Bu Blogda Ara

25 Şubat 2017 Cumartesi

Havva'nın Üç Kızı-Elif Şafak

Elif Şafak bu romanında birbirinden farklı olan üç genç kızın hikayesini anlatıyor. Münkir, mümin ve mütereddit diye adlandırdığı Şirin, Mona ve Peri.

Peri'nin 1980-2016 yılları arasını kapsayan hayat hikayesi üzerinden ülkemizin problemleri, insanların hüzünleri, korkuları ve hep bir arayış içinde oldukları anlatılmış.
Bir tarafta Allah ve inanç,diğer tarafta bilim.Doğu ile batı arasında yüzyıllardır devam eden bir tartışma,inanç ve inançsızlık bu hikayenin ana konusu diyebilirim.

Elif Şafak'ın röportajında,  bu hikayeyi içinde biriktirdiğini, daha fazla içinde tutamayacağını ve bu nedenle yazdığını söylemiş. Aynı zamanda kitabı ilk önce İngilizce yazıp, sonrasında çevirmenler tarafından Türkçe'ye çevrilmiş.Kitabın ismini neden Havva'nın Üç Kızı koyduğunu da açıklamıştı o röportajında."Adem ile Havva'nın hep oğulları,yani Habil ve Kabil konuşuldu.Ama onların kızları da vardı ve şimdiye kadar onlardan hiç bahsedilmedi."diyor.
Kitabın başlarında Türkçe'de ilk kez duyduğum kelimeler de oldu.Mesela "Bigane" İlgisiz, kayıtsız, yabancı demekmiş.Alicenap, esriklik, zinhar. Başlarda bu kelimeleri görünce herhalde kitabın genel dili biraz bu şekilde olacak diye düşünmüştüm.Ama sonra başkalaştı.Kitabın dili ağır falan değil, gayet de anlaşılır.
"Havva'nın Üç Kızı kitabının iki kapağı var.Her ikisinin de hikayesi aynı.bu kapaklar üç farklı illüstrasyon birleştirilerek hazırlanmış.Dostluk ve kız kardeşlikte bütünleşen,farklı dünyalara rağmen yan yana gelen üç kadın.Üç yüzün farklı olması,hikayenin kahramanları olan kadınların arasındaki uyumsuzluğu anlatıyor."

Kadın sorunlarını ele almak amacıyla bir roman yazmak istemiş, arada İslam ve Kadın tartışmaları, 12 Eylül'den alıntı, 11 Eylül, fundamentalistleşen İslami Örgütler, Türkiye'nin muhafazakarlaşan toplumsal yapısına sığ eleştiriler, bugüne kadar alışık olmadığımız bir hikaye örgüsü, Elif Şafak'ın olmazsa olmaz dostları; Cinler, ama yine de arada o bildiğimiz kırgınlıklarıyla insan hikayeleri
Kitap ciddi anlamda çok fazla altı çizilecek yer kapsıyor. Tespitleri güzel bence tam yerinde. Olay örgüsüne gelecek olursak çok fazla merak uyandırıcı değil bildiğimiz türden. Olaylarla ilgili sonradan kafanızda soru işareti kalabiliyor. 

Kitaptan alıntılara gelince;

-Büyümek demek, anne babanın kusurlarını görmeyi öğrenmek demekti.
-Kendini nasıl gördüğün,bir müddet sonra hakikatin olur.
-Adresin değil, sadece ayak izlerin olsun bu dünyada.
-İnsan hangi noktada suça ortak olurdu acaba? Aktif şekilde içinde rol aldığında mı, yoksa pasifçe bilmezden geldiğinde mi?
-Başkasi için dua eden ne kadar az kişi var farkında mısın? İllaki kendilerine. Zaten o kadar çok dua birbirinin kopyası ki. Beni koru, beni kayır, beni yükselt... Her şey ben. Onlara sorsan "dindarlık" derler adına, bense "kılık değiştirmiş bencillik " diyorum.
-İki tür erkek vardır:kırıp dökenler ve tamir edenler.Birinci gruptakiler sırılsıklam abayı yakar,aşık oluruz ama ikinci gruptakilerle evlenip yuva kurarız.
-Dinden hazzetmem ama Tanrıyı yine de pek severim; neden biliyor musun? "Yalnız çünkü pericim, tıpkı benim gibi... Senin gibi, O da yalnız" dedi.
-"Devrimci, bütün çocukların oyuncakları olmasını ama hiçbir çocuğun aşırı oyuncağı olmamasını isteyen kişiye denir."
-Bütün ömür boyu damla damla biriktirdiğimiz hüzünlere, kederlere sonradan tek bir kişinin sebep olduğunu sanmak ne büyük yanılsamadır. Ama insan beyni, kendini aldatmakta ustadır.
-"Yarı geleneksel, yarı modern. Domuzun görüntüsüne tahammül edemez ama şaraba -ya da votka, tekila- kesinkes 'hayır' demez...Anladın işte. Ramazana gelince gevşektir, orasında burasında oruç tutar, bazen atlar. Dinden vazgeçmez, zira ölümden sonra hayat varsa işini sağlama almak ister. Ama özgürüklerden feragat etmek de istemez. Azıcık ondan, azıcık bundan. Çağımızın müthiş birleşimi, Latince ismiyle, 'Muslimus Modernus'..."
-"Demokrasi olan memlekette bir adam sarhoş oldu mu, 'Ah ne oldu benim güzel sevgilime?' diye ağlar. Demokrasi olmayan yerde ise, bir adam sarhoş oldu mu, 'Ah ne oldu benim güzel memleketime?' diye ağlar."
-"Anne dediğin, bütün huzurlu vadilerini, durgun göllerini ve yüce dağlarını avucunun içi gibi bildiğin, keşfedilmiş bir toprak parçasıydı."
-Bazı insanlar dünyayı değiştirmek istiyor, bazıları eşlerini ya da arkadaşlarını. Kendini değiştirmek isyeyense çok az.

20 Ocak 2017 Cuma

Öyle Miymiş - Şule Gürbüz


Şule Gürbüz'ün ismini ve kitabını, onunla ilgili övgüleri duyduktan sonra okumaya karar verdiğim bir kitaptı. Başladım.Devamı geldi.Ama kitap bittiğinde aklımda kalan birbirinden bağımsız cümleler oldu.Yazarın kafasında anlatmaya yada anlatmamaya çalıştığı ile okuyucunun kafasındaki düşünceler farklı olunca böyle kesişimsizlikler olabiliyor belki de. Ne yalan söyleyeyim kitapta geçen kimi cümleleri kesip bir torbaya atsanız sonra onları tombala çeker gibi karıştırıp tekrar çekip sıraya koysanız kitabın anlatımında çok değişiklik olmayacakmış gibi geldi bende.Çünkü cümleler birbirinden o kadar bağımsız ki. birbirini takip etmeyen bir anlatım.Arada cımbızladığım güzel sözler ve altı çizilesi cümleler tabi ki var.O kadar da gömmeyeyim yazarımızı.Bu kadar güzel sözleri biraraya getirmek kolay iş değil.Akılda kalması zor bir kitap.


Güzel alıntılar var kitaptan, işte bir kaçı:

İnsan şeytan ile uğraşmaktan daha Allah'a hiç sıra gelmedi.Hiç yakınlık kurmadan Allah' a inanan adam güneşe tapandan hallicedir sanma.

İrade babanın arabasıdır.Alır almaz kaza yaparsın.

Dünyayı kime şikayet edeceksin, koyunları koyunları öldürene mi sürüteceksin, her şeyin bir sebebi varmış ama Hızır ile gezmiyorsun ki nereden bileceksin, beterinden sakınmak için ölenin ardından öldüreni öveceksin, ervahileri ürkütmeden sen de suspus öleceksin.

"Allah vaadine ters düşmez" vaadi vaat, sahici vaat.Peki. Ama bu sahiciliği bilecek göz kimde?.Gözü de veren O.Burada, dünyada yani her şey var ama her şey hayal.Her şeyi verdi ama bir hayal verdi.Orada da verecek, yine bir hayal verecek, her şey bir hayalden başka bir hayale devrilecek.Kim " Bütün bunlar yine hayal" diyecek? Buradaki hayalin misline cennet mi denecek? Bir serabtan bir seraba, bir susuzluktan bir su içiyor sehabına gidip gelinecek.Yokluk büyük sonsuz unutuş, kainatın kendini unutuşu, derin karanlık sükunet nerdesin, kaçıncı katta nerdesin, bana unutuşu özletip kendini herşeyi ile hatırlayacak yerde misin?

Tanrının insana karışmaması değil insanın insana karışmaması acı olan.Ne kadar birleşilse değil mi yüzyıllardır akraba olunamadı, Adem kimin kardeşi bulunamadı.

19 Ocak 2017 Perşembe

Kod Adı Mürted- Saygı Öztürk


15 Temmuz darbe girişimi sonrasında darbenin iç yüzü ile ilgili okuduğum ilk kitap.Ancak daha altı ay önce yaşananlar için yazılanları okuyunca ve zaten bu gelişmeleri hergün takip ettiğim için biraz sıkıcı gelmedi değil. Sadece medyada yazılmayan şeyler ilgimi çekti.Bazı şeylerin doğrusunu, karargahlarda yaşananları ayrıntılı olarak bu kitaptan öğrendim.Paşaların ifadelerini, darbe gecesi eş zamanlı yaşananları bu kitapta görmüş oldum.Dediğim gibi yakın tarih yazmak için erken bir zaman.Yorum katılmadan yaşananların yazıldığı bir kitap. Bazı askerleri gözümde büyütürken bazılarını da gözümde yok eden olayları daha iyi anlamamı sağladı.
"Hainleri unutma!"15 Temmuz darbe girişŸiminin merkezi olarak kabul edilen Akıncı Ãœssü'nün eski adı Mürted'di. Osmanlı padişŸahlarından Yıldırım Bayezid ile Timur'un ordusu burada karşŸı karşŸıya gelmişŸti. BaşŸlangıçta Yıldırım Bayezid'in yanında olan bazı komutanlar saf değişŸtirmişŸ ve bu da savaşŸın kaderini belirlemişŸti. Bayezid kendisini yarı yolda bırakan komutanlar için "mürted" demişŸti. Bunun anlamı açıktı: "Hainleri unutma!"Aradan yüzyıllar geçtikten sonra aynı yerde başŸka bir ihanet yaşŸanıyordu. FETÖ'cü darbe girişŸimcileri, esir aldıkları Genelkurmay BaşŸkanı'nı ve diğer komutanları burada alıkoydular. Planlarını burada hayata geçirdiler. Ve Türkiye tarihinin en kanlı gecelerinden birine imza attılar... AraşŸtırmacı gazeteciliğin önde gelen isimlerinden Saygı Öztürk bu kitapta o ihanet gecesi yaşŸananları ve sonrasını, tartışŸma yaratacak tanıklıklar, ifadeler ve belgeler ışŸığında yeniden değerlendiriyor.

Deliduman-Emrah Serbes


"On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem'i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz'i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. 


Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul'a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor. Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi'nin isyancılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor. Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı."

Kitabı uzun süredir arıyor bulamıyordum.Yazarın başka romanlarını okuduktan sonra nihayet Delidumanı okumaya sıra gelmişti. Buldum aldım ve okumaya başladım.Tabi beklenti yüksek haliyle. Kitabı okumaya başladıktan ve sayfalar ilerlemeye başladıktan sonra eee konu nereye gidiyor, anlatılmak istenen düşünce ne, ben acaba yanlış kitabı mı okuyorum, benim kafamdaki hikaye bu değildiler geçmeye başladı kafamdan.Emrah Serbes romanlarını biliyorum az çok.Kitabı süsleyen yine güzel ve yerinde küfürler olmuş. Anlatım, basit ve sıradan bir olaya bile güzellik katmış.Gezi olayları biraz havada kalmış.Kitap tam sona bağlanmamış.ama olsun yine de beklentiyi çok büyük tutmadan okuduğunun keyfini çıkarmak için okunası bir kitap.Siyasete bakışı, siyasilerle ve parti isimleri ile dalga geçmesi, toplumsal tespitleri çok hoştu.

Kitaptan alıntılar da ise çok öyle önemli baba sözler yok açıkçası;  
"İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır."

Ölmek yok olmak değildir, hadiseler âleminden hatıralar âlemine geçmektir sadece.
"En büyük aşklar bitiyor, bir pet şişe beş yüz yıl yaşıyor, peki sen şimdi niye öldün ki martıcık? Elektrik gelince mumları kim üfleyecek şimdi? Sabah olunca sinek ilacını fişten kim çekecek? Kim kapatacak ruhlarımızdaki o derin çatlağı? Yaralanan gururlarımızın acısını kim hafifletecek? Sıra ne zaman mutluluğa gelecek ya da iyiliğe ve adalete?"
“Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz demiştik. Belki de hiçbir şey yapamazdık. O hissin kendisi yeterdi bize. Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. Eylemden önce o his gelir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan şey o histir.”
"Kırılan bütün kalplerin hesabını soracağız.."
Kaldırıma sırt üstü uzanıp gökyüzüne baktım. Sarhoşun biri bütün yıldızları toplamıştı.

23 Aralık 2016 Cuma

Aklımla Dalga Geçme-Fatih Portakal



Aklımla Dalga Geçme kitabını alırken de aslında beklentim farklıydı.Son iki yılın iç siyasi özeti şeklinde bir kitap. Yakın tarih okumayı pek sevmiyorum.Çünkü son iki yılı zaten gün be gün tv'den, gazetelerden ve internet haber sitelerinden ve köşe yazılarından takip ediyorum.Onun  ötesinde canlı yaşamışlığımız da var.Çok yakın tarih anlatımı beni biraz sıkıyor. Her akşam Fox haber de takip ettiğim hemşerim Fatih Portakal'ın okuduğum ilk kitabı.Bir 5 yıl yada 10 yıl sonra okusam belki daha ilginç gelebilirdi.Anlatımı güzel, konulara yaklaşımı ilginç, bazıları sevmeyebilir ama bana dokunmuyor.Tarafsız kalınmış mı, yada tarafsız kalınmaya çalışılmış mı, pek değil ama gayret edilmiş.Kitabı alın ama hemen okumasanız da olur.Biraz zaman geçip gündem unutulduktan sonra daha ilginç gelebilir.

Casus-Paulo Coelho

Arka kapak:Yanlış devirde doğmuş bir kadınım ben, hiçbir şey düzeltemez bunu. Gelecekte hatırlanacak mıyım, bilmiyorum ama şayet hatırlanırsam mağdur bir kadın olarak değil, cesur adımlar atmış ve ödemesi gereken bedeli korkmadan ödemiş biri olarak görülmek istiyorum.
Mata Hari'nin tek suçu özgür bir kadın olmaktı: Sınırlar ve sınırlamalarla dolu bir dünyada kaderine boyun eğmeyen bir kadın...
Paulo Coelho, 20. yüzyıl başında casuslukla suçlanarak idama mahkûm edilen Mata Hari ile avukatı arasındaki yazışmalardan yola çıkarak kurguladığı Casus'ta bu olağanüstü kişiliği bir roman kahramanına dönüştürerek hayatın ve aşkın gizemlerini sorguluyor.

Casus, gerçek bir yaşam hikayesinden yola çıkılarak yazılmış bir roman. Tarihe Casusluk yaptığı için suçlanıp ve idam edilen bir kadının yaşamını konu alıyor. 

Asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan, özgür olmak için Paris'e kaçınca Mata Hari adıyla ünlenen bir dansçı kadının hayatını biraz kendi dilinden biraz yazardan öğreniyorsunuz. Kitap üç bölümden oluşuyor. 
Birincisi; Margaretha'nin gençliği, evliliği, evliliğinde yaşadığı sıkıntılar  ve kızının dünyaya gelişi. 
İkincisi; evinden ve yaşadığı şehirden Paris'e kaçışı, Mata Hari'ye dönüşmesi, dansları, meşhur olma süreci, ünlenip, yükselmesi ve beraber olduğu erkekleri...
Üçüncü ve bence en önemli bölüm, casuslukla suçlanması ve avukatıyla yaptığı yazışmalar ve konuşmalar...
Roman, bir hayatın anlatımı için kısa bir kitap olmuş.
Yaşananlar, duygular ve olaylar bazen çok yüzeysel anlatılmış. O derin duygulara çok da yer verilmemiş. 
Sanırım Paulo Coelho daha çok kitabınıda adını verdiği gibi casusluk kısmına odaklanmış.
Aslında en net detaylar Mata Hari'nin suçsuz yere casuslukla suçlandığını  anlatılan bölümler. 
Sonlara doğru Mata Hari'yi savunan avukatın düşüncelerinin de bulunduğu kısımları ben okurken Mata Hari gerçekten suçsuz yere idama mahkum edilmiş diye düşündüm.  
Mata Hari'nin  deliller yerine varsayımlara dayanılarak idam edildiğini okuduğumda gerçekten üzüldüm. 
Gerçekte Mata Hari, suçlu mu suçsuz mu pek bilmiyorum. Kitap sonrası hakkında bir kaç yazı okuyunca aklım suçsuz olduğuna inanmaya başladı. 
"Dünyanın kaderini değiştirecek biriydim ben, bir taraftan Almanlar adına casusluk yapıyormuş gibi görünüp öteki taraftan Fransa'nın savaşı kazanmasını sağlayabilirdim." İdamına bile giderken gururlu duruşuyla adından söz ettiren bir kadının yaşam hikayesini okumak öğrenmek isteyenler Casus'su okuyabilirler.
Kitaptan alıntılar ise şöyle:
-"Savaşların ilk kurbanı insanlık onurudur. Hapse atilisiniz, önceden de söylediğim gibi , Fransız Askeri Teşkilatı nin gücünü vurgulayacak, dikkatleri savaş meydanlarında canlarını kaybeden binlerce gençten başka tarafa çekmeye yarayacaktı. Barış zamanında kimse böyle saçmalıkları kanıt olarak kabul etmezdi. Savaş zamanindaysa aynı iddialar, mahkemenin sizi ertesi gün hapse atması için yetiyor."
-"Kafesteki kuş özgürlük şarkıları söylese de tutsaktir."
-"Aşk bir zehirdir. İnsan aşık olduğu anda hayatının dizginlerini kaptırır , varlığı tehdit altındadır artık ; çünkü gönlü ve aklı bir başkasının olur."

Müptezeller-Emrah Serbes



Deliduman'ı ilk çıktığında okumamıştım.Ama Müptezeller'i çıkar çıkmaz aldım.Akıcı güzel bir kitap.Hayattan alıntılar ve Emrah Serbes'in diğer romanlarında olduğu gibi hayatla içiçe.Gerçekle roman birbiri içine geçmiş gibi.Yakın zamanda Deliduman'ı da okudum. Bir ara ikisi birbiri içine girdi.Tarz aynı Emrah Serbes romanlarında ve hepsi de çok güzel.Ancak yine küfür çok bolca kullanılmış.Aslına bakarsan hayatın içinde küfürün yeri daha da fazla değil mi. 

Romanda anlatılan sanki bir anda yazarın gerçek hayatıyla çakışıyor gibi.Belki de kendini anlatıyor.Sevmediğim kısım ise uyuşturucu konusunun çok fazla üzerinde durulması.İstemeden özendirir gibi.  
Hürriyet Gazetesindeki röportajında Emrah Serbes bu kitapla ilgili şunları söylemiş:
İlk olarak ‘Müptezeller"i senden dinleyelim...
- “Haydi kitabı anlat bakalım” dendiğinde anlatmak zor. Şöyle söyleyeyim: Bildiğim insanlardan yola çıkarak yazdım. Yani en çok bildiğim çevrelerde dolaşarak yazdım. Yaşar Kemal’in bir sözü vardır, “Her yazarın bir Çukurova’sı olmalı” diye... Yani her yazarın en iyi bildiği bir yeri ve anlatabileceği insanları olmalıdır. Benim de bildiğim insanlar bunlar. Şimdi desen ki, “Şu okumuş yazmış adamları anlat”, o yok bende... Bizde kıyıda-köşede kalmış, hayata karşı tutunamamış, biraz horlanmış, hayata katlanabilmek için gerektiğinde madde kullanan ve gerektiğinde içen adamlar var. Bu adamları, okumuş yazmışlardan daha çok bildiğimi söyleyebilirim. 
Önceki kitaplardan farkını nasıl tanımlarsın? Ya da mesela 'Erken Kaybedenler'in devamı gibi mi?- Evet, aslında bir yönüyle ‘Erken Kaybedenler'e yakın bir kitap. 
Peki ana karakterin ne kadarı sen, ne kadarı ben, o, ötekiler diyeyim?- Böyle bir şeyin tam ölçüsünü bilemem de aslında derdim biraz kendimden yola çıkıp başkasını anlatmak ya da anlatabilmek. Benim açımdan bakıldığında bu adamda benden bir sürü şey var. Benden olmayan şeyler de var. Ama ne kadarı ben dersek, bunu bilemem. Kitabın otobiyografik unsurları yüksek. Esas mesele şu; geri dönüp baktığımda burada ne anlatmaya çalıştığım. Edebiyat dünyası denilen bu dünyaya girdik, aradan geçti 10 sene. Biraz şans da yüzümüze güldü. Örneğin başka yazarların yüzüne o kadar gülmüyor. Benim kitabımı aldılar, dizileştirdiler. Ondan sonra şöhret oldu vs. Kitaplar tanıtıldı, daha çok bilinir olduk, daha çok okundu... Ama bunlar gelip geçici. Sonra elimizde ne kalacak? Geri dönüp baktığımda “Bu adam ne yapmış” dendiğinde ne kalacak? Mesele biraz da bu; ben ne yazmışım? Kıyıda köşede kalanları, kaybedenleri falan anlatmış desinler isterim. Çünkü bunu yapmaya çabaladım. Bir de arkadaşlığın güzel bir şey olduğunu da anlatmaya çalıştım. Dikkat edin mesela, ailesi yoktur bu kitaptaki çocuğun. Hep arkadaşları vardır. Arkadaşlığın da öğretici ve hırpalayıcı tarafları vardır. Sen hayata katlanamıyorsan ve bir arkadaşın varsa, “Gel beraber katlanamayalım” gibi duygusu da vardır bu işlerin.
Kitaptan alıntılara gelince;
Babam gülümsemeye çalışırken birden durdu, yine ağlamaya başladı. Elimi omzuna attım, azgın dalgaların kayalıklara attığı iki sandaldık o anda, “Üzülme baba,” dedim. “alt tarafı bir ev, alt tarafı beton parçası ya.Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan sonra, söz, alırız bir ev daha. “Ona üzülmüyorum ki ben,” dedi babam. “Her ay evin taksitini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti elimizden balon gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık.”
Yüreğin hafızası var, farklı işliyor. Bir zamanlar kaldığı evleri, en boktan zamanlar da olsa unutamıyor insan...
“Bir hayal, gerçeğin kıyısından geçtiğinde, iki göz bir mahremde buluştuğunda, iki el birbirini bulduğunda, iki kalp birbirine dokunduğunda, bu dünyada bitmemiş ümitler adına bir çiçek açar ve umutsuzluk bir adım geri atar, bu coşkun yüreğin zaferidir ve insanın karanlıkta atabileceği yegâne adımdır. Hala içim sızlıyordu. Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar.”