Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Kanadı Kırık Kuşlar-Ayşe Kulin



Ayşe Kulin'le  bu yıl İzmir kitap fuarında tanışma ve sohbet etme şansı buldum. Çok değerli, kaliteli, saygıdeğer ve aynı zamanda çok güzel bir kadın. O'nu tanıdıktan sonra bu kitabı okumak bana da daha da ilginç geldi. Tarihi bir olayı bir aile üzerinden anlatıldığı bir konu.
1930'ların Almanyası... Nazilerin baskısından bunalan Yahudi asıllı tıp doktoru Gerhard Schlimann, çemberin yeterince daraldığını, kendisi ve ailesi için tek çarenin kaldığını hisseder: Kaçmak... 

Ancak işsizliğin, savaşın habercisi toplumsal karmaşaların ve her yere yayılan ayrımcılığın cenderesindeki bir dünyada insanca yaşanacak bir yer bulmak hiç de kolay değildir. Zira Gerhard Schlimann ve diğer Yahudilere sözümona gelişmiş ülkeler bir bir sırt çevirirken, bir tek Avrupa'nın kıyısındaki genç bir Müslüman ülke kucak açar: Türkiye Cumhuriyeti... 
Ayşe Kulin, Kanadı Kırık Kuşlar'da 1930'ların Almanya'sından 2000'lerin Türkiye'sine uzanan bir ailenin dört kuşaklık hikâyesini anlatıyor bizlere. Sıradışı, güçlü, coşkulu, inançlı kadınların hikâyesi bu aynı zamanda. Elsa, Suzan, Sude ve Esra kendi sancıları ve değişimlerini vatanlarının çalkantıları ile iç içe yaşıyorlar. Kanadı Kırık Kuşlar, vatanı sevgi olan herkesin kalbine değecek...

          
Hikaye,Nazi döneminde Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi bilim adamlarının Türkiye’ye gelmesiyle başlıyor ve onların torunlarının ‘Türkiye’den gitmek mi kalmak mı’ tartışmasıyla son buluyor.


Ayşe Kulin'in her romanında olduğu gibi bu romanı da gayet akıcı ve yalın bir dille yazılmış,okurken sizi sıkmıyor.1930'lu yıllardan başlayarak günümüze kadar Türkiye'de yaşanan onlarca olayı okurken haliyle tempo da hiç düşmüyor.

Ayşe Kulin bir röpartajında kitabı hakkında şöyle demiş:“Ben isterim ki, herkes, yerli yerinde kalsın ve beğenmediği durumlarla mücadele etsin. Romanı yazarken da bu hissi vermek istedim: ‘Kalın ve direnin!’ Okumak da, gitmek de, kalmak da, mücadele etmek de, ‘Bana artık müsaade’ demek de... Size kalmış... Size ne iyi gelecekse onu yapın. Çünkü bu işin doğrusu yok, her insan başka bir dünya... Ama unutmayın başka vatan yok!” 

Altı çizililer;

-Gerhard tuvalete gitmek için dışarı çıktı. Koridor boyunca yürürken, pencerelerden inşası henüz tamamlanmamış kente baktı ve batı kibirinin hiç bulaşmadığı, yeni doğmuş çocuk saflığında harika bir ülke keşfettiğini düşündü. (Ankara'nın kuruluş aşamasındaki durumunu tasvir ediyor)
Sonra Milli Eğitim Bakanı ayağa kalktı.
"Beyler" dedi, "beşyüz yıl önce, Türkler İstanbul'u fethettiklerinde, Bizanslı bilim adamlarının İstanbul' u terk etmesini önleyememişlerdi. İşte bu yüzden Rönesans, bu kişilerin sığındığı İtalya'ya nasip oldu. Biz bugün, burada, çok değerli profesörlerin Avrupa'dan İstanbul'a gelmelerine vesile olarak, bilimi İstanbul' a geri döndürüyor ve neticesinin ülkemize çok şey katacağına inanıyoruz. Siz Avrupalı bilim adamları, bize ilminizi, metotlarınızı getirin ve gençlerimize ilerlemenin, çağı yakalamanın yollarını gösterin."
-Kitap yakmak!

İnsanların günlerce, gecelerce uğraşıp damıtarak kağıda aktardıklari birikimlerini, beyin ve hayal güçlerini yakmak! Yangınların en hainidir!
-Yalan ne kadar büyük olursa, inananı o kadar çok olur.
-Kanadı kırık kuş her yerde diken üstünde yaşar.
-Ne tuhaf, bela gelip de kapısını çalana kadar, kendine bulaşmaz sanıyordu insan. Bu da bir insanlık zaafıydı kuşkusuz!
-"Şurası gerçek ki, Türklerin çağdaş bir ülke yaratmanın, bina inşa etmekle değil, ancak doğru eğitimle mümkün olabileceğini bilen bir liderleri var!"

           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder