Bu Blogda Ara

24 Haziran 2023 Cumartesi

Gözbağı - Erol TOY

Gözbağı, ülkemiz işçi edebiyatının öncü ve başarılı örneklerinden önde gelenidir. Erol Toy’un kaleme aldığı roman, işçi sınıfının politik sahnede kendini hissettirdiği bir dönemde(1976) emeğimizle var ettiğimiz dünyayı görmemizi engelleyen gözbağımızı nasıl söküp atacağımızı anlatıyor.

Gözbağı, işçileri mücadeleden alıkoyan korkuların nasıl aşılacağını, işçi sınıfının mücadele tarihinden örneklerle anlatıyor. 

Romanın baş karakterlerinden Hüseyin, henüz 18 yaşında işçiliğe başlamış, genç bir işçidir. Onun işçiliğe başladığı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında işçilerin sendika, sigorta, iş yasası ve emeklilik gibi hakları yoktur. Fakat yasaklara rağmen tütün, tersane ve dokuma fabrikalarında çalışan işçiler, insanca yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri haklar talep etmektedirler. Ücretlerinin düşürülmesine karşı çıkan İstanbul tramvay işçileri de yasak olmasına rağmen iş bırakıp, greve çıkarlar. Hüseyin’in roman boyunca okuyacağımız işçilik hayatı bu grevle başlar.

Erol TOY adını geç duyduğum bir yazar. İlk okuduğum kitabı Göz bağı oldu. Bu kitapla göz bağımızı çözdük artık sıra diğer kitaplarında. Güzel kitap ama konu biraz fazla uzatılmış sanki. Yine de bulun okuyun derim. 

"Ama, biz işçiyiz oğul... Kafamız kalındır az biraz. Ne kolay girer bir şey kafamıza, ne de bir yol girdi mi, bir daha çıkar... O yüzden gün gelip gözbağımız açıldı mı bir kez, her bir şeyin anhasını minhasını çözüveriririz. Çünkü görürüz sömürünün an damarını. Bizim yüreğimizden kan çaldığı için. Ve söküp atarız vantuzunu yüreğimizin ortasından."

"-Senin avunmaya ihtiyacın yok,- diye söze girdi Halil Bey. -Yaptığın işi, yapmak zorunda olduğundan burdasın. Ve burda olman, senin suçun değil, asıl suçlu olanlar bizi buraya getirenlerdir. Ve böylelikle kendi suçlarını örteceklerini sanıyorlar. Oysa kendi gözlerini köreltip, kendi vicdanlarını susturmadıkça, üstlerinden atamazlar suçlarını. Bu bile yetersizdir. Biz kimin suçlu kimin  haklı olduğunu biliyoruz. Ve önemli olan da bizim bilmemizdir. Öyle değil mi baba?"

"Ne sıvışmaktır bizim işimiz ne de yanlışlarımızdan ürkmek. Doğruyu bulmanın yolu, yanlışın nerede olduğunu bilmek, bilmiyorsak bulup çıkartmaktan geçer."

"-Attığımız her tohumun, ilerde ulu çınarlar olduğunu söylüyorsun apaçık. Umutlandırıyorsun beni baba.- dedi Halil Bey sevecenlikle.

"-Eh işte bizimki de bir umut. Bir de bu topluma karşı borcumuzu ödemenin sevinci Halil Bey. Yoksa toprak olmayınca, tohum neylesin."

"Ne buyuruyor Gazi Paşamız! İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz...Neden? Hepimiz yoksuluz da ondan...Öyleyse biz, yoksullukta, imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz. Zenginlikte değil!"

"Pederşahi şartlar içinde eşit sayılırız. Herkesin topluma gücü kadar verip, kendine yetecek kadar alması, geleneğimiz bizim. Adına da imece diyoruz...Karşılıksız yardım gibi kullanır kimi. Hiç bile değil. Bir zarurettir. Onlar anlatıyor. Biz düşünüyoruz. Ev yapmaktan, ekin biçmeye, kilim dokumaktan ekmek pişirmeye o ortak düzenin daha gelişmesini anlatıyorlar. İşte cennet burası... Herkesin verebildiğince, herkese yeterince diyoruz. Tek özlemimiz, toprak belki."

"Hazreti Muhammed, toprak onu işleyenin, su onu kullananın, demiş. Devrimci yoldaşlarımız da bunları söylüyorlar. Hatta ilerde devrimle birlikte Lenin de bunu haykırdı ilk olarak." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder