.İnanın demiyorum.İnanmadığınız yerde ise doğruluğunu araştırın.

18 Mart 2017 Cumartesi

Barış Makinesi-Özgür Mumcu


Barış Makinesi tam anlamıyla bir macera romanı. Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde İstanbul, Manisa, Paris ve Belgrad dörtgeninde geçen öykünün merkezinde, insanları elektromanyetik dalgalar aracılığıyla barışçıl yapacak bir icat yer alıyor. Karakterlerden biri şöyle izah ediyor: "Bak, herkesin ruhu ve her ruhun bir titreşimi var. Habislik ya da iyilik, merhamet ya da zulüm. Hepsinin ruhtaki titreşimleri farklı. O titreşimleri ölçüp biçebilirsek, ruhta habisliğin ve zulmün yaydığı titreşimleri zapt edecek bir barış makinesi yapabiliriz."

Ancak makinenin işe yaraması için bir miktar siyasi ön hazırlık gerekli: "Avrupa'daki kraliyetler yıkılmayı bekliyor. Yıkılmadıkları için acı çekiyorlar. Birinden başlarsak hepsi onu takip edecek. Biz onların yıkılmasını kolaylaştırmazsak ancak büyük bir cihan harbiyle yok olacaklar.Aslına bakarsanız, söz konusu barış makinesi, romandaki gerçeküstü tek motif; geri kalanı bir yandan tarihi polisiyelere, bir yandan da 1900'lerde geçen casusluk öykülerine göz kırpıyor. Kahramanımız Celal, İstanbul'da düello, Belgrad'da cunta derken kendisini dev bir sirkte gösteri yaparken bulan, tek yumrukla boğa deviren bir maceraperest.
Biraz karışık.Konudan konuya atlayan fantastik bir macera.
Alıntı yaptığım bir kaç paragraf ise şöyle:
-"Ne vakit ki bütün memleketler tek kişinin tasallutundan kurtulur, o vakit barış makinesinin düğmesine basacağız.İşte o vakit, bir daha harbe girmek, seferberlik türküleri söylemek, canını feda etmek yada ağzı tırtıklı hançerlerle boğaz kesmek gelmeyecek.Kimse evini, tarlasını, ailesini hiçliğe yuvarlayıp kendi de kendi de cepheye başka bir hiçliğe yuvarlanmaya gitmeyecek."
-"Bir sabaha karşı bana "İnsanlar" demişti. köşeye sıkıştırılmadı mı hastalık salınmadıysa yangın kavurmadıysa harp etmek istemez.Deme ki  harp edip etmeyeceğine insan kendi karar verirse cenk ihtimali pek düşüktür.Ancak senin harp etmekliğine sana hükümran olan birileri sana sormadan karar verirse harp edersin.
Böyle bir makinenin icadına gerek olmadan bütün dünya milletlerinin dostça yaşayacağı güzel günlere..

17 Mart 2017 Cuma

Mütevazı Bir İntikam - Bahadır Cüneyt Yalçın


Absürd hikayeleri ve yazıları ile sevdiğim Penguen Dergisinden tanıdığım Bahadır Cüneyt Yalçın'ın Hep Lunapark kitabından sonra okuduğum ama ondan daha önce yazılmış olan kitabı Mütevazı Bir İntikam çok güzel bir kitaptı.İçinde anlatılanlar ve hoş hikayeler bir anda bitti ama tükenmedi.Ara sıra açıp açıp okunacak ince zeka ürünü esprilerle ve alıntılarla süslenmiş güzel bir kitap olmuş. Eğlenceli ve biraz da öğretici.Bahadır Cüneyt Yalçın'ın tarzını seviyorum. Kitaptan çok altını çizdiğim yer var.

-"Bir araştırmaya göre, trafik ışığı kırmızıdan yeşile döndüğünde İtalyanlar ortalama 5 saniyede, İspanyollar 6, Almanlar ise 7,5 saniyede korna çalıyorlarmış" dedi Ali.
""Türkler?" diye sordu Burhan Turhan.
"Türkler araştırmaya dahil edilmemiş çünkü bu araştırmadaki ölçü saniye, salise değil"
-Metin Milli'yi bilirmisin.Pili zayıflayınca bütün teypler Metin Milli çalmaya başlar.
-Pisuvardaki bulaşık teli gibiyim.Yanlış zamanda yanlış yerde.
-Halat çekme yarışı 1900 ile 1920 arasında olimpik spordu.Sonra ilkokul müfredatına girdi.Allah kimseye böyle bir kariyer düşüşü nasip etmesin.
-Hapishaneye verdiğin kitapları okudum.Hepsinde adın yazıyordu.İnsan bir yere karşılık beklemeden kitap veriyorsa en sevdiklerini ve en sevmediklerini seçer.Kendine göre bir denge tutturur.
-Kutadgu Bilig gibiyim. herkesin bildiği, kimsenin okumadığı.
-Rakamlar bizi zengin edebilir hatta mutluluk verebilir, ama bizi kelimeler kurtaracak.
-Cezaevi çatısında ölü bir güvercin gördüm.Yazık ki kimse onu oradan almayacak.Toprağa girme lüksü bile yok.Her yaratılmış toprağa kavuşamıyor işte.Yazlık yerlerin asfaltları kurbağaların mezarı değil mi?
-Beş hececiler ile Yedi Meşaleciler yemeğe gitmiş hesabı Garip ödemiş.
-Sloppy White'nin lafı:" Külüstür arabamla köprüdeki gişelere geldim.Görevli elli sent, dedi.Sattım gitti, dedim.

16 Mart 2017 Perşembe

Huzursuzluk-Zülfü Livaneli

İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.
Güncel bir konu.Suriyeli göçmenler meselesi.Işid meselesi. Çektikleri acılar sıkıntılar empati yapmama sebep oldu.Ayrıca Ezidiler hakkında bilgi edinmiş oldum.Yaradılış hikayesi ayrıca ilginç.Müslüman değiller belki ama örtüşen yönleri var.İlginç bir hikaye.Hüseyinin ve NergiS'in ölürken söylediği "Ben bir insandım" sözü çok önemli Ben bir insandım ve gördüğüm muamele bu. Kitaba isim koyacak olsam Huzursuzluk koymaz "Ben Bir İnsandım" koyabilirdim.Daha güzel yakışırdı.diye düşünüyorum.Livaneli kitapları güzeldir.Hiçbiri beklentimin altında kalmadı.Hiçbiri yanıltmadı.


Altını çizdiğim yerlere ve alıntılara gelince;

-Bütün Ortadoğu nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz .Kendi kanının tadından sarhos olur.
-Ben bir insandım.
-Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasindan tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç.
-Her insanın içinde iyi ve kötü, yanyana durur. Hangisini beslersen o galip gelir.
-Merhamet, zulmün merhemi olamaz.
-Ezidiler, İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız biz...
-Belki de her şeyini yitiren bir insanın son sığınağı insan onurudur, elinde kalan tek şey budur.
-Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir.
-Şikayet ettiğimi sanma sakın, sevgilinin ayakları altında ezilen lal renkli şaraba dönüştüm ben, bu yüzden razıyım ezilmeye
-İbn Haldun ne kadar haklıymış diye düşündüm, coğrafya kaderdir derken ne kadar haklıymış.
-Bu dünya bir penceredir / Her gelen baktı geçti , diye tekrarlıyorum durmadan. Felsefe bundan başka nedir ki diyorum; raf çökerten onca kitap, onca üniversite, anlı şanlı felsefe profesörleri, sözümona varlığı sorgulayanlar bundan başka bir şey söyleyebilirler mi? Ya o din alimi geçinenler? Din alanlar, din satanlar, laf kalabalığından başka ne söylüyorlar? Onların bütün laflarını da bir Karadeniz türküsünün iki dizesi açıklıyor. Bu dünya yalan dünya / Öteki de şüpheli.
-Galiba yapmam gerekeni bulmuştum en sonunda.Sen dinlenedur Melek Tavus dedim, belki  sen de, Tevrat'ın tanrısı gibi evreni yaratırken altı gün çok yoruldun;birinci gün ışığı, karanlığı, geceyi gündüzü yarattın, ikinci gün gök kubbeyi, daha sonra karayı, denizi otları bitkileri, tohumları, meyveleri yarattın, dördüncü gün sıra güneşe Ay'a ve yıldızlara geldi, beşinci gün yeryüzünü her türkü canlıyla doldurdun, dünyaya egemen olması için kendi suretinde insanı yarattın, onları erkek ve dişi kıldın, sonra yarattıklarına baktın ve her şeyin çok iyi olduğunu gördün.Altıncı gün gök ve yer bütün ögeleriyle tamamlanmıştı.Yedinci güne gelindiğinde yapmakta olduğun işi bitirdin ve o gün dinlenmeye çekildin; belki de yedinci gün hala sürüyor çünkü masumların, acı çekenlerin çığlıkları ulaşmıyor sana ve artık her şey güzel değil. 

14 Mart 2017 Salı

Ne Şikesi Memleket Elde Gidiyor - Lube AYAR

   Fethullah Gülen cemaati iktidarın sınırsız gücü ve desteğini arkasına aldığı dönemde, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ı tutuklarken, belli ki Fenerbahçelileri öfkelendirmenin  sonucunu hiç hesaba katmamıştı. Fenerbahçeliler Türkiye'ye dalga dalga yayılan ve Cumhuriyetin kalelerini tek tek deviren bu güçlü düşmana karşı harekete geçtiler.Önce sokağa çıktılar, coplandılar, biber gazına boğuldular, hakarete uğradılar ama yılmadılar.Taraf olmaktan ve öfkelerinden aldıkları cesaretle ülkeyi çevreleyen o korku eşiğini aştılar.Bir kaç yıl sonra büyük kitleleri meydanlara çekecek olan güdünün ateşleyicisi oldular.

       Lube Ayar bu kitabında 3 Temmuz sürecinin öncesi ve sonrasındaki mücadeleyi açık ve anlaşılır bir dille anlatmış.Tarafsız değil tabii ki taraf ama gerçekleri anlatmış.Duygular da var nasıl olmasın ki
            Peki cemaat kafayı neden Fenere taktı? Çünkü sarı lacivertli renklerin 109 yıllık mazisi, bu ülkeyi yönetme iddiasındaki her gücün, Fenerbahçe'yi de yönetme hevesine kapıldığını gösteriyordu.Bunun nedeni ise basitti. Fenerbahçe, Türkiye Cumhuriyetinin en eski ve en güçlü lalelerinden biriydi, Türk Halkının Fenerbahçe'ye duyduğu sevgi ve bağlılık, kulübe stratejik bir konumda kazandırıyordu.Bu yalın gerçek"Cemaat Fenerbahçe'yi neden ele geçirsin ki" sorusunun da en kısa cevabıydı.
               Hükümetin kandırılmışlığı bu operasyonda da kendini gösterdi ve olan tabi ki Fenerbahçelilere ve Aziz Başkana oldu. Cemaat tam anlamıyla amacına ulaşamadı ama hükümet belki bu sayede cemaatin gerçek yüzünü öğrenmiş oldu.
                        İki söz var birincisi Aziz Başkan'ın mahkeme salonunda savunmasını yapmak için ayağa kalkınca söylediği, "Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er geç ulaşır düşüncesiyle sekiz ay sonunda sayın mahkemenizin huzurlarındayız" ve  Aykut Kocaman hocanın "Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır" sözü. Aziz Başkan'ın "Ne şikesinden bahsediyorsunuz kardeşim Memleket elden gidiyor" diyerek gerçekleri çok önceden görmüş olması da  kitaba adını veren bir öngörü. 
                       Bir de kitaptan sadece bu olay için değil buna benzer olaylarda izlenen mahkeme soruşturma ve gözaltı süreçleriyle ilgili izlenen Özel Yetkililerin cep rehberi adlı bir bölüm var ki her soruşturmaya uyar.
                          Sözlerimi Balyoz kumpasıyla Hasdal Cezaevinde bulunan emekli Tuğgeneral Soner Polat'ın "Bir Galatasaraylı gözüyle Fenerbahçe" yazısından alıntıyla bitirelim: Ne mutlu ki; Türk Bayrağı ile sarı lacivert renkler ve diğer tüm renklerin coşkuyla, gururla yükskelerde dalgalandığı daha mutlu, daha özgür, daha huzurlu ve daha adaletli bir Türkiye için Fenerbahçenin yanındayız. Sevgili Fenerbahçeliler yalnız değilsiniz! Türkiye'nin her yerinde sizin için çarpan kalpler var..  
Teşekkürler Lube Ayar.Gerçekleri görmemize yardımcı olduğun için. 

8 Mart 2017 Çarşamba

Neden Dersen-Müjdat Gezen

Müjdat Gezen'den sarsıcı bir kitap.Neden dersen?Sanatçı bugüne ve yarına dair endişelerini ve kızgınlıklarını anlatırken; "Nasıl bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz?", "Hangi değerlerle varolmak istiyoruz" sorularının cevabını arıyor... Ve Mustafa Kemal Atatürk'ten Aziz Nesin'e, Savaş Dinçel'den Münir Özkul'a, Bülent Ecevit'e kahramanlarını bir hikaye tadında anlatırken sizleri de keyifli bir yolculuğa çıkartıyor. Kemerlerinizi bağlayın.diyor arka kapakta.
Soru-cevap şeklinde kurgulanmış, Atatürk, gündelik siyaset, sanat, sinema yazıları  ve Müjdat Gezen'in Türk sinemasının değerli büyüklerinin, Türk mizahının duayenleri ile ilgili anılarının da anlatıldığı güzel akıcı hoş bir kitap olmuş.Kimilerine göre ayı oynatıcısı Müjdat Gezen'in yaşadığı hayatı, fikirleri ve sanatçılığını siz ancak evinizde oturur televizyondan seyredebilirsiniz.Benim gözümde büyük bir sanatçı iken bu kitabı ile daha da büyük bir de yazar olmuştur. Yerleri doldurulamayacak insanlardandır kendileri.

Boyun Eğme-Levent Üzümcü

Avrupa Yakası dizisinden çoğu kişinin tanıdığı Levent ÜZÜMCÜ. 1999 yılında İstanbul'da benim kısa dönem askerlik yaptığım Hasdal kışlasında O asteğmen olarak askerliğini yapıyordu.O zaman tanışma fırsatı bulmuştum kendisi ile.Açıkçası bu kadar donanımlı bir sanatçı olduğunu düşünmemiştim. Yetenekli bir oyuncu olduğu kadar, siyaset bilgisi, vatan sevgisi ve vicdanı merhameti üst seviyede bir insan.Kişilik sahibi, beyefendi olarak sıfatlandırılabilir aynı zamanda.Okuduğum bu kitabında da bundan izlere rastladım.Kaliteli bir insan.Önce kendisini tanıtarak oyuncu olmaya nasıl karar verdiğini sonrasında Gezi Parkı sürecinde yaptığı ropörtaj ve konuşmalarından dolayı Devlet tiyatrosundaki memurluğundan nasıl çıkarıldığını kendisine gelen yazıları ve dava sürecini  paylaşıyor..Akıcı bir kitap.Ben sevdim.
Kötülükler ve haksızlıklar olsa olsa sebep olur direnmeye.
Boyun eğme
Tek sormamız gereken, "Dünyada bunca şey değişirken on yıllık periyotlarda, örneğin bizi yönetenler bu kadar zengin olurken ben neden 14 yıldır ve hala kömüre makarnaya muhtacım?" olmalı. Sadece bu soru bile bize aslında hiçbir şeyin değişmediğinin sadece ve sadece yalan dolan ile kandırıldığımızın kanıtıdır. 

Mutsuz Çocuklar Ülkesi-Özgür Bacaksız

Daha önce okuduğum doksanlar kitaplarının yerini tutmaktan çok uzaktı. Gerçi benim beklentim bu kitabın anlatımının başka şekilde olması yönündeydi ama.Yani kapağına ve ismine bakarak aldığımda bir çocukluk anısı kitabını aldığımı düşünmemiştim. Arka kapağa bakmadın mı kardeş derseniz haklısınız.Ama ben yine de doksanlarda geçen başka bir ezilmiş, mutsuz, sömürülmüş bir çocukluk romanı beklemiyor değildim.Olsun.Geçmişe gitmek her zaman güzeldir.Özgür Bacaksız da bunu gerçekleştirmiş oldu.Sayesinde kendi çocukluğumdaki bazı anılar gözümde canlandı. Anlatılan konular çoğunda sona bağlanmadan bitmiş.Belki yazar böyle olsun istemiştir.Ama sonuçsuz kalmış.Havada kalmış.Bir çırpıda okudum bitti. Kitapta benim çok altını çizdiğim şeyler yok.Anne ile ilgili bazı satırlar var:
*Annem ağlarken ben yeniden doğarım hep.
*Pencere diplerinden gelen soğuk havayı bile dert edip üşümemizi istemezdin. Rahat, derin, telaşlı uykundan vazgeçerdin... Fazla beklentisiz, fazla iylikseverdin. Sağ ol anne !
*Çocukluktan sonraki tüm çabalar delik bir balonu şişirme uğraşı kadar boş ulu Tanrım.

*Renkli topaçlar yok, leblebi tozu yok, Eti Puf kokan marketler yok, terden ıslanan çocuk tişörtlerinin sıcaklığı yok, seksek oynadığın tebeşir izleri yok, iyi orta açan bir sağbek yok, vicdan yok, bilmişlik çok vicdan yok, nicedir girmedin bir bahçeye, yeşil yok.

Umut yok, gelecek yok, geçmişe özlem çok. 

*Hiç itiraz etmedim lisede ona, psikopatın teki olmasına rağmen, değişik binlerce huyu olmasına rağmen o benim dostumdu, bilirim ki dostluk, aynı zamanda iyi veya kötü şeylere katlanmaktır.