Bu Blogda Ara

YKY Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YKY Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2024 Pazar

Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini - Louis de Bernieres

Kitap, 2. dünya savaşında İtalyan ordusunun Kafelonya adasına yerleştirilmesinden sonra, Yüzbaşı Corelli'nin bir doktorun kızı olan Palegia ile olan aşkını anlatır. Savaş süresince çekilen zulüm ve sefalet yüzünden herkes bitap düşmüştür. Böyle bir ortamda insanlar duyguları ve mantıkları arasında seçim yapmak zorundadır.

Kitabı çok beğendim. Akıcı bir anlatımı ar. Bitirdikten sonra filmini de seyrettim. Aynı tadı alamadım.

"Eskiden barbarlar vardı. Şimdi kendimizden başka suçlayacak kimse yok."

"...Hipokrat şöyle demişti: "Aşırı dertlere aşırı devalar uygulamak uygundur."..."

"...Aşktan esinlenen en korkak adam kahraman kesilir, yiğitlerden yiğit olur böyle zamanda. Homeros'un dediği gibi nasıl Tanrı kahramanların ruhuna cesaret üflerse, Aşk da âşıkları öyle yüreklendirir. Sevgili uğruna ölmeyi göze aldıran Aşktır, yalnız Aşk!..."

"Savaş, harika bir şeydir. Filmlerde ve kitaplarda."


4 Eylül 2023 Pazartesi

Don Quijote - Cervantes

Don Kişot, İspanyol yazar Miguel de Cervantes‘in (1547 -1616) tarafından I. bölümü 1605, II. bölümü ise 1615 yılında yayımlanmış romanıdır. Don Kişot, dünya edebiyatında ilk modern romandır. Kendini şovalye sanan sahte şovalyenin komik ve ibretli öyküsüdür.

Cervantes, İnebahtı savaşına katılır. Savaşta esir düşer hapsedilir, ve defalarca köle olarak satılır. Türk korsanlarına da esir düşer. 12 yıl esaret yaşamı sürer. En sonunda özgür kalır. Bir türlü istediği üne kavuşamaz. Don Kişot ile o istediği ünü elde etse de yapıtının korsan basımı nedeni ile yeteri kadar para kazanamaz.

Don Kişot, Manchalı bir asilzadedir ve şövalye romanlarının etkisiyle haksızlıklara karşı savaşmak için, sıska atı Rossinante ile evinden ayrılır. İlk macerası yel değirmenleriyle savaşmak olur, yaralanır ve eve dönüşünde komşusu onu yaralı halde yolda bulur. İyileşir iyileşmez aynı maceraları tekrarlamak üzere yanına yardımcısı Sancho Panza’yı da alıp yola koyulur. Don Kişot ve Sancho, yollarına devam ederler. Don Kişot ve Sancho tekrar, dayak yedikleri pazar yerine gelirler. Don Kişot, düşman ordusu zannederek bir koyun sürüsüyle çatışmaya girer… Şarap fıçılarını dev gibi görür ve onlara karşı savaşır. Kutsal Kardeşlik Birliği, Don Kişot’u durdurur ve onu kandırarak köyüne gönderir.

Maceradan maceraya atılır. Korkusuzdur. Ama aslında hep alaya alınır, dayak yer. Adalet dağıtır, sevgilileri kavuşturur. Hayali prensesi için yapmayacağı kahramanlık yoktur. Kendini şato sandığı bir handa, dük sandığı bir hancıya şövalye ilan ettirir. Artık o Senyor Kesada değildir o, Don Kişot del la Mancha’dır. Yarı delilik ile adalet dağıtır. Kitabın asıl yazılma amacı şovalye kitaplarını eleştirmek olsa da içinde adaletten, o zamanki yönetimin, krallıkların, dere beyliklerin eleştirisine kadar çeşitli konular vardır. Don Kişot Don Quijote kendinden sonra gelen çoğu yazara ilham olmuş bir yapıt. Yapıtı bize sevdiren Don Kişot’un delilik ve saflık arasında seçimleri olsa gerek. Zaten akıllandığında yani aklı başına geldiğinde artık macera ruhu da kalmamıştır ve zaten ölür.

Kitaptan alıntıların çoğu atasözü gibi. Çünkü kitapta atasözlerine çok yer verilmiş.

"Fakat şunu bilmelisin ki, okuduğum şövalye kitaplarında başarıya ermeden önce birtakım talihsizliklere uğramamış tek bir şövalye yoktur. Sana en aşağı yirmi misal gösterebilirim."

"Aşık oldu diye insanı küreğe mahkum ediyorlarsa, ben günlerdir kürek çekiyor olmalıydım."

“Bütün kötü huylar, beraberinde az da olsa bir zevk getirirler, Sancho; ama kıskançlık sadece tatsızlık, hınç ve öfke getirir”

"Gönül ferman dinlemiyor, oğlum! Âşık olmadığın için bu duyguyu bilemezsin... Bütün âşıklar biraz delidir!..."

"Ah hafıza, huzurumun baş düşmanı."

"İnsanların işlediği en büyük günah kimilerine göre, kibirlilikse de ben nankörlüğünün en büyük günah olduğu kanaatindeyim..."

"Kendimi methetmiyorsam, insanın kendini övmesi değerini azaltır dedikleri içindir..."

"Çingene kızını padişahın oğluyla evlendirmişler, düğün alayı ormandan geçerken "bu ağaçlardan da ne güzel kasnak olur" demiş."

"Aşkın öyle bir gözlüğü vardır ki, bakırı altın,fakirliği zenginlik, gözdeki çapağı inci gibi gösterir, derler."

"Zamanın silmediği anı, ölümün dindirmediği acı yoktur."

29 Ocak 2022 Cumartesi

Moby Dick - Herman Melville

Moby Dick bir klasik. Bu yaşa kadar okumadıysak bu da bizim ayıbımız.

Pequod adlı bir balina gemisinin son yolculuğunu, balinaların nasıl avlandıklarını, geminin sonunda nasıl battığını anlatan Moby Dick, ilk bakışta denizlerde geçen bir serüven romanı sayılabilir. Ne var ki insan Moby Dick'i okudukça, okuduklarını düşündükçe, kitabın derinliğini, gerçek anlamını sezmeye başlar. Bu derinliği, bu gerçek anlamı sezmeyenler ise, balina avıyla ilgili, heyecanlı bir öykü olarak, gene de Moby Dick'in pekâlâ keyfini çıkarabilirler."

Mîna Urgan böyle tanımlıyor Beyaz Balina'nın romanını.
"Zaman zaman çıkardığı o garip seslere burnundan konuşma dersiniz, balinayı horlamış olursunuz. Hem balinanın söyleyecek nesi olabilir? Ben, derinliği olan hiçbir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyecek söz kekelemek zorunda kalır, olsa olsa. Ne mutlu ona ki, dünya duyuverir sesini."

Melville'nin sesini geç de olsa duymuştur dünya: Düzyazı biçiminde yazdığı bu şiirde, ironi, mitoloji ve gerçekçiliğin iç içe geçtiği bu romanında, denizi, gemicileri, balinaları ve tabii bu arada tutkuların tutsağı olan insan ruhunu anlatıyor.

"Beyaz balina, onların taptıkları cehennem tanrısı. Şu gürültüye bak, bir cehennem cümbüşü! Geminin ön tarafında düğün dernek, arka tarafta ölüm sessizliği. Yaşama benziyor bu gemi. Geminin başı pırıl, pırıl sulara dalıyor, keyifli keyifli oynayıp zıplıyor. Arkada kara yürekli Ahab, dümen sularının bir kurt gibi uluyan ölü dalgaları üstünde, kamarasına kapanmış, kara kara düşünüyor... İçimdeki insanca duygularla savaşacağım seninle, ey karanlık, korkulu gelecek! Ey koruyucu melekler, yanımdan ayrılmayın, tutun beni, bırakmayın beni!"

Nacizane alıntılarım ise şöyle:

"Çünkü her anlaşılmaz şey karşısında yapılacak en akıllıca, en kolay iş gülmektir. Başa gelen ne olursa olsun, insanın şununla avunabilir her zaman: Yazılı olan değişmez."

"Tanrı yardımcın olsun, ihtiyar! Düşüncelerin bir başka adam yaratmış senin içinde. Kendini bir Prometheus'a çevirmişsin azgın kafanla! Bir akbaba gibi her gün gelip yiyecek yüreğini senin, kendi yarattığın bir akbaba!"

"Yaşam dediğimiz bu acayip, bu karmakarışık işte, öyle garip anlar olur ki, insan şu koca evreni büyük bir şaka olarak görür. Bu şakayı pek anlamasa bile, kendisiyle alay edildiği kuşkusuna düşer. Gene de yürekli kalır, tartışmayı doğru bulmaz. Tüm bu olan bitenleri, tüm inançları, tüm din ve mezhepleri, görülür ya da görünmez her şeyi, ne denli kaskatı, ne denli yamru yumru da olsa yutar; sindirme gücü çok gelişmiş devekuşunun, mermileri ve çakmak taşlarını yuttuğu gibi küçük zorlukları ve üzüntüleri, beklenmedik felaket korkularını, elini kolunu ya da canını yitirme tehlikelerini, tüm bunları ve ölümü bile, gözle görülmeyen ve sağı solu belli olmayan o koca şakacının, gülerek attığı birer şamar, keyifli birer sille sayar. Söylediğim bu garip duygu, yalnızca en zor durumlarda gelir insana. Bu duygu kuşku duymadığımız öyle bir anımızda yakalar ki bizi, biraz önce pek önemli saydığımız bir şey, büyük şakanın ancak bir parçası gibi görünür bize o anda. Bu rahat, bu kaygısız serdengeçtiliği yaratmak için de, balina avcılığının belaları birebirdir. Peguod'un seferine ve bu seferin amacı olan büyük Beyaz Balina'ya bu felsefeyle bakmaya başlamıştım artık."

"Yürekler acısı, insanı deli edecek kadar korkunç bir sahneydi bu. Balina şimdi başını kaldırmış, can çekişir gibi sular püskürterek kaçıyordu; zavallının tek kanadı, korkular içinde, gövdesini dövüyordu. şaşkınlık içinde böyle kaçarken, bir o yana bir bu yana yalpalıyor, yardığı her dalgada sulara batıyor; ya da çırpınan tek kanadını yanlamasına havaya doğru çırpıyordu. Kanadı kırık bir kuş görmüştüm; onu anımsattı bana. O kuşcağız, korka korka havada kırık daireler çizip, korsanlar gibi peşine düşen şahinlerden kurtulmak için uğraşıyordu boşuna. Ama o kuşun sesi vardı;korkusunu, acı çığlıklarıyla anlatabilirdi. Oysa, bu koskocaman yabanıl deniz yaratığının korkusu, zincirlenmiş ve büyülenmişçesine sessizdi. Püskürtme borusundan çıkan boğuk solumalardan başka sesi yoktu bu deniz canavarının. İnsanda, anlatılmaz bir acıma duygusu uyandıran da buydu işte. Bununla beraber, bu koca gövdede -hele kalelerin demir kapılarını andıran çenesinde ve kuyruğunda- ona acıyan en sağlam yürekli insanı bile ürkütecek bir heybet vardı hala."

"Yıkıldıktan sonra en soylu meşelerin budandıklarında acayip ve biçimsiz yosunlar yığın yığın nasıl birikirse, vaktiyle balinanın gözlerinin bulunduğu yerde de, yürekler acısı, kör ve patlak iki ur kabarıyordu. Ama gene de bu balinaya acıyamazdık. Yaşlılığına, sakat kanadına, kör gözlerine karşın, öldürmek zorundaydık onu. İnsanoğlunun sevinçli düğünlerine, bayramlarına ışık salması için; kimse kimsenin kılına dokunmamalı diye vaazlar verilen görkemli kiliselerin aydınlanması için, öldürmek zorundaydık onu."  

"Ve üç yüz yıl önce, 'Harris'in Gezileri' adlı kitaptaki bir İngiliz gezgini, Türklerin Yunus peygamberin onuruna bir cami yaptırdıklarını ve bu caminin içinde yağsız yanan mucizeli bir kandil bulunduğunu anlatır."

"Sancılar içinde dünyaya gelen insanoğluna, acı içinde yaşamak, kıvrana kıvrana ölmek yaraşır."

"Öyleyse, selam sana ey deniz! Yabansı kuş yalnız senin sonsuz çalkantıların üstünde dinlenebilir. Ben karada doğmuşum, ama denizin memesinden süt emmişim. Vadilerin ve tepelerin çocuğuyum ama, siz ey dalgalar, benim süt kardeşlerimsiniz!" 

"İnsan gözünün rahatça bakabileceği yer, bu dünyanın ufkuyla bir düzeydedir; ufuktan yana çevrilidir insanın gözü. Tanrı göklere bakmamızı isteseydi, başımızın tepesine kordu gözlerimizi."

"Ey benim boyun eğmeyen üç direğim, kırılmayan omurgam! Yalnız Tanrı gücüyle delinmiş teknem! Ey sağlam güvertem, yiğitçe dizginli dümenim, kutba dikili pruvam, şanı şerefiyle ölen gemim! Bensiz mi öleceksin sen? Gemileriyle batan sıradan kaptanlar kadar bile olamadım' Bu onur bile esirgendi benden. Issız bir yaşamın sonunda ıssız bir ölüm! Şimdi anlıyorum ki, benim tüm büyüklüğüm acımın büyüklüğünde. Hey, hey! Uzak, en uzak ufuklardan kalkın gelin, geçmiş ömrümün yiğit dalgaları! Gelin de, kabartın ölüm dalgamı! Sana doğru geliyorum balina! Her şeyi ele geçiremeyen balina! Sonuna dek cenkleşiyorum seninle. Cehennemin dibinden saldırıyorum sana! Son soluğumu olanca hıncımla tükürüyorum suratına! Batsın tüm tabutlar, tüm cenaze arabaları bir tek bataklıkta! Madem benim ne tabutum olacak, ne de cenaze arabam, ben seni kovalarken, sen de paramparça et beni, cehennem balinası! Bağlayıp kendine, sürükle beni istersen! Al san! Ye şu zıpkınımı!"


27 Ağustos 2021 Cuma

Beş Sevim Apartmanı - Mine Söğüt

Çok sevdiğim bir kitap olmadı. Açıkçası sıkıldım. Daha önce "Gergedan" isimli kitabını okumuş ve zor bitirmiştim. İçime fenalıklar gelmişti. Bu kitabını da pek sevemedim. Aslına bakarsanız isimlerine ve kapağa bakınca ilginç gibi gelmişti ama bana pek hitap etmedi konusu ve kurgusu. Yine de tabi ki sevenler için iyi bir yazar Mine Söğüt.

"Gerçek, onun ulaşamayacağı kadar derine gömülmüştü. O da bildiği tek şeye, hayale sığınmaya karar verdi."

"Olduğuna inanmadığınız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz."

"Korkunun gölgesinde akıl fakir kalır."

"Pencereler, kimi zaman bakmasını bilene ya da aklını çeldiği gözlere inanılmaz şeyler gösterir."

"Hiçbir tıp kitabı doktorun suskunluğunun hastaya iyi gelebileceğini söylemez. Ama zaten tüm doğrular da kitaplarda yazmaz."

"Belki mucizelere inanmak hasta ruhların en iyi ilacıdır; ama mucizelere kanmak kimi zaman ölümcül bir hastalıktır."

"Sanki yanlışlıkla doğmuştu ve bu yanlışlığın bedelini de, varlığının ağırlığını taşıyarak ödemek zorundaydı."

"Marifet tadı alarak yaşamakta. Bazen akıllı, bazen deli..."

11 Ekim 2020 Pazar

Dokunma Dersleri - Yalçın Tosun

Kitaptaki kısa kısa öykülerin ortak yanı hemen hemen hepsinde ilişkiler var, dokunmak var. Adını bildiklerimizin dışında ne kadar çok değerli öykücümüz var bizim bilmediğimiz. Bunlar bizim zenginliğimiz edebi kazancımız. Öyküler çok güzel, gerçekçi ve Türk insanının bilmediği, bize uzak gelen dokunmakla ilgili. Diğer kitaplarını da merak ediyorum. Güzel kitaptı.


"Yatağın ucuna oturmuş, yatmadan önce uzun uzun dirseklerini kremliyordu her zamanki gibi. Yüzünde muzafferlere özgü o tuhaf ifade. Görmüyordum yüzünü, ama anlamını seziyordum. Evlilikte olur böyle şeyler. Bir süre sonra sözcüklerin yerini başka şeyler alır. Sözcükleri tozlanmasın diye özenle paketleyerek rafa kaldırma sanatıdır bir anlamda evlilik. Her evlilikte zamanla, detaylarda az çok farklı, ama temelde aynı kurallara bağlı o gizli dil hüküm sürmeye başlar. Çoğu kinle ve yerine getirilememiş isteklerin yanık kokusunun verdiği sancılı sızılarla beslenen; kendine özgü bakış, iç çekiş, saçı arkaya atış, yarım gülüş, kaş kaldırış, göz deviriş, hızla bacak sallayış, uzaklara manidar bakışlarla dalış ve benzeri değişik anlamları bünyesinde özenle barındıran hareketlerin bir toplamıdır bu gizli dil."

"Düşlerimden de eksilerek, yavaş yavaş kayboldu Dilan.
İlk yakıcı günahlarımızı, şefkatin şehvetle henüz yer değiştirmemiş olmasının tenimize verdiği o billur tazeliği, çocukluğumuzun bizi hızla terk etmesinin getirdiği o büyük acıyı unuttuğumuz gibi unuttuk onu.
Hafızamızın korkulan dallarının arasına, kendi puslu ve karanlık ormanlarımızın en derinine gömerek unuttuk."

"..Babamsa biraz kem küm edecek ağzının içinde, sonra her zamanki gibi susacak. annemin yanında durduğu zamanlarda bile aslında biraz arkasındaymış gibi görünen, daima yılgın babam ve o sevgili suskusu. Bakışlarında değişmeyen, o acıtıcı uzaklıkta..."

"Tüm çocuklar gibi, anlamaktan önce hissetmenin geldiğini biliyor. Sonradan o da unutacak bu bilgiyi, herkes gibi. Ama olsun, o anda biliyor işte."

"İyice yaksın canımı istiyorum çünkü, kemiklerime kadar batsın, boğazımdan yükselen çığlığımı, ısırdığım dudaklarımda susturayım."

"Gülerken ne kadar güzel göründüğünü fark ettim birden. Tüm beyazlığı içinde, güzel olduğunun farkında olmadığı için, kimsenin onu güzel bulmayacağını düşündüğü için bu kadar güzeldi belki de."

"Çünkü gülmek birdenbire olur, ağlamak gibi hesaplanamaz, cart diye güler insan. O güldüğü kısacık an boyunca, duvardan kurtuluyor sanki annem; elimi uzatsam dokunabilirim sanıyorum."

"Yıllar önce ben de bir kuyuya düşmüştüm" demek isterdim ona, kulağına eğilerek. "Bile isteye. Kimse itmemişti beni, yani kendim atlamıştım. Senin yaşlarında olmalıydım en fazla. Bir süre yalnız kalmıştım orada. Kafam karışıktı, iyi gelmişti o kuyu bana. Beni çıkaracak birini beklemiyordum. Ama beklemediğim içindi belki, bir gün ansızın çıkıp geldi. İşte tam da o yosunlu kuyu gibi kokuyorsun bana."

"Kitapçıda gördüm onu bu sabah. O kadar duru, o kadar saydamdı ki. Yüzünde henüz başkalarından hediye o korkunç izleri taşımıyordu."