Bu Blogda Ara

16 Kasım 2013 Cumartesi

Ağrı Dağı Efsanesi- Yaşar Kemal

Kır bir at Ahmet'in evinin kapısına gelir ve bir süre orda bekler. Bunun üzerine Ahmet atı kendi kısmeti olarak görür ve atı sahiplenir. Bir süre sonra atın Beyazıt Paşası Mahmut Han'a ait olduğu anlaşılır. Mahmut Han atını ister. Fakat Ahmet atı vermek istemez. Çünkü Ağrı geleneklerinde bu böyledir ve o atın haktan yadigar olduğu düşünülür. Atı geri alamayınca Ahmet'in evine adamlarını gönderir ve bir süre sonra Ahmet'i zindana attırır. Burada paşa'nın kızı Gülbahar ile Ahmet arasında büyük bir aşk başlar. Başta Mahmut Han olmak üzere tüm engelleri aşarlar.Yaşar Kemal' den kendine özgü güzel bir aşk hikayesi.Çok güçlü bir konu görmedim.Hatta bazı yerlerinde fazlaca sıkıldım.Ama okunması gereken klasiklerden biri.

Korkuyu Beklerken- Oğuz Atay

Yazarın kitabında sekiz öykü bulunmaktadır.
İlk hikaye “Beyaz Mantolu Adam” Kalabalığın içinde başarısız ve parasızdır Başkaları tarafından kendisine hep bir iş yüklenir; bavul taşır, yük taşır… Elbise ve kumaşların olduğu bir dükkanda beyaz bir manto ilgisini çeker, alır ve giyer Gittiği her kalabalıkta dikkat çeker, sorgulanır Herkes kendine göre bir tanımlama yapar onun için Rahatsız edildiğinde kaçmak dışında o kadar tepkisizdir ki, bir dükkan sahibi tarafından vitrine manken olarak konulduğunda bile sesini çıkarmaz Dükkanda onun sayesinde iyi satış yapılır Oradan da kaçar, dolaşır, trene biner, deniz kıyısına halk plajına gider Kimseye bir şey yapmayan, konuşmayan, kendi halindeki beyaz mantolu adam yine ilgi çekip insanları başına toplar Varsayımlarda bulunurlar kendisi hakkında; kimine göre hasta, kimine göre deli, kimine göre de sapıktır Onlardan da kaçar, denize doğru gider, ilerler ve gözden kaybolur Bir genç ve diğerleri onu kurtarmak için çabalar ama geç kalırlar

İkinci hikâye “Unutulan” Tozlu, böcekli tavan arasından seslenir sevgilisine Kitaplardan, hayatı boyunca ilgi aradığından bahseder Karanlık olduğunda bir el feneri uzanır delikten El fenerini eşyalara tuttuğunda , o eşyaların sahibi olan yakınlarını, onların hayatlarını düşünür, sorgular Ve bir elinde silahla örümcek bağlamış eski sevgilisini görür Hiç değişmemiştir kendisine göre Onsuz yaşayamayacağını düşünür Kendisini öldürdüğünü duymamış, iş güç arasında da tavan arasına çıkmamıştır Elbisesinin çürümüş bir yerine dokunduğunda bir sürü hamamböceği çıkar sevgilisinin cesedinden İlişkilerini sorgular Aşağıdan şimdiki sevgilisinin seslenir


Üçüncü hikâye kitaba da adını veren “Korkuyu Beklerken” Evine doğru giderken kendisine miskin gözlerle bakan köpekler ilk defa havlar, takip eder Evine girdiğinde kendini sorgular ve şöyle der:”Yalnız korkmaktan korktukça yalnızlığım artıyor” Bilmediği bir dilde yazılmış bir mektup bulur evinde Bu mektubu kimin yazmış olabileceğini düşünür; hizmetçinin kızı mıdır yoksa evinin bulunduğu sokaktaki yabancılar ya da elçiler midir? Üniversitede ölü diller üzerine öğretim görevlisi olan arkadaşını arar, mektubu gösterir Arkadaşına göre bu mektubu gizli mezheplerden biri yollamıştır Mektupta :”Mektubu aldığınız andan itibaren evinizden çıkmamanızı kesinlikle bildiririz Dikkat! Sizi uyarırız!” gibi şeyler yazmaktadır Arkadaşı korktun mu diyerek güler Bir süre düzenli günler geçirir; işte, evde, otobüste kitap okur, Latince çalışır, sinemaya gider Postacı, öğretim görevlisi arkadaşının mektubun tam çevirisini yaptığı bir mektup getirir Ve mektupta yazdığı gibi evden çıkmaz, kendini ölecekmiş gibi hisseder hatta ölümü sonrasını düşünür Onun düşüncelerini olduğu gibi aktaralım:“Sanki, kime yazıldığı bile belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişe ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum Olmuyordu Aslında düşününce, canım şu zamanda şöyle olmuştu, annemin yüzü beyazdı ve yatay çizgiliydi, okula başladığım gün ne kadar korkmuştum diyebiliyordum Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri, sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti Bense bunu hiç becerememiştim Ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemiştim; kendimi bile, kendi yaptıklarımı bile” Evdeki evrakları, kağıtları yırtar atar ve tüm zamanlarını sorgular, saptamalarda bulunur: “Bu kötü hayatı sanki doğmadan önce yaşamıştım; kendime yakıştırdığım yaşantıları doğmadan önce de okumuştum Kötülüklerimin bile kendime, öz varlığıma ait olduğuna inanmıyordum” Sonunda evden çıkar ve dış dünyanın içinde yer almaya çalışır hem de toplumun çoğunluğunun öngördüğü ilişkiler içinde Kendisine mektup gönderen mezhebin ismi ‘Ubar-Metenga’dır Mezhebin anlamı ve ‘suç’ kavramı üzerine düşünür Sürpriz olaylar da gelir başına Bir süre sonra bazı çiftlere, Ubar-Metenga mezhebinin kendisine gönderdiği mektupları gönderir Polise gider ve bu mektupları kendisinin yazdığını söyler


Dördüncü hikâye, kendinden, beraber olduğu kadından, köpeğinden, başından geçenlerden ayrıntılarla bahseden bir kişinin tüm bu olayları yazdığı ama göndermediği “Bir Mektup” üzerine


Beşinci hikâye “Ne Evet Ne Hayır”, lise mezunu bir kişinin çeşitli işlerde çalışıp askerliğini yaptıktan sonra bir gazetede çalışması ve “gönül postası” bölümünde görevlendirilmesini anlatıyor Saplantılı bir aşkın tutsağı olmuş bir gencin kendisine yazdığı mektup ilgisini çeker Mektubu yazan gencin sevdiği kız, kendisine ‘ne evet ne hayır’ demiştir


Tuğrul bey eksenli altıncı hikâye olan “Tahta at”, adından da anlaşılacağı gibi Çanakkale şehrimizde Troya’da yer alan, şehri almak için içinde askerlerin gizlendiği ‘Tahta At’dan yola çıkmış


Yedinci hikâye “Babama Mektup”, babasının ölümünün ikinci yılında bir oğulun babasına yazdığı dokunaklı bir mektup üzerine


Ve son olarak sekizinci hikâye “Demiryolu hikâyecileri – Bir Rüya” Bu hikâye de, büyük şehirlerden uzak bir dağ başı kasabasında demiryolu istasyonunda çalışan üç hikâyeci üzerine Bu üç kişi yazdıkları öyküleri istasyondan geçen tren yolcularına satarlar Ümitleri gece yarısından sonra geçen tek eksprese bağlıdır çünkü; bu saatte diğer seyyar satıcılar gelmediklerinden satış yapma olasılıkları daha fazladır

Geniş Zamanlar - Ayşe Kulin

Sosyal yaşam farklılıkları,hala birtakım yerlerde yanlış dini eğitim vererek genç beyinlerin yıkanması anlatılıyor.Araya serpiştirilmiş kısa bir öyküde ise Türkiye’de köylerin sağlık yönünden az gelişmiş olduğu ve bu az gelişmişliğin insanların düşünce ve yaşamında da var olduğunu belirtiyor.
Yazar bu kitapta;baş karakterin çektiği acıları,Türkiye’nin sosyal yapısını da ortaya koyarak diğer karakterlerin hikayeleriyle birlikte ele alıyor.Yazar;romanı öyküleyici anlatımla ve olayları bir akış içinde yazmış.Yalın ve akıcı bir üslup kullanmıştır.Kişileri ve öykülerini anlatırken zaman zaman betimlemelerde bulunmuş.Bu da kitaba ve kitabı okuyanlara ayrı bir tat veriyor.Yazıların arasında şiire de yer verilmiş.Özellikle kahramanın ameliyat olacağı zaman satır arasında ki şiir ruh halini yansıtıyor.Üç ayrı zaman üç ayrı hikaye.Güzel akıcı bir kitaptı.Ayşe Kulin her zaman farklı

1 Eylül 2013 Pazar

Naime URUL-Suçu hayvan beslemek cezası kelepçelenmek, biber gazı ve polis dayağı


Nazillide ki Naime hanımın evi 'polis, zabıta, belediye işçileri ve sağlık müdürlüğü doktorlarından' oluşan bir ekip ile basıldı. Kapı çilingir ile açtırıldı. Tartaklandı, kelepçelendi. Cinayet mi işlemişti? Hayır. Bomba mı atmıştı? Hayır. Banka mı soymuştu? Hayır. Bütün suçu, belediyenin bakım yeri olmadığı için kör, sakat, mağdur, şiddet ve işkence görmüş travmatik kedi ve köpeklere EVİNİ ve YÜREĞİNİ açmasıydı. Kelepçe ve biber gazının sebebi ise "Yıllardır canı gibi baktığı bu mağdur hayvanlarını", hayvanları alıp alıp belediye arabasının arkasına tıkıştırır gibi fırlatarak atan resmi ekibe karşı hayvanlarını korumaya çalışmasıydı. Tartaklanarak komşuların gözü önünde ekip arabasına bindirilip DERDEST !!! edildi. Resmi Ekibe karşı direnirken kedilerin bir kısmı can havli ile kaçmış. Sonra döndüğünde iki gözü de kör olan kedilerinin de olmadığını fark edince ağlayarak sokakları aramış ve kör kedilerinden 3 tanesinin ezilmiş bedenlerini bulmuş. Can havli ile yaşadıkları avludan kaçan kedicikler ne yazık ki ezilerek can vermişler. Gözüm rahatsız dediği halde biber gazını sıkmalarına rağmen, o hala daha sakat ve kör hayvanları için mücadeleye devam etmiş. Belediyeler görevlerini yapmayı beceremedikleri için, bu gariban mağdur hayvanlara bile bakmaktan aciz oldukları için, böyle yürekli kadınlar onları ölmeye terk edemedikleri için, evlerinde çok sayıda mağdur hayvana bakmakla baş başa kalmaktadırlar. O evde koruma altına alınmış olan o gariban kedilerin ve köpeklerin DEVLETİN GÜÇLÜ GÖREVLİLERİ tarafından tutulup tutulup arabanın arkasına atılırken yaşadıkları dehşeti düşünebiliyor musunuz? Belediyeler görevlerini ihmal edecek, bunun bedelini hayvanlar ve onlara bakan merhametli insanlar ödeyecek. Yok öyle... Naime hanıma uygulanan bu zulmü bütün dünyaya duyurmak, hayvan severlerin çektiği acılarak toplumun dikkatini çekmek, ona bu zulmü uygulayanların cezalandırılması BOYNUMUZUN BORCU oldu. Naime hanıma yapılanların cezasının verilmesi için lütfen bu dramı paylaşın. 

Nesrin Çıtırık
HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu Başkanı.


Dönüş- Ayşe Kulin

Ayşe Kulin Dönüş romanında bu kez Derya karakterinin gerçekler ile yüzleşmesini anlatıyor. Hayatına normal akışında devam eden ve herşeyin yolunda gittiğini düşünen Derya önce annesinden bir haber alır ve daha sonra bir çok mektup bulur. Mükemmel olduğunu düşündüğü hayatının son iki yılı bir anda sandığından çok farklı olduğunu anlar.

İki yıldır gizlenen gerçekler ortaya çıkmaya başlar fakat zor olan şey gerçekler ile yüzleşebilmek ve onları kabullenebilmektir. Her gerçek onu farklı bir yola sürükleyecek ve sonunda kendini bir kapının önünde bulacaktır. 

Ayşe Kulin Dönüş kitabında aldatma ve affetme üzerine bir hikaye anlatıyor ve gerçeklerin ne kadar acıtabileceğini gözler önüne sürüyor. Kendi değimi ile yeni romanını acıtan gerçeklerin romanı olarak tanımlıyor.


Kitaba başlamamla bitirmem bir oldu.Akıcı bir roman.Anlatı çok doyurucu olmasa da  dediğim gibi akıcı yönüyle beni sıkmadı. Konu biraz zorlama gibi ve bildiğimiz Ayşe Kulin romanlarından farklı. Konu çok fazla gereksiz ayrıntılarla uzatılmış, aslına bakılırsa 160 sayfada anlatılabilecek bir roman olabilirmiş bence.

20 Ağustos 2013 Salı

Sağır Soba-Mehmet ERDÜL

             Sağır Soba, yaşantımızdaki toplumsal sağırlıkları anlatırken Mustafa Kemal Atatürk' e yazılan bir mektupla başlar.

             "Sevgili Atatürk,
        Senin hilafeti ve saltanatı kaldırdığın günlerde, şeriat, hilafet ve saltanat yanlılarının sayısı bugünlerden daha fazlaydı.
           Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası gerçekleştirdiğin " Türk Devrimini izleyen günlerde bizlere " Türk, öğün, çalış, güven" demiştin ya, biz bunun ne demek olduğunu anlayamadık. 
             Sen öğün dedin,
  Toplumun bir kesimi, gerçekleştirdiğin devrimler ile onları yaşatmak ve geliştirerek övüneceğimiz yerde,  Osmanlıdan kalan senin gerçekleştirdiğin atılıma ters düşen geçmişle öğünmeye başladı.
             Sen "Çalış" dedin
       İş olanakları yaratarak çalışma ortamı oluşurmak yerine, işsiz milyonlarca insanımız yurt dışına gönderildi.Yurt dışında çalışan insanlarım, holdingler aracılığıyla, Fener ışığı altında dolandırıldı, soyuldu.
             Sen "Güven" dedin.
         Bazıları güvenilmesi gerekenin ne olduğunu bilemedi.Senin güvendiğin Türk halkına değil, başka ülkelerin başbakanlarına , yöneticilerine güvenmeye başladı.
          "Sen çağdaş medeniyet düzeyine ulaşmak gerekir" dedin, bazıları özenmeyi çağdaşlık, özentiyi bir kültür sandı.
          Yaşantımızın birçok aşamasında  karşılaşıyoruz sağır soba tavrıyla.
Siyaset sağır, siyasilerin büyük bölümü duymaz, duymazlıktan gelir durumda.Yerel yöneticilerin durumu farklı değil.Kimi siyasetçilerin söylediklerini kendi kulakları duymuyor.Bir gerginlik politikasıdır sürüp gidiyor.Sosyal devlet yapısı sallanıyor.Devletin toplumu yakından ilgilendir
en kurumları isteyerek , istenç ve irade ile bir plan içinde sağırlaştırılıyor." düşüncesine kapılıyor insan.
          Türkiye'de bir şeyler sağır soba gibidir.
          Adaletin sağır soba konumuna düşürülmesi acı vericidir.Geç kalmış adalet ne ısıtır ne de yakar.Sadece acı verir.

16 Ağustos 2013 Cuma

Osmanlı'yı yeniden keşfetmek-İlber ORTAYLI.

         İlber Ortaylı hocanın kitaplarını çok seviyorum.Sıkmıyor ve çok şeyler öğreniyorum.Ancak kötü tarafı da şu, kitabı okurken içimden İlber Hoca gibi konuştuğumu farkettim. Bu yüzden de kitapları biraz geç bitiriyorum :) Kitap'tan notlar;
       -Devşirme, çok kısa bir tarifle, devletin kapıkulu ocakları olan sipahilerle, yeniçerilerin yenilenmesini temin etmek için ortaya çıkmıştır, çünkü insan ve savaşçı yüzü yenilenmek zorundadır.Hristiyan çocuklardan devşirme alınmıştır.Niye, hristiyan çocuklardan diyoruz.Çünkü musevi toplumundan, Osmanlılık' ın Musevi Kompartımanından devşirme alındığı görülmemiştir.Bunun nedeni antisemitizm veya Yahudilik aleyhtarlığı değildir, Yahudilerin şehir toplumu olmasıdır. Bunun dışında hepimizin bildiği gibi fakat yanlış olarak tekrarlandığı üzere, Müslümanların da devşirmeye alınmadığı söylenir.Bu bir genel kuraldır, ama istisnası da yok değildir.Mesela İslam Ansiklopedisinin "devşirme" maddesinde  bu konuda istediğimiz malumatı bulabiliriz.Bazı müslüman köylerden de çocuk devşirilir.Çünkü bu köylerin ahalisi bunu istemişlerdir.
     -Doğu Roma diyoruz İstanbul' a, Bizans demiyoruz; çünkü Bizans bu imparatorluk yıkıldıktan sonra Avrupa'nın verdiği bir isimdir ve imparatorluk geleneğini küçültmek için konan bir isimdir.