Bu Blogda Ara

29 Mayıs 2020 Cuma

Marina - Carlos Ruiz Zafon

İspanyol edebiyatının tanınmış yazarı, daha çok "Rüzgarın Gölgesi" romanıyla tanıdığımız Carlos Ruiz Zafon' un güzel bir romanı daha. Marina' da genç bir kız ve arkadaşı Oscar'ın fantastik bir hikayesi anlatılıyor.

Kitabın önsözünde, “Büyük olasılıkla ‘Marina’, yazdığım romanlar arasında tarif edilmesi ve sınıflandırılması en zor ve belki de içlerinde en kişisel olanı ve favori romanımdır.” diyor Zafon.

İlk okumaya başlayınca dilin akıcılığı fark ediliyor, tabi bunda çevirinin de katkısı büyük. Kitap biraz daha gençlere hitap ediyor gibi duruyor gibi geldi bana. İspanyol edebiyatı güzeldir, benim hoşuma gidiyor.

Var bazı alıntılar tabi ki;

"Yalnızca gidecek bir yeri olan insanlar kaybolur."

"Zamanın okyanusunun er ya da geç bize asla hatırlamak istemediğimiz için o açık denizin içine gömdüğümüz anıları geri getireceğini o zamanlar bilmiyordu."

"Yanılıyorsun. Burada yüzlerce insanın yaşamları, duyguları, hayalleri, yok oluşları, hiç gerçekleşmeyen umutları, hayal kırıklıkları, aldatılmaları ve karşılık bulamadıkları için onları zehirleyen aşkları var...Hepsi burada, sonsuza kadar burada olacak."

"İnsan ölümü tam kavrayamadığı sürece yaşamdan hiçbir şey anlamaz, diye ekledi Marina."

" 'Bin yıl daha resim yapabilirdim,' demişti Salvat ölüm döşeğinde, ama insanoğlunun barbarlığını, cahilliğini ve vahşiliğini zerre kadar değiştiremezdim. Güzellik, gerçeklik rüzgarının yanında yalnızca hafif bir esinti German. Sanatımın hiçbir anlamı yok. Hiçbir işe yaramıyor..."


"Aptallığın ruha yaptığının aynısını zaman da bedene yapar. Çürütür."


"Cehenneme giden yol iyi niyetlerden oluşur." 

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Mezbaha 5 - Kurt Vonnegut

Bilim-kurgu kategorisinde ama bence bilim değil de kurgu. Kurt Vonnegut değişik türde çarpıcı konulu kitaplar yazan kuzeyli yazarlardan.

Baş karakter Billy, bir zaman gezgini. Dresden' de yaşıyor. Uyuyor uyanıyor bir savaşta 1945'de, 1947'de, 1958'de. Savaşta savaş karşıtı bir asker. Bazen de uzaylılar tarafından kaçırılıyor. galiba bilim de konunun burasında.


Yazarın savaşa ve toplumsal gerçekliklere, büyük devletlerin politikalarına hicivsel küçük küçük dokundurmaları var. Farklı türlerden hoşlananlar için isim yapmış bir roman. Ben her ne kadar çok etkilenmesem de.


"Sonunda anlamıştım. Bunca kızdığı savaştı. Çocuklarının veya başkalarının çocuklarının savaşlarda öldürülmelerini istemiyordu. Kitap ve filmlerin savaşları kısmen teşvik ettiği kanaatindeydi."


"Kitaplarda okuduğundan fazlasıdır hayat," dedi Weary."


"Savaştan en büyük hararetle nefret edenler, gerçekten en iyi savaşmış olanlardı."

"Hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek. Tanıdığım biri, başkasına ait bir demliği aldığı için sahiden vuruldu Dresden'de. Bir diğeri, şahsi düşmanlarını savaştan sonra kiralık katillere öldürteceği tehdidini sahiden savurdu. Vesaire. İsimlerin hepsini değiştirdim."



Dünyalılar kuşkusuz evrenin umacılarıdır. Şimdilik öbür gezegenler, yakın gelecekte Dünya tehlikesiyle karşı karşıya değildir, ama bu tehlike ortaya çıkmakta gecikmeyecektir. Bana sırrınızı verin ki hepimizi kurtarmak için Dünyaya götüreyim. Koca bir gezegen barış içinde yaşamaya nasıl devam edebilir?"

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Ömür Diyorlar Buna - Ayfer Tunç

Yıllar önce "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" adlı nostaljik kitabını okumuştum Ayfer Tunç' un. Geçen yıl aldığım Edebiyat Takviminin bir sayfasında bu kitabından küçük bir alıntı gördükten sonra bu kitabından haberdar oldum ve aldım.

Kitap, Yedi Kadın, Şehirden sesler, İki Çocuk, Kitaplardan Doğanlar ve Üç Portre Denemesi adlı bölümlerden oluşuyor.

Çeşitli dergiler ve gazetelerde basılmış yazıları, hikayeleri ve bazıları da gerçek yaşam öyküleri, portreler. Hepsi birbirinden güzel anlatılar. Sohbet eder gibi sıkmadan anlatılmış.

Alıntılara gelince:

"Bir an yaşlıların yalnızlıklarıyla ne tuhaf bir ilişkileri olduğunu düşündüm. Hem delicesine bağlıydılar, en yakınlarına, bile tahammül edemiyorlardı, hem de şiddetle korkup kurtulmak istiyorlardı yalnızlıklarından. Yalnızlık avuçlarında bir kor parçası gibi duruyordu, ne kimseye vermeye kıyabiliyorlar ne yanmaktan kurtulabiliyorlardı."

"Biliyor musun ki, iyi yaşanmış hayat bir hazinedir..."

"Gerçek ile kurmacayı birbiriyle örtüştüren de, ayrıştıran da hayattır..."

"İncir ağacı doğurgan ve çilekeş annelere benzer. Sütlüdür. Kayayı deler. İlle de yaşar, tırmanır, büyür, doğurur. Ne meyvesi ne çiçeği kokar. Bu nedenle inciri ısırdığım an, bir mucizeyle karşılaşmışım gibi bir duyguya kapılırım. Kendini belli etmeyen bu meyve, ne ilahi bir lezzete sahiptir."

"Fotoğraflar yalan söyler; romanlar, hikâyeler zaten tümüyle yalandır, ama ne güzel yalanlar..."

"Bitmez tükenmez bu dert, ömür diyorlar buna.."

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Biz Hayır Diyoruz - Eduardo Galeano

Okurla sohbet eder gibi yazmış Eduardo Galeano. Uruguaylı muhalif gazeteci-yazar. O'nu okumak keyifli. Hangi ülke vatandaşı olursanız olun kendinizde mutlaka bir şeyler bulacaksınız. Ben yıllar önce Güney Amerika için yazdıklarını rahatlıkla kendi ülkeme uyarladım.

Bu kitapta Eduardo Galeano' nun çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış 26 yazısına yer verilmiş.
En çok alıntıyı da galiba okuduğum kitaplar içinden en çok bu kitap için yapmışım:

"Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder."

"Bir zaman önce İspanyol din adamı Ignacio Ellacuria bana şu Amerika' nın keşfi hikayesinin ona saçma geldiğini söyledi. Zalimin keşfetme yeteneği yoktur, dedi.
"Zalimi keşfeden mazlumdur."
O, zalimin kendisini bile keşfedemeyeceğine inanıyordu. Zalimin hakiki gerçekliği yalnızca mazlumun olduğu yerden görülebilirdi.
Ignacio Ellacurıa kurşunlarla tarandı, bu affedilemez ifşa yeteneğine inandığı ve kehanet gücündeki inancının risklerini paylaştığı için. Omu öldüren El Salvador' lu askerler mi, yoksa kendisini açık eden bakışa tahammül edemeyen bir sistem mi?"

"Bizim zamanımızda, çoklu pazarların ve çokuluslu şirketlerin çağında, ekonomi uluslararasılaştı ve kültür de , hızlanan gelişme ve araçların kitlesel yayılımı sayesinde 'kitle kültürü' de uluslararasılaştı. İktidar merkezleri bize makineler ve patentlerin yanı sıra ideolojiler de ihraç ediyorlar. Eğer Latin Amerika' da yeryüzü nimetlerinin safası azıcığa ayrılmışsa çoğunluğunun fanteziler tüketmekle yetinmesi zorunlu. Yoksullara zenginlik ilüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük illüzyonları, yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri. Televizyonun, radyonun ve sinemanın dünyanın  eşitliksiz örgütlenmesini haklı göstermek için yayınladıkları simgeleri tüketmek için okuma bilmek gerekmiyor."
Her dakika pek çok çocuğun öldüğü bu topraklarda yürürlükteki sistemin kalıcı olması için birbirimize bizi ezenlerin gözleriyle bakmamız gerekiyor. Halk 'bu' düzeni 'doğal' ve bu yüzden de sonsuz olarak  kabul etmesi için evcilleştiriliyor; sistem vatanla özdeşleştiriliyor; rejimin düşmanı hain ya da dış mihrak ilan ediliyor. Sistemin kanunu kutsallaştırılıyor; yenilen halklar talihlerini kader olarak kabul etsin diye, geçmiş tahrif edilerek yoksulluğu her zaman uzak zenginlikleri besleyen Latin Amerika'nın tarihsel başarısızlıklarının gerçek nedenleri hokus pokusla yok ediliyor; küçük ekranda ve büyük ekranda hep en iyiler kazanıyor, en iyiler ise hep en güçlüler. İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor: Ruh da dahil her şey alınabilir, satılabilir, kiralanabilir, tüketilebilir."

"Zalim, aynanın mazluma sürekli değişen cıva lekesinden başka bir şey göstermemesini ister. Kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmeyen bir halkı nasıl bir değişim süreci harekete geçirebilir? Eğer kim olduğunu bilmiyorsa, olmaya layık olduğu şeyi nasıl bilir? Edebiyat, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu ifşaya yardımcı olamaz mı?"

"Biz yaptığımız şeyiz, özellikle olduğumuz şeyi değiştirmek için yaptığımız şeyiz: Bizim kimliğimiz eylemde ve mücadelede yatıyor."

"..Ne o kadar Tanrıyız, ne de o kadar böceğiz. Sınırlarımızın bilinci bir acizlik bilinci değildir: Edebiyatın, bir eylem biçimi olarak, doğaüstü güçleri yoktur. Ama yazar eseri aracılığıyla buna gerçekten değen eylemlerin ve insanların yaşamaya devam etmelerini sağlayarak birtakım büyücü özellikleri gösterebilir.
Kendi gölgeleriyle monologlar ve sonsuz labirentler geliştirenlerin sözü yadsımaları bana tutarlı geliyor ama biz insanlık durumunun bir lağım olmadığı saptamasını kutsamak ve paylaşmak isteyenlerin için sözün anlamı vardır. Konuşacaklar arıyoruz, hayranlar değil; diyalog sunuyoruz, gösteri değil. Okurun bize ondan gelip cesaret ve kehanet olarak yine ona dönen sözlerde bir ortaklık bulmasını amaçlayan bir buluşma girişiminden yola çıkarak yazıyoruz."

"İşime inanıyorum; aracıma inanıyorum. İnsanların açlıktan öldüğü bir dünyada yazmanın bir anlamı olmadığını açık bir pervasızlıkla açıklayan yazarların neden yazdığını asla anlayamadım. Sözü tamamen öfkeye ya da fetişizm nesnesine çevirenleri de asla anlayamadım. Söz bir silahtır, iyiye ya da kötüye kullanılmış olabilir, cinayetin suçu asla bıçağa ait değildir."

"..kendi ülkende sürgün olup kendi içinde sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve daha faydasızdır."

"Ülkelerimizde ifade özgürlüğünden tamamen yararlansak bile, herkes için yazıyoruz ama yalnızca kitaplara para ödeyebilen ve onlarla ilgilenen eğitimli bir azınlık tarafından okunuyoruz."

"Nerede olursam olayım, hangi toprağa aşt olduğumu asla unutmuyorum; eğer onu üstümde taşıyorsam, eğer onunla yürüyorsam, eğer oysam."

"Kendi topraklarından ve kendi halkından uzaktasın. Evet,ama
başka topraklar görünüyor, başka halklar keşfediliyor, beslenecek yeni kaynaklar, sohbet edilecek yeni insanlar var. Farklılığa ve egoist yıkıma yenilen her bilinç, düşmen için bir zaferdir."

"Cezaevi gibi yönetilen ülkelerde duvarlarda yazılar ya da resimler ışıldamaz. Duvar yoksulların matbaasıdır: Risk alarak, gizlice, bir anlığına, dünyanın unutulmuşlarına ve yoksullarına hizmet veren bir iletişim aracı."

"Bir keresinde bana Endülüs'te sepetindeki midyeleri satarak sokaklarda dolaşan çok yoksul bir balıkçıyı anlattılar. Bu balıkçı bütün midyelerini almak isteyen genç bir beye midyelerini satmak istememiş. Baasitçe şöyle demiş:
-Kendi açlığımda emirleri ben veririm."

"Demokrasi olduğu şey değildir, benzediği şeydir. Ambalaj kültürünün göbeğinde yaşıyoruz. Evlilik sözleşmesi aşktan daha önemli, cenaze ölümden, elbise bedenden, ayin tanrıdan daha önemli. Ambalaj kültürü içerikleri hor görüyor. Söylenen önemli yapılan değil.
Köleliğin Brezilya'da bir yüzyıldan beri olmadığı varsayılıyor ama Brezilyalı çalışanların üçte biri günde bir dolardan az kazanıyor ve sosyal piramit yukarıya beyaz, aşağıda siyah. Köleliğin kaldırılmasından dört yıl sonra, 1892' de Brezilya hükümeti kölelikle ilgili bütün belgelerin kitapların yakılmasını emretti, köle şirketlerinin bilançolarının, makbuzların, şartnamelerin, kararnamelerin ve her şeyin yakılmasını emretti, sanki kölelik hiç olmamış gibi. 
Bir şeyin olmaması için, olmadığını açıklamak yeter."

"Başpiskopos Desmond Tutu Afrika'yı kastediyor ama Amerika için de geçerli:
'Geldiler. Onların İncili vardı, bizim toprağımız vardı. Bize 'Gözlerinizi kapayın ve dua edin' dediler. Gözlerimizi açtığımızda onların toprağı vardı, bizim İncilimiz vardı.' "

"Friedrich Nietzsche bir keresinde şöyle demişti:
-Ben yalnızca dans etmeyi bilen bir tanrıya inanabilirim."

" 'Hayat, sen başka planlar yapmakla meşgulken başına gelendir' diyordu John Lennon. Bizim amaçlarla araçların karıştırılmasından muztarip çağımızda, yaşamak için çalışılmıyor, çalışmak için yaşanıyor."

14 Mayıs 2020 Perşembe

Bir Facianın Hikayesi - Cemil MeriçB

Önsözünde bir daha baskısının yapılmayacağı açıklanan 1981 baskısı Cemil Meriç' in Bir Facianın Hikayesi adlı kitabı. 

Bir Çağın Otopsisi, Şiddet Doktrinleri, Anarşiden Anarşizme, Toplu Bir Bakış, Son Durak:Anatomi, Batı Olayı, 1875-1878 Buhranı yahut Ramazan Kararnamesinden Ayestefanos Muahedesine, II.Selim'den Abdülaziz'e, 1908-1918 Buhranı İmparatorluğun Çöküşü ve Ali Paşa' nın Vasiyetnamesi başlıklı bölümlerden oluşmuş. Batı ve doğudaki buhran anlatılmış.

Cemil Meriç genç yaşta görme kabiliyetini kaybetmiş bir yazar. Görmüyorken bu birikimi sahip olmak ve bunları yazıya dökmek gerçekten kolay olmasa gerek. Kendine has üslubu ile Cemil Meriç okunması gereken yazarlardan. Bu Ülke ve Journal okuma sıramda bulunan diğer eserleri.

Kitapta 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başları dünyanın siyasi, ekonomik halleri anlatılıyor.


Kitaptan:

"Abdülhamid katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! Tam tersine... Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı."


"Halk istemedikçe cumhuriyet kurulmaz; zorla kurulan krallık rejimleri çok görülmüştür. Oysa halkın iradesine dayanmayan cumhuriyet uzun zaman yaşayamaz."

"Şeytan insanı kibirlerinden yakaladı."

"Aydının görevi karanlıkları aydınlatmaktır."

"Sighele' nin Örgüt Psikolojisi adlı eserinden:
İranlı Mektupları'nın sevimli kahramanı Rica, Paris' e gelince tımarhaneleri görür, şöyle anlatır izlenimlerini:
'Dışarıdakiler kendini akıllı sansın diye, üç beş mecnunun içine tıkıldığı evler' "
Yerinde bir hüküm. Aynı şeyi hapishanedekiler için söyleyemez miyiz? Dışarıdakiler kendini namuslu sansın diye üç beş haytanın içine tıkıldığı binalar."


"Şeytan, İnsanları kibirlerinden yakaladı. Tanrı’dan ne farkımız var demeye başladılar."

"...Camus, intiharı incelemekten çok bir cevabı değerlendiriyor. Hayatın anlamı nedir sualine verilen cevap. Düzeyde kalan izahlara iltifat etmiyor Camus.
Yargısı şu: Hayat abestir. Niçin katlanıyoruz? Alışkanlıktan. 'Canına kıymak demek, bu alışkanlığın ne kadar abes olduğunu, yaşamak için hiçbir ciddi sebep bulunmadığını, her Allah' ın günü didinmenin çılgınlığını ve ıstırabın faydasızlığını anladım demektir.' Kısaca, canına kıymak, hayatın yaşamağa değmediğini kabul etmektir."

12 Mayıs 2020 Salı

Yabancı - Albert Camus

Albert Camus' nün 1942 yılında adını ilk duyurduğu ve Nobel ödülü aldığı romanı "Yabancı" Çevresine ve kendine yabancı düşmüş bir insanın sıradan, akıldışı, mantıkdışı bir dünyada, aklın yardımı olmaksızın gün gün yaşayışını dile getirmektedir.

Kahramanımız Mersault’un annesinin ölümüyle başlıyor hikâye. Daha sonra Cezayirli bir Arap’ı öldürür ve İdama mahkum edilir. Hayatı ve yaşamayı boş gören kahramanın idama giden sürecinde yaşadıkları ve hayata bakışı yansıtılmış yazarın kaleminden. 


"Yabancı' da saçma duygusu ile saçma kavramı arasındaki ayrılık çıkıyor karşımıza. Meursault, saçma kavramından habersiz, saçma duygusu içinde yaşayan bir yaratıktır, örneklerini görebileceğiniz yüz binlerce insan arasında. Yine Sartre' ın yerinde bir tanısına dayanarak diyebiliriz ki, Yabancı romanı, saçma üzerine ve saçmaya karşı yazılmış, klasik değerde bir romandır." diyor Vedat Günyol kitabın önsözünde Yabancı için.


"Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez.”


"Değil mi ki yaşam bir yerde ölümle -yani yoklukla- sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim-içtim, aldım-verdim, benim-senin kavgasının anlamı?"


”Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz.”


"İnsan eninde sonunda her şeye alışır."

"Dinliyordum. Bana zeki dediklerini duyuyordum. Yalnız şunu anlamıyordum: herhangi bir kimsedeki erdemler, nasıl oluyor da bir suçlu aleyhine ezici bir kanaat olabiliyordu."

"Sanki bütün yaşamımda, kendimi haklı çıkarmak için bu dakikayı, şu şafak vaktini beklemiştim. Hiç, hiçbir  şeyin önemi yoktu ve bunun ne için böyle olduğunu da biliyordum. O da biliyordu. Geçirdiğim bütün bu anlamsız hayatta, geleceğimin ta derinlerinden, henüz gelmemiş yıllar içinden, karanlık bir soluk bana doğru yükseliyor ve yaşadığım yıllardan daha gerçek olmayan yıllardan bana sunulan ne varsa, hepsini aynı düzeye getiriyordu. Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umurumdaydı benim? Başkasının Tanrısından bana neydi? Başkalarının seçtiği, kabullendiği hayattan, yazgıdan bana neydi?"

"O (rahip) gider gitmez eski iç rahatlığımı buldum. Direncim kalmamıştı, kendimi yatağıma attım. anırım uyumuşum. Gözlerimi açtığım zaman, yüzüme yıldızlar doldu. Kır sesleri bana kadar yükseliyordu. Gecenin kokuları, toprak ve tuz kokuları şakaklarımı serinletiyordu. Bu mahmur yazın o olağanüstü erinci, yükselen bir yıldız gibi içime doluyordu. O anda, gecenin sınırında, vapur düdükleri ötmeue başladı. Bunlar, artık hiç umurumda olmayan bir dünyaya giden vapurları haber veriyordu. Ne zamandır, ilk kez olarak, anacığımı düşündüm. Hayatıın sonlarında niçin bir 'nişanlı' edinmişti, niçin hayata yeniden başlıyormuş gibi oyunlara girişmişti, anlar gibi oluyordum. Orada, orada da bir takım ömürlerin sona erdiği bu İhtiyarlar Yudunun çevresinde de akşamlar, hüzünlü bir savaş aralığı gibiydi. Anacığım, ölümün eşiğinde, kendini oreada serbest ve her şeyi yeni baştan yaşamaya hazır hissetmiş olmalıydı. Kimsenin, kimseciklerin onun arkasından ağlamaya hakkı yoktu. Ben de her şeyi yeni baştan yaşamaya kendimi hazır hissettim. Sanki büyük öfke beni kötülüklerden arındırmış, umuttan kurtarmıştı, işaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez olarak, dünyanıntatlı kayıtsızlığına açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim. Hatta hala da mutluydum. Her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık, idam gününde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalrını dilemekten başka bir şey kalmıyordu."

Bunlarda kitaptan bazı alıntılardı.

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Zihin Kuşları - Leyla Erbil

Zihin Kuşları denemelerden oluşmuş bir kitap. İçinde çeşitli başlıklarda denemeler mevcut.

Birinci deneme Vinteuil’in Sonat Andantesi ismi ile yazılmış. Bu denemede yazar Proust’un Kayıp Zamanın İzinde serisinden Vinteuil’in müziğinin gerçek yaşamda peşine düşüp onu bulmaya çalışıyor.
Borges’in Kibrinde ise yazarın taklitçilerine bakış açısını biraz kibir karışmış bulduğunu söylese de Borges’ in büyüklüğünden bahsetmeden geçmiyor.

Sonraki sayfalarda Sait Faik’ e dair hatıralar ve incelemeler mevcut. Çerkez Ethem, Orhan Pamuk, Tezer Özlü ve daha pek çok isim ve konu denemelerde işlenmiş.

Kitaptan bir çok yazara ilişkin kitap önerileri buldum. Kitap bir yazar ve kitaplarını inceleme üzerine kurulmuş. Marcel Proust ve Sait Faik üzerinde daha çok durulmuş. Bir de Tezer Özlü.

Sevr Antlaşması ve Aydın (İzmir) Vilayeti - Kamil Su

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin 30 Ekim 1918' de Mondros Mütarekesini imzalayıp savaş halinin sona ermesini kabul etmesinden sonra, İngilizler Musul ve Mardin'i, Fransızlar Adana, Maraş, Urfa ve Antep' i, İtalyanlar Antalya' yı,  askeri işgalleri altına almışlardı. Savaşa sonradan katılan Yunanistan ise İtilaf Devletlerinin izni ile İzmir' i işgal etmişlerdi.

İşgal edilen bölgelerde işgal süresince kamu hizmetlerinin görülmesinde bir takım meseleler ortaya çıkmıştır.

Kamil Su' nun hazırlamış olduğu bu kitapta rakamlar ve belgeler ışığında Aydın Sancağında (İzmir) işgalin yarattığı meselelerden, özellikle milli eğitim ile ilgili olanlardan söz edilmiştir.

Kitap, Kültür Bakanlığınca 1981 yılında yılında yayınlanmıştır.     

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Ceza Sömürgesi - Kafka

Franz Kafka'nın suç ve ceza arasındaki ilişkiye farklı bir bakış açısı getiren Ceza Sömürgesi. Adı verilmeyen bir adada, acımasız bir zekâyla kurgulanmış bir mekanizmanın, suçlu ya da suçsuz olmasına bakılmaksızın mahkumları bürokratik bir katılıkla ve doğal kabul edilen bir yaklaşımla "cezalandırdığı" bir tören. Bir yanda duygusal açıdan olaya mesafeli duran, suskun kalan 'tanık' gezgin, öbür yanda yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendinde toplamış ve bu sorumluluğu kendini kurban etme derecesine vardıran subay. İkisi arasındaki tezatları mercek altına alıyor ve bunları gerçeklikle baş etmenin karşıt olasılıkları olarak okura sunuyor.

Alıntılar da şöyle:


" 'Bizim orda adaletin yerine getirilmesi başka türlü olur', ya da, 'Bizim orda hükümlüye, hüküm giymeden önce kendisini savunması için fırsat verilir', ya da, 'Biz işkence usulünü daha orta-çağda bırakmıştık.' "

"Uysal bir köpek gibiydi hükümlü; öyle ki, görenler, “bu adam serbest bırakılsa, dolaydaki tepelerde uslu uslu gezinir, idam saati gelince çalınan bir ıslıkla da koşa koşa gelir” derdi."

"İlk kez uçacak bir kuşun bocalayıp çırpınması, tereddüt etmesi zayıflık mıdır?"


"Size emanet edilen bir şeyle dalga geçmek, güveni kötüye kullanarak yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmak olur."


"Bahar vakti bir ırmak düşünün; daha güçlü hale gelene kadar yükselip kıyı boyunca arazilere bereket taşırken, yatağından asla şaşmaz. Bilir ki, yolun sonunda ulaşacağı deniz, kendisini hoş karşılayacak bir dosttur."

Nerde Kalmıştık - Rıfat Ilgaz

Hababam Sınıfı'ndan bildiğimiz Rıfat Ilgaz'ın Çalçene, Markopaşa, Akbaba, Dolmuş gibi dönemim dergi ve gazetelerinde çıkan yazılarından derlenmiş yazılardan oluşan 1984 tarihli bir kitap "Nerde Kalmıştık".

Bu sözü rahmetli Süleyman Demirel' den de hatırlarsınız. İktidara her gelişinde derdi. "Nerde Galmıştık?"

Bakmayın Hababam Sınıfına. Rıfat Ilgaz muhalif bir yazar. Hep dönemin aykırı yayın organlarında çalıştı. Hiç bir zaman kalemini satmadı, yandaş olmadı.

Kitabında 37 adet yazısı var hepsi birbirinden değerli. Güncel konular, siyaset, yaşam, gazetecilik, eğitim, edebiyat konularında yazıları var.  Bu yazılardan bir kaç tanesinden yaptığım uzunca alıntıları diğer bloğum olan hayattankalanlar'da paylaşacağım.

Şimdiki bazı gazetecilere muhalif diyenler Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin gibi yazarların döneminde iktidar olmadıklarına dua etmeliler.

Ancak şu var ki; yıllar geçmiş yazı konuları hiç değişmemiş.

5 Mayıs 2020 Salı

Pis Moruğun Notları - Charles Bukowski

Charles Bukowski kendine has bir yazar. Onun yazıları konuşur gibi, aklından geçenlerin kağıda aktarılmasıdır. Küfür içerir, argo içerir, sizin aklınızdan geçirip de söyleyemedikleriniz yazılarında o söyler. Gıdası birasıdır. 

Pis Moruğun Notları, Bukowski'nin arkadaşının gazetesinde yayımlanmak üzere yazdığı kısa hikayelerden oluşuyor.


Bunlarda kitaptan alıntılar:


"..kodese düşmüş biri ile sokakta yanından geçen sıradan bir adam arasındaki fark nedir? -kodesteki adam denemiş bir kaybedendir."


"...ama en güzel kadınlar hep en iğrenç boklara tutulurlar zaten, en sahtelerine, ya da kıskanç mıyım neyim? 

-haklısın moruk, kadınlar sahtekarlara bu kadar güzel yalan söyledikleri için vurulurlar.
'pekala, öyle olduğunu varsayalım -kadınların sahte erkekleri seçtiklerini- bu doğanın kanunlarına ters düşmez mi? -güçlü olanın seçilmesi meselesine? nasıl bir toplum bu?'
'toplum kanunları ile doğa kanunları farklıdır, biz doğal olmayan bir toplumda yaşıyoruz, her an havaya uçma tehlikesi içinde yaşamamızın nedeni bu. Kadın sahte erkeğin toplumda ayakta kalmayı başardığını sezgi yolu ile bilir ve onu yeğler, kadının tek amacı çocuğunu doğurup onu güvenli bir şekilde büyütmektir."

"..sırf dövülmek adına dövülüyor insanlar; mahkeme salonları sonun önceden yazıldığı yerler, gerisi vodvil, insanlar sorgulanmak üzere odalara alınıyor ve yarı-insan çıkıyorlar dışarı ya da insanlıktan tamamen çıkmış, devrim isteyenler var, biliyorum ama isyan sonrasında yeni hükümetinizi kurduğunuzda bir bakarsınız ki yeni hükümetiniz eski baba'nızdır yine, yüzüne yeni bir maske geçirmiştir sadece."


"...insan ruhunun derisi yoktur, şarkı söylemek isteyen iç kıvrımları vardır, duymuyor musunuz?"


"...cinsellik ilginç, ama o kadar da önemli değil, dışkılamaktan daha önemsiz mesela, bir erkek hiç düzüşmeden yetmişine kadar yaşayabilir, ama bir hafta sıçmazsa hayati tehlike söz konusudur."


"New York'lu bir bebek iyi geceler dilediğinde sabah olmuştur. İyi geceler şekerim." 

Nefaset Lokantası - Tuğba Doğan

Bir ay önce, on altı yıldır çalıştığı gazeteden kovulmasının ardından Türkiye’yi terk edip Rio de Janeiro’ya yerleşme kararı alan gazeteci Salih’i, yıllardır müdavimi olduğu Nefaset Lokantası’nda, neredeyse ailesi haline gelen lokanta sahiplerinin düzenlediği veda yemeğinde başlayan olaylar dizisi.

Bu kitabı Kırpık' ımızın tedavisi için gittiğimiz Ankara'dan Tunalıhilmi'den YKY Yayınlarından almıştım. O günün hatırasına. Gittiğim yerleri hatırlatan kitaplar almayı alışkanlık edindiğimden.

Kitabın çok içine giremedim. Sevmedim mi sevdim ama çok sıcak gelmedi.

Alıntıladığım ya da altını çizdiğim cümle yok. Ama fikir vermesi açısından kitap yorum sitelerinden aldığım bir kaç alıntıyı aşağıda bulabilirsiniz:


"Keşke en az iki yüz yıl daha yaşasam. Ve bu zamanımın hepsi şimdi buraya, tam bu anın içine dolsa."

"Bu hayatta her şey sınıfsaldı ama bir tek arkadaşlığınki bir sınıf siyaseti değildi; eğer ki hakikiyse."


"Dünyada ne kadar hâkim, savcı, avukat, tanık, sanık varsa hepsine içireceksin. İçki insanı değiştirmez, onu aslında olup da gizlediği kişi yapar."


3 Mayıs 2020 Pazar

Veba - Albert Camus

1957 yılı Nobel edebiyat Ödülüne sahip roman Fransız sömürgesi altındaki Cezayir' in Oran şehrinde geçiyor.
1940' lı yıllarda veba hastalığının ortalığı kasıp kavurduğu bir karantina ortamı. Doktor Rieux ve salgın süresince yaşananlar romanın konusunu oluşturuyor.
Aslına bakarsanız bazı yorumlara göre de eserin aslında  metafor içerdiği. Veba ile aslında bir hastalık değil, sömürge altındaki bir ulus ve bu hastalıklı durumun resmedildiğidir.

Okuma tarihim günümüzde yaşadığımız corona salgını zamanına da rast gelmesi ve romanda yaşananlarla bu gün yaşananların onlarca yıl geçmesine rağmen bazı yönlerden benzeşmesi ilginçti. 
Mutlaka okunması gereken klasiklerden.

Altı çizili cümleler çok:

"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır."

"Alınan önlemler yetersizdi, orası kesindi. 'Özel olarak donatılmış odalar'a gelince, onların ne olduğunu biliyordu: Alelacele öteki hastaların boşalttığı, bantlanmış pencereli, bir kordonla çevrilmiş iki koğuş. Eğer salgın kendiliğinden durmazsa yöneticilerin hayal ettiği önlemlerle alt edilemeyecekti."

"Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.. Bir savaş patladığında insanlar: ' uzun sürmez bu, çok aptalca!' derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi. Bu açıdan burada oturanlar herkes gibi kendilerini düşünüyorlardı; bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı. Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider."

"..kahramanlığa inanmam, bunun kolay olduğunu ve ölümle sonuçlandığını bilirim. Beni ilgilendiren insanların yaşaması ve aşktan ölmesi."

"..Buna karşılık, o mahallelerde oturanlar, yaşadıkları güç anlarda, başkalarının kendileri kadar özgür olmadığını düşünerek avunuyorlardı. 'Her zaman benden daha tutsak birisi vardır' tümcesi o sıralara olanaklı tek umudu özetliyordu."

"Doğal olarak gazeteler, kendilerine yollanan o iyimserlik yönergesine ne olursa olsun uyuyorlardı. Gazeteleri okurken durumu belirgin kılan, halkın 'sakinlik ve soğukkanlılık konusunda etkileyici bir örnek' sunmasıydı. Ama kendi içine kapanmış, hiçbir şeyin gizli kalamayacağı bir kentte kimse toplumun sunduğu 'örnek' konusunda bir yanılgıya düşemezdi. Ve sözü geçen sakinlik ve soğukkanlılığın ne olduğu konusunda doğru bir fikir edinmek için yönetimce oluşturulmuş bir karantina merkezine ya da tecrit kamplarından birine girmek yeterliydi."

"Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir, insanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz."

Dora "Freud'a Kafa Tutan Kız" - Lidia Yuknavich

Çok tarzım olmadığını okumaya başladıktan sonra anladığım bir kitaptı. Kitabın adındaki Freud' u ve "Chuck Palahniuk' un Önsözüyle" yazısını görünce başladım okumaya.

Kitap anne ve babasının sorunlu evliliğinden bunalmış ve 14 yaşında bir aile dostu tarafından tacize uğramış bir Dora' nın hayatını, arkadaşları ve psikoloğu ile olan ilişkilerini onun ağzından anlatıyor. 

Kapak beklentisinin bayağı altında kalmış bir kitap olmuş. Kitapta geçen gereksiz argo ve marka reklamları da bana ilginç geldi. Zira ilk kez bu kadar markanın telaffuz edildiği bir kitap okuyorum. Kesinlikle bir gizli reklam ya da sponsorluk anlaşması olmalı.

Altı çizili cümlem bu kitap için yok.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

Şanzelize Düğün Salonu - Tarık Tufan

Tarık Tufan' dan içinde biraz fantastik, biraz hayal, biraz aşk bulunan değişik bir roman. adını bilmediğimiz kahramanımızın değişik hayatı, üniversiteden arkadaşı Eda' yla aşkı, arkadaşı Rüstem' le yaşadıkları, şıh babası, tekkeler maceralar maceralar.

İlk giriş bölümünde sıkılmıştım ama sonradan bir sardı ki o başlayışla bitti kitap. Şöyle de bir izlenim edindim, içinde o kadar çok altı çizili cümlem var ki, yazar sanki bunları kullanmak için kitabı kurgulamış gibi ilginç geldi bana. Kitabın ismine gelince "Şanzelize Düğün Salonu" çok konu örgüsü içinde bir yere sahip olmasa da dikkat çekmek için güzel bir tercih olmuş. Olumsuz bir eleştiri de yeni dönem genel Türk romanlarında olduğu gibi ayrıntılarla kitabın sayfa sayısının artmış olması.

Tarzı değişik, kolay okunur bir yazar Tarık Tufan.

Alıntı çok, hepsi özlü söz gibi:

"Bu dünyada hiçbir düşmanım yok, çünkü en çetin kavgaları kendi içimde yaşıyorum. Kendim varken bana zarar vermesi muhtemel bir başkasına ihtiyacım yok."

"Yürüdüğün yolun ışıklandırılmış olması, gideceğin yerin aydınlık olması anlamına gelmez."

"Giden bir kadının, bir adamın kalbinden götürdüğünü, bütün dünya bir araya gelse yerine koyamaz."

"İçimde bir yerde, çok derin bir yerde, kimsenin sapından tutup çıkaramayacağı bir yerde, eski paslanmış bir bıçak saplı duruyor."

"Gece her şeyin üzerini örter, diye düşünür insan. Oysa gecenin örttüğünden çok hatırlattıkları vardır. Hatırlatırken sarstıkları, sarsarken suskunlaştırdıkları, suskunlaştırırken acıttıkları."

"İnsanın ağzında ne kadar kötü duruyor böyle bir cümle: annemin öldüğü yıl. Anne bir kere öldü mü artık bütün zaman dilimleri, olaylar onun ölümüyle tarif ediliyor; annem öldükten bir yıl sonra, annem ölmeden iki ay önce, annemin öldüğü yıl."

"Annemin benden sonra bir daha çocuk sahibi olamamasına ağladım. Rahminden koparken, tırnaklarımla başka bir ceninin daha tutunabileceği duvarları paramparça ettiğim duygusundan hiç kurtulamadım."

"Annem, evimizin duvarında asılı bir Kuran-ı Kerim gibiydi ve oradan inince duvar buz gibi soğuk oldu."

"O an ölseydim dünyayı güzel bir yer olarak hatırlayacaktım."

"Bazıları yazmak iyi gelir derler, bir çeşit zehir akıtma gibi ama bana kalırsa insan yazarak kendini iyi, hissedemez. Bilakis insandaki huzursuzluğun sürekli hale gelmesinin nedeni de yazmak."

"Biz sadece saatlere bakarak o vakte sabah diyoruz ama gerçekte sabah değil. Sabah demek içinde hiç olmazsa küçücük bir umut barındıran zaman demektir. umut yoksa da heves vardır. İkisi de yoksa o vaktin adına neden sabah diyelim, gecenin devamı deyip geçeriz."

"Bir kadına aşık olmak demek, o kadının elini sürdüğü en ölümcül yaranın bile o anda iyileşeceğine dair mutlak bir inanca sahip olmak demektir. Bir kadına aşık olmak demek ona doğru yürürken attığın her adımda sızılarının da dinmesi demek."

"Kadınların yanında ağladıkları erkekler başka, güldükleri erkekler başkadır. İkisini yan yana yapabildikleri biriyle karşılaştıklarında, o zaman da onunla birlikte yaşamanın ve sonrasında birlikte ölmenin hesabını yapıyorlar."

"Eda uzaktan baktığında delilik olarak gördüğü şeye yakından bakabilseydi, bunun aşk olduğunu anlayabilecekti. Bakamadı, bakmadı."

"Yanındayken, yüz yüzeyken başını başka yöne çevirse özlemeye başlarsın. Gözlerini kapasa gurbetin başlar, açınca vuslatın olur."

"Yol, insanın araf duygusunu en çok hissettiği yer sanırım; bir yerden bir yere giderken aslında hiç bir yerde olamamak halini yaşıyorum. İki mekan arasındaki hiçlik. İki hal arasındaki yokluk. İlki menzil arasındaki zaman boşluğu."

Şehir Mektupları - Ahmet Rasim

Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarının 1989'da yayınlamış olduğu ve Ahmet Kabaklı' nın  hazırladığı Türk Klasikleri dizisinden Ahmet Rasim'in Şehir Mektupları kitabı 1912 yılı baskısından sadeleştirilerek basılmış.

Hepsi birbirinden ilginç 58 mektuptan oluşmaktadır. Mektup denilmişse de bunların hepsi aslında gazete yazılarıdır.

Bu mektuplarda 1900' lü yılların başlarındaki İstanbul, o yıllardaki basın, aydınlar, olaylar Ahmed Rasim tarafından hicivli bir şekilde anlatılmaktadır. Ahmed Rasim'in bu yazılarda kullandığı kendine özgü bazı tanımlamaları, cümle kalıpları, betimlemeleri bulunmaktadır. Sadeleştirilmesine rağmen çokça dipnot bulunmakta ancak bunlar okuyucu için faydalı.

Saatleri Ayarlama Enstitüsünden çok farklı bir tarz bu kitapta bizleri bekliyor. Yeni basımı var mı bilmiyorum. Ben sahaftan almıştım. Bulabilirseniz okuyun.

Kitaptan neler öğrendik:

Bismark rengi: koyu kahverengine çalar bir renk,

"Zemheri zürafası" diye bildiğimiz sözün aslında "Zemherir zürefası" olduğunu ve bu sözdeki zürafanın zürefa olduğunu ve bunun da anlamının, zarif' in çoğulu olduğunu,

"Hıfz-ı sıhhat istihmam fi'l bahr": A.Rasim'in uydurduğu arapça bir cümle, "Sağlığı korumak, deniz hamamlarında yıkanmakla olur."

"Gözde iltihap bulunana doktorun "vapur dumanı gözlük" kullanmasını tavsiye ettiğini." (İnternette araştırdım bununla ilgili bir şey bulamadım ne yazık ki.) 

1 Mayıs 2020 Cuma

Sayın İzleyiciler - Feyyaz Tokar

Televizyon programları ve radyo sohbetleri ile tanınan gazeteci Feyyaz Tokar' ın televizyon konuşmalarını kitaplaştırdığı kitabı.
1980' li yılların sonlarında yaptığı tv konuşmalarının bir kısmı yazı diline uyarlanarak bu kitapta toplanmış.
Kitapta kısa kısa 40 civarında yazı var. Yazıldığı döneme ilişkin yazılar.
Çok kolay okunan akıcı yazılar. İçeriğinden çeşitli bilgiler ve dönemin olaylarına ait bilgi edinebilir.