Bu Blogda Ara

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Romantika-Turgut Özakman

             60 'lı yıllarda yaşanmış bir aşk hikayesi.Üniversitede hoca Doğan ve öğrencisi Arzu'nun aşkı güzel bir hikaye eşliğinde  süslenmiş. Şifreli bir şekilde yazılmış defterden hocanın kızının gün ışığına çıkardığı hatıralar.
            Daha önce Şu Çılgın Türkler kitabından tanıdığımız Turgut Özakman'ın aşk romanı yazdığını bilmiyordum.Ancak böyle bir kişilik ancak bu kadar seviyeli bir aşk romanı yazabilir. İçinde erotizm de var ama hiç rahatsız edici değil.Aydın gözünden cinsellik böyle oluyor demek ki.60 lı yılların aşkları günümüzden daha değişik.Belki de sevdiğine telefon yada bilgisayar yoluyla kolay ulaşamıyor olunmasıdır  o yıllardaki aşkları enteresan kılan. Şimdiki nerede başladığı nerede ve nasıl bittiği belli olmayan, çabuk vazgeçilen, daldan dala atlanılan aşklar gibi değilmiş o zamanlardaki ilişkiler. Hoca öğrenci ilişkisi olarak değerlendirmeden, sevgiyi, aşkı evliliklerinde bulamamış aralarında 13 yaş bulunan iki insanın birbirinde bulduğu mutluluk ve hayat sevinci olarak değerlendirirseniz güzel bir kitap olduğunu söyleyebilirim.


 Bir çırpıda okunup bitirilen romandan dikkat çeken altı çizilenler ise şunlar;

-İyimserliğinin demir maskesi ağır ağır eriyip iç yüzünün ortaya çıkacağını sanıyordum.Solgun yüzüne, sanki hayatın bütün lezzetlerini, yani sevap ve günahlarını tatmış bir insanın tarifsiz doygunluğu yayılınca şaşırıp kaldım.Demek sahiden mutluydu.ama neden?Bu kadar mutlu olması için o kadar az sebep vardı ki.
-Acıyarak baktı."Aşk doğal afete benzer kızım .." dedi, İstemekle gerçekleşmez ki.Kendiliğinden gelir.
-Babam "Ankara küçük bir kentti.." dedi, "..Gittikçe büyük bir kasabaya dönüşüyor. Bu hali demokrasimize daha yakışıyor.Çünkü o da kasaba demokrasisi.
-Aşk da ölüm gibi yaşa, başa bakmıyormuş.
-Bir çiçek açar gibi sessizce güldü.Binlerce baştan çıkarıcı şarkıyla dolu bir sessizlik oldu.Elini yavaşça avucuma bıraktı.Ne küçük, yumuşak sıcak bir el.
-O kadar ciddiye aldığım hayatın, orta halli bir yazarın yazdığı, sıkıcı, basit güzel sahneleri çok kısa ve çok az, ağdalı bir melodramdan başka bir şey olmadığını fark etmeye başlamıştım.İnsanın özel hayatında mutlu olabilmesi için galiba bu basmakalıp oyunun dışına çıkıp tuluat yapması, güzel sahneleri uzatıp çoğaltması gerekiyor.
-.."Herkesin hayatta bir kez bir mucize yaşamak hakkı olduğuna inanıyorum.Benim payıma düşen mucize de sensin.
-Sen de çok iyi bilirsin ki aşk denilen şey biyolojik bir olay.Ama ozanlar bu basit olguyu süsleyip püslediler, insanlığa olağanüstü bir olaymış gibi yutturdular.Neyse ki aşk, yirminci yüzyılda bir makinenin altında kalıp öldü de, bu büyük yutturmaca sona erdi.Her yeni aşk romanı, aşk için yazılmış bir mezar taşıdır.Mezar taşını kim okur dostum.
-Aşk bu çok uzun gelişimin son aşamasıdır, ilkellikten kurtulmak, bencillikten arınmak, kendine tapmaktan kurtulmak demektir.Bir insanın yalnız güzelliklerini değil, çirkinliklerini, kusurlarını, yanlışlarını da sevmektir.
-..Çünkü kendimi, aldatan bir kadın olarak görmüyorum.Aldatmak, sanıyorum ki bir insanın biriyle birlikte yaşarken, sırf ten zevki, eğlenmek ya da çıkar için başka biriyle birlikte olmasıdır.
-Anlaşılan bebeğin annenin kanını ve sütünü emerek büyümesi gibi, gelecek de ancak geçmişi yiyerek var oluyor.
-Neyin hayır neyin şer olduğuna acele karar vermemeli. Şunu öğrendim.En ters olayın içinde bile bir güzellik çekirdeği bulunuyor.Zamanı gelince çatlayıp açılıyor.

2 Mayıs 2017 Salı

Kuşlar Yasına Gider-Hasan Ali Toptaş




Hasan Ali Toptaş'ın Gölgesizler kitabını okumaya niyetlenirken öncelikle son çıkanı okumalıyım kararı vererek "Kuşlar Yasına Gider" adlı romanını okumaya başladım. Bizim bölgelere yakın sayılabilecek, daha önce bir vesileyle 3-4 ay kadar çalışmış olduğum Çal, Çivril, Baklan Ovası civarlarında kahramanımızın  anne babasının ve akrabalarının yaşadığı bir köy ile  kahramanımızın yaşadığı Ankara arasında geçen gidip gelmeler, Müthiş bir baba sevgisi ve babaya verilen önem, köy hayatı, yaşlı köy insanlarının gözünden dünya, hangi yaşta olursa olsun eğilip bükülmeyen, oğluna yük olmak istemeyen bir babanın anlatıldığı, yerel ağızların ustalıkla kullanıldığı,  Ankara Denizli arası yolculukların uzamasını ve sık tekrarını saymazsak sıkmayan bir roman olmuş. Romanın anlatıcısının ismi hiç geçmediğinden sanki romanın kahramanı yazarın kendisi imiş gibi bir his uyandırdı bende.Kendi doğduğu büyüdüğü yerlerin anlatıldığı da düşünülürse.Kimbilir belki de öyledir. Romanla bütünleşen rüya ile gerçek arasında gidip gelmeler var.Dediğim gibi kitapta ustalıkla kullanılan bazılarını anladığım bazılarını tahmin ettiği bazılarını ise hiç anlamadığım kelimeler oldu.Ben de bunları sizin için araştırdım.

İşte kitapta geçen bazıları yerel sözcükler.Anlamları şöyle:

Kesek:sabanın, belin ya da çapanın topraktan kaldırdığı iri parça.
Evlek:tarlanın, sürmek ve tohum ekmek için saban iziyle bölünen küçük parçalarından her biri.
Ağartı:karanlıkta uzaktan güçlükle seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
Yel yepelek:Rüzgar gibi,çabucak
Omça:üzüm asmasının kütüğü.
Dastar yarımına benzeyen bez:Kilimi andıran ipten dokunmuş yaygı
Hembembe sekmek:Avarelik etmek, boş gezmek
Sokurdanmak: Söylenmek, homurdanmak, gönülsüz iş görmek.
Dalöğle:Tam öğle vakti
Tavsamak:eski gücünü, hızını yitirmek, tavı geçmek, yavaşlamak, gevşemek.
Yedmek:bir hayvanı ya da bir şeyi bir ipe bağlayıp çekerek arkasında götürmek, yedeğinde götürmek.
Göynümek:(insan) yanacak derecede ısınmak.(kumaş için) ateş karşısında kalarak hafifçe sararmak, renk değiştirmek
Bürgü: Oyalı Başörtüsü
İpil ipil:Pırıl pırıl parıldayarak
Yepmek: Sıvaszlamak, okşamak
Çeki:Baş örtüsü tülbent
Hıyallamak:Farkına varmak

Kitaptan Alıntı bölümümüzde neler var:

-Büyük ihtiyaçlanın küçüldüğü ,küçük ihtiyaçların büyüdüğü döneme yaşlılık diyorlar..
-Babalar,alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
-"Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü."
-Bir vakit ikimiz de sustuk.Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden doğmuyormuş gibi geldi bana.Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
-Çünkü diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.O şahıs Allah vere de çoluk çocuğunun üstüne düşmese. 
-Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum.
Kitabı okuyup bitirdikten sonra belki de kitabın adı "Beyaz At Yasına Gider" de olabilirmiş diye düşündürdü.Neyse siz iyisi mi okuyun.


30 Nisan 2017 Pazar

Yap Bi Babalık-Can Yılmaz





















İlk kitabı Klişe Hayatlar Matbaasından sonra yeni kitabı olan Yap Bi Babalık isimli kitabını hemen aldım Can Yılmaz'ın. Can Yılmaz Cem Yılmaz'ın abisi.İlk kitabı hoşuma gitmişti.Güzel mizahi bir anlatımı var.Eğlenceli öyküler.Geçen hafta kendisiyle İzmir Kitap Fuarında tanışma imkanı da buldum.Kitabımı da imzalattım.Ama geçen hafta itibari ile  henüz kitabını yeni aldığım ve  henüz okumadığım için kitabı hakkında konuşamadık.Öyküleri sıcak ama kendisini o kadar da sıcak bulduğumu söyleyemeyeceğim.Belki de bana öyle gelmiştir.

Güzel bir kitap.İçinde 22 adet kara mizah da içeren öyküler var. Okuması keyifli, sonları güzel.Kısa öyküler ve sıkmıyor insanı.Yalnız bir şey dikkatimi çekti öykülerde tek tek saymadım ama 5-6 tanesi haricinde hepsinde ölüm var.Ya olayın kahramanı ya arkadaşı ya da aileden birisi mutlaka ölüyor.İlginç.Tesadüf de olabilir ama vardır verilmek istenen mesaj. İki oturumda bitirdim.Okuyun güzel kitap.

27 Nisan 2017 Perşembe

Kumral Ada Mavi Tuna-Buket Uzuner


1997 yılında yazılmış bir roman. 2017 yılında okudum.Aslına bakarsanız ben kendimde var sanıyordum kitabı ama yokmuş.Aldım ve hemen okudum.Biraz sarktı çünkü çok uzun.Neresini geçiştirmeye kalkacak olsam orada önemli gelişmeler oldu.Geriye dönüp tekrar okudum. Buket Uzuner güzel bir kurgu yapmış, Baş kahramanımız Tuna, kardeşi Aras, mahallelerine taşınan film yıldızı Süreyya Mercan ve ailesi, ve onların küçük kızları Ada, onun dayısı Doğan Gökay, kuzeni Meriç arasında geçen çocukluklarından itibaren başlayan ilişkiler ve Tuna'nın yetişkinliğinde yaşadığı iç savaş anlatılmış. İç savaş bölümleri oldukça uzun, sıkıcı ve gereksiz gelmedi değil.O kadar uzamasına gerek yokmuş. Hele Tuna'nın hastanedeyken hizmetli Hasan'la olan bölümleri iyice gereksiz geldi.İç savaş ortamı çok güzel anlatılmamış bence. Aslına bakarsanız bu iç savaş meselesine de girmeye hiç gerek yokmuş.Konu bütünlüğünü sağlayan bir olay olduğunu da düşünmüyorum.Sonuç bölümünde ise kahramanların tek tek konuşturularak bazı gizli kalmış kısımların anlattırılması konunun içine serpiştirilebilir miydi bilmiyorum. Kitapta geçen ensest aşkım, lezbiyenlik gibi konular  ile gençlerin sevişme sahnelerinin ayrıntısı biraz marjinallik katmış gibi.Ama güzel bir anlatım, akıcı bir dil.Benim hoşuma gitti.Kitabın kapak resminin güzelliğini de söylemeden geçemeyeceği.Çok beğendim.
Kitaptan alıntıladıklarım ise:
-Eh sanıyorum bir yerde severek yaşamak ve bunu sürdürmek isteğine de "o yerli olmak" denir.
-En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır.İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır,! En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında.
-"Bence demokrasının azı çoğu yoktur asteğmen.Demokrasi ya vardır ya da yoktur! Eşitliğin yaygınlaştırılmayışı, adaletin resmileştirilmemesi olabilir ama demokrasinin eksiği, fazlası olamaz! Demokrasinin de kuralları ve disiplini vardır.Demokrasi sonsuzluk ve sorumsuzluk değil, sorumluluk ve sağduyu rejimidir.Eşit uygulandığı ülkelerde iç savaş çıkmaz."
-Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak, içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca..Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..
-Yakınına sokulmadıkça, kokusu duyulmayan mücerret bir koku gibidir ölüm...Mücerret soyut anlamına gelir...Ne zaman ki vakti gelir, yakınlarda birine denk düşer ve işte o zaman kokusu duyulur ölümün.
-"Yavaş yavaş, usul usul birikiyor kötülük..." diye fısıldadı Tuna.
-Kibirle ve kararsızlıkla geçirilen gençlik kimseye mutluluk getirmemiştir.
-İnsanın kendisini hiç beğenmediği yanlarıyla birlikte benimsemesi, ortalama olarak insan ömrünün kaçıncı yılına denk düşüyor acaba?





Mucizevi Mandarin-Aslı Erdoğan


Öncelikle Mandarin ne demek. Mandalin değil tabi ki Mandarin. yüksek makamdaki Çin devlet görevlilerine verilen ad.Kitaptaki 13 öyküden biri. Aslı Erdoğan'ın gözaltına alınması ve yargılanması haberlerini okuduktan sonra, bu kadın böyle tehlikeli neler yazıyor acaba diye merakımdan aldım kitabını birkaç kitabı arasından en çok bilineni galiba Mucizevi Mandarin.

Düşünerek, irdeleyerek okunması gereken alttan alta mesajlar veren öyküler var.Kesinlikle aceleye getirmeden sindirerek okunmalı.Derin anlamlar insanı sonradan vuruyor.Değişik bir yazar.Kendine has değişik bir uslubu var.Diğer kitaplarını da merak ediyorum.Öykülerde biraz hüzün, biraz kalp yarası, biraz boşlukta kalış var. Kitap Dünya okurlarınca "geleceğe kalacak elli yazar" arasında sayılan Aslı Erdoğan'ın ilk öykü kitabı Mucizevi Mandarin.Yalnızca Türkçe'de değil çevrildiği yabancı dillerde de aynı ilgiyi uyandırmış bir kitap.Aynı zamanda En İyi Türk Edebiyatı Kitapları listesinde yer almakta.
Kitaptan alıntılar ise şöyle:
-Küçük bir çocukken dünyanın kahverengi gözlülere değişik görünüp görünmediğini merak ederdim...Artık yeterince büyüdüm, en azından dünyayı başkalarından farklı görüyorsam, bunun nedeninin gözlerimin rengi olmadığı bilecek kadar.
-Bir şehir, ancak içinde sevdiğiniz biri olunca yaşamaya başlar.
-Karanlıkları, gölgeleri, eskiyi,yasadışını seçerim ben.Düşü gerçeğe, geçmişi bugüne, acıyı umuda yeğ tuttuğum için herhalde.
-Bir insan ne kadar kötü dövülürse dövülsün, içeriden ya da dışarıdan, bedeni ya da ruhu ne kadar incinmiş olursa olsun, yaşamı yeniden sevebilir. Yeter ki kafasını hep aynı duvarlara vurmaktan vazgeçsin.
- Bir insanı gerçekten sevmek, onun tuhaflıklarını, hiç kimsenin, kendisinin bile benimseyemediği, hatta fark etmediği huylarını sevmektir.İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır çünkü.

28 Mart 2017 Salı

Bir Hayat Bir Hayata Değer-Ahmet ALTAN

"Büyük eserler yaratmış olanların ve uzaktan küçücük gözüken dünyalarında derin sarsıntılar yaşayan sıradan kadınların aşkları ve acıları var bu kitapta. Bu kitabı okuduğunuzda sadece sanat ve bilim dünyasının görünmeyen yüzünü değil, kendinizden bile sakladığınız duyguları bulacaksınız. Beethoven tek bir kadını çok sevdi hayatında. Ona mektuplar yazdı, onun için besteler yaptı. Adını hiç kimseye söylemedi. Kimse bilmedi onun sevdiği kadının adını. Juan Ramon Jimenez, karısı Zenobia'ya âşıktı. Karısı hastalandı, ölüm döşeğine düştü. Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığını, sırf Zenobia ölmeden öğrenebilsin diye Nobel Komitesi zamanından önce açıkladı. Zenobia öldü sonra. Jimenez bir daha tek satır yazmadı.Oğul Alexander Dumas, pahalı bir fahişeye âşık olmuştu. Aslında bütün Paris bu veremli genç kadının peşindeydi. O kadın ise sadece Lizst'i sevdi. Onu terk eden tek erkek de Lizst oldu. Oğul Dumas, sevdiği kadın ölünce Kamelyalı Kadın'ı yazdı. Verebileceği en büyük armağanı verdi ona. Dünyanın en ünlü mimarlarından Louis Kahn, bencil ve çirkin bir erkekti. Bir tren istasyonunun tuvaletinde 74 yaşında ölü bulunduğunda, arkasında kendisine âşık üç kadın bıraktı. Oğlu, babası gibi birisini onların neden sevdiklerini merak edip o kadınları tek tek dolaştı." 

Bunlar ve bunlara benzer aşk gerçek yaşanmış aşk hikayeleri. Güzel bir hikayeye bürünmüş, güzel akıcı bir anlatımla sunulan aşk hikayeleri.Hepsi birbirinden güzel. 
Cami Işıklarına Bakan Çocuk başlıklı bölümü çok beğendim, Kader Kapıyı Çaldığında'yı ise kızıma okudum.Bethoween'in sağır oluşu ve yaptığı inanılmaz bestelerin hikayesi.
Ahmet Altan'ın kitaplarını ve anlatımını seviyorum. En sonda ise Hrant Dink' e yazılmış olan yazısı ise hepsinden daha güzel.
Beğendiğim bölümlerden:
-"Hepimizin birbirimizi son kez gördüğümüz bir gün olacak.O günün hanfgisi olacağını hiç bilemeyeceğiz.
Ve o o gün gelecek.
Koyu bir gecede beliren kara bir muhrip gibi girecek hayatımıza
Düşüncelerimizin arkasındaki o belirsiz bölgede şekilsiz gölgeler gibi dolaşan korku dolu sezgiler yıkıcı gerçeklere dönüşecek.
Yüzündeki gülümsemeyi bize anı olarak bırakan biri ayrılacak bizden
Bir daha o yüzü görmeyeceğiz.
Suya vuran bir ışık gibi alacakaranlıkla birlikte derinliklere çekilecek.
Bir bilinmeze doğru uzaklaşacak."

-Karısı Zenobia öldükten sonra İspanyol Şair Juan Ramon Jimenez, tek bir satır daha yazmamıştı. "Zenobia yoksayazmak da yoktu, bütün dünyaya sanki şunu haykırmak istiyordu:
-Ona okuyamayacaksam eğer, yazdıklarımı onun nasıl bulduğunu öğrenmek için sabırsızlıkla beklemeyeceksem, yazmak ilgimi çekmiyor.
Aklında karısıyla bütünleşmiş olan yaz, Zednobia'yla birlikte öldü onun için."


 -...Tanrı hiçbirimizi affetmeyecek, çünkü bütün günahlarımızı biliyor.

Ben o zavallı kızın, o minicik küçük kızın şöyle de demesini isterdim:
"Ben de Tanrı'yı affetmeyeceğim."
Eğer onun yerine konuşabilseydim, Çünkü derdim, Onun da bütün günahlarını ben biliyorum."
Güzel şeyler yazmış.Okuyun

19 Mart 2017 Pazar

Aptalı Tanımak-A.M.Celal Şengör




Şu anda Türkiye'ye egemen olan cehâlet yönetimi, toplum olma bilincimizde büyük yaralar açmıştır ve açmaya da devam etmektedir. Öncelikle, toplumun bir grup olarak rasyonal düşünme yeteneğini silip süpüren yobazlık ve düşünceye değil korkuya dayanan cemaat yaşamının hortlatılması, toplumsal dokumuzu derinden yaralamıştır. Buna ilâveten eğitimimizde yaratılan kargaşa ve kalitesizlik, bir toplum olarak bilgi edinme ve değerlendirme yetimizi ortadan kaldırmak üzeredir. Tüm bunları yapanların eleştirilmesine, toplumda gerçeği aramak için oluşturulabilecek bir serbest düşünce ve tartışma ortamının oluşturulmasına imkân verecek basın özgürlüğünün alenen, fütursuzca tehdit edilmesi ve buna toplumdan en ufak bir reaksiyon gelmemesi ortaya konan yıkım projesinin toplumca algılanamamasına ve dolayısıyla bertaraf edilememesine neden olmaktadır.

Bahsettiğim yıkım projesi, bir grup kötü niyetli insanın Türkiye'yi ortadan kaldırma projesi olarak algılanmamalıdır. Kuşkusuz, içimizde bu yıkım projesini yönetenleri dışarıdan destekleyenlerin böyle bir amaçları olabilir ve muhtemelen vardır da. Ancak bu projeyi içimizde (ve başımızda) bulunarak yürüten ve destekleyenlerin yaptıklarının tamamen farkında olduklarını sanmıyorum. Ortaya çıkan ve benim kısaca "proje" diye betimlediğim olgu aslında yalnızca cehalet ve aptallığın ortaya çıkardığı bir süreçtir. Tarih boyunca cehaletin ve aptallığın eline geçen toplumların kaderleri hep bizimki gibi olmuştur. Zira cahil, çevresiyle temasa geçemediği gibi bizzat kendisi hakkındaki bilgileri de değerlendiremez. Aptal ise bu veriler kendisine sunulsa bile bunlarla ne yapacağını düşünemez. Cahil ve aptal her türlü eleştiriden korkar, zira bellediği yolun dışında bir yolun varlığını bilmez, olabileceğini düşünemez ve kendisine gösterilse bile değerlendiremez. Bu durumda yapabileceği tek şey, bugün Türkiye'de olduğu gibi, toplumsal terör, yani korku yaratmaktan ibaret olur.

Hayran olduğum bir bilim adamı.Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisinde yayınlanan yazılarından oluşmuş kitabında Türkiye'de eksik gördüğü her şeyi teker teker söylemiş. Ahlaksızlıklardan, cahillikten, üniversitesizlikten, bilimsel anlamda en ufak bir ilerlemenin olmamasından yakınmış.Zevkle ve üzülerek okudum.Ama ne yazık ki gerçekler bunlar.Herkesin herkesi yargılamaya hakkı olduğunu kitabın başında belirterek bunun toplumsal gelişmemizin en temel gereği olduğundan yola çıkmış.Aptallığın tanımını yapmış, kendi kullandığı aptal tanımının  "zeka ve/veya akıl yönünden belli bir ortalamanın altında olan kimse" olarak sıfat manasında kullandığını belirtmiş.Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının IQ ortalamasının 89 ile 90 arasında olduğunu bunu nedeninin nüfusun hızla artmakta olduğu, eğitimin kötü olduğunu, eğitimin yaratıcılığa değil ezberciliğe dönük olduğu, okula gitmekten amacın öğrenmek değil diploma sahibi olmak olduğu, ahlaksızlığın arttığı, insanların huzursuz olduğu ve birbirini sevmediği, aile içi ilişkilerin iyi olmadığı, tüm bu toplumsal davranış bozukluklarının ve sosyal hastalıkların ve ahlak düşüklüğünün sebebinin uzun zamandan beri yukarıda belirtilen IQ ortalamasına sahip bir toplumdan çıkan yöneticilerle yönetilmesi olduğunu belirtmiş. 
-
"Bir ülkenin bağımsızlığını kaybetmesi, o ülkenin sahiplerinin toplum bilincini kaybetmemeleri halinde çok büyük bir felaket olmayabilir, çünkü bilinçli toplum, kaybettiği bağımsızlığını tekrar kazanabilir.Ancak, toplum olma, yani bir yerde insan olma bilinci gitmişse, o toplumdan geriye ancak bir insanlık harabesi kalır." 
"Cumhuriyete kadar bugünkü Türkiye toprakları içinde yaşayan insanların, insan bilgisine kalıcı katkıları kocaman bir sıfırdır.Yani Osmanlı İmparatorluğunun tüm izleri tarihten tamamen silinse, bilim dünyasının en ufak bir kaybı olmaz"
"Bir lokma ekmek ve bir hırka ile kanaat eden insan yaratıcı olamaz.Bu felsefeyi öven hiçbir düşünce yaratıcı bir toplum ortaya çıkaramaz."
"İnsan ne zaman insan olmuştur.El-cevap; yalan söylemeyi öğrendiği zaman"
"Bir yandan dünyanın yedi günde yaratıldığına inanıp jeoloji öğrenmek nasıl mümkün değilse, diğer yandan Adem ile Havva efsanesine inanıp biyoloji yapmak böylece mümkün değildir.Dünyanın üzerindeki yedi kat göğe inanıp astronomi yapmak ne denli olanaksızsa, nedenselliği Al Gazzali'nin yaptığı gibi reddedip fizik yapmak da o kadar mümkün değildir."
Okuyun. Güzel.Diğer kitaplarını da okluyun.Seversiniz sevmezsiniz.Sevmediğiniz kısımları da okuyun.İnanın demiyorum.İnanmadığınız yerde ise doğruluğunu araştırın.