Bu Blogda Ara

Adam Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adam Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2021 Çarşamba

Akan Zaman Duran Zaman - Melih Cevdet Anday

 
"Şiirin bunca büyük bir işlevi de zamanın geçmesinden duyduğumuz korkuyu yatıştırmasıdır, daha kısası bu akışı durdurmasıdır. Böylece şiiri yazanla okuyan, bir tanıklıkta birleşirler, gösteren ile gösterilenin birliğinde ve ölüme karşı gelmekte. ..Düşünüyorum da, ölenlerin zamanı gerçekten durmuştur, onların hiçbir değişikliğe gereksemesi yoktur. Bizse akan zaman içinde onlarla karşılaşıyoruz ikide bir. Tuhaf bir şey bu, onlar biraz bizimle akıyor, biz biraz onlarla duralıyoruz. Ölüm bir söylencedir. Bu söylenceden birkaç söz bulalım." diyor kitabının arka kapağında Anday.

Edebiyat dünyasından ve biraz da siyasetten anılar içeren bu Melih Cevdet Anday kitabını zevkle okudum. Güzel notlar ve anekdotlar içeriyor bolca. Yalnız dikkatimi çeken şey şu oldu anlatımlarda, gereğinden fazla noktalama işareti kullanılması. Özellikle de virgül. Günümüzde bu kadar noktalama işareti kullanılmıyor. Sanırım 70' li yıllara özgü bazı yazım özellikleri bunlar.

Alıntılarım çok ama yalnızca bazıları aşağıda, gerisi kitapta:

"Rahmetli aktör Ulvi Uraz, Hasanoğlan' daki açık hava tiyatrosunda, çocuklara Gogol'ün Müfettiş komedyasını oynatmıştı. Hiç tiyatro görmemiş olan o çocuklar ne güzel oynamışlardı Müfettiş'i hiç unutmam! İsmet İnönü de seyre gelmişti oyunu."

"...Nurullah Ataç kaygısız duruyordu bu işe. Onun sorunu aydın-yarı aydın sorunu idi çünkü, bu çözülmedikçe eğitime tabandan başlamanın , yanlış olduğunu değilse de, yeterli olmadığını düşünüyordu. Halkı, köylüyü uyandırmak isteyenler, bakalım, bu yeteneğe ermiş kişiler miydi? Daha açığı, onlar kendileri gerçekten uyanmış mıydılar? Ne demektir aydın olmak? Kendilerinde ışık var mıydı ki, ışıksız olanlara salsınlar onu? Sonra onlar, köye, köylüye acıma duygusu ile mi gidiyorlardı? Buna kendini beğenmek, halka üstünlük taslamak denmez de ne denirdi? Dahası da vardı; yarı aydın yetiştirmekle hiç bir sorun çözülemezdi; üniversitelerimiz üniversite olamamıştı ki, toplumun eğitimi gerçekleştirilebilsin! İşte bunlardı onun kendine ve başkalarına sorduğu sorular."

"...Köylü hep köylü kalsın, biz de onu 'Efendimiz' diye sevelim... Ahmet Hamdi Tanpınar, bir yazısında 'Bizim büyük yükümüz köylülüktür' diye yazarken bu sorunu ortaya atıyordu: Köylülükten kurtulmamız gerekir, Sabahattin Eyüboğlu, böyle düşündüğünü bildiği için Tanpınar'a kızardı, ama pek belli etmezdi kızdığını. Konumuzun bence en ilginç yanlarından biri de, sanayileşme akımı içinde büyük kentlere göçen köylülerin 'Efendi' gibi karşılanmamalarıdır. Köylü köyde başka, kentte başkadır sanki. Köy kahvesinde tanıyıp güleryüzle hoşbeş ettiğimiz kişi, apartman kapıcısı olarak kentte karşımıza geldiğinde tanımayız onu. Bu tersliği Anadolu'daki gezilerimiz sırasında, kendimde de, arkadaşlarımda da denemişimdir."

"Okuma salonunu, kendi derslerine çalışan öğrenciler doldururdu. Bunların arasından roman okumak isteyenler de çıkardı. Bir gün müdür Hamdi Beyin yanında otururken bir öğrenci  geldi, istediği kitabın fişini Hamdi Beye uzattı. Meğer açık saçık bir kitapmış bu. Hamdi bey öyle kızdı ki, seni anana babana, okuluna  haber veririm, git dersine çalış' diyerek kovdu çocuğu. Ben dayanamadım 'Aman Hamdi bey' dedim. 'Bu kitap madem kitaplığınızda var, isteyen okuyabilir. Neden payladınız çocuğu?! Hamdi bey işaret parmağını dudaklarına götürerek 'susss!' işareti yaptı, sonra çekmecesini yarım açarak gösterdi o kitabı 'Ben okuyorum' dedi."

"Şiir, bilinen sözcüklerle bilinmedik sözler kurmaktır. demiştim bir yazımda. Bunu, bilinen sözlerle bilinmedik imgeler yaratmaktır biçiminde de yürütebiliriz."

"Yaşamımdan Şiir ve Hakikat adlı yapıtında Goethe, gençlik dostu Behrish'ten 'tecrübe'nin ne olduğunu açıklamasını istediğini anlatır. İlginç bir kişiliği olan Behrish şöyle demiş: 'Gerçek tecrübe, bir tecrübeden tecrübe görerek tecrübeli olunduğunu tecrübeyle öğrenmektir.' Böyle ise yaşam laboratuvarındaki deneylerin sonu gelmeyecek demektir. Yaşlıların 'Bu yaşıma geldim, böyle şey görmedim' sözüyle anlatmak istedikleri de budur belki."

9 Ocak 2021 Cumartesi

Aykırılıklar - Memet Fuat

Usta yazar Memet Fuat'ın genç yazarlara bir rehber olabilecek nitelikteki bir kitabı "Aykırılıklar" Dil ve edebiyat üzerine çok güzel metinler var. Kitap, Memet Fuat'ın 1998-1999 yılları arasında yayınlanmış denemelerinden oluşuyor. 
Kitabın sonunda da kendisi ile yapılan söyleşiden bölümler paylaşılmış. Büyük yazarlarımızdan (Rıfat Ilgazi Nurullah Ataç, Nazım Hikmet gibi) dil ve edebiyat ile ilgili örneklerle zevkli anlatımların da  bulunduğu güzel bir kitap olmuş.
Benim de nacizane eleştirim yazarın bence çok ve gereksiz virgül kullanması oldu.

Uzun uzun alıntılarım var.

"Çamaşıcının kızı okumak için kitap isteyince, hoşuna gider diye düşünerek, eline Orhan Kemal'in 'Çamaşırcının Kızı' adlı öykü kitabını vermişler. Ertesi sabah kız kitabı geri getirdiğinde beğenmediği yüzünden belliymiş.
'Ne o? Hemen geri getirdin. Beğenmedin mi yoksa?
Kız gözlerini öne eğip,
'Ben bunları biliyorum' demiş...
Yazmanın olduğu gibi okumanın da amacı var... Demek ki çamaşırcının kızı merak ettiği başka yaşam biçimlerini öğrenmek için okuyordu. Kitaplarla çevresini, kırmak, dünyaya açılmak istiyordu. Bir şeyleri merak ediyordu."

"Sanatın bütün bu aşamalarını öldürücü bir hastalık sardı son yıllarda...Aykırılık hastalığı...
Günümüz sanat yapıtlarında, seçme, kurma, anlatma, hepsi aykırılıklarla besleniyor...Seçtiğim ya da kurguladığım şeyleri ilginç kılmak için ne gibi aykırılıklarla donatabilirim? Anlatımımı ilginç kılmak için ne gibi aykırılıklar yapabilirim.?"

"...O gün Rıfat Bey'le tartışırken şunu gördüm. Türkçeye 've' nin gerekli olmadığını 've' kullanmadan da her şeyin anlatılabileceğini söylüyor, ama 've' yi atmaktan söz etmiyordu. Nazım'ın 've' lerle örülmüş şiirlerini, tıpkı bizler gibi, coşkuyla dinliyordu.
Onun savunduğu şuydu.
Aydın olmayanlar, düzyazının, kitap dilinin etkisinde kalmayanlar, konuşurken 've' kullanmaya gerek duymazlar. Demek ki insanlarımız bu bağlacı kullanmadan her sitediklerini söyleyebiliyorlar.
Bir yazar adayı biçemini geliştirirken yazı dilinin kalıplarına yenik düşmek istemiyorsa, konuşma dilinin renkliliğine, tadına ulaşmaktan bir şey umuyorsa 've ' kullanmadan yazmaya özenmelidir. Bu ona biçem açısından çok şey kazandırabilir.
Ama Nazım şiirlerini 've' lerle örüyormuş...Sen de Nazım ol, istediğini yap.
..Bir süre sonra, Ataç' ı daha yakından izledikten, onunla birtakım tartışmalara girdikten sonra 've' lerimi denetime almanın da ötesine geçerek 've' siz yazmaya başladım. Çevirilerde de denedim bunu. Biçemimin yumuşadığını, kıvraklaştığını, arındığını açık açık izledim."

"Antoloji karşılığı bir ara dilimizde 'güldeste'kullanılırdı. Şİmdi 'seçki' deniyor. Seçkinin daha geniş anlamı var gibi...Gelin, daha kolay anlaşmak için, değişik yazarların yapıtlşarından yapılan seçmelere 'toplu seçkiler', bir yazarın yapıtlarından yapılan seçmelere 'bireysel seçkiler' diyelim."

"Dedikoduya göre, bazı yazarlarımızı sinema sanatçılarının anılarını yazmalarına para karşılığı yardım ediyorlarmış.
Oysa sinema alanında ünlenmiş herkesin doğru dürüst eğitim görmediği bir gerçek. Kim yazar,i ne yazar bilen biliyor, ama bakıyorsunuz, iki sözcüğü yan yana getiremeyecek bir oyuncu, taş gibi bir kitap yazıp kusursuz tümcelerle anılarını anlatmış"


7 Ekim 2020 Çarşamba

Elif'in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı - Sevan Nişanyan

Sevan Nişanyan sevdiğim yazarlardan Türk olmamasına rağmen Türkçe kelimelerle güzel oynuyor ve Türkçe kelimelerin kökenine ve birbirleri ile olan ilgisine ya da ilgisizliğine çok güzel değiniyor. Etimolojiye meraklı olanların çok ilgisini çekecek bir kitap. Kelimelerin kökenleri üzerine çok ilginç bilgiler içeriyor. Kesinlikle sıkıcı değil. Kitapta birbiriyle alakasız gibi görünen iki kelimenin aynı kökten türeyişi anlatılıyor. 

Çok alıntı var:

"Alfabeyi bundan 3000 küsür yıl önce Fenikeliler icat etmiş. Öküz anlamına gelen alep a olmuş, ev anlamına gelen bet b, cirit sopası anlamına gelen gmel g, kapı anlamına gelen dalıt d olmuş."

"Eski Yunancada kadın anlamına gelen sözcük gyne veya gynaike. Örneğin "kadın hastalıkları uzmanlığı" anlamına gelen gynecologie sözcüğünün Fransızca telaffuzu jinekoloji."

"Sivri külahlı kahverengi cübbe giyen Fransisken rahiplerine verilen capuccino lakabı İtalyanca capuccio'dan türemiş. Espresso kahvenin üzerine sivri külah şeklinde krema oturtarak yapılan kapuçino sanırım İtalya'da 1945'ten sonra üretilmiş saygısızca bir benzetme."

"Diş-temizler anlamında cure-dent (kürdan) ile rahim içinin kazınarak temizlenmesi anlamında curetage (kürtaj) "cure" fiilinin türevleri."

"Chauffeur ya da "ısıtıcı" eskiden buharlı trenlerde ocağa kömür atan ateşçinin adı iken, benzin motorlu otomobilin icadından sonra bu cehennem aletini kullanan kişilerin lakabı olmuş. Türkçesi şöfer değil şoför.

"Çeyrek... Rahmetli anneannemin "çaryek" diye söylediği bu kelime Farsça çar ve yak sözcüklerinden oluşuyor. Düpedüz "dört bir" veya dörtte bir demek."

"Eskiler seks deyince birleşmeyi değil daha çok ayrışmayı anlarmış. Latince sexus'tan kastedilen şey de pek sex on the beach değil, insanların kadın ve erkek olarak iki cinse ayrılması."

"Eski İbrani peygamberler kıyametten bir süre önce gelip günahkarı günahsızdan ayıracak olan büyük peygamberi "yağla ovulmuş" anlamında İbranice "masiyah" adıyla anmışlar."

"Farsça çâr: dört. (4) Mesela çeyrek. Çâr ve yek sözcüklerinden oluşuyor. "Dörtte bir" demek. Çarşamba (çârşanba), dördüncü gün anlamına geliyor. Çerçeve (çârçûbe), dört çubuk demek. Çarşı (çârsû) ise dört kenar. Ticari amaçla kullanılan büyük dikdörtgen açık alana çârsû deniyor."

"Türk dili nedense bu cins kelimeleri hep dışarıdan ithal etmiş. Haydut Macarca, çete Sıpça, şaki/eşkiya Arapça, terorist Fransızca, mafya İtalyanca, gangster Amerikanca, desperado İspanyolcadan alınma Amerikanca. Yerlisi hiç yok muymuş diye insan merak ediyor."

"17. yüzyılda "altın ve gümüşün saflığını sınamak" anlamında İngilizce "to test" fiiline rastlıyoruz. Bir süre sonra değerli metaller dışındaki şeyler de test edilir olmuş... "Test tipi sınav" deyimi aslında sınav tipi sınav anlamına geliyor."

"Bir kere sevdanın sevmekle, sevgiyle alakası yok. Arapça "sawda" kara safranın bir adı. Fransızcası melankoli: Ibni Sina ekolünden hekimlerin insanı kara kara düşüncelere sevk ettiğini söyledikleri bir vücut salgısı."