Celal YALNIZ, namı diğer Yalnızlığın Piri "Sakallı Celal" sakalını kesmediği için bu lakapla şöhret yapmıştı ama onun asıl şöhreti, önünü arkasını düşünmeden dobra dobra söyleyiverdiği açık fikirlerinden ve nüktelerinden ileri geliyordu.
CELALLİ SAKAL
"Müthiş bir ilerici, müthiş bir pervasız, müthiş bir zeka, müthiş bir kültür adamıydı. Az konuşur, pek az insanla ahbaplık ederdi. Çok kimseyi tanır ama az insana değer verirdi. Birçoğunun garip bulduğu bir insandı" Ani kızıp parlayıp öfkelenmeleri nedeniyle "Sakallı Celal" yerine "Celalli Sakal" da dendiği oluyordu.
Bir paşazade olduğu halde bu sıfatın getirdiği kolay hayattan uzak kalarak edindiği bilgileri ve ideallerini memleket çocuklarına nakletmek için Üsküp'lere, Kastamonu'lara gitti. Çevresini saran gericilerle savaştı. Cumhuriyetin ilanında onu Ankara Lisesi Müdürü olarak görüyoruz. Liselere kadın öğretmen onun vasıtasıyla tayin edildi. Karşısına onu mağlup eden mevzuat hazretleri ve anlayışsızlıklar çıkınca Celal Bey kafası ile çalışıp hizmet edemediği memleketine elleriyle yardım etmeye karar verdi; amelelik, boyacılık yaptı.
SAKAL BIRAKMASINA SEBEP MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ AŞKIYDI
Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunuydu. Son sınıfta iken 31 Mart hadisesi olmuş, Hareket Ordusu kurulmuştu. Okuldan kaçtı, Hareket Ordusuna gönüllü katıldı. Vatanını delice bir aşkla severdi. İtalya, Trablusgarp'a saldırdığı zaman bir Fransız pasaportu uydurarak "Jan Piyer" adı altında mücahitlere cephane götürdü. 1907'de mezun oluncaya kadar Galatasaray'da geçirdiği 11 yıl Mahmut Celal'in aydınlanmacı, özgür, bağımsız, ödünsüz ama sevecen kişiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur. Galatasaray Lisesi Müdürü Tevfik Fikret onu siyaset eğitimi alması için Fransa'ya göndermeyi teklif eder ama onun aklı makine mühendisliğindedir. Girişimleri sonuç vermez. Boş verir siyasal bilimler okumaya ve ömrünün kalan elli yılı boyunca "alameti farikası" olacak; adını ve ününü belirleyecek ünlü sakalını işte tam da o günlerde bırakır. Üstelik bir daha kesmemecesine.
Bir yılı aşkın süre kaldığı Paris'te, Türk halkının ne denli geri bırakıldığını daha derinden ve somut biçimde görüp algılama fırsatı bulmuştur. Tam bir idealist öğretmen olup çıkmıştı, Paris dönüşü Celal Bey. Bir süre Tevfik Fikret'le birlikte kendi okulunda hizmette bulundu.
ÜSKÜP, KASTAMONU, İZMİT YILLARI
Zamanın Maarif Nazırının huzuruna çıktı. Üsküp İdadisinde Fransızca ve felsefe okutmak istediğini söyleyerek Makedonya'ya gitti. Üsküp'ü halkıyla ve hocalık ettiği öğrencileriyle sevmişti ama bazı davranışları kimi çevreleri rahatsız etmiyor da değildi. Bu çevrelerin gözünde o çocuklarına Büyük Fransız Devriminden söz eden bir zındıktı. Oruç tutmuyor, namaz kılmıyor, cumalara bile gitmiyordu. Üsküp gibi Rumeli'nin az çok özgürlükçü havasını soluyan bu kentte bile Sakallı Celal'in ne yapmak istediği anlaşılamayınca sakalından utanmayan bu gavuru kentlerinden uzaklaştırmak için müftüyü harekete geçirdiler. Velhasıl azledildi Sakallı Celal ve İstanbul'a döndü.
Osmanlının savaş yıllarında silah altına alınmak için yaptığı başvuru, "Ülkeye öğretmen de gerekli.." diye geçiştirilerek Kastamonu Sultanisine Fransızca öğretmeni olarak atandı. Kastamonu gibi tutucu bir yerde çoğu kez başı açık dolaşıyor, müspet ilimin ve aklın inanmadığı boş sözlere değer verilmemesini öğütlüyor, çocuklara Darwin nazariyesinden bahsediyor ve çocuklara ayak topu oynatıyordu. Üsküp'te bir yobazın "Bu oyun dine aykırıdır" dediğini duyunca yobazı dövmüştü. Burada da şikayetler ayyuka çıkınca bir tel emri ile İzmit'e gönderildi. Oradan da Ankara Sultanisi'ne müdür oldu. Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda bir gün Maarif Vekilinden gelen bir mektupta son sınıfların ve ondan bir önceki sınıfların Adliye Hukuk Mektebi ve benzeri yüksek öğrenim kurumlarının gereksinimlerini karşılaması için idareten mezun edilmesini istemesi üzerine "Ankara Sultanisi 'boyacı küpü' olmadığı cihetler Vekaletin talebi kabili tatbik görülmemiştir." diyerek Vekalete istifasını sunmuştur.
SAKALLI CELAL'in AYDIN YILLARI
Hiçbir kalıba girmeyen, bildiğinden şaşmayan, ödün vermeyen Sakallı Celal yine işsizdir. 1928 ortalarında Sakallı Celal Bey, Karapınar İncir Mahsulleri Kooperatifinin yeni makinelerle güçlendirilen İncir İslah ve Tütsüleme tesislerinde çalıştırılmak üzere bir baş makinist arandığını öğrenir ve gerekli başvuruyu yapar. Fabrika yetkilileri son işlerinden birinin Ankara Sultanisi Müdürlüğü olduğunu söyleyen ve adı Türkiye çapında duyulmaya başlanan bu ilginç adamdan biraz pirelenirler ama makinelere yatkınlığını görünce "tamam, başla" derler.
Celal Bey, esas işi dışında üreticilerle birebir temas kurarak incir ve üzüm tarımının geliştirilmesi, taşınması, kurutularak da paketlenip ihraç edilmesi konusundaki yepyeni fikirleriyle kısa sürede baş ustalığa yükselecek ve işyerinin direği durumuna gelecektir. O zamana göre yeni ve karmaşık makineleri kolayca çözmesinin yanında okuması bile olmayan Anadolu çocuklarına bu makineleri öğretmekten ve benzerlerinin aksine bildiklerini onlarla paylaşmaktan zevk almaktadır. Fabrika yetkililerinin gözdesi olup çıkmıştır. Ustabaşı sıfatına aldırış etmeden en ağır çuvalların altına girerek işverenlerini hayretler içinde bırakmaktadır. Onların, Aydın'ın tozlu yollarında bozulan otomobillerini bile bir çırpıda onarmakta, hafta sonu birlikte pikniğe gittiklerinde onlara ruhsatlı tabancasıyla silah kullanmayı öğretmektedir.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8TWSMyZ1t3yttMashPv-pU5cDbFXZaGQec5TjkC3_t0SGPzyjM1aGK4rrFbZoxksAh4y_hvjtmNo7Q0_A0l8T_2RG5cPKK2CpaMdxbTkRkbmmX-v_H4kEM7sBcSkSYc7noX5TUfsYj4s/s400/Screenshot+%25288%2529.png)
Bu arada, ürün islah, geliştirme ve paketlenmesi konusunda Avrupa'dan getirttiği kitapları okumakta ve akşam evinde çekildiğinde kooperatifin armağanı olan gramofonunda taş plaktan klasik batı müziği dinlemektedir. Kemalist devrimleri ise yerel gazetelerden izleyerek işçilere anlatmayı ek iş edinmiştir. Çevrede söylendiğine göre Rumlar'ın gidişinden beri buralara ilk kez gavurca gazeteler bile gelmektedir. Celal Bey abone olduğu için fabrikada işçilere yeni harflerle okuma yazma bile öğretmektedir.
Başarı kazancı da birlikte getirmiş ve Sakallı Celal Bey özenerek yaptığı ve zevkle döşediği evinin yanı sıra yakınlardaki dere boyunda bir de kocaman arsanın sahibi olmuştur. Sonraki yıllarda çağlayan dere arsasının büyük bölümünü alıp götürecektir.
Dokuz köyden kovulmuş, tası toprağı toplayıp çekip gitmiş bir adamın geri kalan yaşamı, herhalde böyle sakin ve sıradan bir ortamda sürüp gidemezdi. Gitmedi de!
KOMÜNİSTLİĞİN BELGESİ İŞTE BURADA
Tek başına, rahat ama gösterişten uzak bir yaşantısı olduğundan maddi sıkıntısı yoktu ve bankada bir hayli parası birikmişti. Orjinal ve yaratıcı fikirleri nedeniyle, sık sık ikramiye bile alıyordu. O nedenle, iki ay önceki maaşını fabrikadaki bir arkadaşına vermişti: "Elin bollaşınca ödersin" diyerek. Adamın dört çocuğu vardı, eşi hastaydı ve yarı aç yaşadığını herkes biliyordu.
Çok geçmeden, Aydın'da karakola çağrıldığını öğrenir Bir zavallı işçiye yardım elini uzatmıştı ya, "bu adam eski komünistlerdendir.." diye ihbar etmişlerdir polise. Komiser, "Evinde arama yapacağız" diyerek Sakallı Celal Bey'e:
-Düş önümüze! Bizi evine götür, der.
Giderler. Her tarafı didik didik arar polisler. Bir köşede sessizce olup biteni izleyen Celal Bey, sonunda dayanamayıp:
-Allah aşkına komiserim siz evimde ne arıyorsunuz? diye sorar.
-Fakir işçilere yardım ediyormuşsun!..
-Eee?
-Yani komünistmişsin! Biz de bunun belgelerini arıyoruz.
-Fakirlere, çaresizlere yardım etmek ne zamandan beri komünistlik oldu komiserim? Hem siz benim komünistliğimin belgelerini aradığınızı söyleseydiniz ben sizleri yormadan yerini gösterirdim.
Keyiflenir komiser:
-O halde göster!
Celal Bey ciddi bir tavırla sağ elinin kocaman işaret parmağını yavaş yavaş yukarı kaldırır. Gür saçlı başının ağaran sağ şakağına dayayarak:
-İşte burada, der.
Önce pek anlayamaz komiser bey. Celal Bey acı acı gülerek devam eder:
-Belge melge yok polis efendi. Varsa da buradadır. Gücünüz yetiyorsa açıp alırsınız. Yoksa, haydi size güle güle!..
Aydın'da günlerce konuşulur bu olay. İşyeri yetkilileri Emniyet Müdürlüğü'ne giderek, hatta Vali'ye kadar çıkarak çok sevdikleri ustabaşılarına reva görülen bu yakışıksız tavrı protesto ederler ve ilgili komiserin derhal Aydın'dan uzaklaştırılmasını isterler. Vali Bey, komiseri kentten uzaklaştırır.
Celal Bey bunu duyunca çok üzülür:
-Yapmayacaktınız bunu. Adamın ne suçu var? Aklı bu kadarına eriyor.
HAK ETMEDİĞİM PARAYI ALMAM
Çok geçmeden yeni bir tatsız olay daha yaşanır fabrikada. Sıkıntılı günler geçiren ve bu nedenle dikkati dağılan Celal Bey sağ elinin işaret parmağını makineye kaptırır. Hemen hastaneye kaldırılarak müdahale edilir ancak sağ el işaret parmağı biraz dik ve yeterince kıvrılmayacak biçimde kalacaktır. O da işi alaya vurarak, parmağının niçin böyle olduğunu soranlara. "Bu benim komünist parmağım. Ona göre haaa!.." diyerek acılı bir kahkaha patlatacaktır.
Bu olaydan sonra haftalarca evinden çıkmaz Celal Bey. İşyerinin yetkilileri onu hiç yalnız bırakmazlar. Her ihtiyacını karşılar, ücretli izinli saydıklarından maaş zarflarını da düzenli gönderirlerdi ama o bunları:
-Hak etmediğim parayı almam, diyerek geri çevirirdi. Fabrikanın müdürü evine gelerek:
"Bak Celal Bey, der. Elbet iyileşeceksin ama ellerini bundan sonra istediğin gibi kullanamasan da önemi yok. Sen zaten bütün makineleri kullanacak düzeyde adamlar yetiştirdin. Onlara nezaret etmen yeterli. Zaten bize senin ellerinden daha fazla kafanın içindekiler gerekli. Seni çok seviyoruz ve istediğin sürece bizimle kalmanı istiyoruz." diye güvence verir.
Yıllarını verdiği Aydın'dan ayrılmak, ne onun için kolay olur ne de kendisini çok seven işçiler, yöneticiler ve çevredeki üreticiler için. Hepsi de ondan birçok şey öğrenmişti. Verimli ve titiz çalışmayı, yardımseverliği ve tevazuyu. Tabi yurtseverliği ve açık sözlülüğü de. Yaptıkları, davranışları, söyledikleri kasabadan kasabaya, köyden köye yayılmış, onu bir efsane durumuna getirmişti.
BU ÜLKEDE İLGİLİLER BİLGİSİZ, BİLGİLİLER İLGİSİZ
Yoksulluktan kırılan bir köy kahvesinde konuşurken:
"Bastonumu soksam yeşertecek kadar verimli bu Anadolu toprağından, üzerinde yaşayan insanların karnını doyuracak kadar ürün alamamayı başardığımız için ne kadar alkışlansak yeridir!" demiş ve bunun sorumluluğunu aydınlara yüklemiştir.
"Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir... Türkiye'de "aydın" geçinenler "Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde "batı" yönünde koşturarak batılılaştıklarını sanırlar!"
Bir keresinde de "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.." diye patlamıştır.
Hepsi de birer bilge sözü niteliğinde olan ve yaşayıp bu günlere kadar gelen bu sözlerin çoğunun, en faal çalışma ve yaratma dönemini geçirdiği Aydın yıllarında söylediğine inanılır.
Özene bezene ve adeta kendi elleriyle yaptığı iki odalı, küçük ama sevimli evindeki masa, sandalye, tabak, çanak türünden eşyayı işçiler arasında pay eder. Kitaplarını, anı değerinde olan eşyayı ise büyükçe bir makine sandığına yerleştirir.
Belki bir gün dönerim, diyerek, neredeyse boşalmış evinin kapısına bir kilit vurarak Ankara'ya hareket eder. Ne yazık ki mevcut kaynaklarda Aydın'daki yılları hakkında elimizdeki bilgiler bunlar. Keşke İncirliova'da çalıştığı işyerini, işyeri sahiplerinin çocuklarını bulabilsek, evinin nerede olduğunu ve onunla iletişim kuran hayatta olan kişilerin yakınları varsa birinci ağızdan konuşabilseydik.
O'nun için "Türk felsefesinin mizah bölümüne geçmesi gereken sözleri vardı. Batıda olsa bu adamın her sözü bir fıkra olurdu. Ancak nerde o irfan tarlası ki onun sözleri, fikirleri yeşerebilsin?" derdi Burhan Felek.
Haldun Taner ise:
"Sakallı Celal Bey' i ben hep sarp dağlar, gür ormanlar ve bozkırlar ortasında boşuna akıp giden bir pınara benzetmişimdir. Bence ziyan olmuş bir değerdir." der.
1962 yılında ömrünü tamamladığı ve gömülü olduğu Aşiyan Mezarlığındaki kabrinin baş ucunda:
"Celal YALINIZ 1886-1962" yazılıdır. YALNIZ değil YALINIZ nedense. Bir de şu Türkçe Farsça karışımı dize:
"Bağdan bir gül için bin hare hizmetkar olur"
Bugünün Türkçesiyle; "Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır" manasında.
Tek isteği vardı Sakallı Celal Bey'in: Türkiye'nin, Atatürk'ün yolunda giderek aydınlık günlere ulaşması. Bu uğurda bir şeyler yapabilmek için bin dikene katlandı.
Kim bilir belki de yeterince yararlı olamamasının üzüntüsüyle göçtü gitti Sakallı Celal.
SAKALLI CELAL YALOVA TERMAL FEN LİSESİNDE YENİDEN Mİ DOĞDU?
Ancak ne büyük tesadüftür ki Sakallı Celal'in ölümünden yaklaşık bir on yıl geçtikten sonra Kütahya'da doğan ve 2015 yılında Yalova Termal Fen Lisesinde Matematik öğretmenliği yapmakta iken okulu teftişe gelen dönemin Yalova Valisi tarafından dört beş gündür kesmediği sakalları fark edilen ve öğrencilerinin önünde "Bu saç sakal ne? Sen nasıl öğretmenlik yapıyorsun? Öğrencilere böyle mi örnek olacaksın? İnsanlar seni dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler.." diye azarlanan edebiyat aşığı ve öğrencilerinin çok sevdiği, öğretmen Halil Serkan ÖZ kılığında belki yeniden doğmuştu Sakallı Celal Bey.
Halbuki Halil Serken Öz, bir röportajında "Tüm paramı kitaplara harcıyorum" diyen biriydi ve edebiyatın önemli yazarlarına ait, önermiş olduğu atmış adet kitap ismini, kendi el yazısıyla listeleyerek öğrencilerine dağıtmış, onları devamlı okumaya teşvik etmiş bir öğretmendi.
Kötü bir şekilde öğrencilerinin içinde azarlanan öğretmen Halil Serkan Öz için şehirdeki sendika mensubu öğretmenler ve öğrencileri tarafından bir "Öğretmene Saygı Yürüyüşü" tertip ediliyor. Tam bu yürüyüş sırasında kalp krizi geçirip aramızdan ayrılıyor Halil Hoca.
Şimdi okullardaki sakallı, uzun saçlı öğretmenleri görünce hatırlarım önce Halil Serkan Öz Hocayı, sonra da Sakallı Celal Bey'i.
Sakallı Celal Bey'de, Halil Serkan Öz' de yapmak istediklerini tamamlayamadan göçüp gittiler bu dünyadan.
1928'in Aydın vilayetinden Sakallı Celal'in Aydın'ın köylüleri ve verimli toprakları hakkındaki, köylülerin ancak kendilerini doyurabilecek ürün yetiştirdikleri konusundaki gözlemlerinin hala geçerliğini koruduğuna mı yanalım, geçen zamanda hala ilgisizlerin bilgili, bilgililerin ilgisiz olduğuna mı, yoksa doğuya giden bir gemide batıya doğru koşuyor oluşumuza mı?
Medeniyetin, aklın, kültürün, zekanın, gelişmişliğin ya da cahilliğin kılık kıyafette, saçta başta olmadığını anlamak için kaç Sakallı Celal'i, kaç Halil Serkan Öz'ü kaybetmemiz gerekecek?