Bu Blogda Ara

Hep Eve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hep Eve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

Hep Eve - Henrietta Rose Innes

 Güney Afrika’nın en önemli yazarlarından Henrietta-Rose Innes
"Hep Eve" adlı bu kitabında küçük öyküler sunuyor. İlk kez bir Güney Afrikalı yazarın eserini okudum. Öykülerin hepsi başkent Cape Town'da geçiyor. Öykülerde hep binalar var, evler var. Dikkatimi çeken ise öyküler hep iki kahraman arasında geçiyor. Güzel öyküler var ancak beklentimin altında bir kitap oldu diyebilirim.

İlk öyküde -ki kitapla aynı adı taşır- semtlerini yabancılayan bir kadın bu hisle baş etmenin yolunu evlerinin yanı başındaki lüks otelde arıyor. Bir adam yitik çocukluk hatırasını aramak için bir alışveriş merkezinin cam kubbesine tırmanıyor. Sevgililikte bocalayan bir delikanlı, yaşlanan bir metin yazarı, eski kütüphanenin koridorlarında yaralı bir gangsterle karşılaşan bir çocuk, hayatı annesinin deliliğinin gölgesinde kalan genç bir kadın, kimyasal bir felaket sonucu boşalan şehirden kaçamayan bir yarı alkolik.
Cape Town’da yaşayan bu karakterler eve dönmenin yeni yollarını buluyor ve bu yolculuk sayesinde dönüşüyorlar. 

Alıntılar fazla değil:
"Berrak gökler görmek istiyordu, tatlı kokulu bir bozkır. Eğer gözlerini kapatırsa bir kurbağanın sesini duyabilirdi."

"Yıldızların arasındaki boşlukların hiçbir deseni olmamasını seviyordu, sudan daha yumuşak, sadece sonsuz bir derinlik."

"...bazen de,mutluluk içinde cam bir örtüden düşüyor,mücevherlerden bir bulut onu yakalamak için yükseliyordu.Bazı rüyaları da düştüğünde başlıyor,parçalanmış kristallerden bir yığının üzerinde,üstü başı cam kırıklarıyla kaplı oluyor."

"... neredeyse kütüphanenin dışında gerçek bir dünya olduğunu, bu kitapların o dünyanın gölgesinden, yansımasından ibaret olduğunu unuttuğu anlar olurdu.”

“Ne var ki şehirde? Açgözlülük ve keder var, o kadar. Açgözlülük ve keder.”

“Küçük bir kızken hayran olduğu Kirstenbosch’un eğimli çayırlarına benziyorlardı. Bir kütük gibi tepeden aşağı yuvarlanırken annesiyle babasını bekletir, kolları ve bacakları kızarıp başı dönene dek durmak bilmezdi. Aynı şeyi daha sonra büyüyünce de denemiş ama çocuk gibi oyun oynayan bir öğrenci olarak tek hissettiği şey mide bulantısı olmuştu. Parklardaki salıncaklar için de aynı şey geçerliydi - çocuklukta salıncak keyif verir, büyüyüp belli bir yaşa gelince birdenbire mide bulandırıcı olurdu. Araba lastiğinden koltuklara sığmaz olduğunuzu da aynı yaşlarda fark ederdiniz. Serbest uçuş, baş dönmesi, delice heyecanlanmak... İnsan bunları istemekten ne zaman vazgeçerdi?”