1997 yılında yazılmış bir roman. 2017 yılında okudum.Aslına bakarsanız ben kendimde var sanıyordum kitabı ama yokmuş.Aldım ve hemen okudum.Biraz sarktı çünkü çok uzun.Neresini geçiştirmeye kalkacak olsam orada önemli gelişmeler oldu.Geriye dönüp tekrar okudum. Buket Uzuner güzel bir kurgu yapmış, Baş kahramanımız Tuna, kardeşi Aras, mahallelerine taşınan film yıldızı Süreyya Mercan ve ailesi, ve onların küçük kızları Ada, onun dayısı Doğan Gökay, kuzeni Meriç arasında geçen çocukluklarından itibaren başlayan ilişkiler ve Tuna'nın yetişkinliğinde yaşadığı iç savaş anlatılmış. İç savaş bölümleri oldukça uzun, sıkıcı ve gereksiz gelmedi değil.O kadar uzamasına gerek yokmuş. Hele Tuna'nın hastanedeyken hizmetli Hasan'la olan bölümleri iyice gereksiz geldi.İç savaş ortamı çok güzel anlatılmamış bence. Aslına bakarsanız bu iç savaş meselesine de girmeye hiç gerek yokmuş.Konu bütünlüğünü sağlayan bir olay olduğunu da düşünmüyorum.Sonuç bölümünde ise kahramanların tek tek konuşturularak bazı gizli kalmış kısımların anlattırılması konunun içine serpiştirilebilir miydi bilmiyorum. Kitapta geçen ensest aşkım, lezbiyenlik gibi konular ile gençlerin sevişme sahnelerinin ayrıntısı biraz marjinallik katmış gibi.Ama güzel bir anlatım, akıcı bir dil.Benim hoşuma gitti.Kitabın kapak resminin güzelliğini de söylemeden geçemeyeceği.Çok beğendim.
Kitaptan alıntıladıklarım ise:
-Eh sanıyorum bir yerde severek yaşamak ve bunu sürdürmek isteğine de "o yerli olmak" denir.
-En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır.İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır,! En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında.
-"Bence demokrasının azı çoğu yoktur asteğmen.Demokrasi ya vardır ya da yoktur! Eşitliğin yaygınlaştırılmayışı, adaletin resmileştirilmemesi olabilir ama demokrasinin eksiği, fazlası olamaz! Demokrasinin de kuralları ve disiplini vardır.Demokrasi sonsuzluk ve sorumsuzluk değil, sorumluluk ve sağduyu rejimidir.Eşit uygulandığı ülkelerde iç savaş çıkmaz."
-Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak, içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca..Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..
-Yakınına sokulmadıkça, kokusu duyulmayan mücerret bir koku gibidir ölüm...Mücerret soyut anlamına gelir...Ne zaman ki vakti gelir, yakınlarda birine denk düşer ve işte o zaman kokusu duyulur ölümün.
-"Yavaş yavaş, usul usul birikiyor kötülük..." diye fısıldadı Tuna.
-Kibirle ve kararsızlıkla geçirilen gençlik kimseye mutluluk getirmemiştir.
-İnsanın kendisini hiç beğenmediği yanlarıyla birlikte benimsemesi, ortalama olarak insan ömrünün kaçıncı yılına denk düşüyor acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder