![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0pMJQHi2FbQJtpPWyM62-fT6VrgEUgFq64XYCDLIXtpG1PL45spzVJDZ4pkib2ArS35ou2iBF1X0w-56AiOfdO_zI2X0rDXs2OV9q3fLtd3IzX66C7DbQkaLPMON-xhlia9JEdj7ESd4/s400/0001793039001-1.jpg)
Kitabın başlarında doğu mistizminden girdik, Amerika'ya uzandık, Bağdat, Hindistan Türkiye derken bayağı bir dolaştık yazar sayesinde. Farklı zaman dilimlerinde geçen Hallac-ı Mansur'un Enel-Hak temalı tasavvuf öğretisi ile Türkiye'de geçen bir polisiyeyi birlikte okuduk kitapta. Aslında 536 sayfalı kitaptan bir tasavvuf bir de polisiye ayrı ayrı çıkarmış.
Kitabın konusuna gelince Hallac-ı Mansur'un kutsal el yazmaları ve gizli risalelerini koruyan Nigahdar'ın (Kitap boyunca hep dilime Mihmandar takıldı nedense) öldürülmesi sonrası sonrasında, Amerika'da okuyan kızı Şirin ve Türkiye'de bir üniversitede hocalık yapan Algan Ataman'ın kayıp risaleleri bulmaya çalışmaları sırasında yaşadığı olaylar konu ediliyor.
Konu güzel, değişik. Yalnızca diyaloglar gereğinden fazla uzatılmış gibi geldi bana. Tekrarlar tekrarlar. Kitap kolaylıkla bir yüz sayfa daha kısa olabilirmiş. Bir de Hallac-ı Mansur'la ilgili bölümlere gereğinden mi fazla yer verilmiş bilemedim. Hallac-ı Mansur bölümleri ile polisiye bölümler arasında bir bağ kurulabilseydi eğer iki ayrı kitabı bir kitapta okuyor gibi olmaz o bölümleri de atlamadan okurduk diye düşünüyorum. Neyse güzel kurgu ama çok karışık değil. Ebced hesabı bölümünde fazla gereksiz karmaşaya girilmiş gibi geldi bana. Tabi ki hepsi benim fikrim. Güzel kitap, vaktiniz bolsa okuyun.
Bu kitaptan, daha önce bilmediğimiz neyi öğrendik?
Dualarımızın sonunda dediğimiz "amin" kelimesinin Mısır'lı bir firavun olan Amenhotep'in her duadan sonra kendi adının söylenmesini emretmesi üzerine halkın her duadan sonra "Amen" demeye başlamış olmasını, İslamdaki "Amin", Yahudilik ve Hristiyanlıktaki "Amen" kelimelerinin de buradan gelme olduğunu öğrendik.