Bu Blogda Ara

5 Aralık 2020 Cumartesi

Medarı Maişet Motoru - Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık'ın 1940'da yazdığı bir roman.
Medarı Maişet Motoru,Yolculukta, Berber Dükkânının Açılma Merasimi ve Birtakım İnsanlar olmak üzere dört bölümden oluşan roman yazıldığı dönemin hükümeti tarafından "tehlikeli" olarak görülmüş ve toplatılmıştır. Ancak daha sonra roman "Birtakım İnsanlar" adıyla tekrar basılacaktır.

Medarı Maişet Motoru'nda ("Medarı maişet" "geçim aracı" anlamına gelmektedir.) yazar merkezi Burgazada olan mekanda ve İkinci Dünya Savaşı yıllarının hakim olduğu zaman diliminde sıradan hayatların zorluk ve yoksullukla dolu dünyasını hikaye etmiştir.

Güzel alıntılarım var:

"Yalnız olgun berberlerde düşünmekle makas şıkırdaması arasında bir muvazene vardır. Kötü berber düşünürken ya makas elinde donakalır yahut da makas ahenksiz şıkırdar.Çok iyi berberse hem kafasına, hem eline hakim olandır. Düşüncenin süratiyle, haletiruhiyeyle makasın ahengi bozulmamalıdır. Diyebiliriz ki, aynı ahenkten anlayan bir başka berber bu makas şıkırtısıyla Mors alfabesiyle çıkarılan manalar çıkarılabilir."

" 'Para insanı ahlaksız ediyor. karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor' der bakkal Karamanlı. Bunu tecrübeyle öğrenmiştir. Bunda bir hakikat vardır ama bu hakikati herkes kendine göre tefsir eder."

"Bazen düşünür ki, insanlar anasından ne Yahudi, ne müslüman ne hristiyan doğarlar. Buna Dimitro hayret eder. "Nasıl olur?" der. Fakat münakaşa açıldığı zaman, nasıl olur demez, der ki:
-Beni anam, doğduğum zaman Balat'taki havraya bıraksaydı, ben şimdi mis gibi bir yahudi olurdum. Seni Mişon, anan doğduğun zaman Süleymaniye Camii'ne bıraksaydı, sen de şimdiye kadar müezzin olmuştun."

"Kıştan yaza her çocuk başka türlü çıkardı. Çoğu  şişmanlamış, rngi ağarmış, harikulade bir surette büyümüş olarak. Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler."

"İşte niyetim o vergili, kırağılı, tohumu çürüklü topraktan çok denizle uğraşmak. Ne tohumu var ne kırağısı. Ne harman için rüzgar beklemek. Ne döven için öküz kiralamak, ne de tohum için borç para almak. Ne de sınır, 'Benim malım' demek kaygısı... Deniz Allah'la devletindir. Devlete verirsin vereceğini, bugün dersin Kınalı açığı, yarın Hayırsız, ertesi gün Bozcaada. Daha ertesi gün de İmralı..."

"Sonraları Fahri kendi teşebbüsleriyle onu birçok defalar gördü. Kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. Onda bir şey sevgilileşiyor, bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. Bir gün  artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, mülk yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
Düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapanmış eğlenir.

Fahri o kızla olmadığı zaman işte dünya bütün çıplaklığı, acılığıyla beraberdir. Bu kızla beraber olunca ancak eski rüyalarına, hulyalarına dönebilir. Ancak o zaman, müzik sesleri kahvelerden, kadeh sesleri meyhanelerden, çizme sesleri sokaklardan, şarkı sesleri pencereleri açık evlerden, öpüşme sesleriyse evlerin kapılarından çıkar gelir."

"Yabancı bir yere ilk defa inip hiç lüzumsuz, manasız, bir his duymadan, toprağa -varsa bir battaniye atıp yıldız seyretmeden, memleket, sevgili, ıvır, zıvır düşünmeden uyumak...
      Belki böyle bir şey, iyi insanlara nasip oluyor. Belki biz zayıf, karışık, kötü insanlar, yabancı bir yerde ağlamaklı oluyoruz.
      İnsanların oturduğu, tarlanın yeşerdiği, çocukların oynadığı toprak, neden insanoğluna yabancı olsun? Yalnız anamızın babamızın, sevgilimizin, arkadaşlarımızın zincirlerine  bağlıyız da ondan bir türlü karışık hislerden kurtulamıyor, bir türlü rahat edemiyoruz.
      Bu zincirleri kırmalıyız. Doğduğumuz yerden beş kilometre uzak da bir, beş yüz, beş bin kilometre uzak da bir olmalıdır. Orada da bulursak battaniyemizi, bulmazsak Allah'ın kuru otlarını toplayıp uzanmalıyız."

"Fahri sabahleyin uyandığı zaman, duyduğu şeyin bir iştahsızlıktan başka bir şey olmadığı zehabındaydı. Gece yatakta, her zamanki gibi iyi şeyler düşünmüştü: Sabahleyin güzel bir deniz banyosu
yapacak. Onbir kırk beş vapuruna dara dar yetişecek. Yelkovanm kuşlarının bir deniz kırlangıcı haliyle sürü sürü geçtiklerini seyredecek.."

"Hikmet artık ayılmıştı. İçinde yalnız hafif bir korku, açlığa benzeyen bir eziklik vardı. Yarı kopmuş bir ekmekten kopardı, bir testiden su içti, tükürdü.
Babası yağlı bir direkten boyuna kayıyordu. Kendisinin Medarı maişet motoru batmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder