Bu Blogda Ara

4 Temmuz 2017 Salı

Bugün Bize Kim Geldi- Sezgin Kaymaz


Mektuplardan, daha doğrusu kısa hikayelerden oluşan bir kitap. Öncelikle kitabın kapağı beni kendine çekti.O sararmış yapraklar sanki geçmişe özlemi anlatıyor.Çok dostluk, samimiyet, doğallık kokan bir kitap. Sezgin Kaymaz ın insanı içine alan bir anlatımı var. Günlük konuşmalar, günlük olaylar anca bu kadar güzel ifade edilebilir. Hüzün, komedi hepsi bir arada gerçek yaşamda olduğu gibi.
Sezgin Kaymaz'dan okuduğum ilk kitabım. Nasıl samimi bir anlatımdır, nasıl güzel bir üsluptur.
Baştan sona kadar beni kendine çekti. Çok güldüm, az da hüzünlendim. İnsanın kendini bulduğu kitaplar çok kıymetlidir, bende fazlasıyla kendimi buldum bu kitapta.
Günlük konuşmalar, günlük olaylar ancak bu kadar güzel ifade edilebilir.Üzüntü, neşe, hepsi bir arada gerçek yaşamdan kesinti.
Sezgin Kaymaz tam bir hayvansever. Kitabın son iki bölümünü boğazım düğüm düğüm  okudum. İnci, Yasemin, Betül, Timuçin köpekleri ve baktığı bir sürü kedi hayatının bir parçası gibi.
Kişinin kendiyle ve çevresiyle barışık olmasını, olduğu gibi kabullenip yadırgamamayı, hayvan sevgisini öyle güzel anlatmış ki hayran kalmamak mümkün değil, sizin de bu kitabı beğeneceğinizden eminim. Son bölümdeki mektup kardeşim bölümü çok güzeldi.
Sevgili Mektupkardeşim,
Çoğunlukla karşılaşmayız bile seninle.
Mektuplaşır dururuz. Yaklaşırız içten içe, konu komşu olur, eş dost olur, dertdaş sırdaş oluruz kendimize çaktırmadan. Muhtaç oluruz birbirimizin varlığına, birbirimizin ihtiyâcı oluruz. Harfler söze, sözler sohbete, sohbetler muhabbete dönüşür gel git. Muhabbetler sese, sesler vahye. Sen beni vâr edersin ben seni. Demden deme geçeriz mektup mektup, sen hiç olmadığın kadar sen olursun, ben bir de bakarım ta kendisiyim kendimin.
Hep senin sâyende.
Bağlanır giderim güzel varlığına. Olur mu derler, olur, insan hiç görmediğini de özler; ben seni çok özlerim.
Kitapta çoktan beri duymadığım “kopturup gelmek” fiilini yeniden duymak çok hoşuma gitti. Hömermek var bir de o da “birisine kızarak saldırmaya çalışmak”mış.
-Ölene bir şey yapmıyor ölüm; kalana yapıyor. Kitaptan kalan güzel bir söz.

Liseden Arkadaşlar- Selçuk Aydemir

Selçuk Aydemir'in muhteşem dizilerinden ve filmlerinden sonra  "Mahalleden Arkadaşlar" kitabını çok beğenmiştim. Muhteşemdi.Şimdi ise "Liseden Arkadaşlar" kitabı yine birincisi kadar olmasa da yine okurken kendi kendime güldüğüm bir kitap oldu.
Herkes kendine ait bir anıya gitmiştir bu kitapta. Çok güzel bir kurgu, bir kısmı gerçek bir kısmı değil olan yaşantısından kesitler mizahla çok güzel bir bütünlük oluşturmuş. Herkesin okul hayatı zaten bir miktar hatta çok önemli bir miktar mizah içermiyor mu. Marifet bunu senaryolaştırabilmekte tabi ki.Selçuk Aydemir'in de işi bu. Bu işi de her zamanki gibi çok güzel yapmış.Belki ileride bu kitap serisini dizi senaryosuna çevirebilir mi bilmiyorum.
Kitaptan birkaç komik alıntı:
-Müdür Doğan Bey, büstü yapılsa ustanın işçilik parası almayacağı, "Taşın parasını verin yeter, ben zaten birşey yapmadım ki" diyeceği duvar mizaçlı bir insandı.
-Mete ortaokulda beden dersinden zayıf getirmiş adamdı, bedeni bile eğitilemiyordu adamın
-Anne-baba ilkokul mezunu, akrabalardan o yıllarda okul hayatında ceket giyebilmiş pek insan yok, bizimkilerin eğitim-öğretim hayatı önlükten ibaret.
-"Ben elimden geleni tüm dikkatimi toplayarak 2 dakikada yaptım hanım, senin 9 ay 10 günün vardı. Orda sen işi hafife aldın bence"

19 Mayıs 2017 Cuma

Harita Metod Defteri- Murathan Mungan


Murathan Mungan'ın çocukluk yıllarını, yaşadığı olayları, çocukluk yıllarındaki doğup büyüdüğü Mardin'i anlattığı kitabı. Kitabın "Niyet" başlıklı ilk bölümünde "Bütünüyle özyaşamöyküsel malzemeyle çatılmış olan Paranın Cinleri gibi, Harita Metod Defteri de, içinde yaşanmış bazı olayların, anların bende bıraktığı izlerin, izlenimlerin yer aldığı, hafızamın gerçeklere sadakatine yaslanan, tamamı anılardan oluşan bir anlatı kitabıdır."diyor Murathan Mungan. Açıkçası Murathan Mungan'ın çocukluğunu, ailesini, gençliğini merak edişim değildi kitabı okumak istememdeki amaç. Ülkemizin o yıllardaki durumu,kendi çocukluğumdan bulacağım izler, ortak duygular, "ya evet ben de öyle yapmıştım", "bizim ailemiz de de böyle yapılıyordu" dediğim anıları bulmaktı amacım. Nitekim de öyle oldu. Çocukluğuma dair unuttuğum çok şeyi Mungan sayesinde hatırlama imkanım oldu.Bir de o yılların Mardin'ini tanıma, örf, gelenek ve yaşam tarzlarını öğrenme imkanım bu kitap sayesinde oldu.İnsanın kendisini yazması zordur.Geçmişe dönük birikimler ve notlar yoksa hatırlamak da imkansızlaşır. Murathan Mungan bunu güzel başarmış. Ayrıntılarıyla geçmiş yılları bize dün gibi aktarmış. Kendisinin de belirttiği gibi "..bu kitabın harcı, malzemesi doğrudan insanın kendi yaşamıdır. Hayat yaşarken olduğu gibi yazarken de bir zamanlama işidir."Eline sağlık diyorum.

Alıntılar, altı çizililer;
-İnsan çocukken yaptığı bir şeyi büyüdüğünde tekrarlarken, ondan aynı zevki aldığını anladığında anladığı anda mutlu olur.Bu mutlulukta, kendi içinde yaşamını sürdüren bir çocukluğu keşfetmenin tadı vardır..
-Aile hasarlarının kalıcı izi zonklar siz anılarınızı yazarken.Yaralarınıza yenilmemeyi öğrenmelisiniz;ne de olsa yazı dediğiniz çoğu kez yara kabuğudur.
-"Şimdiyde kuyunun ipini kendi içine sarkıtıyor, çocukluğumdan hatırladıklarım arasında ne kadar geriye gidebilir, geçmişe ne kadar inebilir,
orada bulduklarımı gün ışığına nasıl çıkarabilirim, anlamak istiyorum. Çocukluk anılarımızı anımsamaya çalışırken belleğin kuyusunda en çok nereye kadar inebileceğimiz hepimizin temel meraklarından biri değil midir?
-Şimdi yapmaya çalıştığım gibi belleğin kuyusundan Dil'e, dilime tutunarak yukarı çıkmaya çalışıyorum.Ne kadar yazıp söylesem de, asıl hayatım sanki hatırlayamadıklarım arasında saklıymış duygusundan kurtulamıyorum.
-Ben kadınların konuştuklarından çok, sessizliklerinden tanıdım.İçe attıklarının, sakladıklarının sustuklarının sesini duydum.
-Bizim evdeki kavga konusunun ne olduğunu bilmiyorum ama, mutsuzluğun acı kıvam koyuluğu dün gibi hatırımda.
-Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" başlığı altında topladığı zincirleme kitaplarının ilkinde anılan"madeleine kurabiye" daha sonra edebiyat tarihinde başlı başına bir metafor haline gelmiştir. Hafızda örtülü olan çocukluğun derin izlerinin bazen bir koku, bazen bir renk, bir tatla birdenbire üstünün açılmasının, insanın unuttuğu ya da unuttum sandığı eski bir anının canlanmasının simgesi olmuştur.Bu herkes gibi  bana da olur, bir koku çoktan unuttuğum bir anıyı, zamanın üstünü örttüğü bir imgeyi yeniden canlandırır; ağzında birdenbire eski bir tat, içimde eski bir hatıra uyanır.
-Her çocuk annesinin yemeklerini beğenir.Biraz da damağın hafızasındandır  bu.
-Çocukluğumda hakkında çeşitli hikayeler anlatılan,Herkül gibi en ağır kayaları bile bir çırpıda yüklenen bir güce sahip olduğukadar, hikmetli sözleriyle de anılan Deli Cevdo dedikleri bir hamal varmış.En bilinen sözü de bugün kolaylıkla, "Platoncu" diye nitelendirebileceğimiz, "Dünya Allahın sinemasıdır." deyişi idi.

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Romantika-Turgut Özakman

             60 'lı yıllarda yaşanmış bir aşk hikayesi.Üniversitede hoca Doğan ve öğrencisi Arzu'nun aşkı güzel bir hikaye eşliğinde  süslenmiş. Şifreli bir şekilde yazılmış defterden hocanın kızının gün ışığına çıkardığı hatıralar.
            Daha önce Şu Çılgın Türkler kitabından tanıdığımız Turgut Özakman'ın aşk romanı yazdığını bilmiyordum.Ancak böyle bir kişilik ancak bu kadar seviyeli bir aşk romanı yazabilir. İçinde erotizm de var ama hiç rahatsız edici değil.Aydın gözünden cinsellik böyle oluyor demek ki.60 lı yılların aşkları günümüzden daha değişik.Belki de sevdiğine telefon yada bilgisayar yoluyla kolay ulaşamıyor olunmasıdır  o yıllardaki aşkları enteresan kılan. Şimdiki nerede başladığı nerede ve nasıl bittiği belli olmayan, çabuk vazgeçilen, daldan dala atlanılan aşklar gibi değilmiş o zamanlardaki ilişkiler. Hoca öğrenci ilişkisi olarak değerlendirmeden, sevgiyi, aşkı evliliklerinde bulamamış aralarında 13 yaş bulunan iki insanın birbirinde bulduğu mutluluk ve hayat sevinci olarak değerlendirirseniz güzel bir kitap olduğunu söyleyebilirim.


 Bir çırpıda okunup bitirilen romandan dikkat çeken altı çizilenler ise şunlar;

-İyimserliğinin demir maskesi ağır ağır eriyip iç yüzünün ortaya çıkacağını sanıyordum.Solgun yüzüne, sanki hayatın bütün lezzetlerini, yani sevap ve günahlarını tatmış bir insanın tarifsiz doygunluğu yayılınca şaşırıp kaldım.Demek sahiden mutluydu.ama neden?Bu kadar mutlu olması için o kadar az sebep vardı ki.
-Acıyarak baktı."Aşk doğal afete benzer kızım .." dedi, İstemekle gerçekleşmez ki.Kendiliğinden gelir.
-Babam "Ankara küçük bir kentti.." dedi, "..Gittikçe büyük bir kasabaya dönüşüyor. Bu hali demokrasimize daha yakışıyor.Çünkü o da kasaba demokrasisi.
-Aşk da ölüm gibi yaşa, başa bakmıyormuş.
-Bir çiçek açar gibi sessizce güldü.Binlerce baştan çıkarıcı şarkıyla dolu bir sessizlik oldu.Elini yavaşça avucuma bıraktı.Ne küçük, yumuşak sıcak bir el.
-O kadar ciddiye aldığım hayatın, orta halli bir yazarın yazdığı, sıkıcı, basit güzel sahneleri çok kısa ve çok az, ağdalı bir melodramdan başka bir şey olmadığını fark etmeye başlamıştım.İnsanın özel hayatında mutlu olabilmesi için galiba bu basmakalıp oyunun dışına çıkıp tuluat yapması, güzel sahneleri uzatıp çoğaltması gerekiyor.
-.."Herkesin hayatta bir kez bir mucize yaşamak hakkı olduğuna inanıyorum.Benim payıma düşen mucize de sensin.
-Sen de çok iyi bilirsin ki aşk denilen şey biyolojik bir olay.Ama ozanlar bu basit olguyu süsleyip püslediler, insanlığa olağanüstü bir olaymış gibi yutturdular.Neyse ki aşk, yirminci yüzyılda bir makinenin altında kalıp öldü de, bu büyük yutturmaca sona erdi.Her yeni aşk romanı, aşk için yazılmış bir mezar taşıdır.Mezar taşını kim okur dostum.
-Aşk bu çok uzun gelişimin son aşamasıdır, ilkellikten kurtulmak, bencillikten arınmak, kendine tapmaktan kurtulmak demektir.Bir insanın yalnız güzelliklerini değil, çirkinliklerini, kusurlarını, yanlışlarını da sevmektir.
-..Çünkü kendimi, aldatan bir kadın olarak görmüyorum.Aldatmak, sanıyorum ki bir insanın biriyle birlikte yaşarken, sırf ten zevki, eğlenmek ya da çıkar için başka biriyle birlikte olmasıdır.
-Anlaşılan bebeğin annenin kanını ve sütünü emerek büyümesi gibi, gelecek de ancak geçmişi yiyerek var oluyor.
-Neyin hayır neyin şer olduğuna acele karar vermemeli. Şunu öğrendim.En ters olayın içinde bile bir güzellik çekirdeği bulunuyor.Zamanı gelince çatlayıp açılıyor.

2 Mayıs 2017 Salı

Kuşlar Yasına Gider-Hasan Ali Toptaş




Hasan Ali Toptaş'ın Gölgesizler kitabını okumaya niyetlenirken öncelikle son çıkanı okumalıyım kararı vererek "Kuşlar Yasına Gider" adlı romanını okumaya başladım. Bizim bölgelere yakın sayılabilecek, daha önce bir vesileyle 3-4 ay kadar çalışmış olduğum Çal, Çivril, Baklan Ovası civarlarında kahramanımızın  anne babasının ve akrabalarının yaşadığı bir köy ile  kahramanımızın yaşadığı Ankara arasında geçen gidip gelmeler, Müthiş bir baba sevgisi ve babaya verilen önem, köy hayatı, yaşlı köy insanlarının gözünden dünya, hangi yaşta olursa olsun eğilip bükülmeyen, oğluna yük olmak istemeyen bir babanın anlatıldığı, yerel ağızların ustalıkla kullanıldığı,  Ankara Denizli arası yolculukların uzamasını ve sık tekrarını saymazsak sıkmayan bir roman olmuş. Romanın anlatıcısının ismi hiç geçmediğinden sanki romanın kahramanı yazarın kendisi imiş gibi bir his uyandırdı bende.Kendi doğduğu büyüdüğü yerlerin anlatıldığı da düşünülürse.Kimbilir belki de öyledir. Romanla bütünleşen rüya ile gerçek arasında gidip gelmeler var.Dediğim gibi kitapta ustalıkla kullanılan bazılarını anladığım bazılarını tahmin ettiği bazılarını ise hiç anlamadığım kelimeler oldu.Ben de bunları sizin için araştırdım.

İşte kitapta geçen bazıları yerel sözcükler.Anlamları şöyle:

Kesek:sabanın, belin ya da çapanın topraktan kaldırdığı iri parça.
Evlek:tarlanın, sürmek ve tohum ekmek için saban iziyle bölünen küçük parçalarından her biri.
Ağartı:karanlıkta uzaktan güçlükle seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
Yel yepelek:Rüzgar gibi,çabucak
Omça:üzüm asmasının kütüğü.
Dastar yarımına benzeyen bez:Kilimi andıran ipten dokunmuş yaygı
Hembembe sekmek:Avarelik etmek, boş gezmek
Sokurdanmak: Söylenmek, homurdanmak, gönülsüz iş görmek.
Dalöğle:Tam öğle vakti
Tavsamak:eski gücünü, hızını yitirmek, tavı geçmek, yavaşlamak, gevşemek.
Yedmek:bir hayvanı ya da bir şeyi bir ipe bağlayıp çekerek arkasında götürmek, yedeğinde götürmek.
Göynümek:(insan) yanacak derecede ısınmak.(kumaş için) ateş karşısında kalarak hafifçe sararmak, renk değiştirmek
Bürgü: Oyalı Başörtüsü
İpil ipil:Pırıl pırıl parıldayarak
Yepmek: Sıvaszlamak, okşamak
Çeki:Baş örtüsü tülbent
Hıyallamak:Farkına varmak

Kitaptan Alıntı bölümümüzde neler var:

-Büyük ihtiyaçlanın küçüldüğü ,küçük ihtiyaçların büyüdüğü döneme yaşlılık diyorlar..
-Babalar,alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
-"Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü."
-Bir vakit ikimiz de sustuk.Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden doğmuyormuş gibi geldi bana.Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
-Çünkü diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.O şahıs Allah vere de çoluk çocuğunun üstüne düşmese. 
-Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum.
Kitabı okuyup bitirdikten sonra belki de kitabın adı "Beyaz At Yasına Gider" de olabilirmiş diye düşündürdü.Neyse siz iyisi mi okuyun.


30 Nisan 2017 Pazar

Yap Bi Babalık-Can Yılmaz





















İlk kitabı Klişe Hayatlar Matbaasından sonra yeni kitabı olan Yap Bi Babalık isimli kitabını hemen aldım Can Yılmaz'ın. Can Yılmaz Cem Yılmaz'ın abisi.İlk kitabı hoşuma gitmişti.Güzel mizahi bir anlatımı var.Eğlenceli öyküler.Geçen hafta kendisiyle İzmir Kitap Fuarında tanışma imkanı da buldum.Kitabımı da imzalattım.Ama geçen hafta itibari ile  henüz kitabını yeni aldığım ve  henüz okumadığım için kitabı hakkında konuşamadık.Öyküleri sıcak ama kendisini o kadar da sıcak bulduğumu söyleyemeyeceğim.Belki de bana öyle gelmiştir.

Güzel bir kitap.İçinde 22 adet kara mizah da içeren öyküler var. Okuması keyifli, sonları güzel.Kısa öyküler ve sıkmıyor insanı.Yalnız bir şey dikkatimi çekti öykülerde tek tek saymadım ama 5-6 tanesi haricinde hepsinde ölüm var.Ya olayın kahramanı ya arkadaşı ya da aileden birisi mutlaka ölüyor.İlginç.Tesadüf de olabilir ama vardır verilmek istenen mesaj. İki oturumda bitirdim.Okuyun güzel kitap.

27 Nisan 2017 Perşembe

Kumral Ada Mavi Tuna-Buket Uzuner


1997 yılında yazılmış bir roman. 2017 yılında okudum.Aslına bakarsanız ben kendimde var sanıyordum kitabı ama yokmuş.Aldım ve hemen okudum.Biraz sarktı çünkü çok uzun.Neresini geçiştirmeye kalkacak olsam orada önemli gelişmeler oldu.Geriye dönüp tekrar okudum. Buket Uzuner güzel bir kurgu yapmış, Baş kahramanımız Tuna, kardeşi Aras, mahallelerine taşınan film yıldızı Süreyya Mercan ve ailesi, ve onların küçük kızları Ada, onun dayısı Doğan Gökay, kuzeni Meriç arasında geçen çocukluklarından itibaren başlayan ilişkiler ve Tuna'nın yetişkinliğinde yaşadığı iç savaş anlatılmış. İç savaş bölümleri oldukça uzun, sıkıcı ve gereksiz gelmedi değil.O kadar uzamasına gerek yokmuş. Hele Tuna'nın hastanedeyken hizmetli Hasan'la olan bölümleri iyice gereksiz geldi.İç savaş ortamı çok güzel anlatılmamış bence. Aslına bakarsanız bu iç savaş meselesine de girmeye hiç gerek yokmuş.Konu bütünlüğünü sağlayan bir olay olduğunu da düşünmüyorum.Sonuç bölümünde ise kahramanların tek tek konuşturularak bazı gizli kalmış kısımların anlattırılması konunun içine serpiştirilebilir miydi bilmiyorum. Kitapta geçen ensest aşkım, lezbiyenlik gibi konular  ile gençlerin sevişme sahnelerinin ayrıntısı biraz marjinallik katmış gibi.Ama güzel bir anlatım, akıcı bir dil.Benim hoşuma gitti.Kitabın kapak resminin güzelliğini de söylemeden geçemeyeceği.Çok beğendim.
Kitaptan alıntıladıklarım ise:
-Eh sanıyorum bir yerde severek yaşamak ve bunu sürdürmek isteğine de "o yerli olmak" denir.
-En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır.İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır,! En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında.
-"Bence demokrasının azı çoğu yoktur asteğmen.Demokrasi ya vardır ya da yoktur! Eşitliğin yaygınlaştırılmayışı, adaletin resmileştirilmemesi olabilir ama demokrasinin eksiği, fazlası olamaz! Demokrasinin de kuralları ve disiplini vardır.Demokrasi sonsuzluk ve sorumsuzluk değil, sorumluluk ve sağduyu rejimidir.Eşit uygulandığı ülkelerde iç savaş çıkmaz."
-Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak, içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca..Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..
-Yakınına sokulmadıkça, kokusu duyulmayan mücerret bir koku gibidir ölüm...Mücerret soyut anlamına gelir...Ne zaman ki vakti gelir, yakınlarda birine denk düşer ve işte o zaman kokusu duyulur ölümün.
-"Yavaş yavaş, usul usul birikiyor kötülük..." diye fısıldadı Tuna.
-Kibirle ve kararsızlıkla geçirilen gençlik kimseye mutluluk getirmemiştir.
-İnsanın kendisini hiç beğenmediği yanlarıyla birlikte benimsemesi, ortalama olarak insan ömrünün kaçıncı yılına denk düşüyor acaba?