Bu Blogda Ara

11 Ağustos 2020 Salı

Pastoral Senfoni - Andre Gide

Nobel ödüllü yazar André Gide’in Pastoral Senfoni’si, günlük türünde yazılmış eserde, bir papazın hayatına giren küçük, kör bir kızın ailede bıraktığı derin izler etrafında gelişen trajik bir hikaye konu edilir. Papaz, dünyanın ve aslında yaşamın bütün renklerini kör kıza, bu senfoni aracılığıyla anlatmaya çalışır. Gide, romanın adıyla, Beethoven’in en önemli eserlerinden biri olan Pastoral Senfoniye gönderme yapar.
Pastoral Senfoni, otobiyografik özellikler taşıyan, görülen ve görülmek istenen dünya arasında kalmış, okurun zihninde yeni anlamlar kazanacak bir ruh okuması.
Konu basit, kahramanlar çok olmayınca konu bütünlüğü de dağılmıyor. Andre Gide' ın anlatımında klasik Türk romancılarının üslubunu gördüm sanki. Fransız romanını bizim romanlarımıza daha yakın hissediyorum nedense.
   
Andre Gide, 22 Kasım 1869’da Paris’te dünyaya gelir. Babası Protestan, Güney Fransalı köylü bir ailede yetişmiş başarılı bir hukuk profesörü; annesi ise aslen Katolik olmakla beraber sonradan Protestanlığı seçmiş, Normandiya’nın en zengin tekstilci ailelerinden birinin kızıdır. Sıkı bir din eğitimi alarak yetişen Gide, sık sık sinir krizleri geçiren, sağlık problemleri yaşayan, duygusal bir çocuktur. Farklı lehçelerle konuşan, farklı mezheplerden iki ayrı sınıfı tanıyarak büyüyen Gide, hayatı boyunca birbirinden ayrı bu dünyaları kendi içinde harmanlamaya çalışacaktır. 2 Aralık 1929’da günlüğüne şu satırları düşer: “Tanrı beni iki ayrı kan, iki ayrı memleket, iki ayrı mezhep arasında yarattıysa bu benim suçum mu?.. Hiçbir şey, çelişkilerini bende birleştiren bu iki aile, bu iki memleket kadar farklı olamaz birbirinden. Sık sık bir sanat eseri ortaya çıkarmam gerektiğini düşünürdüm. Aksi takdirde birbirleriyle devamlı savaşmak zorunda kalacak ya da en azından içimde sürekli tartışıp duracak bu apayrı elemanların uzlaşmasını başka yolla sağlayamazdım...” Bu bakımdan Pastoral Senfoni, Gide’in iyi bildiği Protestan ve Katolik mezheplerini, roman kahramanlarından papaz ve oğlu aracılığıyla tartıştığı en önemli kitaplardan biri olma özelliğini taşır.

Pastoral Senfoni, bir kitap ismi olarak okuyucuya işin en başında, birden fazla dünyanın kapılarını aralar. “Pastoral” kelimesi, hem kırsal yaşamla, hem de Fransızcada Protestan din görevlilerine verilen “pasteur” adıyla bağlantılı olarak dinî ve manevi yönleri ağır basan bir hikâyenin anlatılacağını okuyucuya haber verir. Bahsi geçen bir hikâyeden ziyade, çok sesli bir senfonidir. Gide bu ikili anlam dışında Beethoven’in en önemli eserlerinden biri olan Pastoral Senfoniye de gönderme yapmaktadır. Bir papaz dünyanın ve aslında yaşamın renklerini kör bir kıza, bu senfoniyle anlatmaya çalışacaktır. Papaz, aşkını ve aşkına tanıklık eden diğer karakterleri basit bir dille günlüğüne aktarır. Günlük, bizi hem papazın hem de karısı, oğlu ve aşık olduğu kör kızın dünyalarına götürürken, çok sesli bir senfoniye dönüşür.

Kitaptan alıntılarım ise şunlar:

"O zaman bana uçan hayvanların sadece kuşlar olup olmadığını sordu.
'Bir de kelebekler.' dedim.
'Onlar da şarkı söyler mi?'
'Onlar neşelerini başka yollarla anlatırlar.' diye cevap verdim. 'Neşe onların kanatlarındaki renklerde görülür...'
Ve ona kelebeklerin kanatlarındaki  renklerin çeşitliliğini anlattım."

"Sürekli olarak ocağın başında oturmaktan yaşlı bir kadın gibi solup zayıflayacağından korkarak, Gertrude’u dışarı çıkarmaya başlamıştım. Ama yürümeyi, sadece benim koluma tutunmak şartıyla kabul ediyordu. Bana bunu anlatacak kadar konuşamadan çok önce, evden ilk çıktığımızda duyduğu şaşkınlık ve korkudan anlamıştım ki ilk defa dışarı çıkıyordu. Onu bulduğum o kulübede kimse onunla ilgilenmemiş, ona yalnızca ölmeyeceği kadar yiyecek vermişlerdi. Ölmeyeceği kadar diyorum, çünkü yaşaması için demeye dilim varmıyor. Onun karanlık evreni, daha önce hiç dışına çıkmadığı bu tek odanın karanlık dört duvarıyla sınırlıydı. Bazı yaz günlerinde kapı, dışarının ışıklı ve derin havasına karşı açık kaldığında, eşiğe kadar kımıldanma cesaretini gösterebiliyordu belki de. Daha sonra anlattığına göre, kuş seslerinin, dışarıdan gelen ışığın, ellerini ve yüzünü tatlı tatlı okşayan sıcaklığın etkisiyle çıktığını zannedermiş. Bu konu üzerinde düşünmemiş, ama ateş üzerinde kaynayan suyun ses çıkarması gibi, sıcak havanın ve ışığın şarkı söylemesi de çok doğal geliyormuş ona. Gerçek şu ki, onunla ilgilenmeye başladığım güne kadar, tam ve derin bir uyuşukluk içinde yaşamış, hiçbir şeyi dikkate değer bulmamış ve bu onu hiç endişelendirmemişti. Bu güzel seslerin, tek işlevleri doğanın sonsuz neşesini içinde hissetmek ve bunu etrafa yaymak olan canlı yaratıklardan çıktığını öğrettiğim zaman duyduğu şaşkınlık ve sevinci hatırlıyorum. (İşte o günden sonra “bir kuş gibi neşeliyim” demeyi alışkanlık haline getirdi.) Ama buna rağmen, bu şarkıların tadına doya doya seyredemediği ve seyredemeyeceği bir gösterinin görkemini anlatması onu hüzünlendirmeye başlamıştı."

"Bazı yaz günlerinde kapı, dışarının ışıklı ve derin havasına karşı açık kaldığında, eşiğe kadar kımıldanma cesaretini gösterebiliyordu belki de. Daha sonra anlattığına göre, kuş seslerinin, dışarıdan gelen ışığın, ellerini ve yüzünü tatlı tatlı okşayan sıcaklığın etkisiyle çıktığını zannedermiş. Bu konu üzerinde düşünmemiş, ama ateş üzerinde kaynayan suyun ses çıkarması gibi, sıcak havanın ve ışığın şarkı söylemesi de çok doğal geliyormuş ona."

"Hayır, bırakın devam edeyim. Böyle bir mutluluk istemiyorum ben. Şunu bilin ki ben...Mutluluk için yaşamıyorum. Bilmeyi tercih ederim. Göremediğim bir çok şey, birçok üzücü şey var elbette, bunları benden saklamaya hakkınız yok. Şu kış ayları boyunca uzun uzun düşündüm. Dünyanın sizin bana inandırmaya çalıştığınız gibi güzel bir yer olmadığından şüpheleniyorum, anlıyor musunuz papaz efendi; hatta tam tersine pek çok kötülüğü barındıran bir yer olduğundan." 

"5 Mart. Bu tarihi bir doğum tarihi gibi not ettim. Bir gülümsemeden çok, yüz ifadesinde küçük bir değişim diyebiliriz. Yüz hatları birdenbire canlandı. Alpler’in doruklarında zirveleri şafakla beraber geceden çıkartıp belirginleştiren, karlı tepeleri aydınlatan seher ışığı gibi, ani bir şimşek gibi mistik bir renk geldi yüzüne. Ona bakarken, meleğin uyuyan suyu uyandırmak için indiği Bethesda Havuzunu hatırlayıverdim. Gertrude’un gözlerimin önünde birdenbire bir meleğe dönüşebilmesi hayranlık uyandırdı bende. Çünkü yüzünü aydınlatan bu ışıkta, zekâdan çok Tanrı sevgisi vardı. Öyle bir şükran duygusu ve aşkla doldum ki, zavallı kızın alnına kondurduğum öpücüğü yüce Tanrı’ya adıyormuşum gibi hissettim."

"Günler ve haftalar boyunca, kör kızın iki küçük eşyaya, bir toplu iğneyle bir mürekkepli kaleme dokunması ve körler için yazılmış kabartma bir kitapta bu eşyaların İngilizce adı olan pin ve pen kelimelerini parmaklarıyla yoklaması üzerine çalışmış. Haftalar boyunca hiçbir sonuç elde edememiş. Sanki kızın içi bomboş gibiymiş. Ama o yine de umudunu hiç kaybetmemiş. Günlüğünde şöyle diyordu: ‘Kendimi bir kuyunun üzerine eğilmiş, bu derin ve kapkaranlık kuyuya bir ip sarkıtmış gibi hissediyordum. Aşağıdan canlı biri ipi tutsun diye ümitsizlikle bekliyordum ipi oynatarak.’ Tabii doktor, o derin kuyunun dibinde biri olduğundan ve bir gün bu ipi tutacağından hiç şüphe etmiyor."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder