Bu Blogda Ara

2 Ekim 2017 Pazartesi

Kuyucaklı Yusuf-Sabahattin Ali



Sabahattin Ali'nin, öykülerinin ve romanlarının bende ayrı bir yeri var. Bir süre memleketim olan Aydın'da görev yapmış, cezaevinde yatmış bir yazar olarak anlatımı, bu yöreye ait ortak geçmiş ve en önemlisi aykırı fikirleri ve bunları romanlarında yansıtması beni Sabahattin Ali kitaplarına daha yakın tutuyor.

En önce okumam gereken kitaplarından biri olan Kuyucaklı Yusuf'un ben daha ortaokul belki de ilkokul çağlarında iken TRT ekranlarında siyah beyaz yayın yapılan dönem dizisini seyretmiştim. Ama konusu çok da aklımda kalmamıştı açıkçası. Kuyucaklı Yusuf romanının bir kısmı Aydın Kuyucak İlçesinde 'o zamanlar Nazilli'ye bağlı bir belde' geçiyor. Anne ve babasının öldürülmesinden sonra yine Aydın’ın ilçesi olan Nazilli’de kaymakam olan Selahattin Bey’in Yusuf’u yanına almasıyla olaylar başlar. Yusuf, Selahattin Bey’in karısı istemese de o evde büyümeye devam eder. Evin tek kızı olan Muazzez ile aralarında aşk başlar. 1900 lü yılların başlarında geçen olaylar, aile ilişkileri, köy hayatı, fakirin ezilmesi, zenginin ve paranın her türlü gücü ama en sonunda çok da mutlu bitmeyen bir son. Okuyun.Daha önceleri okumuşsanız yine okuyun.Hayran olduğunuz Rus, Fransız yazarlardan daha değerli bir Sabahattin Ali kalemi var.

7 Eylül 2017 Perşembe

Edebiyatımızın Kozmik Odası- Adem Çevik


                                                              
Okuduğumuz kitapları hep övecek değiliz ya. Biraz da sövelim. 
Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı, Mina Urgan, Cemil Meriç, Selim İleri, gibi yazarlara saldıran, mesnetsiz hikayeler, sözde anılar, kaynağı belli olmayan anekdotlarla bezenmiş, edebiyatla ilgisi olmayan saldırdığı çamur sürdüğü, kötülediği yazarların gölgesinde dahi duramayacak olan, adını dahi ilk defa duyduğum bir yazarın sırf bazı yazarlara, özellikle aydın, elit, Atatürkçü, barışçı ve dini esaslar üzerinde yazarlık yapmayan "özellikle adında Kemal geçenlerin tamamına" yazarlara saydırmak için yazdığı bir kitap. Okumasanız da olur. Kitaba verilen paraya acımam ama buna verilen paraya hakikaten yazık. Okumayın demiyorum, okuyun da diğer yazarların kıymetini anlayın. Anlatılanların doğru olup olmadığını da ayrıca sorgulayın derim ben.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok- Erich Maria Remarque


Savaşın incittiği insanlara bir ses veren Erich Maria Remarque, bize hatırlattıklarıyla her zaman el üstünde tutulması gereken bir yazar. Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar.

Remarque'ın, I. Dünya Savaşı'ndaki bir grup askerin hikâyesini on dokuz yaşındaki bir çocuğun gözlerinden anlattığı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok canlı çarpışma sahnelerinin yanı sıra savaşın gereksizliğinin ve askerlerin  cephede ve cephe arkasında yaşadıklarını anlatan bir roman.

Filmini seyretmedim ama kitabı beni çok sarmadı. Anlatımlar çok dolu dolu değildi. Savaşın anlatımını öyle güzel yapan, çekilen zorlukları öyle güzel anlatan bizim romancılarımızın Kurtuluş Savaşı anlatımları ile karşılaştırdığımızda çok sığ bir roman olmuş bile diyebilirim. Hep dediğim gibi bizim dilimiz, bizim yazarlarımızın anlatımı gözümüzde büyütülen bazı yabancı yazarlardan hep üstte olmuştur benim gözümde. Bu romanın klasikler arasında yer alması bizim Kurtuluş Savaşımızı anlatan romanlarımıza biraz haksızlık gibi görünfü bana. En azından Turgut Özakman' ımıza haksızlık gibi. 

Bu bir savaş kitabıdır. Savaşın ne kadar gereksiz,anlamsız ve birilerinin sadece iki dudağının arasında olduğunu,o kişiler için ise bir anlamınız olmadığını karakterler aracılığıyla anlayabileceğiniz bir kitaptır. Alman askerlerinin Fransa'ya karşı savaşını konu eder.Sadece cepheyi,yanınızdan geçip giden kurşunları ,cephede çekilen gıda sıkıntısını ve hayatta kalma çabasını anlatmaz,böyle yoğun bir bombardımandan sonra evine izin alıp ailesini ziyaret edebilen şanslı askerlerin hayatından kesitler sunar veya daha 18 yaşında cepheye gönderilen çocukların aşka bakış açısını gözler önüne serer.
Cepheyi, ateş hattını, geride bekleyenleri, savaşı hiç bilmeyenleri, hastaneleri kısacası savaşa ait olabilecek her yeri herkesi anlatmış yazar bu kitapta. Anlatımı kolay bu  sayede görseli kafanızda çok rahat oluşturabiliyorsunuz, okumaya başladıktan bir süre sonra gözlerini kapadığınızda kendinizi o cephede hissedebilirsiniz. Cephedeki arkadaşlığın sıcaklığını hissedebilir, bir askerin ölümünden sonra gözleriniz dolabilir. Önce filmini seyretti iseniz bu daha kolay olabilir belki.

Kitap, Nazilerin de meydanda yaktığı yasaklı kitaplarındandır. Zaten sonrasında yazar Almanya'yı terk etmiş Amerika'ya yerleşmiştir.Naziler Remarque'yi öldürmek amacıyla arasalar da bulamazlar onun yerine ablasını öldürürler.
Savaş konusunda -özellikle ne kadar anlamsız olduğu konusunda- altı çizilesi ve yeniden okunulası cümleler barındırır.

''On sekiz yaşımızda dünyayı ve hayatı sevmeye başlamıştık. Sonra da aynı şeylere ateş etmek zorunda kaldık. Patlayan ilk obüsler, kalbimize rastladı.''

“Gencim, yirmi yaşındayım. Ama hayatta umutsuzluktan, ölümden korkudan ve acı uçuruma sürükleyen anlamsız bir dıştanlığın kösteklenmesinden başka bir şey tanımıyorum. Milletlerin birbirlerine zorla düşman edildiğini ve hiç ses çıkarmadan, hiçbir şey bilemeden budala, uysal ve bönce birbirlerini öldürdüklerini görüyorum. Dünyanın en zeki beyinlerinin, bütün bunları daha ustaca ve daha devamlı yapmak için yeni silahlar ve yeni laflar bulduklarını görüyorum.”

"Göz denilen şu iki küçük noktada öyle yürekler acısı bir anlatım var ki, insanın parmağı ile örteceği geliyor."
"Dövüşmek değil yaptığımız. Yok olmamak için kendi kendimizi savunuyoruz."
"Sizlere derim ki; hayvanları savaşa sokmaktan daha büyük bir alçaklık olamaz."
"Fakat en önemlisi , her işin bir çaresine bakan sağlam bir dayanışma duygusunun içimizde yer etmesi, her cepheden en mükemmel arkadaşlık duygusuna yükselmesiydi;buda savaşın eseriydi."
"şu kadarını öğrendim ki insan başını diğer tarafa çevirdiği sürece en korkunç şeylere bile katlanabilir.fakat bu şeyleri sıcağı sıcağına düşünmeye kalkışırsa dayanamaz ölür"


5 Eylül 2017 Salı

Körlük- Jose Saramago

Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Kısaca konusu:Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.
Anlatım ise okumaya alıştığımız türlerden biraz daha değişik. Öncelikle paragraf yok, romanlarda alışık olduğumuz konuşma çizgileri yok, noktayla biten cümleler nadir ve hep virgülle bitirmiş. Böyle olunca da okuyucudan dikkatli okuma istiyor kitap. Konuşmaların virgülle birbirinden ayrılması ve paragrafların fazla uzun olması başta kitaba alışmamı zorlaştırsa da alışınca kitabı okumak daha kolay ve zevkli oldu. Başta yadırgadım ama sonra alıştım ve daha dikkatli okumamı sağladı yazarın bu seçtiği özel yazım. Diğer kitaplarında da böyle mi bilmiyorum. Çünkü bu Jose Saramago'nun okuduğum ilk kitabı. 
Çok fazla noktalama işaretleriyle konunun boğulmasını önlüyor ancak konuşma sırasının kime geçtiği yada yine aynı klşi mi konuşuyor konusunda tereddüt oluşuyor sadece.

Doktorun karısı neden kör olmadı sorusu hep aklımı kurcaladı. Onun üzerinden bir mesaj mı verilecek acaba. Kitabın sonuna kadar hep onu bekledim. Sonuna doğru anladım ki, olan biteni gören gözlerle okuyucuya anlatması gereken birisinin olması gerekiyordu, O da doktorun karısı idi. Ama kitabın sonunda bir mesaj var mı.Direk bir mesaj yoktu. Ama alınması gereken dersler vardı. 
Dünya üzerinde kimse görmeyince sorunlar çözülmüyor. Bazı görmeyenler yine daha güçlü olabiliyor. Eşitsizlik her alanda var. Yine hayatta kalabilmek önseziye, beyni kullanabilmeye bağlı. Vücudun durumu ne ise beyin ona adapte olabiliyor. Gözümüz görüyor iken sorun gibi gelmeyen şeyler körlük durumunda çok büyük sorun olabiliyor.
Filmi de varmış en kısa zamanda seyretmek istiyorum.

Distopya olarak adlandırılan kitaplar arasında en kolay anlaşılan ve kolay okunan bir kitap oldu benim için.

İşte Alıntılar:
“Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.”
"Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım."
"Ne düşündüğümü söylememi ister misin,Söyle,Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum,biz zaten kördük,Gören körler mi,Gördüğü halde görmeyen körler."
"... ama dünya öyle kurulmuştu ki, gerçeğin ortaya çıkması için çoğu kez önce yalanlarla maskelenmesi gerekiyordu. "
"Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek, ..."
“Ve ağlama yeteneğimizin olması bizim için şanstır, gözyaşları çoğu kez bizi huzura kavuşturur.”
"Kurbanın kendi celladı üzerinde hiçbir hakkı yoksa adalet yok demektir."
"Zorunluluklar insana mucizeler yarattırır."
"Düşünebiliyor musun, bu merdivenleri vaktiyle gözüm kapalı inip çıkabilirdim, kalıp halinde kullandığımız cümleler böyledir işte, duygularımızla meydana gelen ince farklılıkları dikkate almaz, bu cümle örneğin, gözleri kapalı olmak ile kör olmak arasındaki farka aldırmıyor."
"Hatta körlerin içinde yaşadığı karanlığın sonuçta sadece ışığın yokluğu anlamına geldiğini, körlük dediğimiz şeyin, nesnelerin ve varlıkların görünüşünü örtmekle sınırlı kalıp, onları bu kara perdenin ardında el değmemiş bırakan bir şey olduğunu  da düşünmüştü zaman zaman." 

27 Ağustos 2017 Pazar

Yetmiş Yaşım Merhaba- Aziz Nesin


Aziz Nesin'in mizah yazıları haricinde okuduğum ilk kitabı. 11 adet hikayeden oluşuyor. Yaşlılık ve aşk genel konuları. Güzel hikayeler.İçlerinde belki Aziz Nesin'in kendisi de var.Kendini anlattığı satırlarda var. Aşk sadece gençlere özgü değil. O yaşlara geldiğimizde bunu elbet anlayacağız. Şİmdi bile bulunduğumuz yaşın aşkını yaşamıyor muyuz?


Kitabın arka kapağından:
"Yaşlı erkeğin, çok zorlu bir sevinin kıskacından kurtulmaya çalıştığı, belki yüz kez ihanet ettiği yalnızlığına kendini bağışlatıp yeniden yalnızlığına sığınmaya uğraştığı bunalımlı bir zamanında karşısına çıkmıştı bu kız. Bikez daha ihanet etmemeye söz vererek, son ihanetini de son kez bağışlaması için yalnızlığına yalvardığı günlerdeydi. Yalnızlığını bu kaçıncı aldatmasıydı, bu kaçıncı söz verişi ve kaçma bağışlanmasıydı... Yaşlı adamın yalnızlığı, analar gibiydi. Analar, nice suçlu olurlarsa olsunlar, çocuklarını nasıl bağışlarlarsa, yalnızlığı da yaşlı adamı, kendisine her ihanetinden sonra bağışlayıp bağrına basmıştı. Yaşlı adam -yaşından da utanmadan- kendi yalnızlığının dizlerine kapanıp, "Bikez daha seni kandırsam...", "Bikez daha seni aldatırsam...", "Bikez daha sana ihanet edersem..." diye ağlayarak yeminler etmeye hazırlanıyordu kiiii... bu kız karşısına birden çıkıvermişti."

Kitapta eskiden kullanılan, unutulmuş kelimeler de var. 
"Yaşamaya kargışlı kalacağız" Kargışlı  kelime anlamı: Tanrı'nın ve insanların nefretine, lanetine uğramış, melun, lanetli.
"İç giyneklerim derime yapışıyordu." Giynek: kıyafet, giysi
"Ayrımsamak" bilincinde olmak, sezmek

Alıntılara gelince:

Tanıştığımız insanı, ona sevgi duymuşsak, yıllardır tasarladığımız, idealize ettiğimiz insan sanırız. Ve o insanın davranışlarını kendi isteğimize, gönlümüze göre yorumlarız. Böyle olduğu için de her sözü, her davranışı bize güzel gelir. Ama zamanla onu yakından tanıyınca, o eski yorumlarımız, değerlendirmelerimiz değişir; aynı sözleri, aynı davranışları bu kez bize çirkin, yanlış, kaba gelmeye başlar.

"Ne korkunç şeydir koca dünyada senden başka kimsenin olmaması... Bu dünyada herkesin olup da senin olmaman bile bu kadar korkunç değildir ; çünkü sen olmayınca, olmadığını da bilmezsin."

"Yaşlı adam bir gün sevgilisi genç kıza, “ Bütün yaşamımda mutluluğu ilk kez salt sende buldum. Ama anladım ki, bunca mutsuz insan, mutluluğumuzu yaşamımıza bizi bırakmayacaklar, dedi” 

Kadın, “ah sabahleyin uyansam ki, otuz yaş birden yaşlanmışım, ne mutlu olurdum”, diyordu."

"İşte bunda sonra yaşlı adam, yaşlılığın gereği olarak yalnızlığı benimsemek zorunda olduğunu kendi yaşında bir insanın yalnız kalmasının doğallığını anladı. Demek, o yaşa erişince yaşam öyle oluyordu."

"Seni dünyada kimselerin sevmeyeceği kadar çok seviyorum demişti de genç kadın, “Bu çok söylenmiş bir sözdür,” karşılığını vermişti. Ama çok söylenmiş sözlerde büyük doğruluk vardır. Öyle değil mi? Belki de dünyada en çok söylenmiş söz “seni seviyorum“ dur. “ Seni seviyorum diyen insanın, bu sözünün o andaki doğruluğuna kendisinin inanmasıdır."

"Bizden başka hiçbir kadınla erkeğin birbirlerini, bizim birbirimizi sevdiğimiz kertede sevmeyeceğine inandık ve dünyada sevginin ilk bizim buluşumuz olduğunu sandık. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuza inandık hep."





Ela Gözlü Pars Celile- Osman Balcıgil

Bir solukta okuduğum diğer Osman Balcıgil kitapları gibi. Tarihi çok güzel romanlaştırarak anlatıyor. Daha önce de hayran kaldığım kitabı "Yeşil Mürekkep"i okumuş ve inceleme yazmıştım.
Kitabın konusu kısaca arka kapaktan; 
"Osmanlı'nın en güzel kadınlarındandı. Saray ressamı Fausto Zonaro'nun rahleyi tedrisinden geçti. Paris ve Roma'da eğitim gördü. Adını resim sanatına altın harflerle yazdırdı. Padişah hafiyeleriyle, Balkan çetecileriyle, İttihat ve Terakkicilerle boğuştu... Korku nedir hiç bilmedi! Gönlünü kendinden dört yaş küçük olan Yahya Kemal'e kaptırdığında evliydi, iki çocuğu vardı. "Ela gözlü pars" diye şiirler yazdı ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşündü. Aşkı uğruna eşini, evini terk etti! Maalesef, onu taşıyabilecek büyüklükte bir yüreğe sahip değildi şair. Onu yarı yolda bıraktı, sıvışıp kaçtı. Çok üzüldü, kahroldu ama yıkılmadı ela gözlü pars. Aynı çocuk iki kere doğurulabilir mi? Doğurdu Celile! Oğlu Nâzım Hikmet yirmi sekiz yıllık hapis cezasının on ikinci yılında ölüm orucuna başlayınca, bir panter gibi ileri atıldı ve büyük şairi, ölümün kıyısından çekip aldı."
Kitap bir tarih dersi gibi. Ancak tarih kitaplarında yazmayan ayrıntılar var. Gerçek kişiler anlatıldığından verilen bilgilerde kurmaca değil gerçek. Hadi ya öylemiymiş diyerek çoğu yerinde internetten araştırdığım kısımları oldu. Gerçek olduğunu öğrendim bu bilgilerin. Kitabın senaryosu gereği uydurulmuş şeyler olmadığını gördüm. Kafamdaki Yahya Kemal, Nazım Hikmet değişik şekillendi. Ben bu ölüm orucu meselesini bu kitaptan öğrendim. O kadar yıldır okurum. Nazım Hikmet'in, Yahya Kemal'le yollarının bu şekilde kesiştiğini bilmezdim. Oktay Rıfat'ın teyzesinin Nazım Hikmet'in annesi olduğunu bilmezdim. Her şeyden öte kitabın dipnotları bile başlı başına bilgi kaynağı.Kitabı okumanızı şİddetle ve heyecanla tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim:

-"Ne yazık ki mutsuzluk, mutluluğun ikiz kardeşidir!"

-"Şöyle yazmıştı Nazım: (Yahya Kemal'e) - 'Muallim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremeyeceksiniz.'"

-"Nazım  ayağa kalktı. Belli ki uzun konuşacaktı.
"Bir dretnot düşün. Sancak tarafından torpil almış, yana doğru yatmakta. Batmamasının tek yolu var, iskele tarafındaki bölmeye de su dolmasını sağlamak. Mürettebat yapılması gerekenin farkında. Ama bu bölmenin kapısı bozuk. Dışarıdan kapanmıyor. Tek çıkar yol, içeriye girip kapıyı arkadan sürgülemek. Bir genç Türk zabiti bunu yaptı biliyor musun? İleriye atıldı, su doldurulması gereken bölmeye girdi ve kapıyı "Vatan Sağolsun !" diyerek sürgüledi."
 Genç Nazım kendini dehşet içinde dinleyen annesine uzun uzun baktı, sonra "Vatanseverlik işte bu demek!" Ah bir fırsatını bulabilsem!" dedi.

-"'yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum
kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum
hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum
gördüm: dişi bir parsın ela gözleri vardı.''

-"'neden bizde bir victor hugo, bir montesquieu, bir jean jacques rousseau yok diye hiç düşündün mü? tamam ziya paşa, namık kemal, mithat paşa var ama tutuyorlar mı az önce adını saydıklarımın yerini, tutmuyorlar.''
''neden?'' dedi celile.
''tutmuyorlar çünkü onlar hugo'yu, montesquieu'yü, rousseau'yu türkçeye tercüme ediyorlar o kadar. sözünü ettiğimiz düşünürler hristiyan geleneğinin bir devamı. gerilerinde kocaman bir avrupa medeniyeti ve tarihi var.''
paşa, celile'ye bir kez daha ''anlatabiliyor muyum?'' der gibi baktı. gelininin pür dikkat dinlediğini görünce kaldığı yerden devam etti.
''bizim düşünsel arka yapımız hristiyanlarınkinden daha mı geri ya da sığ celile? hayır değil. fazlası var, eksiği yok. ama bir yol kazasına uğramış. gelişmeden, ilerlemeden, aydınlanmadan yana olan yönü bir daha filiz vermemek üzere budanmış, buna karşılık dogmalardan, taassuptan, gericilikten yana olan yanı bir dinazor gibi büyümüş. dert bu.''

-'' Hakkın açık ve kaba bir şekilde ihlalini hiçbir dürüst vicdan kabul edemez''

-"Musalla taşının önündeysen hüzün olacak" diye düşünmeye çalıştı Celile.

-"Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hatta
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir." 


Eski Karım Uzaya Gidiyor-Bahadır Cüneyt Yalçın


Tam bir hayal kırıklığı. Bahadır Cüneyt Yalçın'ın daha önce okuduğum kitaplarını, Penguen dergisindeki yazılarını, üslubunu, yazılarında gösterdiği zeka pırıltılarını bildiğim için bu kitaptaki beklentim de üst düzeyde idi. Kitap, iki çocuklu karısını  Fransız bir astronata kaptırmış bir komedyeni anlatıyor. Olaylar da bunun etrafında dönüyor. Anlatılan kısa hikayeler, okunması kolay ama konu nerden geliyor nereye gidiyor çok önemi yok. Arada bir astronata dönüyor. Böyle böyle. Kitabı okumaya başlayınca biraz beklentim kırılmaya başladı. Ha düzelir ha düzelir, alıştığım yazılara döner, diye beklerken kitap "bitsede gitsek" moduna girmeye başladı. Bu kitap bir film olsaydı yarısına gelmeden sinemadan çıkardım. O derece. O zeka pırıltısı adamdan dişe dokunur hiç bir şey çıkmaması, "toplama" yazılardan "zorlama" bir kitap oluşu bende eski eserlerinden kalma  bıraktığı  izlenime hiç yakışmadı. Ya çok ince espriler detaylar vardı ben anlamadım. Kendine göre komik gelen şeyler vardı, benim anlama yetimin üzerindeydi. Olabilir, mümkündür. Bir sitedeki (www.neokur.com) yorumda, kitabın Douglas Adams'ın "Otostopçunun Galaksi Rehberi" kitabından  esinlendiğini ve bunun da saklanmadığı belirtilmiş.Sözünü ettiği kitaba başladım ama bitiremedim daha.Belki bitirdikten sonra bu konuda haklı olduğunu  düşünebilirim. İnşallah bundan sonraki kitabında bu kitabı telafi eder. Ben yine alır mıyım. Alırım.