Bu Blogda Ara

3 Mayıs 2020 Pazar

Veba - Albert Camus

1957 yılı Nobel edebiyat Ödülüne sahip roman Fransız sömürgesi altındaki Cezayir' in Oran şehrinde geçiyor.
1940' lı yıllarda veba hastalığının ortalığı kasıp kavurduğu bir karantina ortamı. Doktor Rieux ve salgın süresince yaşananlar romanın konusunu oluşturuyor.
Aslına bakarsanız bazı yorumlara göre de eserin aslında  metafor içerdiği. Veba ile aslında bir hastalık değil, sömürge altındaki bir ulus ve bu hastalıklı durumun resmedildiğidir.

Okuma tarihim günümüzde yaşadığımız corona salgını zamanına da rast gelmesi ve romanda yaşananlarla bu gün yaşananların onlarca yıl geçmesine rağmen bazı yönlerden benzeşmesi ilginçti. 
Mutlaka okunması gereken klasiklerden.

Altı çizili cümleler çok:

"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır."

"Alınan önlemler yetersizdi, orası kesindi. 'Özel olarak donatılmış odalar'a gelince, onların ne olduğunu biliyordu: Alelacele öteki hastaların boşalttığı, bantlanmış pencereli, bir kordonla çevrilmiş iki koğuş. Eğer salgın kendiliğinden durmazsa yöneticilerin hayal ettiği önlemlerle alt edilemeyecekti."

"Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.. Bir savaş patladığında insanlar: ' uzun sürmez bu, çok aptalca!' derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi. Bu açıdan burada oturanlar herkes gibi kendilerini düşünüyorlardı; bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı. Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider."

"..kahramanlığa inanmam, bunun kolay olduğunu ve ölümle sonuçlandığını bilirim. Beni ilgilendiren insanların yaşaması ve aşktan ölmesi."

"..Buna karşılık, o mahallelerde oturanlar, yaşadıkları güç anlarda, başkalarının kendileri kadar özgür olmadığını düşünerek avunuyorlardı. 'Her zaman benden daha tutsak birisi vardır' tümcesi o sıralara olanaklı tek umudu özetliyordu."

"Doğal olarak gazeteler, kendilerine yollanan o iyimserlik yönergesine ne olursa olsun uyuyorlardı. Gazeteleri okurken durumu belirgin kılan, halkın 'sakinlik ve soğukkanlılık konusunda etkileyici bir örnek' sunmasıydı. Ama kendi içine kapanmış, hiçbir şeyin gizli kalamayacağı bir kentte kimse toplumun sunduğu 'örnek' konusunda bir yanılgıya düşemezdi. Ve sözü geçen sakinlik ve soğukkanlılığın ne olduğu konusunda doğru bir fikir edinmek için yönetimce oluşturulmuş bir karantina merkezine ya da tecrit kamplarından birine girmek yeterliydi."

"Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir, insanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder