Bu Blogda Ara

30 Ocak 2019 Çarşamba

Aynı Daldaydık - Kutub Şİmşek

Okumayı çok sevdiğim Ot Dergisi yazarlarından Kutub Şimşek sımsıcak biraz da yürek burkan doğu kültürünü, doğu hikayelerini kendi yaşamından esinlenerek bizlere sunuyor.
Kutub Şimşek, bize kendi çocukluğundan, gençliğinden ve yetişkinliğinden, kalabalık ailesinden, akrabalarından, bir tanıdığından bildiği, dinlediği öyküleri toplayıp, samimiyetinde aktarıyor. 
Her şeyin batıdaki gibi kolay ve yolunda gitmediğini, doğu öykülerini okuyunca anlıyoruz.

Kutub Şimşek www.gazeteduvar.com la yaptığı bir söyleşide:
"Öykülerimde anlattığım her şey normal geliyordu zaten, onların normal olmadığını anlamam okumak için Batı’ya gelmemle başladı..Bir de ülkenin doğusu ve batısı arasında bir sınır varmış gibi gelirdi. Coğrafyası, iklimi, kültürü, dili her şeyiyle farklı. Ortak yönlerini büyüdükçe ve gezdikçe keşfedersin, farklılıklar önemsizleşir. Aslında herkesin birbirini sevmeye meyilli olduğunu görürsün, bunu engelleyen şeylerin ise aptalca olduğunu." diyor.

Gerçekten de doğuda yaşamakla, doğuyu dışarıdan görmek çok farklı şeyler. Kutub Şimşek kitabında 28 adet öyküye, daha doğrusu anıya yer vermiş. Hepsi ayrı ayrı ders niteliğinde.
Güçlü bir mizah duygusu ve güzel anlatımıyla "Aynı Daldaydık" bitmesin istediğim kitaplardan oldu. 

26 Ocak 2019 Cumartesi

Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı - Mark Manson


Bir nesli ve onların hayata bakışını tanımlayan bu kişisel gelişim rehberinde, süperstar bir blog yazarı Mark Manson, daha mutlu olabilmek için sürekli "pozitif" olmaya çabalamaktan vazgeçmenin ve bunun yerine zorluklarla mücadele etmekte daha azimli olmanın yolunu gösteriyor.


Yıllardır pozitif düşünmenin mutlu ve zengin bir hayatın anahtarı olduğu söylendi. Ama o günler sona erdi. "Pozitifliği boş ver" diyor Mark Manson. "Dürüst olalım, bazen her şey çok kötü gider ve bununla birlikte yaşamamız gerekir." Geçtiğimiz yıllarda, sevilen ve çok izlenen internet bloğunda, Manson, kendimiz ve dünya hakkındaki hayali beklentilerimizi düzeltmek için çalışıyor. Şimdi de uğruna çaba harcanmış ve zor kazanılmış bilgeliğini bu sarsıcı kitapta paylaşıyor.

Manson esprili bir dille anlattığı savlarını akademik araştırmalarla destekliyor. İnsanlar kusurlu ve sınırlıdır. "Herkes olağanüstü olamaz, toplumda kazananlar ve kaybedenler vardır, olup bitenlerin topu sizin suçunuz değildir ve hayat hakkaniyetli de değildir." Manson bizi sınırlarımızı öğrenmeye ve onları kabul etmeye davet ediyor. Bunun güçlenmenin gerçek kaynağı olduğunu söylüyor. Korkularımızı, hatalarımızı, güvensizliklerimizi kucakladıktan; ıstırap veren gerçeklerden  kaçmaktan ve onları yok saymaktansa onlarla karşılaşmaya hazır olduktan sonra, umutsuzca aradığımız cesarete ve azme kavuşabiliriz diyor.

Geçmişten ve gelecekten örnekler vererek popülerliği hak etmiş bir kitap. Kişisel gelişim kitaplarını okumayı sevenler için okunası bir kitap. Kitaptan altını çizdiğim cümleler ise şöyle:

"Ben ödülü istedim,mücadeleyi değil.Sonucu istedim,süreci değil.Sadece zafere aşıktım,mücadeleye değil. Ve hayat böyle yürümez."

"Neticede hayat hakkındaki büyük hakikatler kulağa en tatsız gelenlerdir."



"Çoğu insanın, özellikle de eğitimli, şımartılmış orta-sınıf beyazların"hayat tasaları" olarak gördüklerinin, gerçekten kaygılanacak daha önemli şeylerinin olmayışının yan etkileri olduğunu düşünüyorum.

Demek ki yaşamımızda önemli ve anlamlı bir şey bulmak zamanımızı ve enerjinizi kullanmanın en verimli yoludur. Çünkü bu anlamlı şeyi bulamazsanız anlamsız ve önemsiz şeyleri kafaya takacaksınız."

"Istırap kaçınılmazsa, hayattaki sorunlarımız kaçınılmazsa, o zaman sormamız gereken soru "Nasıl bu ıstırabı durdurabilirim? değil, "Neden ıstırap çekiyorum, hangi amaç uğruna? olmalıdır."

"Çoğumuzun gurur duyduğu başarıları en büyük tersliklerle, zorluklarla, mücadelelerle gelir. Istırabımız bizi daha güçlü, daha dayanıklı yapar, ayaklarımızı yere daha sağlam basar. Kanser hastaları hayatta kalma savaşını kazandıktan sonra daha güçlü ve şükran dolu olduklarını bildiriler."

“Panda bana, Hayat aslında sonsuz bir sorunlar dizisi Mark, dedi. İçkisinden bir yudum aldı ve küçük pembe şemsiyesini düzeltti. “Bir sorunun çözümü sadece bir sonrakini yaratır.”

18 Aralık 2018 Salı

Antika Titanik - Murat Menteş

Murat Menteş'in Ruhi Mücerret ve Dublörün Dilemması kitaplarından sonra bu kitap olmamış gibi geldi bana. Kapağı çok güzel, adı dikkat çekici, cafcaflı ama bir o kadar da karışık bir konu. Başından itibaren sarmadı beni. Ha şimdi girer yoluna derken azmettim kitabı bitirdim ama bir de 360 sayfalık bu kitabın yazarının işi daha da zormuş gibi geldi bana.

Murat Menteş'in kendina has bir üslubu var aslına bakarsanız. Daha önce okumuş olduğum kitaplarında bu üslubu beğenmeme rağmen  bu kitapta her şey birbirine karışmış, konu birbirine girmiş gibi geldi bana. hakikaten boğucu bir absürtlükler dizisi olmuş.


Bir Murat Menteş kitabına "sıkıcı bir kitap" cümlesini kurmak istemiyorum ama hakikaten sıkıcı bir kitap olmuş. Kelime oyunları güzel ama çok fazlada kelimelerle oynamak olay kurgusundan bizi uzaklaştırıyor.


Hoşuma giden hiç ni bir şey yok. Var tabi. O da yazıların başındaki üst notlar. Onlardan epey miktarda ilginç bilgi öğrenmiş oldum. 


Kitaptan aklımda kalan cümleler ise şöyle:


"Niyetim muğlak, vaziyetim muallak, akıbetim meçhul."


"Aşk savaştan farksız. Ve ben aşkın vicdani retçisiyim."


"Öyle tatlı gülümsedi ki kalp gözüm kamaştı."


"Belki bir gün 15 dakikalığına kendimiz oluruz?"


"Dünyadaki merhamet stoku, iyilik ihtiyacını karşılamıyor."



"Müzik, evlilik için değil, aşk için var. “Canım karıcığım” diye bir şarkı duydun mu hiç ?"

"Prostat ve hemoroit gibi yakın bir ikiliydik."


"Galiba porsiyonlar büyük görünsün diye cüce garson çalıştırıyorlar."


"Peki..siz neden buradasınız leydim.? Cennetin kapılarını açık mı unuttular?"



17 Aralık 2018 Pazartesi

Kurt Kanunu - Kemal Tahir

Türk Siyasi tarihinin önemli olaylarından Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir suikastını konu alan bir kitap Kurt Kanunu. Kitabın baş kahramanları İttihat ve Terakkici Kara Kemal (Küçük Efendi) ve Abdülkerim. (Filinta Kerim) İzmir suikastının perde arkasındaki planlayıcıları olarak aranan bu iki şahsın kaçışları ve İttihatçılarla Kemalistlerin hesaplaşması kitabın konusunu oluşturuyor. 

Kemal Tahir'in okuduğum ilk kitabı. Bu kitaptan önce Kemal Tahir'i kafamda farklı bir yere oturtmuşum ki, romanda aralara Emin bey ve diğer ittihatçilerin ağzından o dönemin desteksiz eleştirileri çok da hoşuma gitmedi. Romanın biraz fazlaca tarihi konuları barındırması bazılarını sıkabilir. Ama o dönemi muhteşem anlatıyor olması ve bazı kısımlarındaki cinsel tasvirleri ise tartışılmaz güzel. Her yönüyle konuyu gözünüzde canlandırıyor.

Kitapta geçen yeni öğrendiğim kelimeler de var:

Zagon: Kural, yasa, örf Ör: "Önce şuna bir el bas ki müslüman zagonunca"

Vermezlenmek: Gönlü razı olmamak

Merdane: Mertçe Ör: "Saklamamış, merdane söylemiş."

Ossaat: Hemen anında Ör:" Ossaat anladım, dedi. Herhal para karıdaydı."

Kitaptan altını çizdiklerim ise şöyle:


"Bütün toplumsal ve kişisel alçaklıklar insanları sorumsuzluğa alıştırmakla başlar."

""Tarihin benzerini görmediği bir kurtlar boğuşmasına giriştik ve yenildik. Kurtlukta düşeni yemek kanundur"

"En önemsiz çekişmelerde anlaşamamanın sebebi, çoğu zaman aynı fikri ileri süren insanların aynı kelimeleri başka anlamlarda kullanmalarındandır, diye bir şey okumuştum."

"Bence, iyilik edilenden çok, iyilik eden taşımalı yaptığı iyiliğin minnetini."




16 Aralık 2018 Pazar

İnsan İnsanı Acıtır - Yelda Kırçuval


Televizyon dünyasındaki nadir kaliteli insanlardan olan ve kaliteli ve seviyeli işleri ile tanıdığımız Yelda Kırçuval'ın,  "Adapsız Kadınlar Hayasız Erkekler" kitabını daha okuyamadan yeni kitabı "İnsan İnsanı Acıtır" kitabı çıktı. Ben de önce onu okumayı seçtim. Gündemde olduğu için öncelikle onu yazmayı istedim. 

Kitabın baş karakteri ünlü bir resim küratörü Leyla'nın eşiyle boşandıktan sonra da hayatında işler pek yolunda gitmez. Kocasını kaptırdığı kadına, biricik oğlunu da kaptırmanın psikolojisi, onu bir boşluğa iter. Karlı bir kış gününde nereye gittiğini bilmeden arabasıyla düşer yollara ve bir dağ başında her şeyden umudu kesmişken kendisini bulup kurtaran hiç tanımadığı bir adama yakınlaşır. Bulunduğu durumdan ona sığınır. Aradığı yakınlığı onda bulacaktır. Kaybolduğu ormanda, kar yolları kapayınca hayatıyla yeniden hesaplaşır. Ayrıntısını ve sonunu kitabı alarak okumanızı tavsiye ederim.

Yazarın, kitabın başından itibaren çok güzel betimlemelere yer verdiğini görüyoruz. Aslında kişisel gelişim türü kitapları okumayı pek sevmem, sıkılırım. Ancak bu kitapta anlatılan hikaye, kişisel gelişim kitaplarından alıntılar eşliğinde öyle güzel yoğrulmuş ve okuyucuya sunulmuş ki, bu haliyle yazılan bir roman ve kişisel gelişim kitabını bir arada ilk kez okuyorum. Bu kitabı okurken içinden alıntılar yapılan;   Erich Fromm'un Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Engin Geçtan'ın İnsan Olmak,  Guy Finley'in Vazgeçebilmek, Victor E. Frankl'ın İnsanın Anlam Arayışı, Loretto Graiano Breuning'in Mutlu Beyin, Henry Thoreau'nun Nerede ve Ne İçin Yaşadım,  Albert Caraco'nun Kaos'un Kutsal Kitabı, Henry David Thoreau'nun Doğal Yaşam ve Başkaldırı" adlı kitaplarından alıntılar okumuş ve bu kitapları da merak etmiş oluyorsunuz. 

Kitap başka bir yönüyle de bir ilk. Yelda Kırçuval, Türkiye’de bir ilke imza atarak kitap teaser’ı hazırlayan ilk yazar oldu. 

Bir başka yönüyle de dikkat çekmeyi başardı yazar. Kitabın geliri okuma fırsatı bulamayan sanat konusunda yetenekli çocuklara verilecek. Böyle insanları seviyorum. Akıllı, kaliteli, geniş düşünen ve kendi ışığını etrafa da yayan, onları da aydınlatan ve ısıtan insanları.

Yelda Kırçuval bir gazetemag adlı internet sitesine verdiği röportajda şöyle diyor: “İnsanın en küstah halinin acımak ve acıtmak olduğunu lâkin asli sonun yanı başımızda insanlığı nasıl esir aldığıyla yüzleştiren bir hikayeyi kalem aldım….” 

Hep övgü olmaz, eleştiri de var tabi ki. Bir de öneri.
Eleştirim, editör ve son okumayı yapanla ilgili. Bazı kelimelerdeki yazım yanlışları atlanmış ya da aceleye gelmiş diyelim. O kadar kusur tabi ki olur.
Örneğin: "Baban bakmıyor size?" (Sy:54) 
"Kompleksiz" (Sy:117)  
" 'Günaydın' diye karşılık Verdi Leyla" (Sy:124) 

Önerim ise, kitapta tasvir edilen resimlerin basit birer sureti (örnek sayfa 43) -karakalem de olsa- sayfa aralarına serpiştirilse güzel olmaz mıydı. Bir de -mevsim şartlarını bilmemekle beraber- teaser karlı bir ormanda çekilemez miydi? 

Kitabı okurken altını çizdiğim cümlelere gelince:

"Ölümün olduğu bir dünyada ciddiye alınacak başka ne olabilir ki"

"Öfkeyle hüzün yan yana durunca fena sarsıyordu insanı. Çok garip... Yokluğuna üzüldüğün birine ölesiye kırgınsın aslında..."

"Ne işe yarıyordu çok insan tanıyor olmak?...Tanışıklıkla övünmek kadar aciz bir görgüsüzlük olabilir mi hiç? Ne yazık ki ancak şimdi anlıyordu bunu..."

"Kusur insanın parmak izi, onun özgünlüğü sayılmaz mıydı?"

"Acının verdiği hazla, hayatta olduğunu, var olduğunu hissediyordu. Acı bir var olma biçimiydi, hayat belirtisiydi. Acıyorsa, ölmemişsin demektir."

"Özgürleşmek için geç değil… Lakin uçurtmanın ipini kesebilmek gerekir önce. Çünkü uçurtmalar, iplerinden özgürleştiklerinde yükselebilirler."

“Uyan...
Ve bir daha hiç uyanamayacağını düşün...
Onun cinnetiyle  cennete çevirdiğin hayatının sessiz çığlığını duy..“
diye başlayan teaser'a aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=uJtUDSypyoo 

Güzel kitap. Ders gibi roman gibi. Okuyun  derim ben. İyi okumalar. 

24 Kasım 2018 Cumartesi

Otuz beş'i Beklerken - Nihat Sırdar

Radyo programlarından tanıdığımız Nihat Sırdar'ın "Otuz Beş' i beklerken" ilk kitabı. Nihat Sırdar'ın çocukluk gençlik hikayeleri. Kocamustafapaşa'da geçirdiği yıllarından kalan hikayeleri radyodaki üslubu ile akıcı bir şekilde anlatmış.
Kitabın kapağını görmezseniz, otuz beş'ten bir yaş anlamı çıkarabilirsiniz ama öyle değil. "35" Kocamustafapaşa-Taksim otobüsünün kotu. Yani 35C'nin.
22 bölümden oluşan kitap sizi eskilere, anılara götürüyor. Yaşıtları için yer yer siz de aynı duyguları hissedebiliyorsunuz. Güzel kitap, okuyun  derim.

Arka kapak tanıtımı ise şöyle:

"Nihat Sırdar ilk kitabı otuz beş'i beklerken'le hayatı ıskalamayan bir dille İstanbul'un o eski sokak aralarında dolaşıyor, dükkân önlerinde top koşturup misket oynayan çocuklarla zamanın uçuculuğuna keskin bir parantez açıyor. söyleyecek bir sözümüzün her zaman olduğunu hissederek yapıyor bunu. artık Kocamustafapaşa 35 C taksim tabelalı otobüse atlayıp Nihat Sırdar'la zamanda bir yolculuğa çıkma vaktidir. yitip giden zamanda ülkece neleri geride bırakıp nereye doğru yol alıyoruz bir de onun hikâyelerinden dinleyin."

20 Kasım 2018 Salı

Hayvan-İnsan Sözleşmesi - Desmond Morris


“Bu küçük gezegenin yüzeyinde  son sayıma göre yedi milyar insan yaşamaktadır. Çevremizde yarattığımız değişiklikler gezegenimizi hızla insanların yaşayamayacakları bir yer yapmaktadır.Kendi hünerlerimizin kurbanı olmaktayız.Seyrek rastlanan bir tür değiliz ama soyu tehlikede olan bir türüz. Dünyada her şeyin yolunda gittiğine inanılması mümkün olan yerler hala vardır. Örneğin Afrika’nın bazı bölgelerinde hava temizdir, vahşi hayvanlar serbestçe dolaşırlar, düzlükler göz alabildiğine uzanır.Ancak dış görünüş aldatıcı olabilir.İnsanlar bu vahşi yerlere öylesine dalmaktadırlar ki iki kuşak geçmeden buraları da tükenmiş olacaktır.Hepimizin kendi kendimize sorması gereken soru şudur: Bir yıkım kaçınılmaz mıdır? Pek fazla kural mı çiğnemiş bulunmaktayız? "

"Çevre korumacılar giderek denizleri nasıl kirlettiğimiz, toprağı nasıl çoraklaştırdığımız ve atmosferin  yapısını nasıl bozduğumuz konularıyla ilgilenmektedirler; ancak insanların kendisine karşı işlediği bir suç daha vardır: Hayvan Sözleşmesi’ni bozmak. Bu, bizimle diğer hayvanlar arasında olan ve bizleri gezegenimizin kullanımında ortak yapan sözleşmedir."

Bu sözleşmenin temeli her türün kendi nüfus artışını sınırlayarak kendisiyle birlikte başka canlıların da yaşamasına izin vermesidir.Bu konuda bir rekabet varsa da, bu bazı insanların sandıkları kadar acımasız değildir.Kendisinden başka her şeyi yok edecek derecede amansız bir rekabete giren  boş bir zafer kazanmışlıktır. Artık hükmettiği yer çorak bir topraktan başka bir yer değildir ve çorak topraklar canlıların yaşamasına uygun değildirler; hatta egemen olanların bile."

"Diğer hayvanlar birbirleriyle olan sözleşmelerine saygı göstermeyi başarmışlardır ve bizim de onlardan öğreneceğimiz şeyler vardır.İyi beslenen aslanlar yalnızca güçlü ve hızlı oldukları için Afrika ovalarında alabildiklerince avlanıp zebra ve antilopları öldürecek olsalardı, bu kendilerinin de sonu demekti.Tüm canlılar birbirlerine bağımlıdırlar.Yırtıcı hayvanların ava, avlarının da bitkiye ihtiyaçları vardır.Aşırı nüfus açlık demektir, her tür kendi nüfusunun felaket düzeyine ulaşmasını önleyecek kendine özgü bir nüfus kontrolüne sahiptir. Ancak insan soyu olarak biz bunu yapamadık. Sonuçta gezegenimizi talan etmeye başladık ve bunu ilerlemeyle bir tuttuk.Uyumlu bir ilerleme için sayıdan çok niteliğe önem vermeliydik, sayımız artarken yaşam kalitesi de artmalıydı.Oysa biz bunun aksinin meydana geldiğini gördük. Burada politikacıların da bir yararı olamaz. Bütün politikacılar “ daha çok hastane, daha çok okul, daha çok sanayi, daha çok konut”tan söz ederler, sanki toplumun tek gelişmesi “daha çok”taymış gibi Daha iyi hastanelerde, daha iyi okul ve evlerde daha az insan bulunmasının yararlarını asla dile getirmezler."

"Hayvan Sözleşmesi’nin çiğnenmesinin iki önemli hasarı olmuştur. Bir kere bu gezegenin  canlılarının karmaşık biyolojik ağı bozulmuştur. Buna ek olarak, hayvan dostlarımızdan öylesine uzaklaşmışızdır ki, artık sorunlarımızın pek çoğuna biyolojik çözümler bulma gereksinimimiz olduğunun bilincinde değiliz artık. Kimyasal, matematiksel ve hatta politik çözümler değil, hayvansal çözümler. Bunu anlayabilmek için ise diğer türlerle mümkün olduğunca yakın bir ilişkiye girmeliyiz. Gezegeni onlarla paylaştığımız sözleşmenin maddeleri sömürüden çok saygıya dayanmalıdır. Hayvan Sözleşmesini çiğnemekten vazgeçmeli ve bütün öteki türleri ortadan kaldırmadan onlara egemen olma isteğimizi sınırlamalıyız.”

 Bu satırların yayınlanmasının üzerinden yaklaşık 23 yıl geçmiş ve biz bu sözleşmeyi hala çiğnemeye devam ediyoruz. Telafisi ve geri dönüşü mümkün olmayan hatalar yaparak doğa kurallarını kendimize göre yeniden yazmaya başladık bile. Yaşadığımız dünyanın Yüce Allah tarafından sadece insanlar için yaratılmadığını düşünerek hayatı paylaşmak zorunda olduğumuz dostlarımızın yaşam haklarına biraz daha saygı göstermek hepimizin görevi olmalı.