Bu Blogda Ara

Metis Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Metis Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2021 Salı

Kedilere Dair - Doris Lessing

Kötü anılarla başlayan ve çoğu kişinin kitabı okumayı bırakmasına yol açan bir girişten sonra yazarın hayatına giren kedileri anlattığı ve onlarla kurduğu duygusal ilişkileri -eğer bir kedi severseniz- okura da yansıtmayı başardığı bir kitap Doris Lessing'in Kedilere Dair adlı kitabı. Ben anlatımı çok sevdim. Ön yargılı yaklaşmayı hak etmeyen bir yazar.

Duygusal ve güzel alıntılar aşağıda:

"İşte burada tüfek kullanmanın bir anlamı vardı. Kuşlar gökyüzünde binlerce mil boyunca hareket özgürlüğüne sahipti. Oysa kedinin bir yuvası, bir eşi ve yavruları olurdu -hiç olmazsa bir yuvası olurdu. Bir kedi yaşamak için bizim tepeyi seçtiğinde, onu vururduk. Kediler duvarlardaki ve tellerdeki en olmadık küçük delikleri bulur, geceleri kümeslere girerlerdi. Yaban kedileri bizim evcil kedilerimizle çiftleşirlerdi. Bizim evcil, barışçıl pisilerimizi kandırıp, onlara göre  olmadığına inandığımız yaban alandaki tehlikeli yaşama götürürlerdi. Yaban kedileri, rahatı yerinde hayvanlarımızın konumunu tartışmalı hale getirirdi."

"Bu bakımdan babam da fena sayılmazdı; köylü çocuğuydu. Ama bir şey yapılacağı, harekete geçileceği, kesin bir karar alınacağı zaman babam olumsuz bir tavır takınır, gereken, annem yapardı. Babam ironik ve aslında hayranlık dolu bir öfke ile, 'Demek öyle! Öyle olsun bakalım! derdi. Sonra yelkenleri suya indirir, 'kontrol altında tutulduğu sürece doğaya itirazım yok,' derdi.
Ancak doğayla aynı kumaştan dokunmuş, hatta onu bir görev ve sorumluluk olarak kabullenmiş olan annemin, duygusal felsefelerle kaybedecek zamanı yoktu."

"Sabahları uyandığımda yüzümü yan donmuş çarşaflara dönerdim; yatağın kürk battaniyenin dışında kalan kısmı soğuktu; yan odadan gelen badana kokusu soğuk ve antiseptikti; kapının dışındaki tozları bir yerden bir yere savuran rüzgar soğuktu -ama kıvrılmış kolumun içinde hafifçe mırlayan bir sıcaklık olurdu, kedi, arkadaşım."

"Kedinin insanları eve dönüşünü beklemesi canımı sıkıyordu -tıpkı köpek gibi; ille de sizinle aynı odada olmak, ilgi görmek istiyordu - tıpkı köpek gibi; yavrularken insanların onun başında beklemesi gerekiyordu. Yeme alışkanlıklarına gelince, savaşı daha ilk hafta kazandı. Bir kez bile az pişmiş dana ciğeri ve mezgit buğulamadan başka bir şey yemedi. Bu damak zevkini nereden edinmişti? Eski sahibine sordum, bilmiyorum dedi tabii. Önüne yemek artıkları ve konserve mama koydum, biz ciğer yiyinceye kadar oralı olmadı. İlle de ciğer istiyordu. Ciğeri de tereyağında pişmedikçe yemiyordu. Bir keresinde pes edinceye kadar onu aç bırakmaya karar verdim. 'Dünyanın başka bölgelerinde insanlar açlık çekerken bir kediyi böyle beslemek gülünç bir şey, vs, vs."

"Görünüşe bakılırsa sahibi olmayan iri bir kara kedi, apartmanın merdivenlerinde yaşamaya başladı. Birimizin onu sahiplenmesini istiyordu. Oturur, içeri girilir veya dışarı çıkılırken birimizin kapısı açılsın diye bekler sonra miyavlardı, ama birçok kez terslenmiş gibi, çekinerek. Biraz süt içer, yemek artıklarını yerdi, bacaklara sürtünür, kalmak için izin isterdi. Ama ısrar etmeden, hatta aslında ümitsizce. Onu kimse almadı. Her zaman olduğu gibi tuvalet meselesi vardı. Kimse elinde pis kokulu toprak kutusu, merdivenlerle çöp bidonu arasında mekik dokumak istemiyordu. Üstelik apartmanın sahibi kedi istemiyordu."

"O kış iki arkadaşımıza bir kedi yavrusu vermek istemişler. Bir arkadaşlarının Siyam kedisi, sokak kedisinden yavru yapmış. Melez yavruları bedavaymış. Bahsettiğim arkadaşlar, karı koca küçük bir dairede yaşıyorlar, üstelik bütün gün dışarıda çalışıyorlardı; ama yavruyu görünce dayanamamışlar. Yavru hafta sonunda gelmiş, iki gün konserve ıstakoz çorbası ve tavuk sufle ile beslemişler; hayvan ille de erkeğin, yani H.'nin çenesinin altında ya da hiç olmazsa tenine değen bir noktada uyumak istediği için, birbirine düşkün çiftin gecelerini berbat ediyormuş. Karısı S. telefonda tıpkı Colette'in hikayesindeki kadının başına geldiği gibi, bir kedinin kocasını elinden almakta olduğunu söyledi."

"S. H'yi alıp giderken: Bu iş biraz daha devam etse kocasız kalacaktım diyordu. Kocası çok mutsuz ayrıldı, sabahları pembe bir dilin insanın yüzüne yavaşça dokunmasıyla uyanmak kadar harika bir şey olamazdı."

"Kendinin mağrurca farkındaydı, güzellikten başka özelliği olmayan bir kız gibi: Hep içindeki kameraya göre poz veren beden ve yüz, maske gibi yapmacık bir duruş; Bakın ben buyum işte, saldırgan göğüsler, hep hayranlarını arayan, gülmeyen, düşmanca bakan gözler."

"Bir kedinin  ilk kez doğurmasını izlemek çok hoş oluyor, beyaz jelatin kesesinde kıvranan o küçücük şey ortaya çıkar çıkmaz anne kedinin keseyi yalayarak çıkartması, göbek kordonunu kesmesi, doğumdan artakalanları yemesi, bütün bunları şahsen ilk kez yapıyor olmasına rağmen bu kadar tertemiz, bu kadar ustaca, bu kadar kusursuzca yapması. Hep bir duraklama anı vardır. Yavru dışarı çıkmış, kedinin arka tarafında yatıyordun. Kedi tuzağa düşüp de kaçmak isteyenlerin tepkisiyle kendisine bağlı yeni nesneye bakar; bir daha bakar, ne olduğunu bilmiyordur; derken uyarıcı mekanizma devreye girer, kedi isteneni yapar, anneliğe geçer, mırlar, artık mutludur."

"Kedileri tanıyıp, hayat boyu kedilerle birlikte olunca geriye insanlara karşı duyulandan çok farklı bir hüzün tortusu kalıyor. Onların çaresizliği karşısında çekilen acı, hepimiz adına duyulan suçluluktan oluşan bir tortu."

"Bunların -alacağı, hakkı - üstüne saldırgan bir şekilde kapanır, oğluna dik dik bakar ve telaş etmeden sadece yeteri kadar yerdi, bir lokma fazla değil. Önüne konanların hepsini nadiren bitirir; hemen her zaman birazını tabakta bırakır -şehirlilere Özgü bu görgü kuralına gri kedinin de uyduğunu görünce, edepsizce bir saldırganlıktan kaynaklanabileceğinin ilk kez farkına vardım. 'Bunu bitirmeyeceğim -aç değilim, çok fazla şey yapmışsın, ziyan olması senin suçun' 'Çok yiyeceğim var, bunu yemeye ihtiyacım yok' 'Çok kibar ve üstün bir yaratığım, yemek gibi basit şeylerin çok üstündeyim.' Bu sonuncusu gri kedinin tavrıdır"

"Derken gri kedinin işleri aniden ters gitmeye başladı. Oğlunu alacak olan kişi en sonunda aldı ve Kensington'a götürdü. Dört yavru yeni evlerine gittiler. Biz de artık yeter dedik, bundan sonra yavrulamamalıydı.
O zamanlar bir dişi kediyi kısırlaştırmanın ne anlama geldiğini bilmiyordum. Tanıdıklarım dişi olsun erkek olsun kedilerini 'ameliyat' ettirmişlerdi. Hayvanları koruma derneğine soruldu, kesinlikle tavsiye ettiler. anlaşılır nedenlerle: Her hafta yüzlerce istenmeyen kediyi imha etmek zorunda kalıyorlardı. Yalnız hayvanları koruma derneğindeki hanımın sesinde aynı köşe bakkaldaki kadının sesindeki tonlama vardı, ne zaman yavrulara ev bulmak için o tarafa gitsem sorardı: 'O işi hala halletmediniz mi?' 'Zavallıcığı bütün bunlara katlanmak zorunda bırakıyorsunuz, insafsızlık bu bence' 'Ama yavrulamak doğal bir şey' diye ısrar ederdim, ki bu da yalanın daniskasıydı, çünkü gri kedinin annelik içgüdüleri, bizim ona dayattıklarımızdan ibaretti."

18 Eylül 2020 Cuma

Buzdan Kılıçlar - Latife Tekin

Beni sarmayan bir Latife Tekin kitabı. İnanın ki konusunu bile anlamakta zorluk çektim. Bir kitabın kolay kolay bitmesini beklemem ama bunun bir an önce bitmesini çok istedim. 
Edebiyathaber.net internet sitesinden kitapla ilgili şunları alıntıladım:
"Büyülü Gerçekçilik akımının Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisi Latife Tekin, diğer romanlarında olduğu gibi Buzdan Kılıçlar’da da üç kardeş Halilhan, Hazmi ve Mesut Suntariler ile onların aileleri ve Halilhan’ın en yakın arkadaşı Gogi’nin yaşam hikâyeleri ile buluşturuyor okuyucuyu. Onlar, varoşların “pılık pırtık adamları”. Onlar, her gün karşılaştığımız, hem yaşamlarımızın kıyısında hem de hep uzak sandığımız “pılık pırtık adamlar”. Latife Tekin’in özgün dili, klasik roman dilinden farklı, alıştığımızın ötesindeki direnişin ve itirazın dili bu romanında da karşımıza yoksulluğun dili olarak çıkıyor, Tekin “pılık pırtık adamlar”ın dünyasını yine onların dili ile anlatıyor. O dünyayı ötekileştirmeyen, indirgemediği gibi yüceltmeyen, “olduğu gibi”liği ile okuyucuya ulaştıran bir dil ile.

“Yoksulların yüzyıllardır dünyaya karşı kalkan olarak kullandıkları serap, başkalarının hayatıdır.”

Bu yüzden Halilhan Sunteriler, yaşamı Volvo’su ile anlamlandırır. Volvo’su ile dertleşir, sıkıntılarını ondan gelen ilhamla çözmeye çalışır, kadınları onunla etkiler, içini ona döker.

“’Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani ‘yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita’.”

"Romanın ismi gibidir “pılık pırtık adamlar”ın yaşamı. Buzdan kılıçlarla yaşamaya çalışırlar, savaşırlar. Halilhan Sunteriler de buzdan kılıçları ile, yaşamın sunduğu hayal kırıklıklarına, dışlanmışlıklara, yüz çevirmelere, kent insanın küçük görmelerine, Volvo’sunun aldığı darbelere bile, hepsine karşı durabilir, ama en yakın dostu Gogi’nin de bir gün ona yüz çevireceği gerçeği ile yüzleşmek en zorudur. Özendiği zenginlerin dilinden devşirdiği kelimeler ile felsefe yapar kitap boyunca… Kimisine güleriz, kimisi düşündürür…"

“Şimdi, dostu tarafından harcanmamak için dua etmekten başka yapacak şey aklına gelmiyordu. İnsanlar, dünya üstünde defalarca beraberlikleri açısından böyle hassas noktalara gelmişler, ama dostluk denen kutsal yaşantının mahkemesi hala kurulmamıştı. Halilhan bu konuda hesap soracak bir merci tanımıyordu. Duymamıştı. Yaşayıp çekilenler, dostluğun muhasebesini, herhalde kesin kurallar saptayamadıklarından tamamen vicdana bırakmışlardı.

Bunda yazık olan yön şuydu: Arkadaşlığın şekline göre ruh bir akış yapıyor, dışardan bakan bir kimse bu akıştaki gizli unsurları göremiyordu. Bu ebedi körlüğün insanı ölümüne buruklaştırdığı, başkalarına katiyen anlatılmamaktaydı. Aynı zamanda herkesin ortaklaşa, tatsız kaderiydi bu.”

Latife Tekin 2002’de Varlık Dergisi’nde Buzdan Kılıçlar için şöyle demiş:

“Buzdan Kılıçlar’ı yoksulların, kendilerini küçümseyici bakışlarla süzen insanlara keşfedilmedik bir bilinçle numara yaptıkları düşüncesiyle yazdım. Yoksullardan yakınanların aklına nedense, yoksulluk içinde yaşayan insanların aklı fikri olabileceği düşüncesi gelmiyor. Bu çok kuşku uyandırıcı bir emin olma hali bence.”

Yoksullara uzaktan bakan insanların, emin olma hallerinin hangisi kuşku uyandırıcı değil ki… Yaşamın herhangi bir parçasına uzaksak, diğer parçalarına yakın olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz ki…

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (19 Ağustos 2015)
https://www.edebiyathaber.net/pilik-pirtik-adamlarin-buzdan-kiliclari-sule-tuzul/