Bu Blogda Ara

İthaki Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İthaki Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2022 Pazar

Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir

Filminin yakıldığını biliyor ve çok uzun zamandan beri kitabını okumak istiyordum. Milli mücadele dönemini anlatan güzel romanlardan biri. 

Esir Şehir Üçlemesi’nde Millicileri İşgal Kuvvetleri’nin baskısı altındaki İstanbul’da anlatan Kemal Tahir, ‘Yorgun Savaşçı’da onları Anadolu’ya gönderir. ‘Yol Ayrımı’nda yan karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan Cehennem Topçu Cemil, ‘Yorgun Savaşçı’nın baş kahramanıdır. İstanbul’a geldiğinden beri, bir türlü üzerinden atamadığı yorgunluğu sanki dinlendikçe çoğalan Cemil, bir yandan aşık olup evlendiği teyze kızı Neriman ile her şeyi bırakıp uzakta bör köyde yaşamayı isteyecek kadar bıkkın; diğer yandan Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’de ön saflardayer almayı isteyecek kadar da cesurdur. 1919 ve 1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeleri ve Anadolu direnişini anlatan ‘Yorgun Savaşçı’, Cumhuriyet’in kuruluşuna giden sürecin romanı olarak da okunabilir.

"...Şu dünyada girmediğin savaş kalmadı da ne oldu? İngiliz'e yenildiniz, bunca  düşmanı memlekete doldurdunuz!..Çanakkale'de bu kadar insan öldü, o gün sokmadığınız gemiler, şimdi Beşiktaş önünde yatıyor."

"Ne büyük suçmuş hürriyet getirmek."

"Bir memlekette halkın kahraman anlayışı eşkıyadan yukarı çıkmamışsa, o memlekette insanların çoğunluğu soyguna biraz yatkın demektir."

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Ölen dev, Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Çıplak gövdesi, tepeden tırnağa yara içindeydi. Kolları bacakları iki yana açık, arka üstü yere serilmişti. Samsun'daki Pontus çetelerinden Kafkasya'da Antranik'in Ermeni ordusuna, Musul'daki İngilizlerden Adana'daki Fransızlara, Antalya'daki İtalyanlardan Manisa'daki Yunan'a kadar her yanını bir canavar didikliyordu. Başına demir tırnaklı kartallar çullanmıştı. Anzavur gibilerse kangren olmuş yarasının kurtları... Hâlâ tek parça görünen gövde, içinin içinden dağılmaya başlamıştı."

“ 'İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?' dedim. 'Kestirme yolu bu mudur?' diye alay ettim. Düşünüyorum da, akıldan yana biz nerdeyiz, Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta yola çıktı: Yani, İzmir’e Yunan’ın girmesinden bir gün sonra... Neden Samsun’a gideceğine, Bandırma'ya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlar durumun özelliğine göre burda yıldırım olup yakmaktansa; ordan gürlemenin daha etkili olduğunu bilirler! "

"Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek..."

"Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanın üstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bak neler olur..."

“Peki ne zaman değiştik böyle biz? Yavaş yavaş mı kancıklaştık?.. Baskına uğramış gibi birdenbire mi? Neden değiştik? Kadınları yem olarak kullanmak neyin nesi? Kendi yurdumuzda Rum evlerine sığınmak...Sırtımızda kadın çarşafları, kaçacak delik aramak... Bunca ölmek, bunca öldürmek boşa mı gitti, bu kadar?”

"Tehlike yaklaştı mı, önce zenginler savuşuyor, sonra, gittikçe hızlanıp kalabalıklaşarak orta halliler..."

24 Haziran 2021 Perşembe

Kara Kitap - Suat Derviş

Gotik edebiyat denilince Türk edebiyatının akla gelen ismidir Suat Derviş. Gotik tür, edebiyatta kendisini korku arka fonu ile gösterir. Bu korku, fantastik hikayeler ile ve kimi zaman da doğa üstü olaylar ile ortaya çıkmaktadır. Gotik türde hakim olan kavram karanlık ve derin kişilik çatışmalarıdır.
Bu kitapta gotik edebiyat kapsamında ele alınabilecek dört eseri Kara Kitap, Ne Bir ses...Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi ve Fatma'nın Günahı bir kitapta birleştirilmiş. Dört kadının hikayesinin anlatıldığı dört eser.

Hasta bir genç kız olan Şadan, güzelliğinden dolayı acı çeken Fatma, bir babayla oğlu arasında kalan Zeliha ve kocasına çok aşık olan Zehra... 
Kitapta epeyce Osmanlıca sözcük olduğundan kitabın sonunda da bu kelimelerle ilgili geniş bir sözlük de var.

Kitaptan bazı alıntılar.

"Hele bu gece yüzünde tuhaf bir hal var. Gözkapakların pembe ve hummalı. Sonra yüzün her zamandan daha solgun. Bu kırmızı elbiseler mi sana çok yakışıyor, yoksa şömineden çıkan ışık mı, bilmiyorum."

"Bu dünya... bu endişeler, bu korkular, bu kederler, bu tebessümler bana yabancı mı? Bunların hepsini tanıyor muyum? Ben bunların hepsini yaşamadım mı? Hayat, benim için sonu pek iyi bilinen bir kitabın kıraatine benziyor. Onda bilmediğim, anlamadığım, evvelce hissetmiş olduğum bir şeycik yok."

"Kocamın ıslak elleri ellerimi tutmaya uğraşıyor. Ne bende ne de bütün bu gecede dehşetimi haykıracak, imdat dileyecek bir ses yok! Bir nefes yok! Ne bir ses...ne bir nefes..."

"Asabım ne kadar hasta. Şimdi bu resim kımıldanacak, canlanacak zannediyorum ve eğer şimdi canlanıp odanın loşluğu arasında bana doğru ilerlese, ocaktan dökülen bu kızıl ziyayla gözleri daha fazla yansa korkmayacağımı zannediyorum."

"Hastayım, ölüyorum. Bana gideceğim karanlık yoldaki doğruyu öğretiniz, diye yalvarmak istiyorum. Asırlardan beri kendilerini yoran, hırpalayan bu alimlerin, bu yüz binlerce değişik içtihada malik olan insanların hangisi daha fazla hakikate yaklaşmış? acaba hangisi benim aradığım ve korktuğum hakikati bulmuş? Acaba hangisi kavi bir emniyet ve itimatla yaşamak budur, ölüm budur demiş? Koca ciltleri kucaklayarak yere koyuyor, sehpanın üzerinden şamdanı alarak ciltlerin yanına yerleştiriyorum. Halının  üstüne uzanıyorum. Sayfaları titrek ellerle karıştırıyorum.
Bu acayip harflerin, bu yabancı yazıların manasını anlamamaktan mütevellit bir hiddet beni bunaltıyor."

"Hiçbir şeyden şüphe etmedi. İşte, bu gece...bu gece Celal inanılmayacak şeyler söylüyor, bu gece Celal ona...
-Seni sevmedim. Seni hakkıyla sevmemiştim, diyordu.
İşte, hala ikisi de yaşıyorlar, zelzeleler olmuyor, dünya yanmıyor. Bu mavi, sarı, beyaz şehir yıkılmıyor. Kendisi çıldırmıyordu. Her şey...her şey eskisi gibiydi. Hiçbir şey değişmemişti.
Fatma istiyordu ki yıldızlar birbirine çarpsın, gökler parçalansın, küreler kırılsın, dünya, feza, kainat, hercümerç içinde kalsın, güneşler sönsün, kıyamet, kan,ölüm ve ıstırap kıyameti kopsun. Halbuki her şey sükun içindeydi."