Bu Blogda Ara

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Aşk Saati-Hakan Koçak


Eğer aşk zamansız olmasaydı
Hayat bu kadar uzamazdı
Her yağmur damlası bir sevda taşı içerinde
Bütün amacı toprağın bedenine kavuşmak
Düşen her damlası aşkı zaman ile yoğurur
Saatin dişlilerine yağmurun suları akarken
Akrep ile yelkovan bir aşk için sözleşiyorlar
Zamanı geldiğinde kavuşacaklar
En uygun saat on ikide
Mil haberdar bu niyetten
Aklı ise tilkilikte
Çabucak dönüp dursa da
Aslında biliyor ne olup bitmekte
Her altmış dakikada bir
El ele tutuşup bakışmalardan
Milin iç sesini duyar gibiyim
Kendi içinde haykırarak
Aman yarabbi bu aşk nasıl bir şey ki
Kan damarda durmuyor
Fitne fesada çıkacak adım
Bunlar ne zaman bıkacak birbirinden
Belli ki mil ayrılık tohumları ekmek istiyor
Şeytanın rolüne soyunmuş
Yüzü kırmızıya çalar hasedinden
Saat altıda yani baş aşağı durduğunda bile
Akrep hiçbir şeyi umursamıyor
İşte budur aşk en zor zamanlarda bile hayata dair bir umutla yaşarlar
Dakikalar ve saatler birbirini kovalar
Gece uyku girmemiş gözlerine
Zaman geldiğinde yani on ikide
Öğle vakti meydanın orta yerinde
Akrep elinde gülleriyle beklemekte
Yelkovan bütün güzelliğiyle
Kadranı ağır adımlarla yürüyor bütün cesaretiyle
Mil koşarak dolanmakta her bir yeri
Akrep yelkovanın güzelliğini görünce
Çivilenir yerinde ve uzatır ellerini ellerine
Gözler zaman işaretlerinin parlaklığına aldırmadan bakışıyorlar

Aşk zamanlarında kulelerin çanları uzun çalar
Ve o an artık aşka şahittir bütün zamanlar
Şef haydi çocuklar diyor
Düşlerinizin ezgisini
En iyi melodinizi çalın
Avuçlar bir dansın alkışını tutacakken
Mil çıkıyor sahneye çığlıklarla
“Ey ahali işte bunlar size anlattığım ahlaksızlar”
O an susuyor bütün çanlar
Yelkovan şaşkın gözleri yaşarıyor
Al beni götür buradan diyor
Akrebin kalbine kazıklar çakılmış gibi
Yelkovanın ardından laf edilsin istemez
Yüzüne kara çalınsın istemez
Lütfen git yalvarırım sana leke sürülsün istemiyorum
Ama yeminle söylüyorum
Bir gün burada tam durduğumuz yerde
Milin çarkını kıracağım
Belki zaman duracak ama
Ebedi yolculukta senin kollarında olacağım
  "Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
  sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya 
  anamız çay demliyor ya güzel günlere 
  sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa 
  sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız 
  bu, böyle gidecek demek değil bu işler 
  biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz 
  ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
   işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz…” Cemal Süreya
Bir yetim çocuğun başını okşa. O zaman, onun gözlerinde Allah'ı görürsün.Bir fakire yardım et.Onun gözlerinde Allah'ı görürsün.Bir kediye yiyecek ve su ver.Onun gözlerinde Allah'ı görürsün.

Hayat tersine yaşanmalıydı bence...


Hayat tersine yaşanmalıydı bence...

Önce ölümü savuşturmalıydık başımızdan.

Yirmi yılımızı huzurevinde geçirip,

Çok gençleştiğimiz için atılmalıydık.

Altın bir saatimiz olduktan sonra işe başlamalıydık

Kırk yıl çalışmalıydık, ta ki emekliliğin tadını

çıkarabilecek denli gençleştiğimiz güne kadar.

Üniversiteye gitmeliydik sonra, liseye hazır hale

gelinceye dek PARTİ yapmalıydık.

 İyice ufalmalıydık, oyun oynayıp sorumlulukları unutmalıydık...

 Küçük bir kız ya da erkek bebek olunca annemize

 dönmeli, son dokuz ayımızı yüzerek geçirmeli,

 ve.. sevgi dolu bir bakışta son bulmalıydık.  Norman GLASS

Kıskanmak


Dostluklar ve seneler gönül aynasına doğru yakılan birer mum ışığı gibidir. Her yeni mum başka aynaları karartmak şöyle dursun, onları daha da aydınlatır. Yeter ki, sevmeler ve dostluklar bencillik adına olmasın. Her yeni dostla, her yeni misafirle gönüller daha da genişler, cennetten bir köşe olur. 


Ama kıskançlığın kıskacındaki gönüller için aynı şey söylenemez. Hem fakir, hem korkak, hem de çorak ülkelerdir onlar. Sevmekten korkan, sevdiğinde sahiplenen, sahiplenirken fakirleşen ve fakirleştiren, sevdiği şeyi bakışıyla donuklaştıran gönüllerdir onlar.
Evet, kıskanmak sevmenin parçasıdır. Seven kıskanır da. Ama dikkat! Kıskanmak sevmenin bir parçasıdır, sevmek kıskanmanın parçası değil. Ne zaman ki, kıskançlık sevginin önüne geçer ve onu kaplar, o zaman kıskançlık gönül darlığına dönüşür.
Bu türlü kıskançlık sevme korkaklığıdır. Sevmeyi bencilliğine âlet etmektir. Sevdiğini sözde sevgisiyle kuşatırken, aslında fakir ve çorak bırakmaktır. Kıskançlığı sevgisini boğan kişi, sevdiğine cennet değil cehennem sunar. Kendi gönül darlığıyla sevdiğini de daraltır.
Cennet’e her yeni kişi geldiğinde, Cennet ehli o kişiye merhaba dermiş. “Ne iyi ettin de geldin, buyur gel, cennet seni de içine alacak kadar geniş. Sana da yer var!”
Ama cehennemdekiler, her yeni gelen kişiyle daha bir sıkılır ve kızarmış. “Zaten yerimiz daracıktı, bir de sen geldin, daha da rahatsız olacağız!”
Sormalı değil miyiz, cenneti cennet yapan cennetliklerin geniş yürekleri değil midir bir bakıma? Yüreği kıskançlıkla daralmış biri cennete koyulsa bile, orasını da kıskanmaz mıydı? Yeni gelenlere yüzünü buruşturmaz mıydı?
Herbirimiz bu dünyadayken cennetimizi de kuruyoruz. Saraylarımızı ve sohbet arkadaşlarımızı buradan götürüyoruz. Dostlarımız cennetimizin tuğlaları, sevgilerimiz o cennet saraylarımızın bahçeleri…
"Sadece ben" veya "sadece sen ve ben" türünden bir bakış, cenneti değil cehennemi haber veriyor.
O zaman soralım kendimize. Gönül meclisimize yeni dostlar katmaya ne kadar hazırız? Sevgilerimize rakip olabileceğinden korksak bile bir sevmenin başka bir sevmeye engel olamayacağını itirafa ne kadar cesaretliyiz?
Sevgimiz sevdiklerimize cennet bahçesindeni serin esintiler mi taşıyor, yoksa cehennem sıcaklarından bunaltıcı rüzgarlar mı?

KADINLAR VE BİZ


 Bir kadın çocuktur aslında. Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını. Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz, ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.
  
Bir kadın güçlüdür aslında. Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.
  
Bir kadın sevgidir aslında. İçinde her zaman sevgi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kırmaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için, yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.

 Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz
  
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadılarda var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri acıma duygusudur.
  
Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz Kendisine ait bir dünyası vardır, orada hep yalnızdır. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine ne kadar kalacağına kendisi karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

 Bir kadın bilgindir aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkarmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.
  
Bir kadın hayattır aslında. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanır. Yemek yemek, su içmek bile.Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
  
Anlıyorsanız ne mutlu size...

 Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz...Mehmet Coşkundeniz