Erdem Aksakal'ın "Mezeleri Güzel" meyhane kitabı değil, içki meze kitabı değil. Beyaz yakalıların, plaza çalışanlarının, devlet memurlarının, şehirli çalışan grubunun işyeri ortamında ve özel hayatlarında yaşadığı olaylar tabi ki biraz da abartılı, esprili bir şekilde çok güzel anlatılmış. Her çalışan kendisinden ya da çevresinden bir şeyler bulabilir bu kitaptan. Kitabının "Yakam Beyazlaşırken" adlı ilk bölümünde kendisi de şöyle yazmış:
"Anlatacağım hikaye, bu şehirli ve çalışan grubun yaşadıkları. Ben de onlardan birisiyim ya, o yüzden içeriden bolca itiraf taşacak. Zira ne yazıyorsam çokça kendimden, yakın çevremden gördüklerim. Hikaye gerçek. Uydurmadım, en fazla abartmışımdır." diyor.
Güzel, eğlenceli, okunası.
Okuduğum kitaplar hakkında yorumlar, düşünceler,alıntılar içeren kişisel blogum. Mehmet Tekinbaş
Bu Blogda Ara
6 Ağustos 2018 Pazartesi
Acı Çeken Nefes - Cezmi ERSÖZ
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBvhcmra8aKplNc2ksVDV7Grg2sRIppYhNB9o1bPt1amKvE6huhvyi2LiqBEOmoyUPL_VxBjSwoEQjbJbZEt97JRrcbv-cdA5fG9BTErFgFvLltUp0dKcSKeKklXHI3tx-12muivqvwtI/s400/aci-ceken-nefes993fed86d72f33edbb7bfec2c12eb0ee.jpg)
Kitabın arka kapağındaki Tanıtım bülteninden:
Tedirgin ama hayranlıkla baktı içeri… Bir ara usulca elimi bırakıp barınağın kapısına iyice yaklaşıp, korkarak seslendi içeri doğru: Baba, beni duyuyor musun, biri var, beni çok sevdiğini söylüyor, ben de onu sevmek istiyorum, baba izin ver saçlarımı senin okşadığın gibi sevgiyle okşasın, baba özgürlüğümü ver, onu doyasıya sevmek istiyorum, ne olur izin ver bana, diye seslendi…
O yine babasına yalvarmaya devam etti: Baba, saçlarımı sevgiyle okşamak istiyor, izin verirsen beni tanımak, tanıdıkça sevmek istiyor… Ne olur izin ver bana, ben de onu beni sevdiği gibi seveyim… İçerden bir ses gelmedi… Dönüp bir an bana baktı… Ve sonra birden o yeryüzünün bütün acılarını taşıyan gözlerini ve sesini bana bırakıp gitti…
Altı çizgili çok cümle yok. Olanlar ise:
"Yaşlanmaktan korkacaksın. Hem de en derinden...Çünkü bir insanın hayatında hiç aşk yoksa ve hiç olmayacak gibiyse en çok yaşlanmaktan, sonra da ölümden korkar...Hem de çok korkar."
"Aşkımızdan başka hiç bir umudumuz yok...Aşkımız, paranın kara örtüleri altında gizlenen o korkak, o çaresiz, o soluksuz aşkımız..."
"Dışardan bir köpeğin inleyen sesleri geliyor kulağıma...Yatağımdan kalkıp dışarı çıkıyorum. Kapımda can çekişen zehirlenmiş, bir sokak köpeğiyle karşılaşıyorum... Sarılıyorum köpeğe...Sarılıp ağlıyorum...Sarılıp ağlıyorum şehrin bütün ışıklarına...Özlenip de yaşanmamış her şey adına...Paranın o kara örtüsü altında gizlenip duran bütün o korkak, o zayıf, o çaresiz aşklar adına...Öldürmüyor bu acı beni...Ne tuhaf öldürmüyor seni bu hayatından kurtarıp, özlediğin o uzak yerlere gidemeyişimiz... Yaşadığımız onca şey öldürmüyor..."
5 Ağustos 2018 Pazar
Babam Beni Şahdamarımdan Öptü - Ozan Önen
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWNgq_5G9EritrInGzYuDQ2mpqYWgDKyMjbyGCHJOHBjr7ob1s3FeU2oTFLDRK4lsyKQQRL3OBlwUUG9x-lUhYDtAr0SNkRS-8Yqtj8YzaWsMcOaFlTegTy7HQ533_zIF3CcmlLcAmmHc/s400/0001712852001-1.jpg)
oluşuyor. Kesin bir ifade bulunamadım çünkü bir kısmı tanıdık geldi. Bir dönem felsefe öğrencisi olmasının yazılarında büyük etkisi var. Filozoflardan alıntıları çok hoşuma gitti. Bunda benim de felsefe öğrencisi olmamın da büyük payı var tabi ki. Bütün yazıları çok hoşuma gitti.Yalnızca "Köpeklere Fısıldayan Adam" yazısında ne yazık ki yanılmış. O yazıda bahsettiği adamı tanıdığım için kendisi hakkında yazar kadar iyi niyetli düşünemiyorum. Keşke yazdıkları gibi olsaydı. Ama ne yazık ki çoğu insan gibi O da bir kurmacaya aldanmış. Kitabın tamamı çok güzel yazılardan oluşuyor. "Söyle Yabancı... Evin Neresidir?", "Sen Kimsin" "Ben de Seni'ler" "Babam Beni Şahdamarımdan Öptü" özellikle beğendiğim yazıları. Zarfsız Kuşlar" yazısında bahsi geçen öğretmen Halil Serkan Öz'ün durumu beni hakikaten her okuduğumda, duyduğumda beni çok derinden etkiler. Öğrencilerine verdiği kendi el yazısı ile yazılan kitap listesi de gözden geçirilmeli. "Olsun Makamı" yazısında bahsi geçen Kaz Dağlarındaki Tahtakuşlar Köyünü çok merak ettim en kısa zamanda gidip görmeyi düşünüyorum. Ozan Önen'i çok sevdim. Böyle adamlar olduğu sürece önümüz aydınlıkrır korkmayın. Daha bu adamdan gibi adamdan doğacak çocuklar var düşünsenize. Yaşadığım yer olan Aydın'da 3 yıl Fen Lisesinde okuması da beni ayrıca sevindirdi. İnşallah bir gün tanışırız.
Kitaptan çok alıntım var:
"Zeytinlik gördüğüm her yer bana 'yakın bir tanıdık' gibi gelir hep.
"İnsan, en sevdiklerini bile toprak altına göndermişse; mezarlıklar, gözüne ev gibi görünür artık: Eskisi gibi tedirgin olmaz oralara giderken."
"Heves bir kere gitmeye görsün; hayata, insanlara ve kendine o an küsmüyor musun? O yitip gidince, içine üflenmiş nefes de bitmiş olmuyor mu?"
"Şu yıldızlı gök kubbede, güneşten ve aydan sonra en çok parlayan sen ol.
Afrodit'ten al adını; Venüs yıldızı desinler; çobanlar seni Çobanyıldızı diye sevsinler, akşamcılar Akşamyıldızı diye; sabah namazına kalkan hacılarsa Sabahyıldızı."
"Harmandalı oynayan zeybeklerin, kollarını her havaya kaldırıp yere çöktüklerinde, aslında, şaraplık üzümleri toplayıp sepetlere koyduklarını ve yeniden ayağa kalktıklarında da o üzümleri şarap olsunlar diye ezerek kendinden geçen Dionysos alaylarına karıştıklarını gör..."
"Tek başına ama yalnız değil...
Tek başına ve mutlu"
"İyi bildiğim bir şey var: Tarihi şekillendirenler, düşünce adalarındaki hayallerinin peşine ısrarla düşenlerden çıkıyor."
"Biri konuşurken 'Konuşma sırası bana gelince ne söylerim?' diye düşünmek yerine, karşımızdakini hakikaten anlamak istediğimiz için sadece dinlemeye koyulurduk."
"Bir ülke kurardık ki hayal edebilen, hevadan uzak ama hevesini yitirmemiş...
Bir halk ki birbirini boğazlamayan ve kalem tutmayı yeni öğrenmiş temiz yüzlü çocuklar gibi sarılmaya aç.
Yeşile hain değil, hayvana zalim değil.
Merhametsiz bencilliğinden kurtulmuş bir ülke olunca; yazılı olmalarına gerek duymaksızın sahip çıktığımız vicdani değerlerimiz bize yeterdi...
Eğer halen varsa dünyanın sabaha karşı hayalleri...
Eğer tazeyse gündüzün hayal kırıklıkları...
Eğer memleket için dertlenirken uykuların halen kaçıyorsa...
Sabahlayarak yaşayanların hayal ettiği ülkeler, kurulmaya halen müsait demektir."
" 'Bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde, ilk vazgeçeceği siz olursunuz.' buyurmuş Freud."
"Bana 'Kadın nedir?' diye sorulacak olsa 'şöyle derim: 'Kadın gözyaşlarını saklamak için şişeler üretmiş tek canlıdır.' "
"Tekneler erkek değil dişidir ve her teknenin bir de adı bulunur. İşi bilenler, denizcilik geleneklerine uyarak teknelerine dişi isimler verirler."
"İnsan, kendi kafasına illa ki sıkacaksa, ilkbahardan başka mevsim seçmeli kendine."
" 'İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir.' demiş Dostoyevski.
"Nikos Kazancakis'in Zorba romanında geçer: 'Dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir.' Sadece bunu düşünürken bile gülümsemek mümkündür.."
"Bir Roma imparatoru, zafer konuşması yapacağı balkona çıktığında; bir kölenin imparatorun kulağına eğilmesi ve 'Cave ne cadas' diye fısıldaması gelenekti: Yani, kuvveti hak gören Roma İmparatorluğu'nun koca sezarına bile, bir köle 'Düşüşe hazırlıklı ol' diyebilirdi. Hem de imparator, hayatında görüp görebileceği en yüksek makama, ulaşabileceği en büyük zafere ulaştığı anda.."
"Üzülme oyuncaklar kırılmak içindir."
"İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir küskünlüğe meyillidir."
"Sevdiğin biri ölünce; içinde kırk mum birden yanarmış, her geçen gün, içindeki o kırk mumdan biri sönermiş..Kırkıncı güne gelindiğindeyse o kalan mum hiç sönmez, sen ölene değin içinde hep yanarmış."
31 Temmuz 2018 Salı
Ötekiler - Tuncay ÖZKAN
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJL1Aom8axm9HEUC-8J-c1tVbEU0wYAX6K0LyitmUX3hVYxBQ3w4fTgLQau6fH63Stzf_nQGAof1GPYaTQHJGzvizDlAJpTmgnLcKz9omGdfWYrtiDgnhcTdAUA1-QtNv1D8oeYFA5YxY/s400/indir+%25281%2529.jpg)
Teröristin devlete, askerin teröriste bakışı da olsa, gerçekte yaşanan olaylar, öldürülen masumlar aklıma geldiğinde kitabı okuduktan sonra dahi objektif olamayacağımı anladım.
Kitaptan alıntıladığım bazı satırlar tabi ki var:
"Köyde Sünniler, Aleviler ve Ermeniler ortak bir yaşam sürdürüyorduk. Fakirlikte eşitlenmiştik. Fakirlikte eşitlenince kavga olmuyor zaten. Sonradan anladım ki sorun zenginliği paylaşabilmekte."
"Devrimci devrim için izin almaz. Devrim bir halk isteğidir. Munzur'un seli gibidir, ortaya çıkınca gelir ve önüne ne çıkarsa alır götürür. Onlara rağmen devrim olur. Devrimci kötülüğü devirir. Onun için devrimcidir."
"Ancak insan, hayvanlara bile üzülüp acırken, vicdanını çalıştırırken, başka insanlara karşı zalim ve vicdansız olabilir. Göstergeleri cezaevleridir. Bence cezaevleri ile tımarhanelerinde vicdan olan uluslar büyüktür. Gerisi laf."
27 Temmuz 2018 Cuma
Yol Arkadaşım - Gündüz Vassaf
Gündüz Vassaf bu defa bizi dünyanın değişik havaalanlarına götürüyor. Yıllardan beri gezdiği, gördüğü havaalanlarındaki insan manzaraları, değişik milletlerin kültürleri, uçak bekleme salonlarında yaşadıkları, havaalanlarının mimarisi hakkında gözlemleri gibi bir çok şeyi bize anlatıyor. Dünyanın farklı yerlerinden toplam 40 havaalanında geçen gerçek hayat öyküleri.
Havaalanlarında geçirilen boş zamanlara acıyor ve bu vaktin değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor yazar: "Havaalanlarının yeniden tasarlanması gerek, Artık hepsi birbirine benziyor. Uçağın kalkışından üç saat önce gelin diyorlar, geliyoruz ve zaman öldürmekten başka bir şey yapmıyoruz." diyor "Hangi havaalanına gitsem aklıma aynı şey takılıyor. Neden buraları kültürel faaliyetlerle zenginleştirmiyoruz?" Neden Atatürk havalimanı'nın bir köşesinde küçük bir İstanbul müzesi olmasın? Bir başka köşede neden belgesel filmler seyretmeyelim? .. Kütüphane ve sineme salonları da olsa. Özellikle bulunduğumuz ya da gideceğimiz ülke hakkında bizi bilgilendirecek bir mekan. Kitaplar, broşürler, tanıtım filmleri; hatta o ülke hakkında sohbet edebileceğimiz kaynak kişiler. Yüzme havuzu, sauna, aletli jimnastik salonu, içimizi dökebileceğimiz, problemlerimizi paylaşabileceğimiz psikologlar."
Havaalanlarının bir tanışma mekanı da olabileceğini düşünerek espri ile karışık "Tek başına seyahat eden erkek ve kadınlar için bir tanışma köşesi ya da bir tür "singles/bekarlar" barı olabilir oysa. Böyle bir yerin bir adım ötesi de havaalanlarında saatle kiralanacak küçük yatak odaları." olması gerektiğini yazıyor.
Havaalanı görevlilerinin kıyafetlerini de değerlendiriyor; "Gelişmiş ülkeler arasında devletin en az devlet olduğu ülkelerden biri İtalya olmalı. Asker, polis farketmiyor. İtalyanlara üniforma yakışmıyor. Havaalanındaki polisler, üzerlerindeki üniformaları evde ayaklarına terlik giymişcesine taşıyorlar."
"İnsanlar yine boş boş oturuyor etrafımda. Kitap, gazete okuyan yok denecek kadar az. Yan yana oturdukları, beklemekten çoktan sıkıldıkları halde birbirleriyle konuşanlar da yok her havaalanında olduğu gibi. Belki de tatil köylerindeki gibi animatörler lazım havaalanlarındaki insanları sıkıntıdan kurtarmak için. Üstelik bir düşünün, burada birbirimizden öğrenebileceğimiz o kadar çok şey var ki. Farklı kültür, ülke ve dinlerden insanlar bir arada ama birbirlerine kazayla ayakları değecek olsa, 'Excuse me'diye özür dilemekten başka bir şey yapmıyorlar etkileşmek adına. Oysa hayatımda ilk kez gideceğim diyelim, şu karşımda oturan Amerikalı bana ülkesi hakkında bir şeyler anlatsa fena mı olur?" Bence de güzel olur. Ama insanlar ellerindeki cep telefonu ya da tablet ekranından kafalarını kaldırıp biraz etrafa bakarlarsa tabi ki.
"Uçak korkusunu hiç yaşamadım. Neden korkarız? Uçak düşecek diye mi? Peki, daha çok otomobil kazalarında ölmemize rağmen neden uçak korkusu bu kadar konuşulur da otomobil korkusundan hiç bahsedilmez?.. Acaba uçakta olma düşüncesi aklına olası bir kazayla birlikte o an gökyüzünde olduğu için Tanrı'yı ve dolayısıyla ölümü mü getiriyor? Yani uçak korkusu kaza olasılığı ve Tanrı'ya yakınlık birleşince mi ortaya çıkıyor?"
Havaalanları belki bu şekilde daha sıcak bir yapıya kavuşabilir belki de; "Kulağım, ruhum müzik arıyor havaalanında. Neden arka fonda hafiften bir Vivaldi kompozisyonu ya da bir Napoliten şarkısı dinletmezler ki bize? Ya da en azından bir sigara içme mekanı olduğu gibi, neden hoş bir müzik dinleme ortamı düzenlemezler?"
"İki saat sonra sivil halkı bombalamakla övünen Sabiha Gökçen'in adını taşıyan havaalanına doğru yolculuk başlayacak. Bir gün bu adın değişeceğini umuyorum."
"Almanların sandaletlerini çorapla, Amerikalıların çorapsız giymeleri gibi küçük istisnalar dışında başka milletlerden insanları giydiklerine bakarak ayırt etmem yıllardan beri pek mümkün olmuyor."
Havaalanlarında geçirilen boş zamanlara acıyor ve bu vaktin değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor yazar: "Havaalanlarının yeniden tasarlanması gerek, Artık hepsi birbirine benziyor. Uçağın kalkışından üç saat önce gelin diyorlar, geliyoruz ve zaman öldürmekten başka bir şey yapmıyoruz." diyor "Hangi havaalanına gitsem aklıma aynı şey takılıyor. Neden buraları kültürel faaliyetlerle zenginleştirmiyoruz?" Neden Atatürk havalimanı'nın bir köşesinde küçük bir İstanbul müzesi olmasın? Bir başka köşede neden belgesel filmler seyretmeyelim? .. Kütüphane ve sineme salonları da olsa. Özellikle bulunduğumuz ya da gideceğimiz ülke hakkında bizi bilgilendirecek bir mekan. Kitaplar, broşürler, tanıtım filmleri; hatta o ülke hakkında sohbet edebileceğimiz kaynak kişiler. Yüzme havuzu, sauna, aletli jimnastik salonu, içimizi dökebileceğimiz, problemlerimizi paylaşabileceğimiz psikologlar."
Havaalanlarının bir tanışma mekanı da olabileceğini düşünerek espri ile karışık "Tek başına seyahat eden erkek ve kadınlar için bir tanışma köşesi ya da bir tür "singles/bekarlar" barı olabilir oysa. Böyle bir yerin bir adım ötesi de havaalanlarında saatle kiralanacak küçük yatak odaları." olması gerektiğini yazıyor.
Havaalanı görevlilerinin kıyafetlerini de değerlendiriyor; "Gelişmiş ülkeler arasında devletin en az devlet olduğu ülkelerden biri İtalya olmalı. Asker, polis farketmiyor. İtalyanlara üniforma yakışmıyor. Havaalanındaki polisler, üzerlerindeki üniformaları evde ayaklarına terlik giymişcesine taşıyorlar."
"İnsanlar yine boş boş oturuyor etrafımda. Kitap, gazete okuyan yok denecek kadar az. Yan yana oturdukları, beklemekten çoktan sıkıldıkları halde birbirleriyle konuşanlar da yok her havaalanında olduğu gibi. Belki de tatil köylerindeki gibi animatörler lazım havaalanlarındaki insanları sıkıntıdan kurtarmak için. Üstelik bir düşünün, burada birbirimizden öğrenebileceğimiz o kadar çok şey var ki. Farklı kültür, ülke ve dinlerden insanlar bir arada ama birbirlerine kazayla ayakları değecek olsa, 'Excuse me'diye özür dilemekten başka bir şey yapmıyorlar etkileşmek adına. Oysa hayatımda ilk kez gideceğim diyelim, şu karşımda oturan Amerikalı bana ülkesi hakkında bir şeyler anlatsa fena mı olur?" Bence de güzel olur. Ama insanlar ellerindeki cep telefonu ya da tablet ekranından kafalarını kaldırıp biraz etrafa bakarlarsa tabi ki.
"Uçak korkusunu hiç yaşamadım. Neden korkarız? Uçak düşecek diye mi? Peki, daha çok otomobil kazalarında ölmemize rağmen neden uçak korkusu bu kadar konuşulur da otomobil korkusundan hiç bahsedilmez?.. Acaba uçakta olma düşüncesi aklına olası bir kazayla birlikte o an gökyüzünde olduğu için Tanrı'yı ve dolayısıyla ölümü mü getiriyor? Yani uçak korkusu kaza olasılığı ve Tanrı'ya yakınlık birleşince mi ortaya çıkıyor?"
Havaalanları belki bu şekilde daha sıcak bir yapıya kavuşabilir belki de; "Kulağım, ruhum müzik arıyor havaalanında. Neden arka fonda hafiften bir Vivaldi kompozisyonu ya da bir Napoliten şarkısı dinletmezler ki bize? Ya da en azından bir sigara içme mekanı olduğu gibi, neden hoş bir müzik dinleme ortamı düzenlemezler?"
"İki saat sonra sivil halkı bombalamakla övünen Sabiha Gökçen'in adını taşıyan havaalanına doğru yolculuk başlayacak. Bir gün bu adın değişeceğini umuyorum."
"Almanların sandaletlerini çorapla, Amerikalıların çorapsız giymeleri gibi küçük istisnalar dışında başka milletlerden insanları giydiklerine bakarak ayırt etmem yıllardan beri pek mümkün olmuyor."
25 Temmuz 2018 Çarşamba
Bazı Yollar Yalnız Yürünür - Özgür BACAKSIZ
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7OuT2SUzCVkRHCREpvt-nkZzgKpbmJiA4833tOW5MVhp9OhDXaU4ocUluvMNvjGpj_ZzBp3ezGrHpkoK5ApspMjl6FoQ6cdJ0SanVHwLD3NLV2ZGhLuNzZ1M8UrNwPsFr06d8ZIK2Ons/s400/indir.jpg)
Kitapta geçen Baltazar Gracian'ın sözü: "Düşüncelerinizi çok açık seçik dile getirmeyin. Çoğu insan anladığı şeyleri küçümser, anlamadıklarına saygı duyar." cümlesine aykırı davranarak düşüncelerimi açık seçik dile getirdim. Sevdiğim yazarlardan daha güzel işler bekliyor olmamdan eleştirilerim. Yoksa her kitaba verilen bir emek var. Özgür Bacaksız'ın kendi kanatlarıyla uçtuğu kitapları bekliyorum.
Kitaptan alıntılar yapmama gerek yok. zaten yazar yeteri kadar alıntı yapmış. Yine de okuyun, yorumları beğenmeseniz bile filozofların sözleri güzel.
Okuma Günleri - Marcel PROUST
"Çocukluğumuzda, yaşamadan geride bıraktığımıza inandığımız, yani çok sevdiğimiz bir kitabı okuyarak geçirdiğimiz zamanlar kadar dolu dolu yaşadığımız gün yoktur herhalde." diyerek kitaba başlayan Marcel Proust için okuma eylemi, bilgiye ulaşma arzusundan çok daha fazlasıdır. Proust'a göre büyük yazarların okunması, tek başına onların derin düşüncelerinin kavranmasına yol açmaz. Aynı zamanda okurun, bu ilham kaynağı zekâlarla kendi dünya görüşünü zenginleştirmesine de hizmet eder. Vaktiyle okuduğumuz bir kitabın sayfalarını karıştırmak, mazide kalan günlere dönmektir diyen Proust, çocukluğunda yaptığı okumaları, okumak için yarattığı zamanları, evde kimse yokken kitaplara sarılışını anlatırken, yemek vakitlerinin okumalarını böldüğünü bu zamanları hiç sevmediğini de belirtiyor.
Kitabın Fransızca aslından çeviren Murat Erşen'in mükemmel çevirisi ile kitap benliğini bulmuş diyebilirim.
Altı çizili satırlardan bazıları:
""Tüm iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyıllarda bunları yazmış olan en saygın ve ilginç kişilerle yapılan bir sohbet gibidir."
"Okuma zihinsel yaşamın eşiğindedir; bizi bu yaşama sokabilir ama onu teşkil etmez."
"..olur da bugün, vaktiyle okuduğumuz bu kitapların sayfalarını yine karıştırırsak, bunu artık mazide kalmış günlerden muhafaza ettiğimiz takvim yapraklarını karıştırır gibi ve artık var olmayan evlerin ve göllerin bu sayfalarda yansıdığını görme umuduyla yaparız.
Tatil zamanlarında yapılan bu okumaları kim benim gibi hatırlamaz ki, insan bu okumaları, onlara sığınak sağlayacak kadar huzur dolu ve dokunulmaz olan günün her saatine birbiri ardınca saklar."
"Okuma bizim için, sihirli anahtarları bize kendi derinliklerimizde, içlerine giremeyeceğimiz konutların kapısını açan bir kışkırtıcı olduğu sürece, hayatımızdaki rolü de esenlik getiricidir."
"..Zira çoğu kez tarihçi için, hatta alim içini bir kitabın içinde uzaklarda aradıkları bu hakikat, doğrusunu söylemek gerekirse, bizzat hakikatin kendisi olmaktan ziyade onun göstergesi ya da kanıtıdır, dolayısıyla bu hakikat, haber verdiği ya da teyit ettiği (ve en azından tarihçi ya da alimin zihninin bireysel bir yaratımı olan) başka bir hakikate yol açar. Edebiyatçı içinse durum böyle değildir. O, okumak için okur, okuduğunu aklında tutmak için okur. Ona göre kitap, o göksel bahçenin kapılarını açar açmaz kanatlanıp uçan bir melek değil, kendisi için tapındığı, uyandırdığı düşüncelerden gerçek bir saygınlık kazanmak yerine onu çevreleyen her şeye sahte bir saygınlık bulaştıran hareketsiz bit puttur."
"Kuşkusuz, dostluk, bireyleri ilgilendiren dostluk boş bir şeydir ve okuma da bir dostluktur. Ama en azından samimi bir dostluktur ve bir ölüye, olmayan birine hitap etmesi, ona yansız,neredeyse dokunaklı bir hava verir. Dahası bu, tüm diğer dostlukları çirkinleştiren her şeyden azade bir dostluktur."
"Zira başkaları içim konuşur kendimiz için susarız. Bu yüzden sessizlik, sözden farklı olarak, kusurlarımızın, riyakarlığımızın izini taşımaz."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)