Bu Blogda Ara

12 Ocak 2018 Cuma

İki Yeşil Su Samuru-Buket Uzuner


Yazım tarihi olarak "Kumral Ada Mavi Tuna" dan önce yazılmasına rağmen, ben ondan sonra okuduğumdan "Kumral ada Mavi Tuna Kadar" sevmediğim bir roman olmuştur kendileri. 


Bu roman Nilsu adlı genç bir mimar kadının kendi yaşam hikayesini  anlatmaktadır. Nilsu daha yeni genç kızlığa adım atarken anne ve babası ayrılırlar, annesi o zamanlar daha yeni tanıştığı bir ressamla beraber olmaya başlar.Doktor olan babası ise annesinin onu aldattığı yükünü kaldıramaz,bunalıma girer, daha sonra kendisini toparlayarak Selen adlı genç bir mimarla çıkmaya, yaşamaya başlar. Selen tek başına ayakta durmayı beceren, sevmeyi bilen, çürümüş ilişkilerle yaşamaktansa yalnızlığı seçebilen,kendini güveni,bakımı ve hoşgörülü bir kadındır.Nilsu basını annesinden bile çok kıskanan ve paylaşamayan biridir. Babasının sevgilisinden önceleri  onu elinden aldığı korkusu ile nefret eder.Annesi, babası ve kardeşi ile birlikte iken o 'mutlu aile' tablosunu Selen'in bozduğunu düşünür fakat daha sonra farkına bile varamadığı bir şekilde Selenden hoşlanmaya başlar ama yinede affedemez bu yüzden hem nefret eder hemde sever.Ve daha sonraları tuhaf bir şekilde bağlanır, kafasındaki ideal kadın tipine uyduğunu anlar.
         Nilsu Selen'i hayatındaki bir örnek olarak görmektedir. Bu romanda iki tema işlenmektedir;aşk ve intihar. İki temanın da kendine tezleri olan aşksızlıklık, yalnızlık ve yaşam kavramlarıyla birlikte işlenmiştir.O zamanlar Nilsu'nun hayatına Amerikalı bir öğretmen girer.Tuhaf bir adam olan Mike intihar takıntısı olan biridir.Nilsu yurtdışına giden Mike ile sadece mektuplaşır.  Bu hayatta yaşamına yeni giren Teoman duyarlı romantik ve sevecen bir erkek karakterini kaybetmeyen biridir.Teoman kendisini yeşil bir su samuru olarak tanımlıyordu.Teoman ile tanışmaları yeşil partinin kuruluşu ile başlar Nilsu ile beraber olmaya başlarlar ve aynı evi paylaşmaya başlarlar. Anarşist ruhlu olan Teoman kendi kurduklarının daha iyisini kurabilmek için çabalıyordur.
         Teoman'ın annesi intihar eder.Annesi hayatında aydın ama yalnız bir kadın olan Cahide hanım bir yazar arkadaşı vardır. Cahide hanım Neyyire Gövüç'e yazdığı mehtuplar vardır. Teoman annesini intiharı üzerine gider ve mektupları ister.Neyyire Gövüç yazdığı bu mektupları vermek istemez ve Teoman'a mektupları yaktığını söyler Teoman bu olay üzerine evden çıkar sigara içmek için ceplerini karıştırıken cebinde kağıtlar olduğunu fark eder  ve teker teker okur. Teoman artık annesinin yazdığı mektuplardan neden intihar etmeye karar verdiğini anlamaya başlar. Yazara birgün bir kadın gelir, bir dosya uzatır.Bu dosya kadının hayatını anlatır. Kendi hayatını bir kitap haline getirmesini ister yazar biraz şaşkın,biraz merakla alır dosyayı okuduktan sonra bir roman haline getirir.

Bu romanda çağdaş bir kadının portresi çevresine çeşitli durumlar ve insanlar bakılıyor.İnsan çevresinde yürütülen bir tür değerler sorgulanması sayılabilir.Aile başta olmak üzere sevgi ve intihar başta olmak üzere duygular sorgulanıyor .Kitapta bir çok ilişki ve bir çok kişi değişik bir kurguyla sunuluyor.Daha sonra ipuçları değerlendirildiğinde ortaya yeni bir tat yeni bir güzellik sunuluyor. Mektuplaşma bölümleri sıkıcı geldi bunu itiraf etmeliyim sadece.

Altını çizdiğim cümleler ise şöyle;

"Annesi Cahide Hanım, kitaplarına düşkün bir kadındı.Belki de üniversiteye devam edemeyişi, lisede içinde kalan edebiyat tutkusunun öğretmenlik veta yazarlığa dönüşemeyişindeki düş kırıklığı ve eziklik duygusunu, kitaplarına gösterdiği aşırı sahiplenme duygusuyla örtüyordu."

"Birbirinin en yakın çocukluk şahidi, ancak kardeşlerdir."

"Yine de hiç kimse doğduğu gün annesinin kendisine nasıl baktığını anımsayamaz! Ve her kız çocuğu, babasına ne denli tutkun olsa da, annesinin dişi kanadının serin gölgesine gereksinir mutlaka."

"Bütün çocuklar için birbirine en yakışan çift, anne ve babalardır. Çünkü anne ve baba kelimeleri tıpkı lego parçaları gibi sımsıkı oturur, uyuşur ve kenetlenir"

"İki yıl sonra banyoda düşüp öldüğünde, ölüm raporuna, "yetmiş dokuz yaşında. Beyin kanaması" yazıldı. Bence ölüm nedeni yürek kanamasıydı. Çünkü insan mutsuzluktan ölebilir."



7 Ocak 2018 Pazar

Bir Ses Böler Geceyi-Ahmet Ümit



Süha isimli eski solculardan olan kahramanımızın, bir seyahati sırasında Alevi koylerinden birine yolunun düşmesi ve tesadüfen Cem töreninde ki hesaplaşmanin icinde bulmasi kendisini  ve bu töreni seyrederken , kendi anılarına yaptıgı yolculugu kendi iç hesaplaşmalarını da okuduğumuz  bir roman . Surukleyicilik kısmı İsmail in (kendini öldüren sofu genc ) onun dedeler ve sofular  tarafından  ve koy halki tarafindan suclanirken ; ölümünün arkasından ailesi ve sevdikleri tarafından aklanilmaya çalışılmasını konu alan bir roman .

  Kitabın hoşuma giden en güzel cümlesi ise G.Dimitrov'un "
Bir üyenin örgütüne bağlılığı ödentisini zamanında ve düzenli ödemesinden belli olur." sözü idi.

Bir Mucizedir Yaşamak-Guy De Maupassant

Ünlü yazarın sevgi öykülerinden oluşan bir kitabı. İlk kez Moupassant okudum. Hep dediğim gibi yabancı ve isimli yazarları çok gözümde büyütünce beklenti de aynı ölçüde büyük oluyor ve hayal kırıklığı da kaçınılmaz.
Güzel sevgi öyküleri var, bazıları bir sonuca bağlanıyor bazıları da bağlanamıyor. Kitabın başlarında inanın ki bu Maupassant bildiğimiz Maupassant olmayabilir mi acaba, bu kitap başkasının derlemesi mi diye arama motorundan arama yapma gereği duydum. Kitabın ortalarına kadar beklentiyle gittim sonrasında da daha kaç sayfa var diye bakmaya başladım. Böyle kitaplarda bari bir kaç güzel söz alıntılayabilir miyim en azından bu kar olsun diye okumaya devam ediyorum. Ne yazık ki o da olmadı. Bir söz vardı güzel;

"Bu mezarlığa yarın, üst üste başka ölüler gömülecekti. Yaban gülleriyle dinç, kara servilerle süslü bir yerdi burası; insan etiyle beslenen muhteşem, hüzünlü bir bahçe." 

6 Ocak 2018 Cumartesi

Sözcükler - Jean Paul Sartre

           Ben hayatıma nasıl başladıysam öyle öleceğim kuşkusuz; hep kitapların arasında” Böyle diyor Sartre otobiyografik kitabı olan ‘’Sözcükler’’de. Galiba ben de öyle.
          "Sözcükler" bir otobiyografi kitabı. Sartre' ın hayatını anlatıyor.Okumak ve Yazmak başlıklı iki bölümden oluşuyor. Sartre babasını, henüz çok küçükken kaybeder. Annesiyle birlikte dedesinin evine taşınırlar. Dedesi eğitimli ve kültürlü bir adamdır. Evindeki büyük kütüphane, küçük Sartre’ın ilgisini çeker ve anlamasa da, günlerini kitapları incelemekle geçirir. Babasının ölümü, annesini zincirlerine döndürürken, Sartre’ı özgürlüğe kavuşturur. Zira artık hayatının geri kalanında, üzerine çökecek ve onu ezecek bir otorite yoktur. Yaşıtlarından kısa, şaşı ve biraz çirkin olan Sartre, çocuklar tarafından dışlansa da, ailesi tarafından daima sevilir ve övülür. Okuldaki başarısı, yazdığı yazılar ve yaşından beklenmeyecek olgunluktaki konuşmaları, anne, dede ve anneannenin ilgisini çeker ve bu, Küçük Sartre’a neredeyse taparcasına davranmalarına sebep olur. Ancak, çoğu çocuğun aksine Sartre bu durumdan hoşnut değildir. O, küçük yaşta tanıştığı kitaplarla kendisine başka bir dünya kurar zira, kendinden başka sığınağı yoktur. Okulda yaşadığı bir- iki olay Tanrı inancını da sorgulamasına sebep olur ve sonunda dininin kitaplar, tapınağının da kitaplık olduğuna karar verir. Böylece artık, edebiyat ve felsefeyle ölene dek sürecek olan bağının da temellerini atar. Sözcükler'de güzel sözler var:
"Ölmek bir şey değil; zamanında ölmek gerekir. Daha geç olsaydı, kendimi suçlu hissederdim."
"Charles bunalıma karşı coşkunlukla savaşıyordu. Her şeyin hatta zavallı sonumuzun bile iyi olduğuna kendini inandırabilmek için yeryüzünün hayranlık verici yapıtına hayran oluyordu. Kendisini geri almak üzere olan bu doğayı tümüyle kucaklamak ve kendisi için kazılan çukur da içinde olmak üzere, ondaki her şeyi kabullenebilmek istiyordu."
"Ne olacaktı ki: bütün mucize tanrıçaları ölülerdendir, herkes bilir bunu; bütün çocuklar ölümün aynasıdır."
"Eğer insan ancak kendi karşıtıyla tanımlanıyorsa, ben, et ve kemik olarak tanımlanamazdım ve eğer sevgi ile nefret aynı madalyonun iki yüzüyse ben hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevmiyordum. Oldukça iyiydi bu durum, bir insandan aynı zamanda hem nefret etmeyi ham de hoşa gitmeyi isteyemezsiniz. Ne de hoşa gitmeyi ve sevmeyi." 
"Köylü çocuk yaşantısının zengin hatıraları ve tatlı saçmalıkları denen şeyler yoktu bende. Toprağı hiçbir zaman kazmamış ya da kuş yuvası aramamıştım; ot toplamamıştım ve kuşlara taş atmamıştım. Ama kitaplar, kuşlarım ve yuvalarım, evcil hayvanlarım, ahırım ve kırlarım olmuştu; kitaplık bir aynada yansıyan dünyaydı; onun genişliğine, çeşitliliğine, önceden kestirilemezliğine sahipti."

"Evrene kitaplarda rastladım ben; özümlenmiş, sınıflandırılmış, etiketlenmiş ve düşünülmüş bir evrendi bu, ama yine de korkunçtu ve ben, kitabi deneyimlerimin karmakarışıklığını, gerçek olayların rastlantısal akışından ayırt edemedim."

"Dünyanın karanlık karmaşıklığıydı bu; aile içinde büyükbabamın rahatlıkla sözünü ettiği insan yüreği, kitaplar dışında, yavan ve bomboş bir şeydi."

"Dinimi bulmuştum artık. Hiçbir şey bir kitaptan daha önemli görünmüyordu bana. Kitaplığı, bir tapınak olarak görüyordum." 


"Her insanın doğal bir yeri vardır; gurur da değer de saptamaz onun yüksekliğini, ama çocukluk karar verir her şeye."

"Dünya malı, sahibine ne olduğunu yansıtır; oysa bana ne olmadığımı öğretiyordu; durmuş, oturmuş ve sürekli değildim ben; çelik üretimi için gerekli de değildim; kısacası ruhum yoktu benim." 
"Hayal gücümle kanatlanıp uçtuğumda, asıl yakalamak istediğim şey gerçeklikti."

"Yazıdan doğmuştum ben, bundan öncesi yalnızca aynada bir yansımaydı. Yalnızca yazmak için vardım ben ve ben dediğim zaman bu sözcük, yazan ben anlamına geliyordu."

"Sözcüklerden başka hiçbir şeyi sevmiyordum. Gökyüzü sözcüğünün mavi bakışı altında katedraller inşa edecektim. Hem de binyıllar için."

"Bir bedene sahip olmaya ve her gün aynı kafayı gezdirip durmaya güçlükle dayanıyordum; kendimi herhangi bir donanımın içine hapsedecek değildim."

"Yaşamayı sevmediğim için ölüm benim baş dönmemdi."

"Her zaman, evrenden çok kendimi suçlu bulmayı tercih ediyordum; ama iyi huyluluktan ötürü değil, her zaman kendi kendimin efendisi olmak için."

"Hatalarımı incelikle kabul etmem, daha sonra böyle hataları yapmayacağımı kendime kanıtlamak içindi."

"Yazısız bir gün bile geçirmedim. Kalemimi uzun süre bir kılıç olarak kabul ettim, ama bugün şimdi ne kadar zavallı olduğumuzu anlıyorum. ama önemli değil, yazıyorum ve gene de kitaplar yazacağım; onlara ihtiyaç var; yine de aynı şekilde işe yarıyorlar. Kültür hiçbir şeyi ve hiç kimseyi kurtarmaz, bir şeyi haklı da çıkarmaz. Ama insanın bir ürünüdür o ve insan ona yansıtır kendini ve onun aracılığıyla ve onda kendini görüp tanır."

"Bir çocuğun, yıpranmış, silinmiş, hor görülmüş, bir köşeye atılmış ve sözü edilmemiş bütün temel özellikleri, ellilik bir adamda yaşar durur." 

24 Aralık 2017 Pazar

Tesla Maskelerle Çevrili Bir Hayat-Vladimir Pistalo


Son zamanlarda Tesla ile ilgili çok kitap yazıldı. Özellikle Edison ile çekişmeleri, onunla karşılaştırılması Edison mu Tesla mı sorusunu gereksiz bir şekilde gündeme getirdi. Özel hayatı öne çıkarıldı. Tesla Maskelerle Çevrili Bir Hayat, bu ilişkileri anlatan bir kitap. Yazarının ismini ilk defa dutdum. Daha eğlenceli bir kitap bekliyordum. Biraz uzun olmuş. Okuyup bitirene  kadar sıkılmadım dersem yalan olur. Küçük küçük bölümler halinde anlatılmış. iki yada üç sayfa süren kısımlar bazen birbirinden bağımsız özellikler gösterince kopmalar meydana gelebiliyor. Bazı karakterler "nereden çıktı bu", "bu kimdi" sorusunu sormama neden oldu. Daha ilginç kurgulanmış bir hikaye bekliyordum. Karışık ve sıkıcı bir kitapla karşılaştım. Sanki bir filmin senaryosu gibi idi sahneler. Bir sonuca bağlanamadan bitti. 

Kitaptan bazı altını çizdiğim sözlerin çoğu kitap dışından alıntılar. Ama anne Milutin Tesla'nın bir sözü var: 
"Bir yerde rahip çapayı eline almışsa, ilerleme fikri orada ölmüştür."
"Çok okuyan çocuk, Ovidius'un bir sözünü hatırladı. "İçimizde bir tanrı var, bizi uyandırdığı zaman gönlümüz ısınır, onun verdiği güçle ilham tohumları ekilir."
Fark etti ki, içinde bulunduğu dünyada insanlar, insanların var olmasına ses etmiyor fakat "bir şey" olması onları rahatsız ediyor. "
Ovidius'tan bir alıntı "Kaç koyunu olduğunu bilen adam fakir adamdır."
Dediğim gibi kitaptaki güzel sözler genelde alıntılar.
"Ormanda bir ağaç devrildi kimseler duymadan, dünyadan göçtü gitti"
"Gözü yaratan kör olabilir mi hiç?" çok güzel bir söz.
Sabırla okursanız güzel bir kitap, galiba ben biraz sabırsız okudum.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı-William Golding


Çocuk kitabı gibi gelmişti, elime alıp alıp bırakıyordum. Zamanı gelmiş. Okumaya başladım.Yine büyük beklenti, yine beklentinin karşılığını bulamayış. Ben mi zor beğeniyorum yoksa beklentim mi büyük. Bilemedim. Issız adaya düşen bir uçak ve çocukların o adada yaşadıkları.Anlatılanın arkasında anlatılmak istenilen düşünceler var tabii ki. Ben bir kitabı okurken o kadar sorgulayamıyorum. Ne okuyorsam onu anlıyorum. Arka planda verilen mesajı almak için önceden kitap incelemelerini okumuş olmak gerekiyor. Ben de bunu sevmiyorum. Bir roman roman olarak okunmalı evet ondan çıkaracağımız derler mutlaka olmalı ama ders kitabı gibi okumamalıyım. Roman çok yoruma açık. Başta dediğim gibi ıssız adadaki çocuklar yaşlarının gösterdiği kadar kazanmış oldukları bilgi birikimi ile birlikte yaşamayı sağlayacak girişimlerde bulunuyorlar. Lider seçiyorlar, kimin söz sahibi olacağı ve konuşma yapacağı ise ellerindeki deniz kabuğuyla belli ediliyor. Deniz kabuğu kimde ise onun konuşma hakkı var. Barınma, yeme içme ihtiyaçlarının şekillenmesi, işbölümü gibi kavramlar şekillenmeye başlıyor. Önceleri kurulan düzen sonra kendini düzensizliğe ve  kargaşaya bırakıyor. Güç savaşları başlıyor. Uygar dünyanın bire bir örneği bu adada yaşanmaya başlıyor. Romanın sonunda ise baştaki o saf iyi niyetli saf çocuklardan geriye bir vahşilik kalıyor. Karakterler farklı kişilikleri sembolize ediyor.Tabi bunları anlamak için dediğim gibi derinlemesine düşünmek gerek. Okurken sıkıldım,  bazen atlayarak okumayı denedim. Ama ne zaman üç beş satır atlamaya kalksam birşeyleri kaçırdım. Geri dönüp atladığım yerleri tekrar okudum. Belki bana sıkıcı geldi ama belki de zamanında okumadığım içindir. Öyle yada böyle dünya edebiyatı denildiği zaman okunması gerekli kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.

12 Kasım 2017 Pazar

Middlesex - Jeffrey Eugenides

Okunması gerekli kitaplar klasikler listesinde gördüğümden beri merak ettiğim bir kitaptı. Bir süre rafta durduktan sonra yaklaşık 600 sayfa olmasının da etkisiyle korka korka elime aldım ve bir  çırpıda bitirdim. 1920' lerin Bursa'sında başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarını yaşananlar içinde şöyle bir özetleyerek Yunanistan-Türkiye-Amerika üçgenindeki bir hermafrodit bir kızı konu alıyor kitap.
Hermafrodit; hem erkek hem dişi üreme organlarını beraber bulunduran canlılara verilen ad. Mitolojideki Hermes ve Afroditten geliyor aslında. Kelime olarak hermafrodit, Yunan mitolojisindeki Haberleşme Tanrısı Hermes ile Güzellik Tanrıçası olan Afrodit'in adlarından gelmektedir. Efsaneye göre Afrodit ile Hermes'in bir oğulları olur. Adını Hermafrodit koyarlar. Hermafrodit o kadar güzeldir ki bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, sürekli ona yakınlaşmak için uğraşır ama Hermafrodit'in nazı ile karşılaşır. Bir türlü yüz bulamayan peri kız, Hermafrodit gölde yüzerken birdenbire karşısına çıkar ve sıkı bir şekilde ona sarılır. Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Sonunda dileği kabul olur ve ikisi de aynı vücutta can bulurlar. Böylece ortaya çift cinsiyetli bir insan çıkar.Neyse kelime manasını öğrendikten sonra gelelim kitabımızın konusuna:
Kitabımnızın kahramanı Calliope’nin büyükannesiyle büyükbabası da Osmanlı dönemi Bursası’nda,  bir dağ köyünde doğuyor. İpekböceği yetiştirdikleri Bursa’yı Kurtuluş Savaşı nedeniyle terkedip İzmir’e gidiyorlar ama ‘büyük 1922 yangını’, yani Türk-Yunan Savaşı bekliyor onları. Çaresiz bir gemiye  binip Amerikaya Detroit’e göç ediyorlar. Eski hayatlarından ellerinde kalan sadece bir rüya tabirleri kitabı, bir de içinde ipekböceği kozalarının durduğu ahşap bir kutu kalıyor.  Hikayenin başka bir bölümünde eskiye dönüldüğünde, o dönemde Türklerden korunmak isteyen Rumlar, yakın akraba evlilikleriyle aktarılan bir hastalığın pençesine düşmüşlerdi. Bu yakın akraba evlilikleri sonraki kuşaklarda bozuk genin oluşmasına ve çift cinsiyetli çocukların doğmasına sebep oluyor.  "Romanın ‘kız’ kahramanı Calliope büyüdüğünde çift cinsiyetli olduğunu öğreniyor. Kaderini belirleyen an, onu eksiksiz bir dişi haline getirecek olan ameliyatı reddetmesi.
14 yaşında ameliyat masasından kaçan Cal kendini keşfetme sürecinde bir sürü macera yaşıyor. Sakallı kadın olarak denizkızları ve başka hilkat garibeleriyle birlikte bir sirkte çalışıyor mesela. Sonra ‘Türklerin şehri’ Berlin’e yerleşiyor. Hiç konuşamadığı ama genlerinin hatırladığına inandığı bir lisanı işitmek, lahmacun, bulgur pilavı ve kebap yemek istediği için…
Tam 41 yaşında, melezliğin hoşgörüsüzlük karşısında insana bahşedilmiş en büyük lütuflardan olduğunu anlayınca veriyor kesin kararını; ne olarak dünyaya geldiyse öyle yaşayacak, yani varlığını tek bir aidiyete indirgemeyecek, genlerini ve kültürünü dezavantaj değil avantaj olarak kabul edecek, bir melez kalacak. 
İlgi çekici konusuyla değişik bir hikaye. Ben çok sevdim. İnsanları olduğu gibi kabul etmek kadar insanların da kendini oldukları gibi kabul etmeleri de önemli bir olgu.Ne isen öyle yaşa. Kitapta büyük İzmir yangını ve güzel İzmir ile ilgili yazarın görüşleri, Yunanın İzmir' i nasıl yakıp kül ettiği hakkında önemli ayrıntılar var. Mustafa Kemal Atatürk hakkında da övgü dalı satırları da atlamamak lazım.

Kitaptan aklımızda kalan alıntılar ise şöyle:

-"Buna evrim biyolojisi deniliyordu. Bunun etkisiyle cinsler yine farklılaştı, erkekler tekrar avcılığa, kadınlar da meyve toplamaya geri döndü. Artık bizi çevre değil doğa şekillendiriyordu. Bizi kontrol eden hala milattan 20.000 yıl öncesinin hominid dürtüleriydi. Bugün televizyon ve dergilerde bunun basit formüllerini sık sık görürüz. Erkekler neden iletişim kuramaz? ( Çünkü avda sessiz olmak gerekirdi.) Kadınlar neden kolayca iletişim kurar? ( Çünkü birbirlerine meyvelerin yerini bağırarak haber verirlerdi.) Erkekler evde aradıklarını şeyi neden bir türlü bulamaz? ( Çünkü dar bir görüş alanları vardır, avda ancak iz sürülebilirdi.) Kadınlar neden aradıklarını kolayca bulur? ( Çünkü yuvalarını tehlikelere karşı korurken geniş bir alanı gözleriyle taramak zorundaydılar. ) Kadınlar neden paralel park edemez? ( Çünkü düşük testosteron oranı uzamsal yeteneği azaltır.) Erkekler neden yön sormaz? ( Çünkü yön sormak bir zayıflıktır ve bir avcının buna tahammülü yoktur.) İşte bugün böyleyiz. Erkekler ve kadınlar aynı olmaktan sıklıp yeniden farklı olmak istiyorlar.
-Biyoloji size bir beyin verir. Onu akla döndürense hayattır.
-Hangi yönden bakarsanız bakın yine işin özü değişmez: Büyük buluşlar, ipek ya da yerçekimi olsun, genelde umulmadık armağanlardır ve hep ağaç altında aylaklık edenlere kısmet olurlar.