Pequod adlı bir balina gemisinin son yolculuğunu, balinaların nasıl avlandıklarını, geminin sonunda nasıl battığını anlatan Moby Dick, ilk bakışta denizlerde geçen bir serüven romanı sayılabilir. Ne var ki insan Moby Dick'i okudukça, okuduklarını düşündükçe, kitabın derinliğini, gerçek anlamını sezmeye başlar. Bu derinliği, bu gerçek anlamı sezmeyenler ise, balina avıyla ilgili, heyecanlı bir öykü olarak, gene de Moby Dick'in pekâlâ keyfini çıkarabilirler."
Mîna Urgan böyle tanımlıyor Beyaz Balina'nın romanını.
"Zaman zaman çıkardığı o garip seslere burnundan konuşma dersiniz, balinayı horlamış olursunuz. Hem balinanın söyleyecek nesi olabilir? Ben, derinliği olan hiçbir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyecek söz kekelemek zorunda kalır, olsa olsa. Ne mutlu ona ki, dünya duyuverir sesini."
Melville'nin sesini geç de olsa duymuştur dünya: Düzyazı biçiminde yazdığı bu şiirde, ironi, mitoloji ve gerçekçiliğin iç içe geçtiği bu romanında, denizi, gemicileri, balinaları ve tabii bu arada tutkuların tutsağı olan insan ruhunu anlatıyor.
"Beyaz balina, onların taptıkları cehennem tanrısı. Şu gürültüye bak, bir cehennem cümbüşü! Geminin ön tarafında düğün dernek, arka tarafta ölüm sessizliği. Yaşama benziyor bu gemi. Geminin başı pırıl, pırıl sulara dalıyor, keyifli keyifli oynayıp zıplıyor. Arkada kara yürekli Ahab, dümen sularının bir kurt gibi uluyan ölü dalgaları üstünde, kamarasına kapanmış, kara kara düşünüyor... İçimdeki insanca duygularla savaşacağım seninle, ey karanlık, korkulu gelecek! Ey koruyucu melekler, yanımdan ayrılmayın, tutun beni, bırakmayın beni!"
Nacizane alıntılarım ise şöyle:
"Çünkü her anlaşılmaz şey karşısında yapılacak en akıllıca, en kolay iş gülmektir. Başa gelen ne olursa olsun, insanın şununla avunabilir her zaman: Yazılı olan değişmez."
"Tanrı yardımcın olsun, ihtiyar! Düşüncelerin bir başka adam yaratmış senin içinde. Kendini bir Prometheus'a çevirmişsin azgın kafanla! Bir akbaba gibi her gün gelip yiyecek yüreğini senin, kendi yarattığın bir akbaba!"
"Yaşam dediğimiz bu acayip, bu karmakarışık işte, öyle garip anlar olur ki, insan şu koca evreni büyük bir şaka olarak görür. Bu şakayı pek anlamasa bile, kendisiyle alay edildiği kuşkusuna düşer. Gene de yürekli kalır, tartışmayı doğru bulmaz. Tüm bu olan bitenleri, tüm inançları, tüm din ve mezhepleri, görülür ya da görünmez her şeyi, ne denli kaskatı, ne denli yamru yumru da olsa yutar; sindirme gücü çok gelişmiş devekuşunun, mermileri ve çakmak taşlarını yuttuğu gibi küçük zorlukları ve üzüntüleri, beklenmedik felaket korkularını, elini kolunu ya da canını yitirme tehlikelerini, tüm bunları ve ölümü bile, gözle görülmeyen ve sağı solu belli olmayan o koca şakacının, gülerek attığı birer şamar, keyifli birer sille sayar. Söylediğim bu garip duygu, yalnızca en zor durumlarda gelir insana. Bu duygu kuşku duymadığımız öyle bir anımızda yakalar ki bizi, biraz önce pek önemli saydığımız bir şey, büyük şakanın ancak bir parçası gibi görünür bize o anda. Bu rahat, bu kaygısız serdengeçtiliği yaratmak için de, balina avcılığının belaları birebirdir. Peguod'un seferine ve bu seferin amacı olan büyük Beyaz Balina'ya bu felsefeyle bakmaya başlamıştım artık."
"Yürekler acısı, insanı deli edecek kadar korkunç bir sahneydi bu. Balina şimdi başını kaldırmış, can çekişir gibi sular püskürterek kaçıyordu; zavallının tek kanadı, korkular içinde, gövdesini dövüyordu. şaşkınlık içinde böyle kaçarken, bir o yana bir bu yana yalpalıyor, yardığı her dalgada sulara batıyor; ya da çırpınan tek kanadını yanlamasına havaya doğru çırpıyordu. Kanadı kırık bir kuş görmüştüm; onu anımsattı bana. O kuşcağız, korka korka havada kırık daireler çizip, korsanlar gibi peşine düşen şahinlerden kurtulmak için uğraşıyordu boşuna. Ama o kuşun sesi vardı;korkusunu, acı çığlıklarıyla anlatabilirdi. Oysa, bu koskocaman yabanıl deniz yaratığının korkusu, zincirlenmiş ve büyülenmişçesine sessizdi. Püskürtme borusundan çıkan boğuk solumalardan başka sesi yoktu bu deniz canavarının. İnsanda, anlatılmaz bir acıma duygusu uyandıran da buydu işte. Bununla beraber, bu koca gövdede -hele kalelerin demir kapılarını andıran çenesinde ve kuyruğunda- ona acıyan en sağlam yürekli insanı bile ürkütecek bir heybet vardı hala."
"Yıkıldıktan sonra en soylu meşelerin budandıklarında acayip ve biçimsiz yosunlar yığın yığın nasıl birikirse, vaktiyle balinanın gözlerinin bulunduğu yerde de, yürekler acısı, kör ve patlak iki ur kabarıyordu. Ama gene de bu balinaya acıyamazdık. Yaşlılığına, sakat kanadına, kör gözlerine karşın, öldürmek zorundaydık onu. İnsanoğlunun sevinçli düğünlerine, bayramlarına ışık salması için; kimse kimsenin kılına dokunmamalı diye vaazlar verilen görkemli kiliselerin aydınlanması için, öldürmek zorundaydık onu."
"Ve üç yüz yıl önce, 'Harris'in Gezileri' adlı kitaptaki bir İngiliz gezgini, Türklerin Yunus peygamberin onuruna bir cami yaptırdıklarını ve bu caminin içinde yağsız yanan mucizeli bir kandil bulunduğunu anlatır."
"Sancılar içinde dünyaya gelen insanoğluna, acı içinde yaşamak, kıvrana kıvrana ölmek yaraşır."
"Öyleyse, selam sana ey deniz! Yabansı kuş yalnız senin sonsuz çalkantıların üstünde dinlenebilir. Ben karada doğmuşum, ama denizin memesinden süt emmişim. Vadilerin ve tepelerin çocuğuyum ama, siz ey dalgalar, benim süt kardeşlerimsiniz!"
"İnsan gözünün rahatça bakabileceği yer, bu dünyanın ufkuyla bir düzeydedir; ufuktan yana çevrilidir insanın gözü. Tanrı göklere bakmamızı isteseydi, başımızın tepesine kordu gözlerimizi."
"Ey benim boyun eğmeyen üç direğim, kırılmayan omurgam! Yalnız Tanrı gücüyle delinmiş teknem! Ey sağlam güvertem, yiğitçe dizginli dümenim, kutba dikili pruvam, şanı şerefiyle ölen gemim! Bensiz mi öleceksin sen? Gemileriyle batan sıradan kaptanlar kadar bile olamadım' Bu onur bile esirgendi benden. Issız bir yaşamın sonunda ıssız bir ölüm! Şimdi anlıyorum ki, benim tüm büyüklüğüm acımın büyüklüğünde. Hey, hey! Uzak, en uzak ufuklardan kalkın gelin, geçmiş ömrümün yiğit dalgaları! Gelin de, kabartın ölüm dalgamı! Sana doğru geliyorum balina! Her şeyi ele geçiremeyen balina! Sonuna dek cenkleşiyorum seninle. Cehennemin dibinden saldırıyorum sana! Son soluğumu olanca hıncımla tükürüyorum suratına! Batsın tüm tabutlar, tüm cenaze arabaları bir tek bataklıkta! Madem benim ne tabutum olacak, ne de cenaze arabam, ben seni kovalarken, sen de paramparça et beni, cehennem balinası! Bağlayıp kendine, sürükle beni istersen! Al san! Ye şu zıpkınımı!"