Okunması gerekli kitaplar klasikler listesinde gördüğümden beri merak ettiğim bir kitaptı. Bir süre rafta durduktan sonra yaklaşık 600 sayfa olmasının da etkisiyle korka korka elime aldım ve bir çırpıda bitirdim. 1920' lerin Bursa'sında başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarını yaşananlar içinde şöyle bir özetleyerek Yunanistan-Türkiye-Amerika üçgenindeki bir hermafrodit bir kızı konu alıyor kitap.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEip7-UdSCMycUbRf95qYWnRvQAgiFnb6MzN7i9iaW2_NyE-05naXPGsCLE4UZ-F57Rjxs-Rklipck_Nm6xYj0MuYODCr165mVEuH-YQqUdDNKgBs-7FDtAJ1eDSwQRE12aevdAlUpim2kY/s400/middlesex.jpg)
Kitabımnızın kahramanı Calliope’nin büyükannesiyle büyükbabası da Osmanlı dönemi Bursası’nda, bir dağ köyünde doğuyor. İpekböceği yetiştirdikleri Bursa’yı Kurtuluş Savaşı nedeniyle terkedip İzmir’e gidiyorlar ama ‘büyük 1922 yangını’, yani Türk-Yunan Savaşı bekliyor onları. Çaresiz bir gemiye binip Amerikaya Detroit’e göç ediyorlar. Eski hayatlarından ellerinde kalan sadece bir rüya tabirleri kitabı, bir de içinde ipekböceği kozalarının durduğu ahşap bir kutu kalıyor. Hikayenin başka bir bölümünde eskiye dönüldüğünde, o dönemde Türklerden korunmak isteyen Rumlar, yakın akraba evlilikleriyle aktarılan bir hastalığın pençesine düşmüşlerdi. Bu yakın akraba evlilikleri sonraki kuşaklarda bozuk genin oluşmasına ve çift cinsiyetli çocukların doğmasına sebep oluyor. "Romanın ‘kız’ kahramanı Calliope büyüdüğünde çift cinsiyetli olduğunu öğreniyor. Kaderini belirleyen an, onu eksiksiz bir dişi haline getirecek olan ameliyatı reddetmesi.
14 yaşında ameliyat masasından kaçan Cal kendini keşfetme sürecinde bir sürü macera yaşıyor. Sakallı kadın olarak denizkızları ve başka hilkat garibeleriyle birlikte bir sirkte çalışıyor mesela. Sonra ‘Türklerin şehri’ Berlin’e yerleşiyor. Hiç konuşamadığı ama genlerinin hatırladığına inandığı bir lisanı işitmek, lahmacun, bulgur pilavı ve kebap yemek istediği için…
Tam 41 yaşında, melezliğin hoşgörüsüzlük karşısında insana bahşedilmiş en büyük lütuflardan olduğunu anlayınca veriyor kesin kararını; ne olarak dünyaya geldiyse öyle yaşayacak, yani varlığını tek bir aidiyete indirgemeyecek, genlerini ve kültürünü dezavantaj değil avantaj olarak kabul edecek, bir melez kalacak.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwc1337xMbOFHyPBijAcFQdG-vpp8ergTzhKAt852qTM5LDn-EI6r4t2R_jxBCkVibVCs3nflqbws5b3Wt-oq1c0XovuwOnQ-s-4triihGaRN7vbzynwvNwfD6aF3V_-fYOOAbKSs_6_8/s320/Screenshot+%252812%2529.png)
Kitaptan aklımızda kalan alıntılar ise şöyle:
-"Buna evrim biyolojisi deniliyordu. Bunun etkisiyle cinsler yine farklılaştı, erkekler tekrar avcılığa, kadınlar da meyve toplamaya geri döndü. Artık bizi çevre değil doğa şekillendiriyordu. Bizi kontrol eden hala milattan 20.000 yıl öncesinin hominid dürtüleriydi. Bugün televizyon ve dergilerde bunun basit formüllerini sık sık görürüz. Erkekler neden iletişim kuramaz? ( Çünkü avda sessiz olmak gerekirdi.) Kadınlar neden kolayca iletişim kurar? ( Çünkü birbirlerine meyvelerin yerini bağırarak haber verirlerdi.) Erkekler evde aradıklarını şeyi neden bir türlü bulamaz? ( Çünkü dar bir görüş alanları vardır, avda ancak iz sürülebilirdi.) Kadınlar neden aradıklarını kolayca bulur? ( Çünkü yuvalarını tehlikelere karşı korurken geniş bir alanı gözleriyle taramak zorundaydılar. ) Kadınlar neden paralel park edemez? ( Çünkü düşük testosteron oranı uzamsal yeteneği azaltır.) Erkekler neden yön sormaz? ( Çünkü yön sormak bir zayıflıktır ve bir avcının buna tahammülü yoktur.) İşte bugün böyleyiz. Erkekler ve kadınlar aynı olmaktan sıklıp yeniden farklı olmak istiyorlar.
-Biyoloji size bir beyin verir. Onu akla döndürense hayattır.
-Hangi yönden bakarsanız bakın yine işin özü değişmez: Büyük buluşlar, ipek ya da yerçekimi olsun, genelde umulmadık armağanlardır ve hep ağaç altında aylaklık edenlere kısmet olurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder