Bu Blogda Ara

2 Haziran 2018 Cumartesi

Milena' ya Mektuplar - Franz Kafka

Franz Kafka' nın daha önce dönüşüm kitabını okumuştum. Bu defa okumaya başladığım kitabı "Milena'ya Mektuplar" Dönüşüm' den çok farklı bir tarz. Bir aşk mektupları kitabı. Ancak sadece Kafka'nın Milena' ya yazdığı mektuplar var. Milena'nın Kafka' ya yazdığı mektuplar olmadığı için bunları okuyamıyoruz. Böyle olunca da tek taraflı, karşılığında ne yazıldığını ve tekrar Kafka tarafından Milena' ya verilen cevabın nedenini anlayamadığım mektuplar konuya tam adapte olmamama sebep oldu. Kitabın konusu ise şöyle: Franz Kafka  Prag' da tanıştığı gazeteci Milena Jesenska' dan öykülerini Çekçe' ye çevirmesini ister. Bu istek ikili arasındaki ilişkilerin başlangıcıdır. Ancak Milena evli Kafka ise nişanlıdır. Mektuplarla anlatılan bir aşk romanı. Kitap incelemesi yapan sitelerde çokca kitaptan alıntılar var. Ben nedense çok cümlenin altını çizememişim. Kitaptan altını çizdiğim yerler ise şöyle;

"Ayrıca, seni çok sevdiğimi söylediğim zaman bu aşk anlamına gelmiyor olabilir, sen kalbime giren bir bıçaksın ve ben bu bıçağı daha da derine saplıyorum, işte asıl aşk bu."

"Bildiğin gibi değil Milena...Kadınlığın önemli değil !Sen beni

m için el değmemiş bir kızsın, senin senin gbi apak biriyle karşılaşmadım ki! Böylesine arınmış birine el uzatmak için yürek ister. Benim elim kirli, titrek, kararsız. Kimi zaman pençeyi andıran bu terli, bu soğuk eli nasıl uzatırım sana? "
"Güzel bir yorgunluktan sonra derin bir uykuya dalmışsın...Yoksul bir yataktayız, sağdan sola dönüyorsun ağır ağır, dudaklarımdan yana..."

"Farklı iklimin çiçekleriyiz, seni yaşatan yağmur beni öldürüyor."

"Benim hiçbir şeyim yok, adım bile yok. Onu bile sana verdim. Bu yüzden bir çeşit bağımsızlığım var sana karşı. Bağımlılık sınır tanımaz da ondan. "Ya hep, ya hiç" sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her şey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni kötü olmaz. O zaman hiçbir şey olmaz, o zaman hiçbir şey yok demektir...
Ne kıskançlık kalır, ne üzüntü, ne sıkışma, hiç, hiçbir şey..."


"Mektubu zarfa koymuşken çıkardım, burada küçücük bir yer vardı. Bana bir kez daha -her zaman değil, istemem de her zaman- ama bir kez daha 'sen' de."

"Kalbimin derinliklerinde sen varken herşeye katlanabilirim."

"Yaşamın suları bu kadar çamurluyken hangi düşünceyle, onu bu gibi şeylerle daha da kirletelim."

"Her şeye rağmen bazen öyle bir inançla doluyorum ki mutluluktan ölünebilse, herhalde ben ölürdüm. Diğer yandan ölümüne karar verilen biri, mutluluktan hayatta kalabilirse, o kişi ben olmalıydım."






25 Nisan 2018 Çarşamba

Yılkı Atı- Abbas SAYAR


Yılkı Atı, Yaşar Kemal romanları tarzında güzel bir roman olmuş. Doru kısrağın gözünden anlatılıyor olaylar. Güzel bir at olan doru atın, kendisini çok seven sahibinin onu yerel geleneklere uyarak yılkıya bırakması sonucu kışın zor şartları altında sahipsiz, çaresiz, aç ve ne yapacağını bilemeden, yaşadığı duruma anlam veremeyerek ve arkasında tayını bırakarak geçirdiği günler, diğer atlarla birlikte yaşadıkları, bir kısrağa gönül verişi, at sürüsüne saldıran kurtlara karşı mücadeleleri, sevdiği kısrağın ölümü, daha sonra bir köye sığınması ve kendisine sahip çıkılması sonrasında yaz geldiğinde yine eski yuvasına dönüşü ve tayını eski sahibinin elinden kaçırarak özgürlüğe bu kez kendi isteğiyle dörtnala koşuşu. Akıcı bir anlatımla anlatılmış romanda.

Yılkı, tabiatta serbest dolaşan yabani atlar anlamındadır aslında. Ancak yılkı bizdeki anlamıyla at, eşek gibi yük taşımakta kullanılan hayvanların kışın beslenme masraflarından kurtulmak isteyen sahipleri tarafından doğaya bırakılması olayına verilen addır. Kış sonunda ise eğer at hayatta kalmışsa tekrar sahiplenir bu hayvanlartı açıkgöz köylüler. Hayvan bilmez sahibinin kendisini neden salıverdiğini, hayvan masumiyetiyle yine döner yuvasına, kışın geçirdiği kötü günleri, açlığını unutarak.


Tuhaf bir gelenek yılkı. Tabi ki bunun da temelinde maddi imkansızlıklar var. Ama ne olursa olsun yapılmaması gereken bir davranış. Nasıl evladını veren Allah rızkını da verir diye inanıyorsan, O Allah senin ekmek kapın olan atın da rızkını mutlaka verecektir.

Çok beğendiğim bu romandan  sözler;

-İyi bir gavurluktur tokluk, kini azaltır, hoşgörürlüğü arttırır.
-Allah acı bir tokat olmalı, her kim kötü bir amel peşinde indrimeli şamarı.
-İki türlü yılkı atı olur. Hatta üç türlü. İki türlüsü can yongası, bir türlüsü gözden çıkmışı, hesaptan düşülmüşü, defterden silinmişi...
-Her işin ivazsız olanı güzeldir. Huzur ve mutluluk ivazsızlıktan doğar.
-Tanrı ahiretimizi kara yazmasın. 
güzel bir dua olarak kaldı aklımda.

Nasıl Bir Türkiye- İlker BAŞBUĞ


Efendi ve kibar duruşuyla alıştığımız asker modellemesine uymayan komutanın düşünceleri ile de alışıldık asker kafasının dışında olduğunu gördüğümüz kitabıdır.
Açık, doğrudan ve korkusuzca konuşuyor. 6-7 Eylül olayları Türkiye'ye nasıl zarar verdi? ABD, Türk Ordusuna bir ders verilmesine hangi olaydan sonra karar verdi?-Çuval Olayı Türk Ordusunda neden bir travmadır?-Türkiye ile ABD hangi olayda çatışma noktasına geldi?-Balyoz Davası sürecinde Hükümet ve MİT'le yapılan görüşmeler? -Hangi yanlışlar yapıldı? Başbuğ hangi tavrı konusunda üzgün?-Hükümet-Cemaat ilişkisi buraya nasıl geldi?-Cemaat, İlker Başbuğ'u hangi olaydan sonra hedefe koydu?-Silivri günleri nasıl geçti? Neye sevindi, neye üzüldü?-Özgürlüğüne kavuştuğunda hangi Genelkurmay Başkanı ona moral verdi?-12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde yapılanlar neden yanlıştı?-Kürt kökenli vatandaşlara yapılanlar Türkiye'ye nasıl zarar verdi?-Kürtçenin yasaklanmasını neden yanlıştı? -ABD "Kürt Açılımı"nda TSK'yı neden hedefe koydu?-12 Eylül sola büyük darbe vurunca, bundan en çok hangi siyasi örgütler yarar sağladı? -Bugün din dersi nasıl ele alınmalıdır ve "Zorunlu Din Dersi" uygulaması neden yanlıştır?-Şike komplosu neden düzenlendi? Amaç Fenerbahçe'yi ele geçirmek miydi? -Gezi olaylarını nasıl değerlendirmeli, bu konuda kim hangi yanlışı yaptı? -Atatürk 1920'lerde muhtariyet (özerklik) konusunu neden gündeme getirdi?-Terör neden bitmiyor ve hangi yanlışlar yapılıyor?-IŞİD nasıl ortaya çıktı, arkasında kimler var?-Irak ve Suriye'nin bölünmesinin Türkiye'ye faturası ne olur? -21. yüzyılın ulus devletleri hangi temelde yükselmeli? -İlker Başbuğ siyasi, ahlaki ve kültürel olarak "Nasıl Bir Türkiye" arzuluyor?-Türkiye'nin kuruluş felsefesi ve Atatürk'ün bugünkü önemi nedir?-Türkiye'yi bekleyen tehlikeler ve fırsatlar nelerdir?-Türkiye, sorunlarını nasıl ve hangi yöntemlerle çözmelidir? -Asker-sivil, devlet-yurttaş ilişkisi nasıl olmalıdır?-Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerinin bugünkü anlamı nedir? sorularının karşılıkları bu kitapta anlatılmış. Ayrıca özel hayatı ve çocukluğu, gençliği ve okul yıllarına ait anılar da var.


Kitabın sonunda  ise "Nasıl Bir Türkiye?" şu şekilde tanımlanmış.
Cevap net ve kısadır diyor.
Ulus devlet, üniter devlet yapısına sıkı sıkıya sarılmış; laiklik ilkesini tam özümsemiş, dine saygılı, ancak dinin ve din duygularının siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlamak amacıyla kullanılmadığı, insanların dindar ve dindar olmayanlar ayrımına tabi tutulmadığı, ahlaki erdemliliğe sahip vatandaşların oluşturduğu bir Türkiye.
Nasıl Bir Türkiye?;
Kuvvetler ayrılığına tam saygı gösterilen, hukuk devletinin değil hukukun üstün olduğu; temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı da güvence altına alındığı ve her şeyin herkese açık olmasını sağlayacak fırsat eşitliğine imkan tanıyan bir demokrasinin olduğu bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Vatandaşlarının refah ve saadetini hedefleyen, sosyal adaletin gerçekleştiği ve okullarında temel eğitimin laiklik prensibine bağlı olarak ve en geniş şekilde verildiği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
Toplumun her bireyinin "Ankara'da hakimler var" düşüncesine yürekten inanacağı ve hukukun üstünlüğünün bütün uygulamalarına tanıklık edeceği bir Türkiye.
Nasıl bir Türkiye?
"Yaşamın tüm alanlarında; devletin yapısı ve uygulamalarında, fikir hayatında ve ekonomide çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaya çalışan,
Birbirini empati yaparak anlamaya çalışan,
Devamlı farklılıklarını öne çıkararak yapay ayrılıklar yaratılmasına çalışmayan,
Ülkü birliği (güvenli, huzurlu, ekonomik olarak güçlü ve saygın bir ülke olma) ortak paydasında birleşen bir Türkiye"

15 Nisan 2018 Pazar

Şiirin Gizli Tarihi - Refik Durbaş

          Şiirin Gizli Tarihi, Refik Durbaş' ın şairlerimizin hayatlarından kesitler, anekdotlar ve hatıralara yer verdiği gazete köşesinde yazdığı yazılarından derlenmiş güzel bir kitap. Sıkmadan kısa kısa bölümlerle anı ve araştırma şeklinde anlatılara yer verilmiş. 
Kitap;  Bir zamanlardı bu gamhanede bir dem vardı, Ağlamayın ölmeyecekler, Şiiri aşka düşürenler, Rakı şişesi, balık ve şair, Kelime şiiri resmetmeye borçlu ise, İnsanın şair hali, Şiirin gör dediği, Şiirsel materyalizm ve Gündelik hayatın aguşunda şiir gibi bölümlerden oluşuyor.
Kitapta Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Akbal, Yahya Kemal, Edip Cansever, Feti Naci, Nazım Hikmet, İlhan Berk, Can Yücel, Salah Birsel, Ece Ayhan, Melih Cevdet Anday ve daha birçok  şairin ilginç özelliklerinden, şiiri yalnızca yazarken değil hayatlarında da yaşadıkları, şairliğin ruhunu hayat felsefelerine de yansıttıklarını görüyoruz.
Şair bu kitabın meydana gelme sürecini de şöyle özetliyor Cumhuriyet Gazetesi internet sayfasındaki bir ropörtajında; 
          Elli yıla yaklaşan bir edebiyat ve gazetecilik hayatım var. Bu hayat, elbet bir birikimin de harcını oluşturdu. Çalıştığım gazetelerde ara sıra bu tür yazılar yazıyordum. Hatta Tarık Dursun K. “Bu tür yazıların gazete sayfalarında sararıp solacak, onları ileride bir kitapta toplayacak gibi yaz” derdi.


2011’de Sabah gazetesinden atılıp BirGün’de yazmaya başlayınca bu öneri geldi aklıma. Ayrıca BirGün dahil bütün yazılı basında edebiyat yazan kalmamış gibiydi, herkes politika yazıyordu. Bugün de öyle… Oysa gazeteciliğe başladığım yıllarda gazetelerde mutlaka birkaç şair, yazar bulunurdu. Gazetelerde sanat-edebiyat sayfaları yer alırdı. Politik yazılar yanında edebiyat yazıları az da olsa mekân bulunca dikkat çeker oldu. Yazılar çoğaldıkça okurlardan da olumlu tepkiler aldı. Birkaç yayınevi bu yazıları kitap olarak basmak istedi. Bu sırada sevgili arkadaşım Cem Erciyes, Doğan Kitap’ın başına geçmişti. İnternetten bu yazıları indirmiş, “Bunları basalım” dedi ve kitap süreci başladı. Yukarıda da değindiğim gibi amaç, şairin hayatının şiire dahil olduğunu araştırmaktı diye özetlenebilir. Konuşmanın tamamı için: 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/640137/Refik_Durbas_tan__Siirin_Gizli_Tarihi_.html
            Kitaptan küçük bir alıntı olmazsa olmaz:
            Orhan Veli ile Sait Faik'in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus Kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet Gazetesi alarak bulmazalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik'i yenmektedir.
             Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker. "Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun*" der demez Orhan Veli sakin biçimde yanıtlar:
             "Çünkü Cumhuriyet'in bulmacalarını ben hazırlıyorum."

15 Mart 2018 Perşembe

Cumhuriyet Senin İçin - Enver AYSEVER Orhan GÖKDEMİR


    Gazeteci yazar Enver AYSEVER ve Orhan GÖKDEMİR' in karşılıklı sohbet şeklinde siyasi gündemi değerlendirdikleri yazılardan oluşan bir kitap. Okumaya başlayınca,  Enver diye başlayan yazıların Orhan Gökdemir tarafından Enver Aysever' e hitaben mi, yoksa Enver Aysever'in düşüncelerini mi aktardığı konusunda bir süre kararsız kaldım. Bir bölümde "Senin de şöyle bir kitabın vardı" cümlesi geçince o kitabın Orhan Gökdemir' e ait olduğunun anlamam ve yazı başlığında kimin ismi yazıyorsa yazının o yazara ait olduğunu anlamam uzun sürdü. Bu benim eksikliğim mi yoksa kitabın anlatım şeklinden kaynaklanan bir durum mu bilmiyorum.
Gelelim kitabın içeriğine;
Kitap, bolca iktidar eleştirisi etrafında Osmanlı'nın son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti' nin ilk yıllarını da içine alan yer yer tarihsel çoğu da güncel ekonomik, siyasi, toplumsal konularda iki yazarın karşılıklı sohbeti şeklinde kurgulanmış. Birbirini tamamlayan sohbetler olmuş. Birisi ortalamış diğeri vurmuş, bu minvalde gelişen sohbetlerle ucuca konular eklenmiş. Güzel bir kitap ortaya çıkmış. Kitaptan bazı altı çizilen cümleler var tabi ki: 
"Bir nüfustan bir ulus yaratmanın yegane yolu, dinini toplumdaki rolünü aşağı çekmek ve 
milliyetçiliğin rolünü yükseltmekti. Türklüğe yapılan bütün vurguların tarihsel arka planı budur."
"Bir bebeğe tecavüz ediliyor ve kıyamet kopmuyorsa niçin yaşıyoruz ki?"
"...dünyanın büyük bir çoğunluğu dindar ama bu dindarlık derin yoksulluğu, örgütlü alçaklığı, sömürüyü, zulmi asla hafifletmiyor. "islam coğrafyası" karanlık, kan, revam.Birbirini yiyor müslümanlar."
"Şiir önemli.Şiirsiz direnemez kimse, şiirsiz yazamaz. Şiirsiz dik duramaz kimse."
"Zalim her türlü eziyeti yapabilir evet ama her şartta bir kurşunkalem bulabiliriz. Her şartta sizviriltiriz ucunu. Zulme karşı atabileceğimiz ilk kurşun budur..."
  

10 Mart 2018 Cumartesi

Tuncay Terzihanesi - Sunay Akın


Sunay Akın'ın terzi olan babası Tuncay Akın'ı anlatımı ile başlayan bir kitap. Kitabın tamamının bu konu etrafında devam edeceğini ve Sunay Akın'ın çocukluk gençlik anılarını okuyacağımı sanmıştım. İlginç olabilirdi. Ama yine Sunay Akın' ın diğer kitaplarındaki gibi aynı kurgusal şekildeki, bakın hele bakın bakın "o öyle değil de böyleydi", yada "o adam kimdi biliyor musunuz çok sevdiğiniz şu adamdan başkası değildi" tarzı eğlenceli bazen hüzünlü araştırmasal hikayelerini okudum. Yine her zamanki gibi 'ki İlber Ortaylı' da da aynı durum oluyor' medyadan tanıdığım yazarların kitaplarını kendi sesleri ile okudum. Güzel kitap ama diğer kitaplarından farklı değil.

Beğendiğim alıntılar ise şöyle:


Babamın terzi dükkanı her zaman büyülemiştir beni. İlk oyuncaklarım makaslar, iğneler, kumaş parçalarıydı. Babam elbiseleri keser dikerdi, bense hayalleri.


Sayfalarını yırttım

Yüz Ünlü Türk adlı kiyabın
terzi dükkanındaki resmine
içinde rastlamayınca
kılıncı diliş iğnesi
kalkanı yüksük olan babamın

Server Tanilli, Strasbourg'da düzenlenen bir toplantıda tarihin bir fotoğraf makinesi olduğunu belirterek şunları söylemişti: "Tarih fotoğraf makinesiyle dünyaya gelen herkesin bir kez fotoğrafını çeker. Nerede, ne zaman çekeceği bilinmez, ama mutlaka çeker ve de bir kez... Herkes o fotoğrafına bakılarak anılır, hayattayken ne yapmış diye. Sunay, tarih bir gün senin de fotoğrafını çekecek. Dikkat et, sakın o fotoğrafta gözlerin kapalı çıkma!.."


Çağın bu kadar çabuk değişebileceğini bilseydi Kubilay kafasını verir miydi? Günün birinde işlerin bu hali alacağını bilseydi Şeyh Said o kadar acele eder miydi?


Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek Usta, kuklalarda biz.
Oyuna çıkıyoruz, birer, ikişer:
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.


Kitap bir pencere aralığına konulduğunda, adadan içeriye temiz hava girmesini sağlar. İnsan içinde aynı işlevi yerine getirir. Okunduğunda, insan beyninin havalanmasına, oksijen kazanımıyla düşüncelerin yenilenmesine neden olur.


Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tututalan

Rüzgar doğanın bir armağanıdır erkeklere! Bu armağanın kıymeti, modanın gelişimiyle daha da iyi algılanmıştır.


7 Mart 2018 Çarşamba

Votka&Pera - Aybike Ertürk



        İsmi ilginç. Votka&Pera. Yazarın adını ilk kez duyuyorum. bir ara internette bölüm bölüm kitap yazanlar vardı. Herhalde o gençlerden biri diye düşündüm. Kitap alkol sorunu olan genç gazeteci Arda ile Pera adlı bir genç kızın hikayesi. Daha çok Arda'nın hikayesi. Arda bir votka aşığı bir de Pera'nın. Kitap boyunca votka votka votka. İnan ki içmeyenin canını çektirecek derecede. Evet okurken içmişliğim de olduyu. Arda'nın suçu ne yapayım.Alkol babasının hayatını bahvettiği gibi Arda'nın da hayatını karartyor.Aşk ve iş ilişkilerini büyük ölçüde zarar veriyor.
            Kitabın bir bölümünde Arda Votka'yı şöyle tasvir ediyor: "Bağımlılık, zaaf, iradesizlik... Adının bir önemi yok, ama benim için anlamı büyük. Hayatta  bir amacı, hiçbir beklentisi olmayan benim gibi her adam için yolunu gözleyen sadık bir sevgili gibi. Tek isteği kanımda dolaşmak. Bana düşen de ona damarlarımda seve seve tur attırmak."

            Diyor ki Arda kitabın bir yerlerinde "Tecrübeyle sabit; ölümden korkamayan ölmüyor bu hayatta. Azrail de tıpkı bir ergen gibi kaçanın peşine düşüyor, 'Al beni seninim' diyenin yüzüne bile bakmadan geçip gidiyor yanından. Onca masum, hayat dolu insan Hakk'ın rahmetine kavuşurken, benim gibi ne kadar it kopuk, hayattan bezmiş adam var, millete ıstırap olup yaşamaya devam ediyordu."

           "Babam öldüğünde öğrenmiştik bu mezarın varlığını. Sadece kendi mezarını almakla kalmayıp yanındaki boş mezarı da satın almıştı. İnsanlarla fazla haşır neşir olmayı sevmezdi babam. Onu gömdüğümüz gece, annemin Birsen Teyze'ye sinirle "Dolmuşta yanına kimse oturmasın diye de çift ücret öderdi" dediğini  hatırlıyorum. Annem hiç bir zaman anlamadı babamı... Şimdi düşünüyorum da  o boş mezar babamın anneme duyduğu ebedi aşkının kanıtıydı. Ölü bir adamın sevdiği kadın için bıraktığı, açık bir kapı...Tabi o boş mezarı alırken annemin yerine göz koyacağım kimin aklına gelirdi."

             Ben okudum çok beğendim siz de okuyun çok beğenin
            Kitabın yazarı Aybike Ertürk ile yapılan bir söyleşiyi aşağıdaki adreste bulabilirsiniz. https://www.birgun.net/haber-detay/ruhumuzdaki-boslugu-bagimliliklarla-dolduruyoruz-133097.html