Bu Blogda Ara

24 Aralık 2013 Salı

Orhan PAMUK- Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk okumaktan pek hoşlanmazdım ama bu kitabını sevdim.Akıcı ve sıkılmadan okudum.Kitaptan aklımda kalan birkaç söz."Mutluluk , insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca"   ve   "Bir insanın başka fırsatları olmasına rağmen onları reddedip sürekli aynı kişiyle sevişmek istemesine, bu mutluluk verici duyguya aşk denir.Kısa sürede bitirdim bu kitabı tavsiye ediyorum.Konusuna gelince özetle:

Kitabın ismi sevdiği kıza ait olan ve onun dokunduğu her şeyi müze olarak yaratan bir adamın aşk hikâyesinden geliyor. Ancak kitabın isminde yer alan masumiyet kelimesine romanda rastlamak mümkün değil. Çünkü kitapta aşk dahil masum olan hiçbir şey yok. Ancak kitaptaki aşk hikayesi fazlasıyla etkileyici. Bu öylesine bir aşk ki okuduktan yıllar sonra bile akıllardan çıkmıyor ve birçok olayda kitabı hatırlatıyor. Kitap bizi 1975′li yıllara götürüyor. Roman, Sibel ile mutlu bir ilişkisi olan, tekstil zengini bir ailenin çocuğu olan Kemal’in yoksul akrabalarının kızı Füsun’a aşık olması ve ona delice bağlanmasıyla başlıyor. Füsun’a olan aşkını bir saplantı haline getiren ve yıllarca ona kavuşma hayalleri ile bir divane gibi yaşayan Kemal’in hikâyesidir Masumiyet Müzesi. Kemal  divane gibidir çünkü o zamanında Füsun’un değeri bilememiştir. Onu kaybettikten sonrada Füsun bir başkası ile evlenmiş kendi anne-babasıyla yaşamaya başlamıştır. Kemal,  yıllarca misafir olarak Füsunların evlerini ziyaret etmiş ve her ziyarette Füsun’a ait bir eşyayı gizlice alıp Füsun ile güzel anıları olduğu eve getirip biriktirmiştir. Bu tüm ziyaretler ve çabalara rağmen  yıllar boyunca Füsun’dan ilgi ve karşılık görmemiştir. Ancak yine de Kemal, hayatındaki her şeyden vazgeçmiş ve Füsun’a yakın olma gayreti tek gayesi olmuştur. İşte Kemal’in Füsun’a olan bu delice aşkı romana farklı bir hava katmıştır. Yazar bu aşkı romanında son derece başarıyla kurgulamıştır. Bu başarılı kurgu da romanı zevkle okunabilir bir hale getirmiştir. Masumiyet Müzesindeki bu aşk bana Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanındaki Mümtaz ile Nuran’ı hatırlatmıştır. Huzur romanı da, tutkulu bir aşk içindeki Mümtaz ile Nuran’ın yıllarca birbirlerinden ayrı yaşamak zokalmaları ve romanın bu şekilde kötü sonla bitmesi yönüyle Masumiyet Müzesine benzer.  Masumiyet Müzesi’de bu şekilde kötü sonla bitecektir. Öyle bir son ki romanın sonunda Kemal Füsun’a ait binlerce eşyayı toplamış olacaktır. Füsun’un içtiği sigaraların tam 4213 adet izmaritini toplayan Kemal’in aşkının büyüklüğünü buradan da anlamış oluyoruz. Füsun’a olan aşkı her geçen gün Kemal’in içine işleyerek daha da büyüyecektir. Klasik Türk filmlerindeki aşk hikayelerine benzeyen bu romanda aşkı okuduğunuzda kitabın samimiyetinden, gerçekliğinden, anlatım tarzından, bakış açısından ve bu büyük aştan o kadar etkileneceksiniz ki aslında bunun klasik aşklardan ve tüm büyük aşklardan ne kadar farklı olduğunu anlayacaksınız. Hatta kitaptaki bu aşk olayından etkilenen Nazan Öncel “Canım Benim Nasılsın” adlı bir şarkı bestelemiştir.  Roman genelinde çoğunlukla Kemal’in bakış açısı ve gözlemlerinden aktarılmıştır. Kitaptaki olayların geçtiği dönemi ve olayların geçtiği o zamanki İstanbul’u bize o kadar gerçekçi aktarmış ki yazar bu yönü de bizi etkiyen taraflarındandır romanın. Bu kitabı okuduğunuz sürece kendinizi 1975’li yıllarda İstanbul’da bulacaksınız.  Yani romanda Kemal ile Füsun’un aşkı ön planda tutuluyor gibi ancak bunun yanında en az bu aşk kadar o dönem hakkında sosyolojik bilgileri, yaşayış tarzları ve o dönemdeki İstanbul’un özellikleri de önemli bir yer tutmaktadır.  Orhan Pamuk romanın ortasında ve sonunda kendisini de romana sokmuştur. Özellikle romanın ortalarında bir nişan kutlamasında Füsun ile dans etmesi ve ondan etkilenir gibi olması, kendisinin ve ailesinin hayatı hakkınca bazı bilgiler vermesi de romanın dikkat çeken yönlerindendir.
Masumiyet Müzesi romanı “ hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum. ” cümlesiyle başlar. Bu cümleden biz roman kahramanının geçmişte yaşadıklarını gözden geçirdiğini ve hayatının bir anının onun en mutlu anı olduğunu düşündüğünü ve büyük bir yanılgı içerisinde o günün aslından onun için ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü kimse yaşadığı bir olayın ya da durumun onun hayatındaki en mutlu anı olduğunu zamanında kavrayamaz. Bunu ancak yolun sonuna geldiğinde ya da önemli bir şeyi kaybettiğinde kavrar ve anlar. Biz de bunu göz önüne aldığımızda, daha kitabın başında roman kahramanının pek de mutlu bir hayat yaşamadığını anlıyoruz. Masumiyet Müzesinin son cümlesi ise Kemal’in  “ herkes bilsin çok mutlu bir hayat yaşadım. “ cümlesidir. Bu sözleriyle Kemal tanıdıklarına ve dostlarına bir mesaj vermek istiyor. Çünkü Füsun’un aşkıyla ve ölümüyle kendini yıllarca harap eden Kemal’i çevresi mutsuz bir hayat sürüyor ve sürdü diye değerlendiriyordu. Buna itiraz eden Kemal aslında mutlu bir hayat yaşadığını belirtmek istiyor ve roman bu cümleyle son buluyor.

19 Aralık 2013 Perşembe

MEHDİX-Turgay GÜLER

Dünyaya bir şeyler oluyor... Dünyanın hâkimi olan Amerika, kendi başının çaresine bakmaktan aciz... Bütün dünyayı idare etmek üzere politikalar geliştiren İsrail, en büyük müttefiki Amerika'yı saf dışı bırakmak için planlar yapıyor ve bu planlarını başarıyla uyguluyor. Üretilen büyük bir yapay depremin ardından, Amerika yerle bir oluyor ve bu ülkenin ekonomisini elinde tutan Yahudi tüccarlar Avrupa'ya yöneliyor. Bu da yetmiyormuş gibi Türkler, Ayasofya'yı yeniden ibadete açıyor. Bir Türk Paşası, Hristiyan ve Yahudi dünyasının peşinden koştuğu Ahit Sandığı'nı ve Hazreti Musa'nın Asası'nı ele geçiriyor ve o tarihten itibaren bütün dünyanın hâkimi olmak için adım adım yürüyor... Dünyanın hâkimi olmak üzere yola çıkan İsrail, bir bir kendi kazdığı kuyulara düşüyor ve İslâm ülkeleri tarafından büyük bir iltifata mazhar olan Paşa, giderek Mehdix Paşa'ya dönüşüyor. Üçüncü Dünya Savaşı başlıyor... Özel ve 'seçilmiş' biri olarak, kendine yöneltilen bütün tehlikelerden sıyrılan ve ezilmiş, hakir görülmüş, kutsal değerleriyle alay edilmiş bir inancın, İslâm inancının bayraktarlığını yapan Mehdix Paşa, tıpkı dünyanın beklediği kurtarıcı gibi donanarak ve donatılarak üzerine düşeni gereği gibi yerine getiriyor. 'Mehdix', yazarın geleceğe dair gördüğü rüyanın bir yansıması. Kitapta yer alan bilgiler, tamamen bir kurmaca. Geleceğin dünyasında olabilirlikler üzerinde duran yazar, yaklaşık yarım asırdır yaşanan dünya siyasetini aynanın arkasından bakarak tersinden okumaya çalışıyor. Kitap, günümüz dünyasının süper güçleri olan ülkelerin de bir süre sonra bu etkinliklerini yitirebileceğini, şu anda gelişmekte olan veya henüz bu sürece girmemiş olan ülkelerin zamanla kendi politikalarını üreterek dünya siyasetinde egemen hale gelebileceklerini ve bunu nasıl yapabileceklerinin ipuçlarını sunmaya çalışıyor.Türklük gururunu okşayan güzel akıcı bir kitap.Okurken kendimi Amerikan kahramanlık filmleri seyreder gibi hissettim.Biraz abartılı ama eğlenceli

16 Kasım 2013 Cumartesi

Ağrı Dağı Efsanesi- Yaşar Kemal

Kır bir at Ahmet'in evinin kapısına gelir ve bir süre orda bekler. Bunun üzerine Ahmet atı kendi kısmeti olarak görür ve atı sahiplenir. Bir süre sonra atın Beyazıt Paşası Mahmut Han'a ait olduğu anlaşılır. Mahmut Han atını ister. Fakat Ahmet atı vermek istemez. Çünkü Ağrı geleneklerinde bu böyledir ve o atın haktan yadigar olduğu düşünülür. Atı geri alamayınca Ahmet'in evine adamlarını gönderir ve bir süre sonra Ahmet'i zindana attırır. Burada paşa'nın kızı Gülbahar ile Ahmet arasında büyük bir aşk başlar. Başta Mahmut Han olmak üzere tüm engelleri aşarlar.Yaşar Kemal' den kendine özgü güzel bir aşk hikayesi.Çok güçlü bir konu görmedim.Hatta bazı yerlerinde fazlaca sıkıldım.Ama okunması gereken klasiklerden biri.

Korkuyu Beklerken- Oğuz Atay

Yazarın kitabında sekiz öykü bulunmaktadır.
İlk hikaye “Beyaz Mantolu Adam” Kalabalığın içinde başarısız ve parasızdır Başkaları tarafından kendisine hep bir iş yüklenir; bavul taşır, yük taşır… Elbise ve kumaşların olduğu bir dükkanda beyaz bir manto ilgisini çeker, alır ve giyer Gittiği her kalabalıkta dikkat çeker, sorgulanır Herkes kendine göre bir tanımlama yapar onun için Rahatsız edildiğinde kaçmak dışında o kadar tepkisizdir ki, bir dükkan sahibi tarafından vitrine manken olarak konulduğunda bile sesini çıkarmaz Dükkanda onun sayesinde iyi satış yapılır Oradan da kaçar, dolaşır, trene biner, deniz kıyısına halk plajına gider Kimseye bir şey yapmayan, konuşmayan, kendi halindeki beyaz mantolu adam yine ilgi çekip insanları başına toplar Varsayımlarda bulunurlar kendisi hakkında; kimine göre hasta, kimine göre deli, kimine göre de sapıktır Onlardan da kaçar, denize doğru gider, ilerler ve gözden kaybolur Bir genç ve diğerleri onu kurtarmak için çabalar ama geç kalırlar

İkinci hikâye “Unutulan” Tozlu, böcekli tavan arasından seslenir sevgilisine Kitaplardan, hayatı boyunca ilgi aradığından bahseder Karanlık olduğunda bir el feneri uzanır delikten El fenerini eşyalara tuttuğunda , o eşyaların sahibi olan yakınlarını, onların hayatlarını düşünür, sorgular Ve bir elinde silahla örümcek bağlamış eski sevgilisini görür Hiç değişmemiştir kendisine göre Onsuz yaşayamayacağını düşünür Kendisini öldürdüğünü duymamış, iş güç arasında da tavan arasına çıkmamıştır Elbisesinin çürümüş bir yerine dokunduğunda bir sürü hamamböceği çıkar sevgilisinin cesedinden İlişkilerini sorgular Aşağıdan şimdiki sevgilisinin seslenir


Üçüncü hikâye kitaba da adını veren “Korkuyu Beklerken” Evine doğru giderken kendisine miskin gözlerle bakan köpekler ilk defa havlar, takip eder Evine girdiğinde kendini sorgular ve şöyle der:”Yalnız korkmaktan korktukça yalnızlığım artıyor” Bilmediği bir dilde yazılmış bir mektup bulur evinde Bu mektubu kimin yazmış olabileceğini düşünür; hizmetçinin kızı mıdır yoksa evinin bulunduğu sokaktaki yabancılar ya da elçiler midir? Üniversitede ölü diller üzerine öğretim görevlisi olan arkadaşını arar, mektubu gösterir Arkadaşına göre bu mektubu gizli mezheplerden biri yollamıştır Mektupta :”Mektubu aldığınız andan itibaren evinizden çıkmamanızı kesinlikle bildiririz Dikkat! Sizi uyarırız!” gibi şeyler yazmaktadır Arkadaşı korktun mu diyerek güler Bir süre düzenli günler geçirir; işte, evde, otobüste kitap okur, Latince çalışır, sinemaya gider Postacı, öğretim görevlisi arkadaşının mektubun tam çevirisini yaptığı bir mektup getirir Ve mektupta yazdığı gibi evden çıkmaz, kendini ölecekmiş gibi hisseder hatta ölümü sonrasını düşünür Onun düşüncelerini olduğu gibi aktaralım:“Sanki, kime yazıldığı bile belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişe ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum Olmuyordu Aslında düşününce, canım şu zamanda şöyle olmuştu, annemin yüzü beyazdı ve yatay çizgiliydi, okula başladığım gün ne kadar korkmuştum diyebiliyordum Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri, sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti Bense bunu hiç becerememiştim Ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemiştim; kendimi bile, kendi yaptıklarımı bile” Evdeki evrakları, kağıtları yırtar atar ve tüm zamanlarını sorgular, saptamalarda bulunur: “Bu kötü hayatı sanki doğmadan önce yaşamıştım; kendime yakıştırdığım yaşantıları doğmadan önce de okumuştum Kötülüklerimin bile kendime, öz varlığıma ait olduğuna inanmıyordum” Sonunda evden çıkar ve dış dünyanın içinde yer almaya çalışır hem de toplumun çoğunluğunun öngördüğü ilişkiler içinde Kendisine mektup gönderen mezhebin ismi ‘Ubar-Metenga’dır Mezhebin anlamı ve ‘suç’ kavramı üzerine düşünür Sürpriz olaylar da gelir başına Bir süre sonra bazı çiftlere, Ubar-Metenga mezhebinin kendisine gönderdiği mektupları gönderir Polise gider ve bu mektupları kendisinin yazdığını söyler


Dördüncü hikâye, kendinden, beraber olduğu kadından, köpeğinden, başından geçenlerden ayrıntılarla bahseden bir kişinin tüm bu olayları yazdığı ama göndermediği “Bir Mektup” üzerine


Beşinci hikâye “Ne Evet Ne Hayır”, lise mezunu bir kişinin çeşitli işlerde çalışıp askerliğini yaptıktan sonra bir gazetede çalışması ve “gönül postası” bölümünde görevlendirilmesini anlatıyor Saplantılı bir aşkın tutsağı olmuş bir gencin kendisine yazdığı mektup ilgisini çeker Mektubu yazan gencin sevdiği kız, kendisine ‘ne evet ne hayır’ demiştir


Tuğrul bey eksenli altıncı hikâye olan “Tahta at”, adından da anlaşılacağı gibi Çanakkale şehrimizde Troya’da yer alan, şehri almak için içinde askerlerin gizlendiği ‘Tahta At’dan yola çıkmış


Yedinci hikâye “Babama Mektup”, babasının ölümünün ikinci yılında bir oğulun babasına yazdığı dokunaklı bir mektup üzerine


Ve son olarak sekizinci hikâye “Demiryolu hikâyecileri – Bir Rüya” Bu hikâye de, büyük şehirlerden uzak bir dağ başı kasabasında demiryolu istasyonunda çalışan üç hikâyeci üzerine Bu üç kişi yazdıkları öyküleri istasyondan geçen tren yolcularına satarlar Ümitleri gece yarısından sonra geçen tek eksprese bağlıdır çünkü; bu saatte diğer seyyar satıcılar gelmediklerinden satış yapma olasılıkları daha fazladır

Geniş Zamanlar - Ayşe Kulin

Sosyal yaşam farklılıkları,hala birtakım yerlerde yanlış dini eğitim vererek genç beyinlerin yıkanması anlatılıyor.Araya serpiştirilmiş kısa bir öyküde ise Türkiye’de köylerin sağlık yönünden az gelişmiş olduğu ve bu az gelişmişliğin insanların düşünce ve yaşamında da var olduğunu belirtiyor.
Yazar bu kitapta;baş karakterin çektiği acıları,Türkiye’nin sosyal yapısını da ortaya koyarak diğer karakterlerin hikayeleriyle birlikte ele alıyor.Yazar;romanı öyküleyici anlatımla ve olayları bir akış içinde yazmış.Yalın ve akıcı bir üslup kullanmıştır.Kişileri ve öykülerini anlatırken zaman zaman betimlemelerde bulunmuş.Bu da kitaba ve kitabı okuyanlara ayrı bir tat veriyor.Yazıların arasında şiire de yer verilmiş.Özellikle kahramanın ameliyat olacağı zaman satır arasında ki şiir ruh halini yansıtıyor.Üç ayrı zaman üç ayrı hikaye.Güzel akıcı bir kitaptı.Ayşe Kulin her zaman farklı

1 Eylül 2013 Pazar

Naime URUL-Suçu hayvan beslemek cezası kelepçelenmek, biber gazı ve polis dayağı


Nazillide ki Naime hanımın evi 'polis, zabıta, belediye işçileri ve sağlık müdürlüğü doktorlarından' oluşan bir ekip ile basıldı. Kapı çilingir ile açtırıldı. Tartaklandı, kelepçelendi. Cinayet mi işlemişti? Hayır. Bomba mı atmıştı? Hayır. Banka mı soymuştu? Hayır. Bütün suçu, belediyenin bakım yeri olmadığı için kör, sakat, mağdur, şiddet ve işkence görmüş travmatik kedi ve köpeklere EVİNİ ve YÜREĞİNİ açmasıydı. Kelepçe ve biber gazının sebebi ise "Yıllardır canı gibi baktığı bu mağdur hayvanlarını", hayvanları alıp alıp belediye arabasının arkasına tıkıştırır gibi fırlatarak atan resmi ekibe karşı hayvanlarını korumaya çalışmasıydı. Tartaklanarak komşuların gözü önünde ekip arabasına bindirilip DERDEST !!! edildi. Resmi Ekibe karşı direnirken kedilerin bir kısmı can havli ile kaçmış. Sonra döndüğünde iki gözü de kör olan kedilerinin de olmadığını fark edince ağlayarak sokakları aramış ve kör kedilerinden 3 tanesinin ezilmiş bedenlerini bulmuş. Can havli ile yaşadıkları avludan kaçan kedicikler ne yazık ki ezilerek can vermişler. Gözüm rahatsız dediği halde biber gazını sıkmalarına rağmen, o hala daha sakat ve kör hayvanları için mücadeleye devam etmiş. Belediyeler görevlerini yapmayı beceremedikleri için, bu gariban mağdur hayvanlara bile bakmaktan aciz oldukları için, böyle yürekli kadınlar onları ölmeye terk edemedikleri için, evlerinde çok sayıda mağdur hayvana bakmakla baş başa kalmaktadırlar. O evde koruma altına alınmış olan o gariban kedilerin ve köpeklerin DEVLETİN GÜÇLÜ GÖREVLİLERİ tarafından tutulup tutulup arabanın arkasına atılırken yaşadıkları dehşeti düşünebiliyor musunuz? Belediyeler görevlerini ihmal edecek, bunun bedelini hayvanlar ve onlara bakan merhametli insanlar ödeyecek. Yok öyle... Naime hanıma uygulanan bu zulmü bütün dünyaya duyurmak, hayvan severlerin çektiği acılarak toplumun dikkatini çekmek, ona bu zulmü uygulayanların cezalandırılması BOYNUMUZUN BORCU oldu. Naime hanıma yapılanların cezasının verilmesi için lütfen bu dramı paylaşın. 

Nesrin Çıtırık
HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu Başkanı.


Dönüş- Ayşe Kulin

Ayşe Kulin Dönüş romanında bu kez Derya karakterinin gerçekler ile yüzleşmesini anlatıyor. Hayatına normal akışında devam eden ve herşeyin yolunda gittiğini düşünen Derya önce annesinden bir haber alır ve daha sonra bir çok mektup bulur. Mükemmel olduğunu düşündüğü hayatının son iki yılı bir anda sandığından çok farklı olduğunu anlar.

İki yıldır gizlenen gerçekler ortaya çıkmaya başlar fakat zor olan şey gerçekler ile yüzleşebilmek ve onları kabullenebilmektir. Her gerçek onu farklı bir yola sürükleyecek ve sonunda kendini bir kapının önünde bulacaktır. 

Ayşe Kulin Dönüş kitabında aldatma ve affetme üzerine bir hikaye anlatıyor ve gerçeklerin ne kadar acıtabileceğini gözler önüne sürüyor. Kendi değimi ile yeni romanını acıtan gerçeklerin romanı olarak tanımlıyor.


Kitaba başlamamla bitirmem bir oldu.Akıcı bir roman.Anlatı çok doyurucu olmasa da  dediğim gibi akıcı yönüyle beni sıkmadı. Konu biraz zorlama gibi ve bildiğimiz Ayşe Kulin romanlarından farklı. Konu çok fazla gereksiz ayrıntılarla uzatılmış, aslına bakılırsa 160 sayfada anlatılabilecek bir roman olabilirmiş bence.