Bu Blogda Ara

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Zihin Kuşları - Leyla Erbil

Zihin Kuşları denemelerden oluşmuş bir kitap. İçinde çeşitli başlıklarda denemeler mevcut.

Birinci deneme Vinteuil’in Sonat Andantesi ismi ile yazılmış. Bu denemede yazar Proust’un Kayıp Zamanın İzinde serisinden Vinteuil’in müziğinin gerçek yaşamda peşine düşüp onu bulmaya çalışıyor.
Borges’in Kibrinde ise yazarın taklitçilerine bakış açısını biraz kibir karışmış bulduğunu söylese de Borges’ in büyüklüğünden bahsetmeden geçmiyor.

Sonraki sayfalarda Sait Faik’ e dair hatıralar ve incelemeler mevcut. Çerkez Ethem, Orhan Pamuk, Tezer Özlü ve daha pek çok isim ve konu denemelerde işlenmiş.

Kitaptan bir çok yazara ilişkin kitap önerileri buldum. Kitap bir yazar ve kitaplarını inceleme üzerine kurulmuş. Marcel Proust ve Sait Faik üzerinde daha çok durulmuş. Bir de Tezer Özlü.

Sevr Antlaşması ve Aydın (İzmir) Vilayeti - Kamil Su

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin 30 Ekim 1918' de Mondros Mütarekesini imzalayıp savaş halinin sona ermesini kabul etmesinden sonra, İngilizler Musul ve Mardin'i, Fransızlar Adana, Maraş, Urfa ve Antep' i, İtalyanlar Antalya' yı,  askeri işgalleri altına almışlardı. Savaşa sonradan katılan Yunanistan ise İtilaf Devletlerinin izni ile İzmir' i işgal etmişlerdi.

İşgal edilen bölgelerde işgal süresince kamu hizmetlerinin görülmesinde bir takım meseleler ortaya çıkmıştır.

Kamil Su' nun hazırlamış olduğu bu kitapta rakamlar ve belgeler ışığında Aydın Sancağında (İzmir) işgalin yarattığı meselelerden, özellikle milli eğitim ile ilgili olanlardan söz edilmiştir.

Kitap, Kültür Bakanlığınca 1981 yılında yılında yayınlanmıştır.     

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Ceza Sömürgesi - Kafka

Franz Kafka'nın suç ve ceza arasındaki ilişkiye farklı bir bakış açısı getiren Ceza Sömürgesi. Adı verilmeyen bir adada, acımasız bir zekâyla kurgulanmış bir mekanizmanın, suçlu ya da suçsuz olmasına bakılmaksızın mahkumları bürokratik bir katılıkla ve doğal kabul edilen bir yaklaşımla "cezalandırdığı" bir tören. Bir yanda duygusal açıdan olaya mesafeli duran, suskun kalan 'tanık' gezgin, öbür yanda yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendinde toplamış ve bu sorumluluğu kendini kurban etme derecesine vardıran subay. İkisi arasındaki tezatları mercek altına alıyor ve bunları gerçeklikle baş etmenin karşıt olasılıkları olarak okura sunuyor.

Alıntılar da şöyle:


" 'Bizim orda adaletin yerine getirilmesi başka türlü olur', ya da, 'Bizim orda hükümlüye, hüküm giymeden önce kendisini savunması için fırsat verilir', ya da, 'Biz işkence usulünü daha orta-çağda bırakmıştık.' "

"Uysal bir köpek gibiydi hükümlü; öyle ki, görenler, “bu adam serbest bırakılsa, dolaydaki tepelerde uslu uslu gezinir, idam saati gelince çalınan bir ıslıkla da koşa koşa gelir” derdi."

"İlk kez uçacak bir kuşun bocalayıp çırpınması, tereddüt etmesi zayıflık mıdır?"


"Size emanet edilen bir şeyle dalga geçmek, güveni kötüye kullanarak yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmak olur."


"Bahar vakti bir ırmak düşünün; daha güçlü hale gelene kadar yükselip kıyı boyunca arazilere bereket taşırken, yatağından asla şaşmaz. Bilir ki, yolun sonunda ulaşacağı deniz, kendisini hoş karşılayacak bir dosttur."

Nerde Kalmıştık - Rıfat Ilgaz

Hababam Sınıfı'ndan bildiğimiz Rıfat Ilgaz'ın Çalçene, Markopaşa, Akbaba, Dolmuş gibi dönemim dergi ve gazetelerinde çıkan yazılarından derlenmiş yazılardan oluşan 1984 tarihli bir kitap "Nerde Kalmıştık".

Bu sözü rahmetli Süleyman Demirel' den de hatırlarsınız. İktidara her gelişinde derdi. "Nerde Galmıştık?"

Bakmayın Hababam Sınıfına. Rıfat Ilgaz muhalif bir yazar. Hep dönemin aykırı yayın organlarında çalıştı. Hiç bir zaman kalemini satmadı, yandaş olmadı.

Kitabında 37 adet yazısı var hepsi birbirinden değerli. Güncel konular, siyaset, yaşam, gazetecilik, eğitim, edebiyat konularında yazıları var.  Bu yazılardan bir kaç tanesinden yaptığım uzunca alıntıları diğer bloğum olan hayattankalanlar'da paylaşacağım.

Şimdiki bazı gazetecilere muhalif diyenler Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin gibi yazarların döneminde iktidar olmadıklarına dua etmeliler.

Ancak şu var ki; yıllar geçmiş yazı konuları hiç değişmemiş.

5 Mayıs 2020 Salı

Pis Moruğun Notları - Charles Bukowski

Charles Bukowski kendine has bir yazar. Onun yazıları konuşur gibi, aklından geçenlerin kağıda aktarılmasıdır. Küfür içerir, argo içerir, sizin aklınızdan geçirip de söyleyemedikleriniz yazılarında o söyler. Gıdası birasıdır. 

Pis Moruğun Notları, Bukowski'nin arkadaşının gazetesinde yayımlanmak üzere yazdığı kısa hikayelerden oluşuyor.


Bunlarda kitaptan alıntılar:


"..kodese düşmüş biri ile sokakta yanından geçen sıradan bir adam arasındaki fark nedir? -kodesteki adam denemiş bir kaybedendir."


"...ama en güzel kadınlar hep en iğrenç boklara tutulurlar zaten, en sahtelerine, ya da kıskanç mıyım neyim? 

-haklısın moruk, kadınlar sahtekarlara bu kadar güzel yalan söyledikleri için vurulurlar.
'pekala, öyle olduğunu varsayalım -kadınların sahte erkekleri seçtiklerini- bu doğanın kanunlarına ters düşmez mi? -güçlü olanın seçilmesi meselesine? nasıl bir toplum bu?'
'toplum kanunları ile doğa kanunları farklıdır, biz doğal olmayan bir toplumda yaşıyoruz, her an havaya uçma tehlikesi içinde yaşamamızın nedeni bu. Kadın sahte erkeğin toplumda ayakta kalmayı başardığını sezgi yolu ile bilir ve onu yeğler, kadının tek amacı çocuğunu doğurup onu güvenli bir şekilde büyütmektir."

"..sırf dövülmek adına dövülüyor insanlar; mahkeme salonları sonun önceden yazıldığı yerler, gerisi vodvil, insanlar sorgulanmak üzere odalara alınıyor ve yarı-insan çıkıyorlar dışarı ya da insanlıktan tamamen çıkmış, devrim isteyenler var, biliyorum ama isyan sonrasında yeni hükümetinizi kurduğunuzda bir bakarsınız ki yeni hükümetiniz eski baba'nızdır yine, yüzüne yeni bir maske geçirmiştir sadece."


"...insan ruhunun derisi yoktur, şarkı söylemek isteyen iç kıvrımları vardır, duymuyor musunuz?"


"...cinsellik ilginç, ama o kadar da önemli değil, dışkılamaktan daha önemsiz mesela, bir erkek hiç düzüşmeden yetmişine kadar yaşayabilir, ama bir hafta sıçmazsa hayati tehlike söz konusudur."


"New York'lu bir bebek iyi geceler dilediğinde sabah olmuştur. İyi geceler şekerim." 

Nefaset Lokantası - Tuğba Doğan

Bir ay önce, on altı yıldır çalıştığı gazeteden kovulmasının ardından Türkiye’yi terk edip Rio de Janeiro’ya yerleşme kararı alan gazeteci Salih’i, yıllardır müdavimi olduğu Nefaset Lokantası’nda, neredeyse ailesi haline gelen lokanta sahiplerinin düzenlediği veda yemeğinde başlayan olaylar dizisi.

Bu kitabı Kırpık' ımızın tedavisi için gittiğimiz Ankara'dan Tunalıhilmi'den YKY Yayınlarından almıştım. O günün hatırasına. Gittiğim yerleri hatırlatan kitaplar almayı alışkanlık edindiğimden.

Kitabın çok içine giremedim. Sevmedim mi sevdim ama çok sıcak gelmedi.

Alıntıladığım ya da altını çizdiğim cümle yok. Ama fikir vermesi açısından kitap yorum sitelerinden aldığım bir kaç alıntıyı aşağıda bulabilirsiniz:


"Keşke en az iki yüz yıl daha yaşasam. Ve bu zamanımın hepsi şimdi buraya, tam bu anın içine dolsa."

"Bu hayatta her şey sınıfsaldı ama bir tek arkadaşlığınki bir sınıf siyaseti değildi; eğer ki hakikiyse."


"Dünyada ne kadar hâkim, savcı, avukat, tanık, sanık varsa hepsine içireceksin. İçki insanı değiştirmez, onu aslında olup da gizlediği kişi yapar."


3 Mayıs 2020 Pazar

Veba - Albert Camus

1957 yılı Nobel edebiyat Ödülüne sahip roman Fransız sömürgesi altındaki Cezayir' in Oran şehrinde geçiyor.
1940' lı yıllarda veba hastalığının ortalığı kasıp kavurduğu bir karantina ortamı. Doktor Rieux ve salgın süresince yaşananlar romanın konusunu oluşturuyor.
Aslına bakarsanız bazı yorumlara göre de eserin aslında  metafor içerdiği. Veba ile aslında bir hastalık değil, sömürge altındaki bir ulus ve bu hastalıklı durumun resmedildiğidir.

Okuma tarihim günümüzde yaşadığımız corona salgını zamanına da rast gelmesi ve romanda yaşananlarla bu gün yaşananların onlarca yıl geçmesine rağmen bazı yönlerden benzeşmesi ilginçti. 
Mutlaka okunması gereken klasiklerden.

Altı çizili cümleler çok:

"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır."

"Alınan önlemler yetersizdi, orası kesindi. 'Özel olarak donatılmış odalar'a gelince, onların ne olduğunu biliyordu: Alelacele öteki hastaların boşalttığı, bantlanmış pencereli, bir kordonla çevrilmiş iki koğuş. Eğer salgın kendiliğinden durmazsa yöneticilerin hayal ettiği önlemlerle alt edilemeyecekti."

"Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.. Bir savaş patladığında insanlar: ' uzun sürmez bu, çok aptalca!' derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi. Bu açıdan burada oturanlar herkes gibi kendilerini düşünüyorlardı; bir başka deyişle hümanisttiler; felaketlere inanmıyorlardı. Felaket insana yakışmaz, onun için felaket gerçekdışıdır, geçip gidecek kötü bir rüyadır, denir. Ancak her zaman geçip gitmez, kötü rüyalar arasında insanlar geçip gider ve önlemlerini almadığından başta hümanistler gider."

"..kahramanlığa inanmam, bunun kolay olduğunu ve ölümle sonuçlandığını bilirim. Beni ilgilendiren insanların yaşaması ve aşktan ölmesi."

"..Buna karşılık, o mahallelerde oturanlar, yaşadıkları güç anlarda, başkalarının kendileri kadar özgür olmadığını düşünerek avunuyorlardı. 'Her zaman benden daha tutsak birisi vardır' tümcesi o sıralara olanaklı tek umudu özetliyordu."

"Doğal olarak gazeteler, kendilerine yollanan o iyimserlik yönergesine ne olursa olsun uyuyorlardı. Gazeteleri okurken durumu belirgin kılan, halkın 'sakinlik ve soğukkanlılık konusunda etkileyici bir örnek' sunmasıydı. Ama kendi içine kapanmış, hiçbir şeyin gizli kalamayacağı bir kentte kimse toplumun sunduğu 'örnek' konusunda bir yanılgıya düşemezdi. Ve sözü geçen sakinlik ve soğukkanlılığın ne olduğu konusunda doğru bir fikir edinmek için yönetimce oluşturulmuş bir karantina merkezine ya da tecrit kamplarından birine girmek yeterliydi."

"Dünyadaki kötülük neredeyse her zaman cehaletten kaynaklanır ve eğer aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir, insanlar kötü olmak yerine daha çok iyidir ve gerçekte sorun bu değildir. Ancak insanlar bir şeyin farkında değillerdir, şu erdem ya da kusur denilen şeyin; en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir. Katilin ruhu kördür ve her tür sağduyudan yoksunsa güzel aşk ve gerçek iyilik diye bir şey olamaz."