Bu Blogda Ara

Miguel De Unamuno etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miguel De Unamuno etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2021 Çarşamba

Sis - Miguel De Unamuno

Unamuno, 20. yüzyıl İspanyol yazınına damgasını vurmuş en önemli modern-klasiklerden biridir. I. Dünya Savaşı'nın başladığı yıl yayımlanan ve yazarın en çarpıcı romanlarından biri sayılan Sis (1914) ise, Unamuno'nun ölümünden 70 yıl sonra nihayet İspanyolca aslından yapılan bir çeviriyle okurla buluşmaktadır. Unomuno romanını bir nivola olarak nitelendirir. Unamuno’nun kendi deyimiyle bu bir novela değil, nivoladır. Unamuno kendi icat ettiği bu kavramla, belirli kalıplar altına sıkıştırılan ve kategorize edilerek yorumlanan bir eserin ötesine geçmek ister ve düşüncelerinin sınıflandırılmasına karşı direnerek, kuralarını kendisinin koyduğu bir oyun oynamakta olduğu mesajını verir. Nivola teriminin novella ile İspanyolca sis anlamına gelen eserin orijinal ismi olan Niebla sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulduğu görülmektedir. 

Romanın ana karakteri Augusto Pérez hali vakti yerinde, yaşama dair felsefi görüşleri olan biridir. Ne var ki bir gün sokakta gördüğü Eugenia'ya aşık olmasıyla tüm dünyası altüst olur. Zaten dünyayı bir sis olarak kabul eden Augusto için her şey gittikçe daha muğlak ve anlaşılmaz hale gelir.

Kitaptan altını çizdiğim cümleler:

" 'İnsanın eşyalarından birini kullanmak zorunda kalması bir mutsuzluk' diye düşündü Augusto, 'onları kullanmak zorunda kalmak. Kullanma bozuyor, hatta bütün güzelliğini yok ediyor. Nesnelerin en soylu görevi seyredilmektir. Bir portakal yenmeden önce ne güzeldir! Cennette bütün işimiz azaldığı, daha doğrusu Tanrı'yı ve ondaki her şeyi seyretmeye indirgendiği zaman bu değişecek. Burada, bu zavallı yaşamda Tanrıyı sömürmekten başka bir şey yaptığımız yok; tüm kötülüklerden bizi koruması için bir şemsiye açar gibi açmaya kalkıyoruz onu' " 

"Bu benim uysal, gelenekçi, alçakgönüllü yaşamım, küçük binlerce gündelik ufak tefek nesneyle örülmüş Pindaros şarkısıdır. Gündelik yaşam! Günlük ekmeğimizi bize ver bugün! Ver bana Tanrım, günlük binlerce ufak tefek şeyi. Biz inanlar ne büyük acılara, ne büyük mutluluklara dayanıyoruz, çünkü bu acılar ve mutluluklar küçük olaylardan oluşmuş büyük bir sis tabakasına bürünerek geliyorlar. Yaşam bu işte, sis. "

"Odasına yöneldi ve yatağına uzanınca: 'Yalnız, yalnız uyumalı! Yalnızca düş görmeli' dedi. 'İnsan yanında birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı. Gizemli varlıkların iki beyni birleştirmesi gerekir. Yürekler ne denli çok birbirlerine bağlanırsa, düşünceler o denli birbirinden ayrılır mı acaba? Belki. Belki sürekli olarak karşıt durumdadırlar. İki sevgili aynı şeyi düşünseler de birisi ötekinden farklı biçimde duyumsar; aynı aşk duygusuyla birleşirlerse, biri ötekinden farklı düşünür, belki de tersini düşünür. Kadın erkeğini ancak kendisi gibi düşünmediği sürece, yani düşündüğü sürece sever."

"Ve ölüm gelip çattı, parmaklarının ucuna basa basa, göçmen bir kuş gibi gürültü yapmadan ağır ağır, ciddi ve acısız, tatlı ölüm geldi, bir sonbahar akşamı ağır ağır uçarak aldı götürdü kadını. Eli oğlunun elleri arasında, gözleri gözlerinde öldü. Augusto elinin soğumaya başladığını, gözlerinin sabitleştiklerini duyumsadı. Soğuk bedenine sıcacık bir öpücük kondurduktan sonra, elini bıraktı ve gözlerini kapadı. Yatağın yanına diz çöktü o birbirinin aynı yılların öyküsü gözlerinin önünden geçti."

"Ve şimdi yalnızlığım gökyüzünde Eugenia'nın iki gözü bana parıldıyor. Annemin gözyaşlarının ışıltısıyla bana parıldıyorlar. Ve var olduğuma inandırıyorlar beni, tatlı düş! Amo, ergo sum! (Seviyorum, öyleyse varım)Bu aşk, Orfeo, içinde var olma sisinin eridiği ve somutlaştığı yardımsever bir yağmur gibidir. Aşk sayesinde ruhumun bir cismi olduğu bilincini duyumsuyorum ve ona dokunuyorum. Aşk sayesinde Orfeo, ruhda derinliklerine kadar bana acı vermeye başlıyor. Ruhun kendisi, aşktan ve ete kemiğe bürünmüş acıdan başka nedir?"

"-Pekala,sus, yeter -ve gözlerini kapadı.- Hiçbir şey söyleme, tek başıma konuşayım, bırak, kendi kendime konuşayım. Annem öldüğünden beri, hep kendi kendime, yalnızca kendi kendime konuştum; yani uyudum. Ve birlikte, yan yana uyumanın, iki kişinin aynı uykuyu uyumasının ne demek olduğunu hiç bilmedim. Birlikte uyumak! İki kişinin kendi uykusunu ayrı ayrı uyuması, birlikte uyumak değildir, ama aynı uykuyu uyumak, birlikte uyumaktır. Sen ve ben Rosario, aynı uykuyu uyuyabilsek."

" -Evet Augusto, evet. - diye sürdürdü konuşmasını Don Avito, - yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır; bunun yanında pedagoji hiç kalır. Yaşamak yalnızca yaşayarak öğreniliyor ve her insan yaşamın çıraklığına yeniden başlamak zorunda."

"-Rol yapmak hepimizin hoşuna gider, Küçük Bey, hiç kimse kendisi değildir, başkalarının yaratılarıdır."

"Bu yazar, Latince olarak her erkeğin nasıl tek bir ruhu varsa, bütün kadınların yalnızca tek bir ruhu, birbirinin aynı ruhu, kollektif ruhu olduğunu yazıyor....'Kadınlar' diyor bu yazar, erkeklerden daha çok birbirlerine benzerler, çünkü hepsi tektir ve aynı kadındır."

" Gerçekten de bilim karşılaştırmadır; ama kadınlar söz konusu oldu mu, karşılaştırmaya değmez. Bir insan bir kadını, yalnızca bir kadını iyi tanıyorsa, hepsini tanıyor, Kadın'ı tanıyor demektir."

"- Kadınla ilgili psikolojik tek deney evlenmektir. Evlenmeyen insan, psikolojik açıdan kadın ruhunu asla deneyemez. Kadın psikolojisinin ya da ginepsikolojinin tek laboratuvarı evliliktir."

"- Evet, 'Sanatın en iyi kurtarıcılığı, insana var olduğunu unutturmasıdır' diye bir söz duymuştum. Kendi kendine eğlenmek, acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır."