Bu Blogda Ara

Türk Yunan dostluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Yunan dostluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2022 Çarşamba

Benden Selam Söyle Anadolu'ya - Dido Sotiriyu

 

“Ekimle kasım, incir aylarıydı; Zahari'nin ambarında biraz
para kazanmak böylece mümkün oldu. Usta eller isteyen bir işti bu; yalnız Rumlara emanet ediliyordu birinci kalite yemişler. Türkler, bizden ayrı, düşük evsaflı incirlerle uğraşıyorlardı. Memleketin en iyi incirini, Avrupa ve Amerika'ya ihraç edilmek üzere küçük sandıklara yerleştirmekle görevliydik. Lokum gibi, dört köşe bir incirdi bu ...

 Aydın' dan ilk incirleri getiren trenler, defne·ve mersin dallarıyla süslü olurdu hep. Tren, Funda istasyonuna girince askerler selama durur ve kuru sıkı ateş ederlerdi. Yeni incir şerefine yeni sikke keserdi hükümet. Yeni sekiz kuruşluklar ve gıcır gıcır mecidiyeler kaplardı piyasayı...”

Bu satırlar 1909 yılında Aydın’da doğmuş Rum yazar Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” özgün ismiyle “Kanlı Topraklar” adlı  1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan dostluk ödülünü alan  kitabından.

Yüzyıllardır dostça, kol kola yaşadığımız Rumlarla nasıl kanlı bıçaklı olduğumuz, nasıl gözümüz dönmüşcesine birbirimize kıydığımız, romanın kahramanı Manoli Aksiyotis adlı çocuğun ağzından anlatılıyor. Köylünün binbir emekle yetiştirdiği ürünü ucuza kapatmaya çalışan tüccarları, büyük toprak sahiplerini, kaçakçıları, kabadayıları ile Aydın ve İzmir‘i tanıyoruz. Efes yöresinde şu anda ismi Şirince olan ve o yıllarda Aydın vilayetine bağlı Kırkıca'da yaşayan Manoli Aksiyatis bir Anadolu Rum köylüsüdür. Komşu Türk köyleriyle gayet kardeşçe yaşayıp giderken önce Balkan Savaşlarıyla sonra 1. Dünya Savaşı ve nihayetinde Kurtuluş Savaşı'yla biten dostluğun hikayesidir anlatılan.

"İki halk aynı toprak üzerinde bir arada doğup büyümüştük ve yüreğimize sorarsanız, ne onlar bizden nefret ediyordu, ne de biz onlardan!"  Peki ne oldu da kardeşçe yaşayan bu halklar birbirine kıymak zorunda kaldı? "Bütün bunların altında gizlenen şey nedir biliyor musun Aksiyatis? Petrol, kömür, demir, krom... Yani, Anadolu'nun el değmemiş servetleri üzerinde yabancıların kurmak istedikleri tekel!"  Kitaptaki kahramanlardan Nikita'dan duyduklarımız duruma gayet açıklık getiriyor. Dağılmak üzere olan Osmanlı'dan her güçlü devlet bir pay almak istiyor ve bunu da milliyetçilik duygularını kabartıp bağımsızlığını yeni kazanmış olan Yunanları maşa gibi kullanarak yapıyorlar. Anadolu'nun ticaretine daha hakim olan Rumlar ve Ermeniler üzerinden kanlı oyunlarına başlıyorlar.

Çağdaş Yunan edebiyatının önemli yazarlarından, özellikle ülkesinde kadın hakları mücadelesinde ön saflarda yer almış biri olan Sotiriyu, 1909 yılında Rum bir ailenin kızı olarak Aydın’ın Şirince kasabasında dünyaya geldi. (Şirince, cumhuriyet döneminde İzmir vilayetine bağlandı.) Çocukluk yıllarını Şirince, Aydın ve İzmir çevresinde geçirdi. 1922 yılında İzmir ve çevresinin Yunan ordusu tarafından işgal edilmesi nedeniyle, tüm Anadolu Rumları gibi, Sotiriyu Ailesi de, büyük zorluklarla karşılaştı. Nihayet mübadele ile aile Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldı. Göçmek zorunda kalmanın verdiği acılar ve ailesinin kısıtlamaları yüzünden zorlu bir hayat geçirdi.  Ailesinin karşı çıkmasına karşın öğretim üyesi oldu. 1986‘da Livaneli ve Teodorakis‘in girişimiyle kurulan Türk-Yunan Dostluk Derneği kurucuları arasında yer aldı. 2004 yılında hayata veda etti.

Aydın’da geçen çocukluğunu Sotiriyu şöyle anlatıyor: “Babam sabun yapımcısıydı. Çocukluk yıllarımda ailemle birlikte doğduğum Aydın ilinde yaşadım. 1922 yılında Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a amcamların yanına gelmek zorunda kaldım. Ailem daha sonra göçtü. İlk çocukluk yıllarımın anıları belleğimden silinmiyordu. Babamın arkadaşı Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda. Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmıştım ki, bu konuyu ele alan kitap yazma arzusu içimde çığ gibi büyüyordu.  1962 yılında “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabım yayımlandı. Kitapta geçenler tamamen tarafsız bir gözle yazıldı. Kitabımın Türkçeye çevrilmesinden sonra Türkiye’den birçok yazar ve okurumdan tebrik telgrafları aldım.”

Sotiriyu‘nun romanında asla kaba bir Yunan milliyetçiliği yok, Türkleri de düşman bellemiyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda; “Bir tek düşman vardır: Düşman, ne Türklerdir, ne de Yunanlar! Düşman, savaştır. Savaş ve onu körükleyen çıkarlar“ diyor. Yazar, roman boyunca dönemin emperyalist güçlerinin Anadolu‘nun zenginliklerinden pay kapma savaşını anlatıyor bize. “Anadolu‘nun zenginliklerini ellerinde tutan Hıristiyan halkların ortadan kalkması gerekiyordu; Önce Almanların daha sonra da müttefik kapitalistlerin  yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu halklar.

Kitapta bir başka dikkatimi ve ilgimi çeken ise o yıllardaki Aydın incirinin, zeytininin ve üzümünün kalitesinin, güzelliğinin anlatılışı. “…Bir tek kaygısı vardı babamın, eksik olmasın, arazisi durmadan genişlesin isterdi; ve gittikçe daha çok zeytin ağacı ve gittikçe daha çok meyve ağacı ve gittikçe daha çok incir ağacı bulunsun elinin altında..  Buğdayla arpa yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıl pırıl zeytinli ağaca başka hiç bir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir gelir kaynağıydı zeytinyağı. Ama incir ... köylünün kemerini altında dolduran incir! Sadece Aydın ilinde değil, bütün Doğu'da, Avrupa ve Amerika'da bile ün salmıştı incirlerimiz. Derisi var mı, yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi; Anadolu'nun o canım güneşiyle ballanmıştılar.”

Bizim yeterince kıymetini bilemediğimiz cennet meyvelerimizin başkalarınca işlenmesi, birinci sınıf ürünleri Avrupa’ya gönderirken Türk halkının kalanla yetinmesi. Hala öyle değil mi? Zamanında adına sikkeler basılan üzümümüz, zeytinimiz, incirimiz şimdi ne haldeler? İtalya, İspanya, Yunanistan zeytincilikte bizi geçmiş durumdalar. Biz ise zeytin ağaçlarımızın üzerine beton dökmeye devam ediyoruz. Zeytin ağaçlarının arkasından ağlamak isteyen Aydın-Denizli otoyolu güzergahına bu hafta sonu bir gezinti yapsın,  Şahnalı’da, Yeniköy’de, Kozalaklı’da cenazeleri kaldırılan asırlık zeytin ağaçlarının ruhlarına dua etsinler. Daha acı olan şey ise, kesilen ağaçlarının parasını alan köylünün klavye başındaki bizler kadar bile bu ağaçlar için çok da üzülmediğini görmek. Sen paranı aldın helalleştin ama o ağaçlar insanlıkla helalleşmedi. Yazık. Cennet Aydın Ovası. Tarihte ne savaşlar gördü. En sonuncusuna yenildi. Paraya yenildi. Betona yenildi.

Şöyle bitiriyor kitabını yazar: “Kardeşler, dostlar, hemşeriler! Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendini! Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin! Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!”

Ben de yazımı şöyle bitirmek istiyorum: Eyy! bu toprakların süsü, binlerce insanımızın gelir kaynağı, Aydın’ın kutsal meyvesini veren zeytin ağacı! Toprağına beton döktük diye bize garezlenebilirsin.