Bu Blogda Ara

13 Kasım 2017 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı-William Golding


Çocuk kitabı gibi gelmişti, elime alıp alıp bırakıyordum. Zamanı gelmiş. Okumaya başladım.Yine büyük beklenti, yine beklentinin karşılığını bulamayış. Ben mi zor beğeniyorum yoksa beklentim mi büyük. Bilemedim. Issız adaya düşen bir uçak ve çocukların o adada yaşadıkları.Anlatılanın arkasında anlatılmak istenilen düşünceler var tabii ki. Ben bir kitabı okurken o kadar sorgulayamıyorum. Ne okuyorsam onu anlıyorum. Arka planda verilen mesajı almak için önceden kitap incelemelerini okumuş olmak gerekiyor. Ben de bunu sevmiyorum. Bir roman roman olarak okunmalı evet ondan çıkaracağımız derler mutlaka olmalı ama ders kitabı gibi okumamalıyım. Roman çok yoruma açık. Başta dediğim gibi ıssız adadaki çocuklar yaşlarının gösterdiği kadar kazanmış oldukları bilgi birikimi ile birlikte yaşamayı sağlayacak girişimlerde bulunuyorlar. Lider seçiyorlar, kimin söz sahibi olacağı ve konuşma yapacağı ise ellerindeki deniz kabuğuyla belli ediliyor. Deniz kabuğu kimde ise onun konuşma hakkı var. Barınma, yeme içme ihtiyaçlarının şekillenmesi, işbölümü gibi kavramlar şekillenmeye başlıyor. Önceleri kurulan düzen sonra kendini düzensizliğe ve  kargaşaya bırakıyor. Güç savaşları başlıyor. Uygar dünyanın bire bir örneği bu adada yaşanmaya başlıyor. Romanın sonunda ise baştaki o saf iyi niyetli saf çocuklardan geriye bir vahşilik kalıyor. Karakterler farklı kişilikleri sembolize ediyor.Tabi bunları anlamak için dediğim gibi derinlemesine düşünmek gerek. Okurken sıkıldım,  bazen atlayarak okumayı denedim. Ama ne zaman üç beş satır atlamaya kalksam birşeyleri kaçırdım. Geri dönüp atladığım yerleri tekrar okudum. Belki bana sıkıcı geldi ama belki de zamanında okumadığım içindir. Öyle yada böyle dünya edebiyatı denildiği zaman okunması gerekli kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.

12 Kasım 2017 Pazar

Middlesex - Jeffrey Eugenides

Okunması gerekli kitaplar klasikler listesinde gördüğümden beri merak ettiğim bir kitaptı. Bir süre rafta durduktan sonra yaklaşık 600 sayfa olmasının da etkisiyle korka korka elime aldım ve bir  çırpıda bitirdim. 1920' lerin Bursa'sında başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarını yaşananlar içinde şöyle bir özetleyerek Yunanistan-Türkiye-Amerika üçgenindeki bir hermafrodit bir kızı konu alıyor kitap.
Hermafrodit; hem erkek hem dişi üreme organlarını beraber bulunduran canlılara verilen ad. Mitolojideki Hermes ve Afroditten geliyor aslında. Kelime olarak hermafrodit, Yunan mitolojisindeki Haberleşme Tanrısı Hermes ile Güzellik Tanrıçası olan Afrodit'in adlarından gelmektedir. Efsaneye göre Afrodit ile Hermes'in bir oğulları olur. Adını Hermafrodit koyarlar. Hermafrodit o kadar güzeldir ki bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, sürekli ona yakınlaşmak için uğraşır ama Hermafrodit'in nazı ile karşılaşır. Bir türlü yüz bulamayan peri kız, Hermafrodit gölde yüzerken birdenbire karşısına çıkar ve sıkı bir şekilde ona sarılır. Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Sonunda dileği kabul olur ve ikisi de aynı vücutta can bulurlar. Böylece ortaya çift cinsiyetli bir insan çıkar.Neyse kelime manasını öğrendikten sonra gelelim kitabımızın konusuna:
Kitabımnızın kahramanı Calliope’nin büyükannesiyle büyükbabası da Osmanlı dönemi Bursası’nda,  bir dağ köyünde doğuyor. İpekböceği yetiştirdikleri Bursa’yı Kurtuluş Savaşı nedeniyle terkedip İzmir’e gidiyorlar ama ‘büyük 1922 yangını’, yani Türk-Yunan Savaşı bekliyor onları. Çaresiz bir gemiye  binip Amerikaya Detroit’e göç ediyorlar. Eski hayatlarından ellerinde kalan sadece bir rüya tabirleri kitabı, bir de içinde ipekböceği kozalarının durduğu ahşap bir kutu kalıyor.  Hikayenin başka bir bölümünde eskiye dönüldüğünde, o dönemde Türklerden korunmak isteyen Rumlar, yakın akraba evlilikleriyle aktarılan bir hastalığın pençesine düşmüşlerdi. Bu yakın akraba evlilikleri sonraki kuşaklarda bozuk genin oluşmasına ve çift cinsiyetli çocukların doğmasına sebep oluyor.  "Romanın ‘kız’ kahramanı Calliope büyüdüğünde çift cinsiyetli olduğunu öğreniyor. Kaderini belirleyen an, onu eksiksiz bir dişi haline getirecek olan ameliyatı reddetmesi.
14 yaşında ameliyat masasından kaçan Cal kendini keşfetme sürecinde bir sürü macera yaşıyor. Sakallı kadın olarak denizkızları ve başka hilkat garibeleriyle birlikte bir sirkte çalışıyor mesela. Sonra ‘Türklerin şehri’ Berlin’e yerleşiyor. Hiç konuşamadığı ama genlerinin hatırladığına inandığı bir lisanı işitmek, lahmacun, bulgur pilavı ve kebap yemek istediği için…
Tam 41 yaşında, melezliğin hoşgörüsüzlük karşısında insana bahşedilmiş en büyük lütuflardan olduğunu anlayınca veriyor kesin kararını; ne olarak dünyaya geldiyse öyle yaşayacak, yani varlığını tek bir aidiyete indirgemeyecek, genlerini ve kültürünü dezavantaj değil avantaj olarak kabul edecek, bir melez kalacak. 
İlgi çekici konusuyla değişik bir hikaye. Ben çok sevdim. İnsanları olduğu gibi kabul etmek kadar insanların da kendini oldukları gibi kabul etmeleri de önemli bir olgu.Ne isen öyle yaşa. Kitapta büyük İzmir yangını ve güzel İzmir ile ilgili yazarın görüşleri, Yunanın İzmir' i nasıl yakıp kül ettiği hakkında önemli ayrıntılar var. Mustafa Kemal Atatürk hakkında da övgü dalı satırları da atlamamak lazım.

Kitaptan aklımızda kalan alıntılar ise şöyle:

-"Buna evrim biyolojisi deniliyordu. Bunun etkisiyle cinsler yine farklılaştı, erkekler tekrar avcılığa, kadınlar da meyve toplamaya geri döndü. Artık bizi çevre değil doğa şekillendiriyordu. Bizi kontrol eden hala milattan 20.000 yıl öncesinin hominid dürtüleriydi. Bugün televizyon ve dergilerde bunun basit formüllerini sık sık görürüz. Erkekler neden iletişim kuramaz? ( Çünkü avda sessiz olmak gerekirdi.) Kadınlar neden kolayca iletişim kurar? ( Çünkü birbirlerine meyvelerin yerini bağırarak haber verirlerdi.) Erkekler evde aradıklarını şeyi neden bir türlü bulamaz? ( Çünkü dar bir görüş alanları vardır, avda ancak iz sürülebilirdi.) Kadınlar neden aradıklarını kolayca bulur? ( Çünkü yuvalarını tehlikelere karşı korurken geniş bir alanı gözleriyle taramak zorundaydılar. ) Kadınlar neden paralel park edemez? ( Çünkü düşük testosteron oranı uzamsal yeteneği azaltır.) Erkekler neden yön sormaz? ( Çünkü yön sormak bir zayıflıktır ve bir avcının buna tahammülü yoktur.) İşte bugün böyleyiz. Erkekler ve kadınlar aynı olmaktan sıklıp yeniden farklı olmak istiyorlar.
-Biyoloji size bir beyin verir. Onu akla döndürense hayattır.
-Hangi yönden bakarsanız bakın yine işin özü değişmez: Büyük buluşlar, ipek ya da yerçekimi olsun, genelde umulmadık armağanlardır ve hep ağaç altında aylaklık edenlere kısmet olurlar.