Bu Blogda Ara

Bilgi Yayınevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgi Yayınevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2024 Cumartesi

Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu/Ayışığında "Çalışkur" - Haldun Taner

 

Büyük öykücü Haldun Taner'in iki kitabının birleşiminden oluşan bu kitapta on üç öykü bulunuyor. Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Kantar Katibi Ali Rıza Efendi, Konçinalar, Ablam, Atatürk Galatasaray'da, Fraulein Houbold'un Kedisi, Eczanenin Akşam Müşterişleri, Fasarya, Memeli Hayvanlar, Ayışığında Çalışkur, Hikayenin Tepkileri, Sonuç ve Sonucun Tepkileri bu öyküler.

Hepsi güzel hikayeler. Ben en çok da Fasarya adlı öyküyü beğendim. Dipnotlarda eski kelimelerin anlamlarının verilmesi güzel olmuş. 

Kantar Katibi Ali Rıza Efendi adlı öyküdeki aşağıdaki alıntı ilginçti:

"Tahsildara döndü, 'Sen bilirsin bir iki, ben bilirim on iki...Efendi, ben Muğla kazalarında, mükellefin altın dişini çatır çatır söktüklerini gördüm. Bu mu maliyecilik? Bu mu idare-i hükümet?"

"Süheyl'le Serap sanki Şişhane'de değillerdi. Sanki yağmur yağmıyordu. Sanki iç adım ötelerinde kümelenmiş insanlar yoktu."

"Mutfakta kahve pişiren karımın mırıldanan sesi. Ve içimde ve havada ve eşyada, alabildiğine bir yaşama hevesi."

"Halbuki ben, kalemini çirkefe değil, insan sevgisine batırıp yazanların yazdıkları yazıları severim."

27 Kasım 2022 Pazar

Rahmet Yolları Kesti - Kemal Tahir

Kemal Tahir'in Kurtuluş Savaşına dair tarihi karakterleri barındıran romanlarından sonra bence kendi tarzı olmayan ama bak ben de başkası gibi köy edebiyatını yazabiliyorum dediği bir roman. Hakkını da vermiş bence. Anadolu edebiyatı, köy edebiyatı türünde Yaşar Kemal'in İnce Memed'i tarzında bir kitap. Ben sevdim, zevkle okudum.
Kemal Tahir bu eserinde uzun yıllar Türk edebiyatını meşgul eden eşkıyalık olgusuna başka bir açıdan bakar. Ağalık sisteminin eşkıyalıkla yoğun ilişkisini ve bunun giderek bir zorbalığa dönüştüğünü, halk arasında eşkıyalığa duyulan hayranlığın aslında çaresizlikten kaynaklandığını söyler. Kendi düzenini kurmuş eşkıya eskisi iki ağanın genç yaşta bir kızı kaçırmak için tezgahladığı oyunlar ve uzun, yağmurlu bir kış gecesinde meydana gelen olaylar hem eşkıya-ağanın hem halkın hem de zulme uğrayanların gözünden olanca canlılığıyla anlatılmış.

"Eşkiya devri hükümetin hasta olduğu sıradır. Aslında hükümet kısmı bir vakit ölmez, arada bir hastalanır. insan gibi canım! Hükümeti sıtma tuttuğu zaman eşkiya başkaldırır."

"- Emmi?
- Buyur.
- Şimdi neden eşkiyalık yok?
- Kim demiş? Şimdinin eşkiyaları şehir yerine, kasabaya inmiş. Kimi dükkan açmış, olmuş bir Çerçi Süleyman Ağa, kimi önüne bir makine uydurmuş olmuş bir arzuhalci Cemal Efendi, kimisi de zaptiye-memur ..."

"Bu zaman silah zamanı değil. Bugünün silahı iki satır yazı... ister muska olsun, ister dilekçe... Zaten dilekçe ne demek bakalım? "Cumhuriyet muskası" demek..."

"Maraz Ali, kendi anasında çok gördüğü için, durup dururken ağlayan karılara evvel eski öfkeleniyordu. Kadriye bacıya da fena kızmıştı. Anası da, besbelli bütün ömrü fakirlikle geçtiğinden, böyle sıralı sırasız ağlar. .. Kimi bulsa derdini yanar."

"Bu dünyada 'ar' diye bir şey vardır. Yiğitte bulunur. Hem de 'her' yiğitte değil, 'er' yiğitte..."

"...silah işi talim işi... Bir de yürek işi. Kırk yıl taşıyacaksın bir dakika kullanacaksın. Sırasında can kurtarır, nam aldırır. Sırasında, canını da namla beraber alır götürür."

5 Aralık 2020 Cumartesi

Medarı Maişet Motoru - Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık'ın 1940'da yazdığı bir roman.
Medarı Maişet Motoru,Yolculukta, Berber Dükkânının Açılma Merasimi ve Birtakım İnsanlar olmak üzere dört bölümden oluşan roman yazıldığı dönemin hükümeti tarafından "tehlikeli" olarak görülmüş ve toplatılmıştır. Ancak daha sonra roman "Birtakım İnsanlar" adıyla tekrar basılacaktır.

Medarı Maişet Motoru'nda ("Medarı maişet" "geçim aracı" anlamına gelmektedir.) yazar merkezi Burgazada olan mekanda ve İkinci Dünya Savaşı yıllarının hakim olduğu zaman diliminde sıradan hayatların zorluk ve yoksullukla dolu dünyasını hikaye etmiştir.

Güzel alıntılarım var:

"Yalnız olgun berberlerde düşünmekle makas şıkırdaması arasında bir muvazene vardır. Kötü berber düşünürken ya makas elinde donakalır yahut da makas ahenksiz şıkırdar.Çok iyi berberse hem kafasına, hem eline hakim olandır. Düşüncenin süratiyle, haletiruhiyeyle makasın ahengi bozulmamalıdır. Diyebiliriz ki, aynı ahenkten anlayan bir başka berber bu makas şıkırtısıyla Mors alfabesiyle çıkarılan manalar çıkarılabilir."

" 'Para insanı ahlaksız ediyor. karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor' der bakkal Karamanlı. Bunu tecrübeyle öğrenmiştir. Bunda bir hakikat vardır ama bu hakikati herkes kendine göre tefsir eder."

"Bazen düşünür ki, insanlar anasından ne Yahudi, ne müslüman ne hristiyan doğarlar. Buna Dimitro hayret eder. "Nasıl olur?" der. Fakat münakaşa açıldığı zaman, nasıl olur demez, der ki:
-Beni anam, doğduğum zaman Balat'taki havraya bıraksaydı, ben şimdi mis gibi bir yahudi olurdum. Seni Mişon, anan doğduğun zaman Süleymaniye Camii'ne bıraksaydı, sen de şimdiye kadar müezzin olmuştun."

"Kıştan yaza her çocuk başka türlü çıkardı. Çoğu  şişmanlamış, rngi ağarmış, harikulade bir surette büyümüş olarak. Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler."

"İşte niyetim o vergili, kırağılı, tohumu çürüklü topraktan çok denizle uğraşmak. Ne tohumu var ne kırağısı. Ne harman için rüzgar beklemek. Ne döven için öküz kiralamak, ne de tohum için borç para almak. Ne de sınır, 'Benim malım' demek kaygısı... Deniz Allah'la devletindir. Devlete verirsin vereceğini, bugün dersin Kınalı açığı, yarın Hayırsız, ertesi gün Bozcaada. Daha ertesi gün de İmralı..."

"Sonraları Fahri kendi teşebbüsleriyle onu birçok defalar gördü. Kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. Onda bir şey sevgilileşiyor, bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. Bir gün  artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, mülk yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
Düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapanmış eğlenir.

Fahri o kızla olmadığı zaman işte dünya bütün çıplaklığı, acılığıyla beraberdir. Bu kızla beraber olunca ancak eski rüyalarına, hulyalarına dönebilir. Ancak o zaman, müzik sesleri kahvelerden, kadeh sesleri meyhanelerden, çizme sesleri sokaklardan, şarkı sesleri pencereleri açık evlerden, öpüşme sesleriyse evlerin kapılarından çıkar gelir."

"Yabancı bir yere ilk defa inip hiç lüzumsuz, manasız, bir his duymadan, toprağa -varsa bir battaniye atıp yıldız seyretmeden, memleket, sevgili, ıvır, zıvır düşünmeden uyumak...
      Belki böyle bir şey, iyi insanlara nasip oluyor. Belki biz zayıf, karışık, kötü insanlar, yabancı bir yerde ağlamaklı oluyoruz.
      İnsanların oturduğu, tarlanın yeşerdiği, çocukların oynadığı toprak, neden insanoğluna yabancı olsun? Yalnız anamızın babamızın, sevgilimizin, arkadaşlarımızın zincirlerine  bağlıyız da ondan bir türlü karışık hislerden kurtulamıyor, bir türlü rahat edemiyoruz.
      Bu zincirleri kırmalıyız. Doğduğumuz yerden beş kilometre uzak da bir, beş yüz, beş bin kilometre uzak da bir olmalıdır. Orada da bulursak battaniyemizi, bulmazsak Allah'ın kuru otlarını toplayıp uzanmalıyız."

"Fahri sabahleyin uyandığı zaman, duyduğu şeyin bir iştahsızlıktan başka bir şey olmadığı zehabındaydı. Gece yatakta, her zamanki gibi iyi şeyler düşünmüştü: Sabahleyin güzel bir deniz banyosu
yapacak. Onbir kırk beş vapuruna dara dar yetişecek. Yelkovanm kuşlarının bir deniz kırlangıcı haliyle sürü sürü geçtiklerini seyredecek.."

"Hikmet artık ayılmıştı. İçinde yalnız hafif bir korku, açlığa benzeyen bir eziklik vardı. Yarı kopmuş bir ekmekten kopardı, bir testiden su içti, tükürdü.
Babası yağlı bir direkten boyuna kayıyordu. Kendisinin Medarı maişet motoru batmıştı.